John Langshaw Austin, yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından biridir. 1911 yılında İngiltere'de doğmuş ve tüm çalışma yaşamını Oxford'da geçirmiştir, Austin'nin ölümünden sonra yayınlanan Philosophical Papers [Felsefi Yazılar], Sense and Sensibilia ve How to do Things with Words? [Şeyleri Kelimelerle Nasıl Yaparız?] isimli üç kitabı bulunmaktadır. Austin, 20. yüzyılın diğer önemli dil filozoflarından biri olan Ludwig Wittgenstein ile birlikte geleneksel dil anlayışım radikal bir biçimde sorgulayan linguistik dönüşümün gerçekleşmesine yol açmıştır. Austin, daha sonra öğrencisi John Searle tarafından geliştirilen söz edimleri kuramının kurucusu olup, onda dil felsefesi ahlâk anlayışı ile iç içe geçmiştir: Her iki anlayışı ile de analitik felsefenin temel ilkelerinden biri olan metafiziği elimine etme çabası içindedir. O her ne kadar analitik felsefenin sentetik ve analitik önermeler arasındaki ayırımına ve pragmatik, sentaktik, semantik arasındaki ayırımlarına karşı çıksa da, kısmen analitik felsefe geleneği içerisinde görülebilir. Dil üzerine görüşlerini yansıtabilmek için öncelikle onun söz edimleri kuramından söz etmek gerekir.​
Austin'in Dil Anlayışı
Austin'in dil anlayışı geleneksel dil anlayışının eleştirisine dayanır. Platon'dan Wittgenstein’ın erken döneminin Ortodoks yorumuna kadar uzanan bir sürede değişik biçimleri pek çok filozof tarafından sunulan betimleyici doğruluk teorisi doğruluğun gerçeklikle uyumu anlayışına dayanır. Dünya ve dil gibi iki farklı alanın varlığını kabul eden bu görüş, dilin dünyayı olduğu gibi yansıtan ya da resmeden şeffaf bir ortam olduğunu kabul eder. Dil ile dünya arasında nedensel bir ilişki bulunduğunu kabul eden bu anlayış dilin bize doğa tarafından empoze edildiğini varsayar. Anlamlı söylemi, doğru ya da yanlış olabilen empirik önermelerle sınırlayan bu anlayış, bir önermenin ancak bir olguyu resmettiği ya da betimlediği zaman doğru olabileceğini, aksi takdirde yanlış olacağını savunur» Bu görüş Austin tarafından, bizim bütün cümlelerimizin önerme oluşturmak amacıyla kullanılmadığı gerekçesi öne sürülerek reddedilir. Dilbilimcilerin söylediği gibi sorular, emir cümleleri, nidalar, dilek belirten cümleler Önermesel yapı içinde ortaya konan şeyler değildirler.​
Felsefede olgularla ilgili önermelerin doğrulanabilir olduklarının kabulü, diğer önermelerin sözde-önermeler olarak görülmesi sonucunu doğurmuştur. Austin'e göre, betimsel önermeler rapor edilen gerçeklikle ilgili bir özelliği göstermekten çok, o cümlenin hangi koşullar altında söylendiğini, onun söz konusu koşullar altında nasıl anlaşılabileceğini gösterirler. Bunları görmezden gelmek ve doğru önermenin gerçeklikle ilgili bir özelliği yansıttığım ya da resmettiğini düşünmek, Austin'e göre, betimleyici hata ya da yanlışa düşmekten başka bir şey değildir.​
İşte bu geleneksel dil anlayışı yerine söz edimleri kuramım öneren Austin'in bu teorisine göre, bizim bütün cümlelerimiz betimleyici önermeler oluşturmak için kullanılmazlar. Edimsel cümleler birinci tekil şahıs, geniş zaman, aktif, betimlemeyen, rapor etmeyen ve doğru ya da yanlış olmayan cümlelerdir. Bu cümleler aynı zamanda eylemlerimizin bir parçası olmak durumundadırlar. Austin bu cümlelere şu örnekleri verir: "Bu kişiyi yasal eşim olarak kabul ederim.", "Bu gemiye Kraliçe Elizabeth adını veriyorum", "Saatimi kardeşime bırakırım."​
Edimsel sözler bizim ritüel bağlamına giren eylemlerimizle ilgilidir. Yukardaki örneklerden de anlaşıldığı üzere, bizim evlilik töreninde, gemiye ad verme töreninde, miras bırakma ritüelinde söylediğimiz sözlerdir, bunlar. Bu örneklerin hepsine ortak olan şey yaptığım işi betimlemekten ya da rapor etmekten, çok yapıyor olmamdır. Bu cümlelerin hiçbiri doğru ya da yanlış değildir. Söyleme ile yapma aynı şeydir burada. Austin'in edimsel cümle ya da söz dediği bu cümlelerin çoğu "Bahse girerim..." cümlesinde olduğu gibi uzlaşımsal ya da beyansaldır. Sözlerin söylenmesi belirli bir edimin hazırlanmasında en önemli etkendir. Söz ediminin başarılı olması için, sözlerin söylendiği koşullar bir şekilde uygun olmalıdır veya konuşan kişiye çevresindeki diğer insanların da belirli söz edimleri ile karşılık vermesi gerekmektedir. Bu anlamda, gemiye isim vermem için benim bu işe atanmış kişi olmam gereklidir, evlenmek için halen bekâr olmalıyım; sağlıklı ya da halen boşamamış olduğum bir eşimin olmaması, bahse girmek için de bahis teklifinin karşımdaki kişi tarafından kabul edilmiş olması gerekir; hediyeyi vermek• istediğim kişiye, hediyeyi teslim etmediğim takdirde, "Sana bu hediyeyi veririm" boş bir edimsel söz olacaktır.​
Austin'in kurduğu alternatif teoriye göre söz edimleri önerme yapısında olmayıp cümle yapısında olduğu için doğru ya da yanlış olmayıp, başarılı, başarısız ya da uygun, uygunsuz olabilirler. "Ben ...öneririm," "Ben ... satın alırım," "Ben uyarırım," "Ben ....tavsiye ederim," "Ben garanti ederim" gibi cümlelerle, gerçekte yaptığım işi rapor etmekten çok farklı bir iş yapıyorum. Austin söz edimlerinin başarılı olması için gerekli koşulları şöyle belirler:​
A.1 Öncelikle uzlaşımsal bir sonucu olan uzlaşımsal bir prosedür olmalı ve bu prosedür belirli kişiler tarafından belirli şeylerin, belirli koşullar altında söylenmesini içermelidir.​
A.2. Durumla ilgili kişiler ve koşullar ilgili prosedürün işletilmesi için uygun olmalıdır.​
B.1. B.2. Prosedüre katılan kişiler koşulları tam ve doğru bir biçimde yerine getirmeleri gerekir: Koşullar da yalnız benim değil, fakat diğer insanların da o koşullara uygun sözleri söylemesini ihtiva etmelidir. Örneğin, "Ben seni şu yere atarım" gibi bir söz ediminin başarılı olması için, benim atama işlemini yapacak uygun kişi olmam gerektiği gibi, ataması yapılcak kişinin de teklifi kabul etmesi gerekir. Atama ile ilgili bütün prosedür. tamamlandığında atama ile ilgili söz edimleri uygun ya da başarılı olur, aksi takdirde koşullar uygun olmadığında ve prosedür tamamlanmadığında, atama işlemi başarısız olur.​
Austin yeni kurduğu dil anlayışı ile dilin bize doğa tarafından empoze edilmiş bir şey olmaktan çok, insanlar olarak bizim oluşturduğumuz bir şey olduğunun altını çizer. Dilin mümkün olması, en az iki kişinin varlığını gerektirir. Bu doğal faktörlerin tümüyle elimine edilmesi anlamına gelmez. Austin bu anlamda da, dilin sadece sosyal bir oluşum olduğunu ileri süren cemaatçiliğin savunuculuğunu yaptığı görüşten farklılık gösterir. Onun vurgulamak istediği şey, dil ile ilgili meselelerde dil ve doğanın ayrılmasının o kadar kolay olamayacağıdır.​
Austin'in dil anlayışının önemli özelliklerinden biri de, onun açık ve örtük söz edimleri arasında yaptığı ayrımdır. Açık söz edimleri birinci tekil şahıs, geniş zaman, aktif cümlelerdir. Örtük söz edimleri tek kelimelik cümleler ile ifade edilebilecekleri gibi, onun dışında farklı biçimler de alabilirler. "Ben söz veririm," "Bu saati sana miras bırakırım," "Orada bulunacağıma söz veririm" gibi cümleler açık söz edimlerine örnek oluştururken, "Git," "Köşe," "Boğa," "Orada olacağım" gibi cümleler örtük söz edimlerine örnek teşkil eder. Bu iki kullanım arasındaki fark açık edimsel sözün uzlaşımsal gücünün belli olmasıdır. "Tarlada bir boğa var" cümlesi uyarı olarak da alınabilir, görünen manzaranın betimlenmesi olarak da. Oysa, "Tarlada boğa olduğu konusunda seni uyarırım"ın uzlaşımsal gücünün uyan olduğu çok açıktır.​
Austin'nin evrimci dil anlayışı işte bu görüş üzerine kuruludur. Ona göre, dilin gelişimine tarihsel açıdan baktığımızda, açık söz edimlerinin daha önceki birincil söz edimlerine kıyasla, daha sonraki gelişmelerle çıkmış olmaları gerektiğini görürüz. Örneğin, "Geleceğim.." "Geleceğime söz veririm..."den daha önce olmalıdır. Tek kelimelik cümleler uyarı, bilgi ya da öndeyi olabilirler. Onlar bu anlamda anlambulanıklığı, çiftanlamlılık ve belirsizlik içerirler veya sözcüklerin gücünü göstermekte yetersiz kalırlar. Sosyal biçimlerin ve prosedürlerin gelişimi ve incelmesi, diğer yandan, açıklık gerektirir ve açık kılma, rafine hale getirme ya da şeffaflaştırma işlemi de en az keşif veya betimleme kadar yaratıcı bir iştir. Burada önemli olan husus, mevcut ayırımların daha da açık hâle getirilmesi kadar yeni ayırımların açık bir şekilde ortaya konmasıdır. Açıklık, sözlerin gücünü daha belirgin hale getirerek nasıl anlaşılacağını belirler.​
Austin'in Etik Anlayışı:
Metafiziği yeni bir dil teorisi önererek elimine etmeye çalışan Austin'in dil teorisi aynı zamanda eylemlerin metafizik açıklamasını sorguluyan ahlâk anlayışını da içerir. Geleneksel anlayışa göre, "Söz veririm..." benim içsel, ruhsal edimimin dışsal olarak ifade edilmesidir. Duygularımız ve düşüncelerimizle ilgili sözlerimizin, bizim içsel edimlerimizin doğru ya da yanlış ifadeleri olduğunu düşünmek bir kez daha betimleyici hataya düşmektir. Austin, bunun bu şekilde ifade edilmesinin bizim yalanlarımızı ve içtenliksizliğimizi gizlemeğe yol açacağını düşünür. Dilde şeffaflık ve kesinliğin belirli söz edimlerini söylerken o edimlerle ilgili duygu, düşünce ve niyetleri taşımamızla doğrudan bir ilgisi vardır. Austin'e göre, bu şeffaflık ancak, "Sözümüz namusumuzdur" ya da "Biz sözümüzün eriyiz" ilkeleri hayata geçirildiğinde mümkün olabilir.​
Austin, bu bağlamda, söz edimlerinin başarılı ya da uygun olması için iki koşul daha ekler.​
C.1. Prosedür, genellikle, katılan kişilerin her biri üzerinde düşünsel ve duygusal açıdan belirli sonuçlar doğuracak şekilde hazırlanmıştır. Bu açıdan prosedüre katılan ve prosedürü başlatan kişilerin prosedürün gerektirdiği duygu ve düşünceye sahip olmaları​
C.2. ve buna uygun bir şekilde davranmaları gerekmektedir.​
Duygu, düşünce ve niyetler arasında kesin bir ayırım yapılamıyacağını ve herhangi bir şeyi söylerken kafamızda yalnız düşünce, yalnız duygu ya da yalnız niyetle ilgili şeyin bulunamayacağını kabul etmekle birlikte Austin bu koşullara uygun olarak duygular ile ilgili olarak şu örneği vermektedir: "Seni tebrik ederim" dediğimizde gerçekten kişiyi tebrik etmekten hoşlanmıyorsam ve hatta gerçekte bunu kızgınlık duyarak söylüyorsam ya da "Acını paylaşırım" dediğimde aslında içimde sevinç duyguları taşıyorsam ya da "Başın sağolsun" dediğimde herhangi bir şekilde karşımdaki kişinin acısını paylaşmıyorsam, bu durumda benim edimsel sözüm uzlaşımsal bir prosedürün (bu durumda tebrik etme, baş sağlığı dileme, acı paylaşma) gerektirdiği uzlaşımsal bir sonucu doğurduğu için boş olmayacaktır, fakat içtensizlik söz konusu olduğu için başarısız ya da uygunsuz olacaktır.​
Düşüncelerle ilgili olarak da Austin hakim statüsünde bulunan bir kişinin suçlu olduğunu düşündüğü halde "Sanığı suçlu bulmam —aklarım" gibi bir ifadede bulunması örneğini vermektedir. Bu örnekte de hüküm verilmiş olduğu için uzlaşımsal bir prosedür uzlaşımsal bir sonuç doğurmuştur, fakat hüküm içtenliksiz olduğu için başarsrz ya da uygunsuzdur. Bu tür örnekler Austin'e göre yalanla paralellik göstermektedir.​
Aynı şekilde niyetlerle ilgili cümlelerde de mesela "Söz veririm" cümlesi söz verdiğim şeyi yapmaya niyetim olmadan söylenmişse, örtük semantik uzlaşımın amacı rencide edilmiştir, çünkü bu durumda aslında "Söz veririm ama yapmak zorunda değilim"i ima etmekteyimdir.​
Daha önceki koşullarla bu koşulların farkı şudur: A ve B ile ilgili durumlarda edimsel sözün doğru söylenmemesi durumunda yada biz edimi yapacak uygun kişi değilsek, yani mesela ben yetkim olmadan birini bir firmaya atıyorsam, bu durumda kişiyi firmaya atama işlemi başarılı bir şekilde yapılmamış olur. C ile ilgili durumlarda ise eylem başarılmıştır ancak eylemin o koşullar içinde başarılmasında içtenliksizlik söz konusu olduğu için, prosedürün kötüye kullanımı söz konusudur.​
Austin yalanlarımız, içtenliksizliğimiz ve adaletsizliğimiz ile kirletilmiş dillerimizin İnsanî bir biçime dönüştürülmesi gerektiğini düşünür. Bunu da dilde içtenlik, dürüstlük, adalet ve özgürlüğün önemini vurguluyarak yapar.​
Austin'in diğer felsefe problemleri ile ilgili görüşleri söz edimleri kuramı ile yakından ilgilidir. Felsefe problemlerine geleneksel yaklaşımı söz edimleri kuramına dayanarak sorgulamaya çalışır. Bilgi problemi, ötekinin varlığı problemi, doğruluk problemi, anlam problemi, a priori ve a posteriori arasındaki ayırım Austin'nin problemlere yeni bir perspektiften bakışı ile değerlendirilir.​
Anlam Problemi
Austin geleneksel felsefecilerin kelimenin anlamı ile ilgili sordukları soruları sorgular. Burada asil sorguladığı kelimenin anlamı ile ilgili sorulan sorunun bizim gündelik dilde kelimenin anlamı ile ilgili sorduğumuz soru tipini aşıp kelimenin anlamını bütün zamanlar için saptama çabasıdır. Gündelik dilde "enerjik" gibi bir kelimenin anlamı sorulduğunda "enerjiğin" ne olup ne olmadığını tanımlamaya çalışırız, nasıl kullanıldığını kelimeyi örneklerle cümleler içinde kullanarak açıklarız. Ayrıca soruyu soran kişinin kelimenin cümle içinde kullanılacağı ve kullanılmayacağı durumları tasavvur etmesini sağlayabiliriz. Bu durumda kelimenin sentaktiğini açıklamakla, semantiğini göstermek el ele gider.​
Austin'in burda tartıştığı felsefecilerin "'Kedi' kelimesinin anlamı nedir?" gibi gündelik bir sorudan yola çıkıp "Kelimenin anlamı nedir?" ya da "En-genel-anlamda kelimenin anlamı nedir?" gibi sorular sormaya başlamalarıdır. Bu tür sorular anlamsızdırlar ve Austin'e göre bu tür soruları sormak genelleme hatasına düşmektir.​
Geleneksel filozoflar "Kelimenin anlamı nedir?" gibi genel bir soruya "kavram," "form," "benzer duyular sınıfı" gibi cevaplar vermişlerdir. Bunların hepsi sözde-soruya verilmiş yanlış cevaplardır. Gündelik dilde biz genellikle "'Nemli' kelimesinin anlamı nedir?" gibi bir soruya "'Nemlilik' ideası ya da kavramı" diye cevap vermeyiz. Bu tür sorulara vereceğimiz kolay ve çabuk cevaplar yoktur.​
Austin yalnız sentaktik ve semantik arasındaki ayırımı eleştirmekle kalmaz, analitik ve sentetik yargılar arasında da ayrım yapılmasına karşı çıkar. "Kedi hasırın üstündedir fakat ben buna inanmıyorum" gibi bir cümlenin kendi içinde çelişkili olması, onun sentaktik kuralları çiğnenmesinden değil, fakat bizim kelimeleri durumlar içinde kullanmamızla ilgili örtük semantik uzlaşımlarımızı ihlal etmesinden kaynaklanır. Bu ayrımlar bu kadar açık ve net değildir çünkü bizim gündelik dilimiz sıradışı durumlarla kesintiye uğrayabilir. Bu durumda kesintinin nedeni semantik uzlaşmalarımızla ilgili olmak durumundadır. İdeal dil bu tür bir kesintiye maruz kalmaz, ama gündelik dil bu tür bir kesintiye uğrar.​
Doğruluk Problemi
Doğruluk problemine geleneksel yaklaşımı da eleştiren Austin bu kavrama da ancak gündelik dildeki kullanımlarını göz önüne alarak yaklaşabileceğimizi düşünmektedir. Onun bu konudaki görüşleri anlam konusundaki görüşleri ile yakınlık gösterir. "Bu cümlenin ya da bu kelimelerin anlamı doğrudur" demek yerine şu kelimeler şu anlamda alındığında, ya da şu kelimelere şu ve şu anlamlar yüklendiğinde ya da şu şekilde yorumlandığında doğrudur demek daha uygun olur. Hiçbir şey ya da hiçbir olgu bir önermeyi otomatik olarak doğru yapmaz. Kelimeler doğru ya da yanlış olmaktan çok yanlış kurulmuş, çift anlamlı, çevrilemez, yanlış söylenmiş olabilir.​
Dünya ile dil arasındaki karşılaşım ilişkisi yerine, Austin uygun bir iletişimin mümkün olması için gerekli koşullan şöyle sıralar: Sadece bir semboller bütünü olması yeterli değildir, birbiriyle bu semboller aracılığıyla iletişim kuran en azından iki insana ihtiyacımız vardır. Bunun dışında kelimeler aracılığıyla ifade ettiğimiz "dünya" bulunmaktadır. Betimleyici ve gösterici uzlaşımlarımızla cümleleri dünyada bulunan olaylar, durumlar ve tarihsel koşullarla ilişkilendiririz.​
Austin hem tutarlılığa dayalı hem de karşılaşıma dayalı doğruluk teorilerini sorgularÖnermenin doğru olabilmesi için ondan bağımsız bir olgunun olması gerektiğini düşünen Austin gene de bu olgunun tanımlanması için kelimelere ve en az iki kişiye İhtiyacımız olduğunu, bu anlamda da önermenin kendi içinde dünyadaki bir özelliğe karşılık gelen ve önermeyi doğru kılan şeyin olmadığını ileri sürer. Diğer yandan bu çerçeve içinde düşünmek dilin özelliklerini dünyaya dönüp okumak sonucunu getirir.​
Yansıtıcı özellikleri olmaktan çok, kullandığımız kelimeler durumlar için uzlaşımsal olarak bizim belirlemelerimizle oluşurlar. Austin söz edimleri kuramı ile bizim başarılı önermeler oluşturmamızın çeşitli dereceleri ve boyutları olduğunu ileri sürer. Bu durumda önermelerin olgularla değişik durumlarda, değişik amaçlar ve niyetlere bağlı olarak gevşek bir şekilde uyumu vardır. Bilgi ve Ötekinin Varlığı Problemi​
Austin'in bilgiye ve ötekinin varlığı problemine yaklaşımı hem doğruluk teorisi ile hem de söz edimleri kuramı ile ilişkilidir. Austin'e göre, "Ben ...bilirim" önermesi doğru ya da yanlış olabilen bir önerme değil, fakat bir söz edimidir. Bu anlamda da, söz edimlerinin başarılı ya da başarısız olma koşulları buna, yani bilgi konusuna da uygulanır. Bu, söz edimleri için geçerli olan uzlaşımsal koşulların burda da geçerli olduğu anlamına gelir. Bu açıdan bakıldığında geleneksel epistemolojide anlaşıldığı üzere bilgi temellendirilmiş doğru inanç değildir. Austin'e gore "Bütün ...." İle başlayan genelleme cümlelerinin kural olduğunu düşünmek, bu cümlelerin sadece bilinenle sınırlı olan referansını yanlış anlamaktan kaynaklanır. Biz önermelerin doğruluğunun olguların bilgisinden bağımsız olduğunu düşünemeyiz. Avustralya'da siyah kuğu bulunduktan sonra "Bütün kuğular beyazdır" önermesinin yanlışlandığını, bu anlamda da önermenin şimdi yanlış olduğunu mu söylemeliyiz? Bunu söylemek zorunda değiliz. Buna gerek yoktur, zira Austin'e göre bu "Bütün ..." tarzındaki önermeler mutlak olarak her yerde varolan kuğular için konuşmazlar. Yani, mesela Mars'ta varolan mümkün kuğulardan söz etmezler. Bu anlamda, referans bilgi taşıyan cümlenin söylendiği zamana bağlıdır. Doğru ya da yanlış olan basitçe bir şeye karşı gelen bir şey değildir, doğru ya da uygun şeyi, şu dinleyici kitlesine, şu amaç ve niyetle söylemenin genel boyutudur.​
Ötekinin kızgın, sevinçli, neşesiz olduğunu nasıl bilebildiğim konusu bağlamında bilgi probleminin bir parçası olan ötekinin varlığı problemi Austin'in ele aldığı diğer bir problemdir, "öteki Zihinler" adlı makalesinde Wisdom'in öteki zihinlerle ilgili görüşlerini eleştirirken, aynı zamanda Kartezyen düşünceye hakim olan öteki insanın duyumlarını ve duygularını içebakış yoluyla gözlemlemediğimiz takdirde onu, asla bilemeyeceğimizi dile getiren anlayışı eleştirir. Kartezyen düşünceye damgasını vuran benim acı ya da benzeri duygularımın bana içrek olup, başka hiç kimsenin böylesi bir imtiyaza sahip olmadığını dile getiren anlayış, Austin'e göre yanlıştır. Başkalarının duygularını, tabiî ki, içebakış yoluyla gözlemeyeceğim, bununla birlikte bazen çevremdeki insanların gerçekten sevinçli mi, acı içinde mi ya da kızgın mı olduklarını bilebilirim. Eğer kişi benim yakın arkadaşım ya da akrabam ise ya da o kişiyi uzun süredir tanıyorsam, o kişinin kızgın mı ya da hayal kırıklığına mı uğramış olduğunu ya da acı içinde mi olduğunu bilebilirim. Eğer o kişi duygularını, düşüncelerini ya da niyetlerini açıklayacak kadar dürüst bir insansa ve davranışında içtense, onun duygularının ya da düşüncelerinin içtenliğinden kuşku duymamıza gerek kalmaz. Austin'in teorisinin ahlaksal yani burada da gündeme gelir: O bize kendimize ve başkalarına karşı dürüst olmayı önerir. Başka bir insanın acı içinde, hüzünlü ya da üzüntü içinde olduğunu kabul etmek, onun acısını hafifletmek için harekete geçmeyi de gerektirir. Yine biz duygularımızı ve düşüncelerimizi söyleyecek ve gösterecek kadar açık ve dürüst olabilirsek, bu daha iyi iletişim kurmamıza da yol açar. Kendimizi yeteri kadar açık bir şekilde ifade etmek ve duygularımızın, düşüncelerimizin, niyetlerimizin her bir tonu için farklı kelimeler bulmak, Austin'in evrimci dil anlayışına göre daha açık olmanın ve daha iyi iletişim kurmanın yollarından biridir.​
J. L. Austin, How To Do Things With Words, Cambridge, Harvard University Press, 1997.​
J. L. Austin, Philosophical Papers, Oxford, Oxford University Press, 1979.​
J. L. Austin, Sense and Sensibilia, Oxford, Oxford University Press. 1964.​
S. Cavell, The Claim of Reason, Oxford, Oxford University Press, 1979.​
G. J. Warnock,/. L. Austin, London, Routledge, 1991.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
1000Fikir Filozoflar 0
Piramit Filozoflar 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst