Korkaklığın ve Ataletin Çağında Ödipal Alanı Terketmenin Manifestosu

Korkaklığın ve Ataletin Çağında Ödipal Alanı Terketmenin Manifestosu

1-Uyan

Gözlerin ağırlaştı biliyorum; dünyaya içinden geldiği gibi bakamıyorsun. Hayat acımasız, canının hiçbir değeri yok, ölmek-içeri tıkılmak çok kolay, her yer güvensiz! Peki uyurken, sesin çıkmazken çok mu güvende olacaksın? Ortalıkta sen dolanmazsan da başkası dolanırsa; kendini riske atmazsan bırak ötekini sen güvende olacağını mı sanıyorsun! İçine tıkılı kaldığın evin, ruhunu okşayan gazete ve dergi satırları arasında yaşam senin için bir ödipal cennet haline geldi, öyle sanıyorsun… Tıkıldın halbuki, sıkıştın kaldın evinde… Burası ceza evi değil ne mutlu sana! Burası ceza evi değil, istediğin gibi konuşamıyorsun, haykıramıyorsun acını, sokağa çıkamıyorsun, iki kadeh tokuşturamıyorsun kalabalık caddelerin ışıklı tabelalarının altında… Altı saat uyumak fazla gelirdi sana, on saat hatta vücudun isyan etmese on beş saat uyursun artık; ama özgürsün… Kurulacak pek çok cümlen var kafanın içinde, kurduğun tartışma ve polemik dolu diyaloglarında. Tam da lafı gediğine koyuyorsun, gidip bir kahve alıyorsun sonra mutfaktan, senden başka da kimsenin haberi olmuyor bu hır-gürden; ama özgürsün! Kabul et; artık anlamak için okumuyorsun, anlamak için dinlemiyorsun, anlamak için yazıp çizmiyorsun; cevap vermek için yapıyorsun herşeyi. Hayatın açığını bulmak için uğraşıyorsun rüyalarında sonra uyanıyorsun sonra bakmışsın ki zaten uyumamışsın… Sahi yorulup uyuduğun en son geceyi hatırlıyor musun? Hani şöyle içinden geldiği gibi yaşadığın son günün ardındaki uykun; uyku gibi uyku nedir hatırlıyor musun?

Hayatın açığını evinin penceresinden dünyayı izleyip bulamazsın; anla! O pencereden değil cadde veya karşı apartmanın hareketli ışıkları boş bir duvara dahi baksan ne kadar farklı anlayacaktın dünyayı? Saate bakma; uyumaya yetişmek zorunda değilsin; hem o saatler duyurmaktan çok buyurmayı hedefler. Sen zamana hizmet etmek zorunda değilsin; yapacak bir şey bulamadın diye uyumak zorunda da değilsin. Geç aynanın karşısına ve şu haline bak… Ellerine bak önce; özgür ellerine. Birinin gözüne sıkı bir yumruk atsan sürekli kahramanlığı ile böbürlenecek; kasıla kasıla büyüyecek gibiler. Durduramayacaksın büyümelerini ve ince kalacak bileklerinden aşağıya sarkacaklar; o büyük elleri taşıyamayacaksın, onlarla yürüyemeyeceksin o kadar büyüyecekler. Bu rüya değil; artık sen rüyasın bir gerçekliğin kalmadı ellerinden başka. Ellerin egodan büyük olacak; evet ama doğru yere mi yumruk attın! Boşver… Sen yumruk at birşeyler yıkılır! Ellerinin egosu iyi duyguyla mı kötü duyguyla mı büyüyecek  bedenini ,bunu yalnız sen bilirsin! İçinde hangisini daha çok beslediysen odur büyüyen uzvunun böbürlenmesinin arka planı….

Yüzüne bak sonra da bakmaya yüzün kaldıysa! Evet, o hiçbir derinliği olmayan iki blurlu çukur şey senin gözlerin; sen öldürdün onları! Hayata, sisteme, ışığın yansıma açısına falan bok atma; unutma sen özgürsün-içeride değilsin nede olsa. Hiç hikaye okumadın sen; hep teorik zımbırtılar! Anlamadın mesela Passoa’nın zorbaları yıkmak için zorbaya dönüşmesini reddetmesini, Camus’un uyumsuzunu tanımadın, Ursula’nın gezegenlerini dolanmadın hiç! Dedim ya hep cevap vermek için okudun sen. İnanmıyor musun? Otur bi öykü yarat haydi. Kağıda o sönük gözlerle bakarken yazdığın her öykü elime reçete tutmaya çalışacak; ben reçete sevmem! Slogan atacak ya da ki ben slogan da sevmem; onlar –mış gibi yapanların makyaj malzemeleridir. Sen öykü yaratabilir misin; yada şiir? Sen sadece kıssadan hisse cevap verirsin! Zorbalığa karşıydın değil mi? Bundan öte zorbalık mı var! Gözlerine bak; o gözlerle bana ne verebilirsin kininden başka? Ben kin sevmem; seni de sevmek zorunda değilim sen de beni… Ben sevmediğim ne varsa kusuyorum yüzüne ama. Sen tutsak değilsin; özgürsün unutma! Hayalet gibi geçiyorsun ya aramızdan, boktan diyaoglarınla kafanın içinde çözüyorsun ya denklemlerini, pencerenden bakıp anlıyorsun ya kainatı; senden özgürü yok! Söylüyorum bak sana gerçek değilsin sen! Egemenler ne kadar gerçek değilse, sınırlar, devletler, yasalar veya tanrılar; sen de o kadar gerçek değilsin! Sevmedin mi dilimin dikenini? Durma o halde; gerçeksen; dilin dönüyorsa bir öyküyle, bir şiirle, bir resimle kus yüzüme!  Kusmak hayata dairdir unutma! Ve kusmak uyandırır uykundan; Uyan!

  1. Doğrul

Çok birşey değil; gözüne yansıyan ışığı elinle gölgelemeden doğrul. Diğer türlüsü vazgeçememektir uykudan; zira sen uyandın. Acı çekmedin korkma bak karşında dolabın, tepende lamban, üstünde yorganın, yatağının yanında yerde hevesle eline alıp okumaya çalıştığın ama bir bok anlamaya çalışmadığın kitabın. Odan işte burası; doğrul! Dünyanın en güvensiz yerindesin;ama çok güvende hissedecek kadar salaksın;kim engelleyebilir doğrulmanı. Neden elinle telefonunu arıyorsun; hani uyanıkken açık olurdu gözler; gözlerinle ara? Ama gözlerini elektronik mülkler üzerinde yorarak aldatma. Bir tabloya bak kalkar kalkmaz; mesela Dali’nin “Belleğin Azmi”sine dik gözlerine, yahut başında uyuyan aslanı görmeden sersemce enstrumanıyla uyuyan Rousseau ‘nun çingenesine bak yahut ayna koy tam yatağının karşısına. Üçünde de acziyetini görürsün bu halinle; acınası ödipal özgürlüğünü.

Doğrul hadi, ne korkuyorsun. Doğru ya; doğrulmak ayağa kalkmayı gerektirir, sen alarmsız kalkmazsın yataktan veya alarmı birkaç kez ertelemeden. Her ertelemen bir kez daha kafana çakar uyuma hissini; mutlu olursun. Sen uyumak için yaşıyorsun; farket.  Ne kadar uyursan o kadar kar! Doğrulmadan sırtüstü geçen günlerin ne de güzel günlerdir. Topraktan seni ayıran doğrulmandır, ölüsün yatarken; sen ölmek için yaşıyorsun. Küfrettiğin uyuşturucu bile senin uyuşukluğunun hayaliyle yanıp tutuşanların kayığı; sen limanını arayanlara küfrediyorsun! Limanda tek olunca güvende mi olacaksın? Kimseyi limanına sokmamak için senin küfrün; küfrün bile sahtekar! O yüzden çıkmıyorsun evden, hareket etmiyorsun, kavga etmiyorsun, uyansan bile doğrulmuyorsun. Suya sabuna dokunmadan hayalet gibi, yahut kanapenin arkasından saklı bakan kedinin gözleri gibi yaşamak istiyorsun bir başına; ama dünya boktan bir yer, yaşam seni böyle yaptı! Yalan söyleme doğrulurken bir sabah kendine; de ki “Ben bana benzeyenden bile korkuyorum”. Korkuyorsun çünkü; limanının mendireğinin ötesine en son hangi sandalın geçti. Sen şimdi uyanıksın ya ve doğrulmuyorsun ya; kızaklarından karaya bağlı bir teknenin üstündesin-üstelik sandalın kürekleri de yok-; mendireğin ucunu bile görmüyor gözlerin; çünkü hayale bakıyorlar, ve sen o kızakların üzerindeki sandalında hayalinde korsanları yeniyorsun. Bu işte senin gerçekliğin!

Sanat entel kuntel işi veya slogan atmalı, şiirler çok lirik, sokaklar güvensiz, insanlar aptal, sana benzeyenler ise biraz daha aptal ama sen harikasın! Sahi dünyanın en son ne zaman teması oldu sana? Hayal kurma demiyorum sana; hayalsiz gölgen bile büyümez . Sahi gölgenle gözgöze ne zaman geldin sen? Karanlık olmasın odan, güneş girsin içeri, gölgen yatsın yanına; hiç değilse o taşsın yattığın- saklandığın yerden dışarı. Tutar ellerinden kaldırır seni gölgen; çünkü o senden daha gerçek.

Korsanlar masallarda değil; evet! Ama sen nerdesin? Neden herşeyini sığdırdın bir masalsı hayatın heybesine? Soru yanlış; Nasıl sığdırdın kendini bir parçalanmış ceset gibi hayatın çöp torbasına? Truva atı olursa biri; o çöp poşetinden iliklerine kadar adi naylon koka koka çıkarsın korsanın gemisinde; sonra bir bıçak ve korsan yerle bir! Bu kadarsın sen işte. Kokun çöp poşetinin kokusu, seni oraya taşıyan başka eller ama kahraman sensin? Tarih truva atını yazdı unutma; onda saklananları değil ve senin tarihin hep kahramanları yazdı; korkaklar gibi onları yarattın sen; o poşetten çıktılar ve boğaza vurdular bıçağı. Bence kahraman bıçaktı; ve senin kahramanını kullandı korsanı yerle bir etmek için; çünkü doğa böyledir hep bir planı vardır. O bıçağın her atomunu binlerce yıldır uğraşıp üretti, o atomları bıçak yapan elleri de o üretti ve sen git üç saniyede ucuz kahramanlık! Senin hayatın bu kadar basit; utan kendinden, yöntemlerini sorgulda ve biraz da işleri kolaylaştırmak için değil zorlaştırmak için uğraş! Hayat senin uyumana alışkın; yatmana, saklanmana! Doğrul da boka sarsın herşey; Doğrul!

  1. Ayağa Kalk

Şimdi herşey daha zor; bunu kabul ediyorum. Hareket etmeyen hücrelerin, günlerdir birşeye çarpmadan havada uçuşan atomlar, yerde hangisinin gıcırdadığını unuttun tahta, camın dışından hareketsizliğe alışkın gözler, az sonra aşağıya doğru kıvıracağın kapının kolu; hepsi bir panik içinde! Senin rahatın kaçınca nasıl da boka sarıyor işler! Alma günlük gazeteyi, ilk sayfada o kocaman punto ile yazılmış şeyler sana birşey kazandırmayacak; anla! Onlar sadece sürülerden ticari çıkar için yazıldılar, gururunu okşadığı birileri vardır ve onları mutlu edip varlığını sürdürür.  Sen gururunu okşatma bir gün; bir gün yen alışılmış rutinlerini. İnşaat reklamlarına ihtiyacın yok; günde on saat bile tadını çıkartamayacağın bir ev için hayal kuracak kadar salak mısın yoksa? Beş sene evden daha çok iş yerinde vakit geçirerek sahip olacağın bir evin olsa ne güzel olur değil mi? Bırak mülki hayallerini; işi de boşver önce ayağa kalk.

Dizlerin eskisi kadar güçlü kaldırmıyorlar seni, adımlarının hiçbir heyecanı kalmamış, gidecek isteğin kalmamış ama uğruna ölecek değerlerin var! Sen ölsen ne olur, yaşasan ne olur? Dünya farkeder mi öldüğünü ki yaşıyorsun! Doğru sıra bu değil; dünya farketsin yaşadığını, sonra öl ki bir anlamı olsun. Sen anlamlarını kendin yaratmaktan vazgeçtin değil mi? Ekonomik anlamlar, teorik anlamlar, bilimsel anlamlar her yerinde. Bir sorsalar adını söylediğin kadar rahat dökersin dilinden; ya gerçeklik? Gerçekliği hissettin mi iliklerinde-hayır. Masa ayağına düştü de mi öğrendin masayı yoksa gört ayaklı düz yüzeyli üzerine birşeyler koyduğun eşya olarak mı tanımladın kafanda? Masa ne kadar ağırdır; tanımlarda anlayabilir misin? Anlayamadığın, her gün gözünün önünde olup da hissedemediğin şeyi tanımlara sıkıştıran sen; nerden tanıyacaksın kendini. Doğru ya sen hırslı, gururlu, kıskanç ve kaygılıydın değil mi? Masa kadar soyut bir tanımsın sen; sahi hiç düştün de kendi ayağına çığlık attırdın mı kendine? Kendi ağırlığını ölçmeden tanıyamazsın kendini; kendini tanımadan ne münasebet bu beylik lafların! Korsanlara kafa tutan sen, götünü kaldırmadığın yatağından başka nereye verdin ağırlığını?

 Önce kendini kurtar değil derdim; önce kendini tanı! Evinde uyuyan bir korkağım ben deme; o zaten senin gerçekliğin! Gerçekliğini değiştir, gerçeklik yaratılabilir;!Gerçekliğinden yola çık gerçekliğini yaratmak için, hayalini somutla kendinde. Ev hayal etme ki bi ev değilsin, iş de hayal etme ki iş de değilsin; hatta dünya da hayal etme ki dünya da değilsin. Dünyada kendini hayal et onu kur, ihanet etme hayaline noksanıyla, hatasıyla baştan aşağıya kur kendini gerçekliğini. Az ordan az burdan çalmadan, içinden geldiği gibi kur! Böyle çık ki limanından yenebil korsanları. Zaafını da gücünü de en iyi sen bilmeden hiçbir savaşı kazanamazsın; aynı şu an olduğu gibi kaybolursun. Kayıpsın sen! Ayağa kalk ki yürüyüp kendini bulabilesin. En övündüğün tarafın nerense oraya doğru yürü; çünkü zayıflıklarını bulmadan kendini bulamazsın. Nerenden böbürleniyorsan orada bir yumruk morluğun vardır; attığın yumrukların izlerini asla bulamazsın bedeninde. Önce yara izlerini bul ve tekrar vuruyorum yüzüne; en böbürlendiğin yerindedir yara izlerin. Sen yumruk insanı değilsin henüz; yumruk atmak için ringe çıkmak gerek ve “Herkesin yumruk yiyene kadar bir planı vardır”.  Planının bozulduğu yerlerini bul önce ki; hayatın planını bozabilesin! Sen yumruk insanı değilsin, ayağa kalkmazsan da omzundan asılı; sağa sola savrulan ama dünyaya değdiği yerleri çakılı bir kum torbası olarak kalacaksın. Bunu mu reva görüyorsun kendine? Kahraman olma, kahraman arama; kahramanlara acizlerin ihtiyacı vardır; unutma! Kendini aramak için Ayağa Kalk!

  1. Kapıya Yürü

Odanın değil dışarının kapısına. Kahvaltıya ihtiyacın yok senin, üzerine birşeyler giymene de! İyi giyindiğin zamanlar insanlar kostümlerini tartarlar hep ve o başka bir duvar olur arkasına saklandığın. Sen bok gibi gözükerek dışarı çık bugün, illa birşey giyeceksen üstüne deliliğini giy; işte o ilk gerçekliğin. Bu zamana kadar yere saçılmış tüm ayak izlerini toplayak yürü kapıya ki evde hiç izin kalmasın; arkandan gelenin de olmasın. Arkandan biri gelirse bir zorbalık yaratırsın; unutma. Sen birilerinin ayak izlerini bulamadın diye çakılıp kaldın olduğun yere; başkasına yapma bunu. Ancak böyle yenersin zorbaları. Birine yardım etmeyi teklif etmek bile zorbalıktır; “sen yapamıyorsun ben hakkından gelirim bu işin” demektir; rol çalma. Erdem beraber kurulmaz, hayal de… Erdem beraber yıkılmalıdır;  yıkmak beraber olur, sonra kim ne kurmak isterse onu kursun; sana ne! Herkesin doğrusu seninki değil; sen doğrunu henüz deneyimlemedin bile, nereden biliyorsun doğruluğunu! Bugün doğru mu? Hayır! Bugünü kuranlar kendi doğrularını kurdular; onlardan bir farkın olsun! Onlar kurmak için yola çıkanlardan; sen yıkmak için haraket et! Sonra herkes kendi doğrusuu kurar- kimseye buyurmamak şartı ile!

Küfrettiklerine arana bir fark koymak için yürü kapıya. Bu küfrün riyakarca olmasın, kendin için olmasın, ilkelerin için olmasın sadece yıkmak için olsun. Limanını hatırıyor musun? Bir fener, bir salla çık ordan. Unutma en ağır gelen yumruk en kolay yutulabilir gözükenlerininkidir. Beklentileri büyütme, kendin kadar ol. Büyütme kendini, gölgeni de küçük görme. Kendine dürüst ol, bu güne kadar söylediğim tüm yalanları dengeleyecek kadar çok dürüst ol; herkes çok yalan biriktirir çünkü herkes sanallığa mahkum! Kır soyutları ve de ki dağların heybetinin değil ondan yuvarlananların günleri gelecek! Dağlara sür salını, hatta fenerini de söndür! Seslerin yankısından bulursan en yüksek dağları ve ordan yuvarlarsan taşları denizlere ulaştırabilirsin. Bir taş düşün suya girdiğinde suyu kendi kütlesi kadar yükseltebilir. Bir taş üç kıtayı birbirine bağlayan bir denizi ne kadar yükseltebilir; sana ne! Gözün görmez yükselen mesafeyi ama dünyada birşeyler böyle değişir.

Düşün kapını açıp sokağa atsan kendini sen bile neler değiştirebilirsin; sen kredi çekip, ev alıp televizyon karşısında hiç görmediğin yüzlere küfrederek ölmeyi planlayan sen… Sen işte; yakından tanıdığın korkak, riyakar, iki yüzlü ve kendini tanımadan düşmanlarını tanıyan sen.

Sevdiklerinin adı mı daha çok aklında dolaşıyor nefret ettiklerinin mi? Sevdiklerinin ise büyük yalancısın; çünkü sevgi geçici bir duygudur- nefret daha uzun ömürlüdür. Birşeyin varlığı ömründen fazla olamaz; anısı uzun olur. Sevgiyi anarsın ama anmak için kaybetmek gerekir. Nefretini anmazsın; hissedersin. Yıllara yenilmez o; damarlarında hızlanır, beynine hücüm eder, dilini hızlandırır. Nefretini hatırla ki yık! Nefret etmediğin şeyi yıkamazsın; ama bak sevdiğin şeyi kurmuyorsun, oturup bekliyorsun! Nefret hareket gerektirir, sevgi ise atalet; mutluluk anlıktır yaşarsın biter ve o sahneden çekildikten sonra kalan tüm uzun replikler mutsuzluğundur. Sokağa çık ve kendine nefret edecek birşeyler bul ki hayatta kal. Anahtarı yanına almamak en büyük derdin olmasın; önce kendi dünyanı yıkacaksın; deliliğinden başka bir şeyin yok yanına; işte bu kadar çıplakken yıkabilirsin herşeyi; düşünmeden Kapıya Yürü!

Hakan KÜÇÜK

0
Anayasa Değişikliği Kabul Edilirse Ne Olacak? Cem Özdemir’e ölüm tehdidi

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın