Büyükada ve Büyük Yalanlar

Büyükada ve Büyük Yalanlar

Büyükada’da gözaltına alınıp sonra da tutuklanan insan hakları savunucularının tahliye edilmesiyle ilgili yandaş İslamcı gazetelerin okuyucu yorumlarına bir göz attım. Hepsi büyük bir şaşkınlık içerisinde. “Yahu bunlar ajan değiller miydi? Nasıl bırakırsınız suçüstü yakalanan hainleri?” gibi tepkiler, “Böyle gitmez bu, geçen gün de Fetöcü Atilla Taş bırakıldı, yine bir işler dönüyor. Bunları salan hâkimlerin araştırılması lazım” tarzı akıl dolu analizler havada uçuşuyor. Bu insanlar yediden yetmişe iktidarın olay kurgusuna hiçbir somut dayanağa ihtiyaç duymadan inanmış ve en ufak şüphe duymuyor. Aktivistlerin Büyükada’da Türkiye Haritası önünde kaos çıkarma planı yaptığını, Nuriye Gülmen’in DHKPC militanı olduğunu, Can Dündar’ın ülkesinin kötülüğünü istediği için başka ülkeler adına ajanlık yaptığını ve hepsinin asılması gerektiğini düşünen milyonlarla her gün aynı araçlara binip seyahat ediyoruz, aynı işyerinde çalışıyoruz, alışveriş yapıyoruz. Yani bu insanlar hayatımızın merkezindeler ancak ülkedeki bütün gelişmelere baktıkları değerler dizisi bambaşka. Tahliyelerle birlikte bu olay örgüleri hafifçe bir sallandı ve şaşkınlaştılar. Öyle ya madem bunlar ajandı, yüce reisimiz öyle demişti. Peki, şimdi niye salıverildiler? Kısa sürede gerekli yeni yalanlar devreye sokulur ve bunu da atlatırlar.

Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in meşhur propaganda taktiklerini bilirsiniz. Bunlardan en bilinen birkaç tanesini yazayım.

  • “Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır”
  • “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar”
  • “Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur”

Goebbels taktikleri ve medya kontrolünün hala ne kadar etkili olabildiğine dair kanlı canlı bir örnek şu anda Türkiye.

Nazi Almanyası’nda da Naziler ve destekçileri, Nazi olmayanlara “vatan haini” sıfatını yapıştırırlardı. Nazilerin Almanya’yı batağa sürüklediğini ve iktidardan düşmesi gerektiğini düşünen insanlar “Almanya Düşmanı” ilan edilip toplama kamplarına yollanıyordu. Halkın da bu anlayışı benimsemesi için tüm kaynaklar seferber edilip devletin tüm propaganda aygıtları harekete geçirildi. Sonunda bu kurgu o kadar güçlü bir ses çıkartmaya başladı ki gönüllü olarak benimsemeyenler bile korkudan ya uyum sağladı ya da seslerini çıkaramaz oldular. İnternet ve teknolojinin olanaklarıyla gerçeğin gizlenmesinin eskisi kadar kolay olmadığı düşünülse bile yine de ideolojik, dinsel veya kültürel saiklerle bazı şeylere inanmaya daha çok meyilli kitleleri bu yalanlara daha kolay inandırabiliyor bu taktikler.

Öyle görünüyor ki bir gün bu cendereden kurtulduğumuzda devlet kadrolarında ve kurumlarında yapılması gereken temizlikten çok daha önemli bir temizlik gerekiyor. Zihin temizliği.

Bu kitlelere özgür gazeteciliğin, çok sesliliğin, demokratik hakları için insanların eylem yapmasının, sivil direnişin, diktatörlüğe boyun eğmemenin hainlik değil bir vatandaşlık ödevi olduğunu, ülkesini ve halkını sevmenin ta kendisi olduğunu öğretmek, yıllarca pompalanmış o zehri boşaltmak ve yerine evrensel insanlık değerlerine dayalı bir anlayışı oturtmak için çok büyük bir çaba ve irade gerekiyor. Aksi halde bir tek adamdan diğer tek adama bu ülkenin günden güne erimesini izleriz.

Bir de kısa bir anekdot: Savaş kaybedilip Hitler iktidardan düştükten sonra birden bütün Almanlar “Ben de aslında Nazi karşıtıydım, ben de direnişçiydim” diye derdini anlatmak için kuyruklara girmişlerdi. Nazi destekçisi milyonlarca insan sanki hiç var olmamış gibi bir anda buhar olmuştu. Bu da tarihin garip bir cilvesi.

Can Taylan Tapar

0
Her Şeyin Teorisi – Stephen Hawking – Kitap İnceleme Bir Çift Göz’e Atfedilmiş Öykü

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın