Ortaçağ Hıristiyan düşüncesinin en önemli uğraklarından biri de karşımıza her yönüyle büyük bir kafa, önemli bir filozof olarak çıkan John Duns Scotus’tur. Onun analitik düşünme yeteneği ve birçok bakımdan son derece sistematik ve pozitif olan felsefesi, Hıristiyan düşüncesinin birçok problemi için çözüm imkânı sağlamıştır. Platonik-Augustinusçu geleneğin olduğu kadar, Aristotelesçi-Thomist geleneğin de dışında kalan, hatta karşısında duran Duns Scotus (1266-1308), sadece felsefeye yeni açılımlar sağlamakla kalmamış, Ockhamlı William’a ve bir anlamda da modern düşünceye çıkan yolun en önemli taşlarını döşemiştir.​
Duns Scotus en azından üç bakımdan büyük önem taşır: Birincisi, o inanç akıl ilişkisi bağlamındaki görüşleriyle, bilerek ya da bilmeyerek, teolojinin kapsamının daraltılmasına ve dolayısıyla da dinin tecrit edilmesine neden ya da vesile olmuştur. Buna göre, Ortaçağ düşüncesinin bütün büyük problemlerinin, bu çağın insanı zorunlulukla her ikisine de ihtiyaç duyduğu için iman akıl ilişkisini doğru belirleme problemi etrafında döndüğünü, ikisinin birbirleriyle uyum içinde olmaması durumunun Hıristiyan düşüncesi ve kültürünü istikrarsızlaştıracak en temel unsur olduğuna inanan Duns Scotus, tıpkı bu konuda Aristoteles metafiziğini temele aldığı için başarısız olduğunu düşündüğü Aquinaslı Thomas gibi Hıristiyan inancının rasyonalitesini göstermeye kalkışmıştır. Fakat Duns Scotus hemen bütün Ortaçağ filozoflarından daha analitik ve ödünsüz düşündüğü, diğer Hıristiyan filozoflarına kıyasla daha keskin bir alet kullandığı için sonuç en azından Ortaçağın dünya görüşü açısından bütünüyle olumsuz olmuş ve Aquinalı Thomas’la diğer filozofların akıl ile vahiy arasında tesis etmiş oldukları nazik dengeyi bozup, aklın, vahye ve dolayısıyla dine yabancı olan dünyevi bir araç olduğu tezine zemin hazırlamıştır. Yani, o teolojiyi, teolojinin bizatihi kendisini rasyonel araştırma alanının dışına çıkarmak suretiyle kurtarmaya çalışırken, sonuç teolojinin alanının önemli ölçüde daraltılmasıyla birlikte, oldukça önemsiz bir role mahkûm edilmesi olmuştur.​
İkincisi, o iman-akıl ilişkisine dair görüşlerinin bir sonucu olarak, iradenin akıl karşısındaki mutlak üstünlüğünü vurgulamıştı. Başka bir deyişle, Duns Scotus irade-akıl ilişkisi bağlamında, özgürlüğün, Tanrının her şeyden çok sevilmesi gerektiği şeklindeki ilkesine bağlı olarak bilgiden üstün tuttuğu aşktan da önemli olduğunu vurgulamıştır. Ve nihayet, o aşkınlar konusundaki görüşleri ve tekanlamlılık ve eşseslilik arasındaki ayrımıyla da Tanrıya ilişkin bilgi konusunda, rasyonalistlerin via affirmativası ya da analoji yolu ve de mistiklerin via negativası dışında kalan alternatif bilgi yollarının önemine dikkat çekmiştir.​
(a) Metafiziği
Duns Scotus, felsefi bir disiplin olarak metafiziği, varlığın varlık olmak bakımından bilimi, varlığa ilişkin kavramsal bir araştırma diye tanımlamıştı. Burada, o öncelikle kendisinden önceki ayrıntılı varlık teorilerini, başta Aquinaslı Thomas’ınki olmak üzere varlık dereceleri anlayışını bir tarafa bırakarak, tekanlamlı standart bir varlık telakkisi geliştirdi. Ona göre, varlık kavramı, varlığın bulunduğu her yerde aynıdır ve varlık hem her şey olup hem de hiçbir şey olmayan bir şeydir. Varlığın farklı türleri de yoktur; sadece, karşıtı yokluk olan, tek bir varlık vardır. Varlık hiçbir şey olmayan olduğu için öz veya varlıkla varoluş arasındaki bir ayrımdan da söz edilemez. Varlık kategorileri aşan ve onların her birinden farklı olan şeydir. Başka bir deyişle, Scotus’a göre, varlık kavramı tüm kavramların en basiti olup, başka bir nihai kavrama indirgenemez; varlık kavramı, yine kaplam bakımından en geniş kavram olup, hiçbir çelişki içermeyeni gösterir ve başka her kavram varlık kavramını bir şekilde gerektirir. Varlık kavramı yine zihin dışı bir varlığa sahip olanı ve bütün cinslere aşkın bulunanı anlatır.​
Scotus, metafiziğin konusunu öncelikle varlık olarak belirledikten sonra, varlığın aşkın niteliklerini, fiziki olana aşkın gerçeklikleri ele almak durumunda olduğunu söyler. Nitekim kendisi bu bağlamda her şeyden önce aşkınlar veya aşkın nitelikler konusunu ele almış, ancak bundan sonra en yüksek gerçeklik olarak Tanrının varoluşuna geçmiştir. Gerçekliğe uygulanabilmek ya da izafe edilebilmekle birlikte, Aristoteles’in on kategorisi arasına dahil edilemeyen bir kavramı aşkınlık bildiren kavram diye tanımlayan Scotus, bu türden kavramları dört ayrı başlık altında toplar: Bunlardan birincisi, varoluşu hiçbir çelişki içermeyen her özneyi göstermek veya tanımlamak için kullanılan en geniş kaplamlı basit kavram olarak “varlık”tır. İkincisi, varlıktan ayrılmaz olan üç niteliği tanımlayan, “bir”, “doğru” ve “iyi” kavramlarından oluşur; çünkü zihindışı bir dünyada var olabilmek için bir öznenin belirli bir birliğe sahip bulunması, bilinebilir olmaya elverişli olması ve istenir bulunması gerekir. Üçüncü başlık ya da kategori içinde ise “sonsuz ya da sonlu”, “zorunlu veya olumsal” “neden veya neden olunmuş” gibi ayrıklardan oluşan kavram çiftleri yer alır. Dördüncüsü ise tanımı hiçbir sınırlama içermeyen yüklemlerin kavramlarından oluşur.​
Scotus’a göre, metafizikçinin görevi, söz konusu aşkın nitelik kavramlarının birbirlerini nasıl gerektirdiklerini, kendisinde bütün yetkinliklerin ve aşkın niteliklerin toplandığı bir varlığın varoluşunu göstermektir. O, söz konusu metafizik anlayışına ve genel varlık telakkisine bağlı olarak, sonlu varlıkla sonsuz varlığın tek bir düzenin parçaları olduğunu öne sürer. Bu düzende, başka her şeyin sonra ve yetkinlikten yoksun olduğu yerde, Tanrı önce gelir ve yetkindir. Tanrı dışında kalan bütün sonlu varlıklar, O tam ve yetkin varlığın bir parçası oldukları için varlıktan pay alırlar. Fakat Scotus, sonsuz varlığın zorunlu varoluşuyla sonlu varlıkların olumsal varoluşu arasında, sonlu varlıkların varlıktan pay almalarına rağmen, bir şekilde oluşan büyük boşluğu ise Tanrının iradesiyle doldurur.​
Tanrının Varoluşuyla İlgili Argümanlar​
Scotus Tanrının varoluşunun rasyonel bir delil ya da argümana ihtiyaç duyduğunu, bu argümanın da mutlak surette a posteriori olması gerektiğini söylemekteydi. İnsan bu dünyadaki hayatı sırasında Tanrıya ilişkin sezgisel bilgiye sahip bulunmadığına, sonsuz bir varlığın varolduğu önermesi kendinden açık bir önerme olmadığına ve de insanın bilgisi zorunlulukla duyu-deneyinden başladığına göre, Tanrının varoluşuna ilişkin kanıtların a posteriori deliller olmaları kaçınılmazdır.​
Tanrının varoluşuna ilişkin deliller bağlamında, Tanrıya ilişkin bilgimizin niteliğini tartışan ve bilgimizin zorunlulukla maddi dünyadaki şeylere ilişkin duyu-deneyiyle başladığını savunan Scotus’a göre, Tanrının bilgisine duyu-deneyinin nesneleri üzerinde düşünmek suretiyle ulaşılır. İnsan zihni Tanrı için geçerli olan kavramlara, bu dünyadaki varlıkları Tanrının eserleri olarak düşünmek suretiyle erişebilir. Bununla birlikte, yaratıklarından hareketle oluşturulan ve daha sonra Tanrıya uygulanan bu kavramların, doğrudan doğruya ilahi öze dayanan kavramlarla kıyaslandıklarında, yetkinlikten yoksun olduklarının unutulmaması gerekir. Scotus’a göre, Tanrıya ilişkin bilgi bundan dolayı kaçınılmaz olarak muğlak ve karanlık olur.​
Bundan mümkün olduğu ölçüde sakınabilmenin biricik yolu, yarattıkları için kullanıldıklarında farklı, Tanrı için kullanıldığında farklı bir anlam ifade eden kavramlar yerine, tıpkı varlık kavramında olduğu gibi, tekanlamlı kavramlar oluşturabilmektir. Bu yapılamadığı takdirde, yaratıkların bilgisinden Tanrının bilgisine yükselebilmek imkânsız olur. Ama insan zihni bu türden tekanlamlı kavramlar oluşturduğu zaman, tıpkı imgelemin altından dağ imgesi oluşturabilmek için altın ve dağ imgelerini bir araya getirmesi gibi, söz konusu kavramları birleştirerek Tanrı idesinin açık ve anlaşılır bir bilgisine erişebilir.​
Scotus, Tanrının bilgisinin mümkün ve Tanrının varoluşunun rasyonel olarak kanıtlanma ihtiyacında bulunduğunu öne sürdükten sonra, Tanrının varoluşuna ilişkin a posteriori kanıtları, nedenselliğe dayanan deliller ve üstünlük ya da yetkinlik ölçütüne dayanan deliller olarak ikiye bölüp sınıflar. Bunlardan nedenselliğe dayanan delil türü, hiç kuşku yok ki Aristotelesçi ilkelerden esinlenip, onun ereksel neden veya Hareket Etmeyen Hareket Ettirici olarak Tanrı anlayışına dayanır. Buna karşın, üstünlük veya yetkinlik ilkesine dayanan delilin, her ne kadar Scotus onu da Aristotelesçi ilkelere dayandırsa bile, Platoncu veya Augustinusçu bir kökeni olduğu muhakkaktır.​
Scotus önce fiziki nedensellik bağlamında, dünyadaki değişme ve hareket olgusunun bir ilk Hareket Ettiriciye ihtiyaç duyduğunu öne sürer. Bununla birlikte, hareket veya değişme olgusundan yola çıkan kanıtın imkânları hayli sınırlıdır; çünkü o, dünyadaki nesne ya da şeylere varlık veren nihai neden olarak Zorunlu Varlığın varoluşu yerine, sadece dünyadaki hareketin nedeni olarak ilk Hareket Ettiricinin varoluşunu kanıtlar. Başka bir deyişle, ilk Neden kanıtında veya fiziki nedensellik olarak kozmolojik delilde, Tanrı fiziki hareket olgusunu açıklayabilmek için zorunlu bir hipotez olarak öne sürülür. Dahası, delil Tanrının doğası ya da sıfatları hakkında hemen hiçbir şey söylemez. Bundan dolayı, fiziki nedenselliğe dayanan Tanrı delili Scotus’un çok önemsediği bir kanıt değildir.​
Fiziki nedensellikten ziyade metafiziksel nedenselliği tercih eden Scotus, şu halde, Tanrının varoluşunu esas olumsallık olgusundan yola çıkarak kanıtlar. Dünyada yokluktan varlığa gelebilen, varoluşunu kendisinden almayan, var olması kadar var olmaması da mümkün olan varlıkların olduğu apaçık bir olgudur. Mümkün varlıklar, bu varlıklar kendi kendilerine neden olamayacakları gibi, onlara hiçlik tarafından da neden olunamayacağından, varoluşları için bir nedene ihtiyaç duyarlar. Buna göre, A nedeni mümkün bir varlığın varoluşunun nedeni olursa ya A’nın kendisine de neden olunmuştur ya da o nedeni olmayan bir varlık olmak durumundadır. A’nın kendisine neden olunmuşsa eğer, onun nedenine B diyelim. B’ye ise C, C’ye de D neden olmuştur. Scotus’a göre, bu dizinin sonsuzca geriye gitmesi imkânsızdır; dolayısıyla, kendisine neden olunmamış bir ilk nedenin olması gerekir ki bu neden de Tanrıdır.​
Scotus hatta zaman içinde birbirleri ardı sıra gelen nedenlerden veya kendisine neden olunan varlıklardan meydana gelen bir dizinin varoluşunun öne sürülmesi durumunda bile, dizinin kendisinin açıklanmaya muhtaç olduğunu savunur. Çünkü dizinin tek tek her üyesi, o varoluşunu kendisinden almadığı, kendisine neden olunduğu için mümkün bir varlıktır. Dizi mümkün varlıklardan oluştuğuna göre, onun kendisi de mümkün olmak durumundadır ve dolayısıyla, o kendi varoluşunu açıklamak için diziye aşkın, varoluşu zorunlu olan bir varlığa ihtiyaç duyar. Bu varlık da Scotus’a göre, Tanrıdır.​
Scotus burada, iradeciliğinin de etkisiyle, doğal dünyada hiçbir zorunluluk bulunmadığını, onun tamamen Tanrının iradesine bağlı bulunduğunu öne sürer. Buna göre, Aristoteles’in bilim ve bilimsel kanıtlama görüşünden yola çıkan Scotus, doğal dünyada bir plan ya da rasyonalitenin bulunduğunu değil fakat bir zorunluluk bulunduğunu yadsımıştır. O, bütün sonlu varlıkların sonsuz varlığın iradesine bağlı bulunduklarını öne sürerken, doğa yasalarının, yaratıcı onları özgürce irade edebildiği ve istediği gibi değiştirebildiği için zorunlu yasalar olmadıklarını savunmuştur. Kanıtlamaya dayanan bilim, öyleyse, zorunlu olanın değil de mümkün veya olumsal olanın bilimidir. Neden ve sonuçlardan meydana gelen dizide bir düzenlilik bulunmakta birlikte, bir determinizm yoktur.​
Tanrının Sıfatları​
Tanrının sıfatlarının önemli bir bölümü Scotus’ta, Tanrı delillerinden çıkar. Buna göre, Tanrı nedeni olmayan, kendi kendisinin nedeni olan varlık olduğundan, O bileşik, yani madde ve formdan meydana gelen mürekkep bir varlık değildir; dolayısıyla, O özü itibariyle basittir. Dahası, Tanrı akla ve iradeye sahip olan yetkin varlıktır. Yine Tanrı evrendeki biricik Zorunlu Varlık’tır. Bununla birlikte, o yaratıklarına zorunlulukla değil fakat özgürce neden olur.​
Yine, Tanrı mutlak olarak sonsuz varlıktır. Dahası, onda her özellik veya yetkinlik de sonsuzdur. Bütün ilahi yetkinlikler, en iyi bir biçimde varlığın sonsuzluğu diye betimlenen Tanrısal özde temellenir. Buna göre, Tanrı bilgisi sonsuz, kudreti sonsuz ve iradesi sonsuz olduğu için sonsuz varlıktır. Klasik sıfatları dikkate alındığında, Tanrı yine, mutlak olarak bir olup, hakikatin ve adaletin ta kendisidir; gücü her şeye yeten ve her yerde olan varlık olarak Tanrınin inayeti yaratıklarının ama özellikle de akıllı yaratıklarının üzerindedir.​
Yaratıklar Duns Scotus’a göre, Tanrının sadece mutlak kudretine değil fakat iradesine de bağımlıdır. Scotus’tan önce, akıl ya da bilgiyi iradenin önüne geçiren Skolastik filozoflar, yaratıklarının ilk örnekleri olarak İdeaların, onlar varlığa gelmezden önce, Tanrının zihninde varolduklarına ve Tanrının yaratıklarını bu İdealar aracılığıyla bildiğini kabul ediyorlardı. Scotus sonsuz ve yetkin Tanrının sınırlı ve sonlu olan yaratıklarını söz konusu ilk örnek İdealar aracılığıyla bilebilmesini, bu O’nun yetkinliğini sınırlayacağı için kabul etmez. Bu İdeaların kaynağı ilahi özdür; yaratıklar ilahi doğaya yazılmış olup, Tanrı kendi özünü ya da doğasını bilirken, mümkün her yaratığı bilir; mümkün yaratıkları bilirken, onlara düşüncesinin nesneleri olarak akledilirlik ve varoluş verir. Tunca şekil vermeden önce, zihninde yaratacağı şaheserin bir planı ya da idesine sahip olan dâhi heykeltıraş gibi, Tanrı da gelişigüzel değil fakat akıllıca hareket etmek durumundaysa eğer, yaratma eyleminden önce, yaratığın yol gösterici bir idesine sahip olmak durumundadır.​
Bilgiye bu kadar önem veren, ilk örnekler olarak idelerin yaratma eyleminden mantıksal olarak önce gelmesine dikkat eden Scotus, bununla birlikte söz konusu ilahi idelerin Tanrının iradesine bağımlı olduğunu öne sürer. Hatta Tanrının özü O’nun iradesiyle özdeştir.​
(b) İradecilik
Scotus kendinden önceki Skolastiklerden, özellikle de aklın irade üzerindeki önceliği ve üstünlüğü üzerinde ısrar edip yaratılmış evrenin rasyonel yapısını vurgulayan Aquinaslı Thomas’tan, şu halde, esas iradenin akıl karşısındaki önceliği ve üstünlüğünde ısrarlı olmak bakımından farklılık gösterir. İradenin insanda aklı harekete geçirmesi onu veya yönetmesi, örneğin insanların belli şekillerde düşünmeyi istemeleri olgusundan etkilenen Duns Scotus’a göre, bir nesneye ilişkin bilgi, o nesneyi istememizin veya irade etmemizin sadece arızi olarak nedenidir; bilginin dahi gerçekte nedeni iradedir. Aklın kendisinden başka nedenleri vardır, oysa iradenin başka hiçbir nedeni yoktur.​
İnsanla ilgili söz konusu psikolojik olgulardan hareket eden Scotus, Tanrının özünü meydana getiren iradenin O’nda da akıl ve bilgiden önce geldiğini söyler. Scotus, bu durumun doğal sonucu olarak, Tanrının evreni zorunlulukla değil de özgürce yarattığını öne sürer. Tanrı, evreni yarattığı gibi yaratmayabilirdi de. Bundan dolayı, evrenin varlığı, zorunlu olmak bir yana, Tanrının özgür iradesinin bir sonucu olmak durumundadır. Ona göre, Tanrının ancak yarattığını yaratabileceğini ve yarattığı varlığı zorunlu olarak yarattığını iddia etmek gibi, dünyamızın mümkün dünyaların zorunlu olarak en iyisi olduğunu söylemek de tümüyle yanlıştır. Çünkü Tanrı yaratabildiklerini ve yaratmasını bildiklerini yaratmaz, sadece varlığa çağırmak istediklerini yaratır.​
Scotus, iradeciliğini metafizik alanıyla sınırlamayıp, etik alana da yansıtmıştır. Buna göre, her şeyin ilk nedeni olan ilahi irade, aynı zamanda yaratılmış bütün zihin ve yüreklerin de en yüksek yasası olmak durumundadır. İyi, doğru ve ahlak yasası, sadece Tanrı tarafından irade edilmiş olmak bakımından mutlaktır. Onlar ilahi iradeden bağımsız olarak mutlak olsalardı, bu takdirde Tanrının kudreti, onun kendisine bağlı veya tabi olmayan bir yasa tarafından sınırlanmış olacağından, ne mutlak özgürlükten söz edilebilir ne de Tanrı en yüksek varlık olurdu. Gerçekten de iyi ancak Tanrı onun böyle olmasını istediği için iyidir. Tanrı insan varlıklarına ilettiği ahlak yasasının yerine başka bir yasa da gönderebilirdi; hatta insanları bu yasanın tamamını ya da kimi hükümlerini yerine getirmekten bağışık tutabilirdi. O, insan varlıklarını bu şekilde kimi yasa hükümlerini yerine getirmekten bağışık tutmakta özgür olduğu içindir ki Scotus’a göre, Kilise de insanı Tanrı adına bağışlama hakkına sahip bulunmaktadır. Tanrı, şu halde, evrenin yaratılmasında olduğu gibi, idaresinde de mutlak bir özgürlüğe sahiptir. Bu durum insan için de geçerlidir. Tanrının cennetinden kovulmuş olması, ondan özgürlüğünü almış değildir.​
Kaynakça:
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
Ortaçağ Felsefesi Tarihi / Ahmet Cevizci​
Felsefe Tarihi / Alfred Weber​
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
Piramit Filozoflar 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst