Skolastik felsefenin ilk filozofu olan Eriguena (815-877), önemi birkaç bakımdan büyük olan bir Hıristiyan filozofudur. O her şeyden önce 5. yüzyılın Augustinus’u ile 11. yüzyılın Abelardus’u ve Anselmus’u arasında köprü olma işlevi görmüş olan bir filozoftur. Başka bir deyişle, Eriguena hem yaptığı tercümeler ve hem de kendilerinin belirgin etkilerini gözler önüne seren sentezi ya da sistemiyle, önce Augustinus’u ve sonra da Yeni-Platonculuğu Skolastik düşünce sistemine dahil etmiştir.​
Eriguena ikinci olarak, teolojik unsurlarla felsefi unsurların birbirine karıştığı sisteminde, Hıristiyanlığın Kitab-ı Mukaddes’te ve Kilisenin dogmalarında cisimleşen mesajının özüne ilişkin olarak tam ve bütünsel bir açıklama ortaya koyma çabası içinde olmuştur. Buna göre, kendisine soyut bir biçimde akılyürütme yeteneğinden dolayı büyük bir değer verilen Eriguena, Hıristiyan inancı ya da vahyini akli bir temel üzerinde ve geniş kapsamlı bir felsefi ya da teorik çerçeve içinde anlaşılır kılma mücadelesi vermiştir. Eriguena’nın felsefe yapma tarzının en göze çarpan özelliği, onun fazlasıyla sergilediği sentezleme yeteneği olup, o Augustinus’tan sonra Aquinalı Thomas’tan önce, Batı’daki en kayda değer Hıristiyan sentezini oluşturmuş, birtakım teknik problemlerle uğraşmak yerine kuşatıcı bir sistem inşa etmiştir.​
(a) İnanç-Akıl ilişkisine Dair Görüşleri
Baştan sona Hıristiyan bir çevrede yaşayan, Hıristiyanlığın bütün dogmalarını benimseyerek samimi bir mümin tavrı içinde olan Eriguena’nın dinin noktainazarından hiç uzaklaşmamış olduğu, bilinen bir şey olmalıdır. Bununla birlikte, Eriguena bu noktada kalmamış ve önce dinin doğru ya da hakikatlerinin aynı zamanda aklın doğruları olup, gerçek dinle hakiki felsefenin bir ve aynı olduğunu savunmuştur. Başka bir deyişle, o, teolojiyle felsefeyi ve dolayısıyla da otoriteyle aklı özdeşleştirmekten kaçınmamıştır. Buna göre, dinin hakikatlerine beslenen iman gelişigüzel bir kabul olmayıp, bu hakikatleri akıl temeli üzerinde kabul etmeye karşılık gelir. Zira dinin dogmaları, ona göre, akıl yoluyla keşfedilen ve temellenen doğrulardır.​
Bununla birlikte, Eriguena’nın yaşadığı çağın atmosferini ama daha çok onun kendi bakışını ve iyimserliğini yansıtan bu evreye birtakım evrelerden geçilerek varılmıştır. Bu bağlamda, kendince bir tarihsel ilerleme ya da gelişme konsepsiyonu geliştiren Eriguena’ya göre, ilk evrede, yani Yunan düşüncesinde akıl baskın çıkmıştır; doğayı anlamaya çalışan insan, akla dayalı ve inançtan yoksun olarak, fizik yapmıştır. Yunanlı doğayı, Yaratıcısını bilmeden, akıl yoluyla ve doğal nedenler aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. İkinci evrede ise Yahudi vahyi ve İsa’nın gelişi ile inanç ön plana çıkmıştır. Vahyedilmiş olan hakikatler, hakikati, pekinliği ve bilgeliği mutlak olan bir kaynaktan geldiği için artık kendi başına olmayan akıl, vahye dayalı doğruları ilham edilmiş olduğu şekliyle kabul ederek, bilgece davranmıştır. Artık iman aklın önünde olmakla birlikte, bu, imanın aklın yerini alarak, aklı yok etmesi anlamına gelmez.​
Üçüncü evrede ise akılla iman arasındaki ideal, her ikisinin de birbirini tamamladığı, bir ilişki ortaya çıkar. Buna göre, Tanrı insana imanı, her şeyi olduğu gibi kabul etsin, daha fazla ilerlemesin diye vermiş değildir. İnsan varlıklarına ilerlemeyi buyuran Tanrı, Eriguena’ya göre, insanlardan önce iman, sonra imana uygun bir hayat ve nihayet inancı tamamlayan akla dayalı bir hikmet ve bilim istemiştir. İnanç, aklın doğru ve yetkin bir bilgiye doğru yönelişindeki ilk ve en temel ilkedir. Akıl kutsal metinlerde gizli olan gerçek manevi anlamı gün ışığına çıkartmak için imanı tamamlamak durumundadır; zira inanç, insanları kendisine ulaştırmayı istediği sonuca, ancak felsefe yoluyla varabilir. Felsefe ve din, işte bundan dolayı, aynı değerdedir.​
(b) Metafiziği
Eriguena’nın metafiziği, Ortaçağ düşüncesinin yapısal özelliklerine uygun olarak, neyin gerçekten var olduğunun hesabını vermeyi amaçlayan teolojik bir metafiziktir. Nitekim, o De Divisione Naturae adlı eserinde, bir bütün olarak doğayı, yani bütün bir varlık ve gerçeklik alanını ele almıştır. Başka bir deyişle, onun felsefedeki ilk ve en önemli problemi, gerçekliğin doğasının ne olduğu sorusuna doyurucu bir yanıt vermektir. Gerçekliğin toplamı olarak doğa, ona göre, var olan şeylerle var olmayan şeylerden meydana gelir. Eriguena var olmayan şeylerin mutlak bir hiçlik içinde bulunan şeyler olmadığını kabul eder. Var olmama ya da yokluğun (1) işlediği günahlar nedeniyle bütünsel doğasını sakatlamış olan günahkâr insanlar, (2) hem var ve hem de yok olan değişme içindeki şeyler, (3) salt gizil halde bulundukları, edimselleşmemiş oldukları için potansiyel varlıklar ve (4) en yüksek derecedeki gerçekliğinden dolayı, kavrayış gücümüzün ötesinde kalan varlık benzeri şeyleri de içine alan farklı tarzları bulunmaktadır.​
Eriguena, şu halde varlık ve yokluğun farklı tarzlarından veya varlığı yorumlamanın farklı yollarından söz eder. Bunlardan birincisine göre, duyular tarafından erişilebilir, aklın nüfuz edebildiği şeylerin var oldukları, buna mukabil “doğasının yetkinliğinden dolayı” insanın bilme melekelerini aşan bir şeyin var olmadığı söylenebilir. Bu sınıflama ya da yorumlama tarzına göre, Tanrı, aşkınlığı dolayısıyla var olmayan olmak durumundadır. O, “yetkinliğin sonucu olan bir hiçlik”tir.​
Varlık ve yokluğun ikinci ana tarzı ya da şekli, Eriguena’ya göre, yaratılmış varlıklardaki düzenlerde ya da farklılıklarda görülür; buna göre, doğadaki bir varlık düzeyinin var olduğu söyleniyorsa, onun altındaki veya üstündeki varlık düzeylerinin var olmadığı kabul edilir. Sözgelimi insan varlıkları belli bir biçimde ya da tarzda var oluyorsa eğer, meleklerin bu şekilde var olmadıklarının kabul edilmesi gerekir. Eriguena açısından üçüncü varlık tarzı fiili şeylerin, potansiyel ya da mümkün şeylerin yokluğuyla karşı karşıya getirilmek durumunda olan varlığından oluşur. Bu varlık tarzında, nedenlerinde ihtiva olunan veya potansiyel olarak var olan şeyleri yaratılmış şeylerle karşı karşıya getiren Eriguena, nihayet dördüncü varlık tarzında Platonik bir varlık ölçüt önerir. Buna göre, salt akıl yoluyla kavranabilen şeylerin var oldukları düşünülebilir, oysa madde, zaman ve mekân gibi oluş ve bozuluşa tabi olan şeyler gerçekte var değildirler.​
Beşinci varlık tarzını sadece teolojik bir çerçeve içinde öne sürüp salt insana uygulayan ve Tanrının inayetine mazhar olan insanların gerçekten var olduğu yerde, günahkârların gerçek bir varoluştan yoksun olduklarını ifade eden Eriguena’nın söz konusu varlık-yokluk ayrımının temelinde Platon’un iki dünyalı metafiziğinin olduğu söylenebilir. Buna göre Platon, ondan yaklaşık 13. yüzyıl önce, varlığı bilginin konusu olan İdealar dünyası ve değişme içindeki fiziki nesnelerin duyu yoluyla algılanan fakat bilinemeyen dünyası olarak ikiye ayırmıştı. Aynı gelenek içinde yer alan Yeni-Platoncular ise Platon’un İyi İdeasını varlık ve bilginin ötesine yerleştirmesinden hareketle, Tanrının, O değiştiği için değil fakat en yüksek gerçeklik olduğu için ikinci kategoriden varlıklar arasında dahil edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardı. John Scotus işte söz konusu var olan şeyler ve var olmayan şeylerden oluşan ikili varlık ya da gerçeklik sınıflamasıyla bu Platoncu geleneği izlemektedir.​
Tanrı
John Scotus Eriguena’nın görüşünde, gerçeklik alanının başlangıçta var olan ve var olmayan şeyler olarak ikiye ayrılması ve aşkın bir varlık olarak Tanrının, varlığın ötesinde olmak anlamında var olmayan bir şey diye tanımlanması, yalnızca bu Tanrı anlayışı, Ortodoks Hıristiyan inancına uygun düşmediğinden dolayı değil ama onun Tanrıya ilişkin bilgiyi insan için imkânsız hale getirmesinden ötürü de güçlüklere yol açar. Bunlardan ikincisi de birincisi kadar önemli bir problemdir çünkü Eriguena, inançla aklı, otoriteyle bilgiyi, dinle felsefeyi özdeşleştirmiş olan bir filozoftur. İşte özellikle de bundan dolayı, o Tanrıya ilişkin bilginin insan için mümkün olduğunu, imanın emrettiği şeyin akla da uygun olduğunu göstermek durumunda kalmıştır. Onun bu sorunu pozitif teolojiyle negatif teolojinin bir sentezini yaparak aşmayı denediği söylenebilir. Buna göre, “Tanrı varlık ya da var değildir” dediğimizde, anlatmak istediğimiz şey, Tanrının hiçbir şekilde var olmadığı, mutlak bir yokluğa karşılık geldiği değildir. Tanrı, varlığın altında, varlıktan daha az bir şey olduğu için değil de varlıktan daha fazla bir şey olduğu, varlığın ötesinde bulunduğu için varlık değildir. Aynı şekilde Tanrı, kötü olduğu için değil de mutlak bir biçimde iyi olduğu, iyilikten daha fazla bir şey olduğu için iyi ya da iyilik değildir. Bundan dolayı, yapılması gereken şey, olumlu yolda geçen olumlu önermelerin, olumsuz önermelerle, olumsuz yolda söz konusu olan olumsuz iddiaların da olumlu iddialarla tamamlanması, hatta daha iyisi, ikisinin bir şekilde birleştirilmesidir. Buna göre, Tanrı üstün varlıktır, olağanüstü iyidir.​
Eriguena, aslında insanların Tanrıyı bilemeyeceklerini öne sürer; bunun nedeni insan aklının yetersizliği, zihninin güçsüzlüğü değildir. Tanrı, ona göre, sonsuz olduğu için nesnel olarak bilinemez. O, Tanrının kendisinin de herhangi bir şey olmadığı veya on varlık kategorisinden biri ya da diğerinde ihtiva edilmediği için kendisinin ne olduğunu bilmediğini söyler. Onun hakkında pozitif hiçbir şey öne sürülemeyeceğini, O’ndan sadece olumsuz bir biçimde veya mecazi bir dille söz edilebileceğini öne süren Eriguena açısından, pozitif teolojiye göre, “Tanrı iyidir” dediğimizde, bu, sadece Tanrının bütün iyi şeylerin nedeni olduğu anlamına gelir. Negatif teolojinin bu konuda Tanrının iyi olmadığını bildiren önermesinin ise O’nun kötü olmayıp, iyiliği de aştığı anlamına gelecek şekilde yorumlanması gerekir. Bu iki teoloji türünün söz konusu iki anlamı da aynı anda verecek şekilde birleştirilebileceğini öne süren Eriguena, bunun yolunun Tanrı için kullanılacak sıfatların önüne, “daha da çok” veya “öte” anlamında bir süper önekinin getirilmesinden geçtiğini söyler. Buna göre, “Tanrı süper ya da mutlak iyidir”; bu ise O’nun bütün iyi şeylerin nedeni olduğu anlamına gelir.​
Eriguena, Tanrının ne olduğunu bilemesek bile, O’nun var olduğunu dünyanın varoluşundan çıkarsayabileceğimizi söyler. Bu çıkarım üç yönlü bir çıkarımdır. Buna göre, şeylerin var olduklarını gözlemledikten sonra, onların nedenlerinin de var olduğu sonucuna varırız. Şeylerin gelişigüzel bir toplam meydana getirmeyip, mükemmelen düzenlenmiş bir dünya oluşturduklarını görerek, onların nedenlerinin bilge olduğu sonucunu çıkartırız. Dünyadaki şeylerin statik olmayıp, sürekli bir hareket içinde olduklarını, her şeyin canlı olduğunu gözlemledikten sonra, nedenlerinin hayatın gerçek anlamını ifade ettiği sonucuna ulaşırız.​
Gerçekliğin Bölümlenmesi
Tanrıyı varlığın ötesine yerleştiren ve bundan dolayı da Tanrı ile fiziki evren arasında büyük bir uçurumun ortaya çıkışına neden olan Johannes Scottus Eriguena, Tanrı evren ilişkisini açıklayabilmek için bütün bir gerçeklik alanını başında ve sonunda Tanrının yer aldığı dört varlık alanına ayırmak durumunda kalmıştır. Söz konusu varlık türleri, sırasıyla (1) yaratan fakat yaratılmamış olan doğa, (2) yaratan ve yaratılmış olan doğa, (3) yaratılmış olan fakat yaratmayan doğa ve nihayet (4) ne yaratan ne de yaratılmış olan doğadır. Bu varlık alanları, bir kez daha sırasıyla (i) Tanrı, (ii) Platonik İdealar, özler ya da ilkörnekler, (iii) fiziki dünya ve (iv) Tanrı diye tanımlanabilir.​
Burada Tanrı aynı anda hem ilke hem orta terim ve hem de sondur. Öyle ki ilk bölmeye tekabül eden ilke olarak Tanrı, son bölmedeki nihai hedef ya da son olarak Tanrıya özdeştir; ikinci bölme olan yaratıcı bir şey olarak Kelam ise üçüncü bölmeye tekabül eden yaratılmış dünya ile özdeştir. Buna göre, Eriguena söz konusu Yeni-Platoncu varlık anlayışından esinlenen dörtlü varlık bölmesiyle, Hıristiyan inancına uygun olarak dairesel bir kozmik süreç tasarlamış ve her şeyin, varlık kaynağı olan Tanrıdan türeyerek, sonunda yine Tanrıya döneceğini ileri sürmüştür.​
Yaratan fakat yaratılmamış olan doğa olarak Tanrı, Eriguena’ya göre, var olan her şeyin nedenidir, yaratıcısıdır; fakat O, nedeni olmayan bir Nedendir, yani yaratılmamıştır. Tanrı, tüm yaratıklar O’ndan çıktığı için mutlak başlangıç, ilk ilkedir, her şeyin başıdır. Tanrı, yaratıkları mutlak bir yokluk halinden varlığa getirdiği, her şeyi hiçten yarattığı için ilk Nedendir. Tanrı yalnızca ilk ya da fail neden değil final ya da ereksel nedendir de çünkü yaratıklar gelişme ve yetkinleşme süreçleri içinde, O’na benzemeye çalışır, O’nu amaçlarlar. O, varolan her şeyin aynı zamanda Sonu’dur.​
Bununla birlikte, gerçekliğin doğuşu, bütün bir varlık alanının ortaya çıkışı söz konusu olduğunda, Eriguena, Tanrının başlangıçta, kendi içinde, henüz bilinçli olmadığını, kendisini bilmediğini söyler. Varlığın doğuşu, yalnızca Tanrı kendi zihnini yarattığı, yani bilinçli hale geldiği ve ilk örnek ya da arketipleri düşündüğü zaman başlar. Ona göre, ilk örnekler ya da arketipler, bağımsız olmayan varlıklardır; onlar, Tanrının zihnindeki İdealardan başka hiçbir şey değildirler. Başka bir deyişle, yine ontolojik açıdan bakıldığında, ikinci varlık türü, yani yaratılmış olan ve yaratan doğa, Tanrı gibi aşkın, yani zaman ve mekândışı ilkeler olarak Tanrının zihnindeki İdealardır. Yaratılmış türlerin örnek nedenleri olarak onlara, Latincede “sebepler” (rationes), Yunancada İdealar (ideai) veya ilkörnekler (prototypa) adı verilir.​
Bu İdealar yaratılmış gerçekliklerdir, yani onlar bir varlık statüsündedirler. İdealar, varlıklarını bir ilk nedene borçlu bulundukları, buna karşın daha sonra gelen terimler olarak dünyadaki yaratılmış nesneler İdealara bağımlı bulundukları için metafiziksel bakımdan bir ara varlık konumunda bulunurlar. Onlar, varlığın ilk kaynağı olan Tanrının bilinçli hale gelmesi, kendilerini düşünmesi ve dünyaya Kelamını (logos) indirmesiyle varlığa gelirler. Bununla birlikte, iyilik, akıl, bilgelik, adalet, büyüklük, varlık, hayat, insanlık, daire, üçgen, siyahlık, masa gibi İdealar, yani Tanrının zihninde varolan bu arketip ya da ilk nedenler, aynı zamanda yaratıcı olmak durumundadırlar, zira onlar duyusal dünyanın çeşitli nesnelerinin özlerinin kaynaklarıdırlar. Onlar duyusal dünyada varolan herşeye öz veren varlıklardır. Başka bir deyişle, maddi dünyadaki duyusal varlıklar, bu İdealardan pay almak suretiyle varlığa gelirler.​
Eriguena’nın panteizminin, varlığın kaynağında bulunan, evrene aşkın Tanrının aynı zamanda evrene içkin olduğu gerçeğinin ortaya çıktığı nokta da işte burasıdır. Tanrı tarafından yaratılmış olan, Tanrının zihninde olup, Kelamında cisimleşen bu İdealar, maddi dünyaya, buradaki bireysel varlıklar aracılığıyla ve onlara öz vermek suretiyle yayılırlar. İlahi varlık ve iyilik, böylelikle yaradılmış varlıklar evrenine yayılır; her şeyi yaratmış olan Tanrının kendisi yaradılmış olan her şeyde yeniden yaratılır. Tıpkı gözle görülemez olan insan zihninin söz, yazı ve mimiklerde gözle görülür hale gelmesi, varlığından kuşku duyulamaz bir şey olarak ortaya çıkması gibi, gözle görülemez ve varlığın ötesinde olduğu için de insan tarafından kavranamaz olan Tanrı, kendisini doğada, yarattığı varlıklarda, varolan şeylerde açığa vurur.​
Doğanın üçüncü bölmesine, yani yaratılmış olan fakat yaratmayan doğaya geçtiğimizde, bu bölmenin duyusal ya da maddi dünyayı, bu dünyayı meydana getiren yaratıkları gösterdiğini görüyoruz. Varoluşlarını ve özlerini Tanrıya, Tanrının zihnindeki İdealara borçlu olan bu varlıklar, şu halde, Tanrının bir tezahürü, bir görünüşü olmak durumundadırlar. Eriguena, bu varlıklar arasında, yaradılışın en yüksek noktası olarak, insana özel bir yer verir. Buna göre, insan, hayvanlarla paylaştığı beslenme, üreme, hareket ve duyum fonksiyonlarına ek olarak, bir de kendisini hayvanların düzeyinin üstüne yükselten akıl yetisine sahiptir. Yani, o hem Tanrının suretinden yaratılmış hem de topraktan çıkmıştır. İnsan, basit olmakla birlikte, bedenin her parçasında bulunan ve çeşitli fonksiyonlar gerçekleştiren, akıllı ruhuyla seçkinleşmektedir. Öte yandan ruh, Tanrıya benzeyen ve bundan dolayı, insanın gerçek tözünü ve özünü meydana getiren parçadır. Şu halde, insan varlığın, kendisinde maddi dünya ile manevi dünyayı birleştiren, maddi dünyayı tinsel dünyaya bağlayan, en önemli halkalarındandır. Dolayısıyla, o kurtuluşun ve bütün her şeyin Tanrıya dönüşünün kendisinden başladığı hem günahkâr hem de kutlu varlıktır.​
İnsan da dahil olmak üzere, tüm yaratıklar, Eriguena’ya göre, kendisinden çıkmış oldukları kaynağa, varlığın ötesindeki kaynağa dönmeyi ister ve özlerler. Buna göre, varoluş sürecinin ya da doğal sürecin dördüncü evresi, ne yaratan ne de yaratılmış olan Doğa olarak Tanrıdır. Bu Tanrıdan doğuşla başlayan kozmik sürecin son noktası, yeniden Tanrıya dönüş evresidir; Tanrıdan başlayan suduru tamamlayan yükseliş sürecidir. Bir arazlar kompleksi ve görünüş olarak değişken maddenin yok olup gittiği yerde, yaratıkların özleri, onların bu özleri almış oldukları kaynağa geri döner. Bununla birlikte, bu dönüş gerçek bir son olmayıp, aynı zamanda yeni bir sürecin başıdır.​
Kaynakça:
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
Piramit Filozoflar 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst