Çırılçıplak İnsanlık

Çırılçıplak İnsanlık

Nereye gitsem yıkılmış şehirler görüyorum. Sokaklarında hayatın olmadığı, çocuk seslerinin yükselmediği şehirler. Nereye gitsem etrafım cesetlerle çevrili. Yürüyen, yemek yiyen, nefes alan, sevişen ama bunların hepsini yaparken yaşamayan ölü insanlar. Yaşamak gerçekten bunlardan ibaret miydi? Bunları yapmak yaşamak için yeterlimi? Ülkenin hangi şehrine gitseniz hangi sokağına girseniz birbirine kin, öfke be nefretle bakan insanların olduğu bir yerde gerçekten hayat varmı?

Hayata dair ne varsa öldürüyorlar. Önce insanların umutlarından başlıyorlar, sonra sevinçlerinden ve sevgilerinden. İnsanları birer yürüyen ceset haline getiriyorlar. Sonra ağaçları, hayvanları yok ediyorlar gökyüzünde uçan kuşlar göremiyoruz artık hepsini öldürüyoruz hayatta kalanlar ise bizleri terk ediyorlar. İnsanlar olarak koyu bir yalnızlığın içinde boğulup gidiyoruz ne kadar kalabalıklaşırsak o kadar yalnızlaşıyoruz kimimiz bu karanlık dünyada bir canavara dönüşüyor kimimiz ise intihar etmeyi tercih ediyor. Toprağın üstünde bir ceset olmaktansa toprağın altında bir ceset olmayı tercih ediyor. Evet yaşadığımız hayatın bundan hiçbir farkı yok ve bu gittikçe daha kötü bir hala alıyor. Kendi ellerimizle dünyayı ve hayatlarımızı mahvediyoruz dünya artık yaşanacak bir yer olmaktan çıkıyor acı çekilen bir işkencehaneye dönüşüyor. Peki biz insanlar neden bunu neden yapıyoruz neden hayata ve yaşamaya dair bütün güzellikleri yok ediyoruz hemde bunun bize zarar verdiğini bile bile?

Kutsal kitaplarda Adem ‘in yasak meyveyi yedikten sonra cennetten kovulduğu yazılır . O günden sonra insan oğlu bir türlü tabiri caizse belini doğrultamamış . Kendi ellerimizle yaptıklarımıza taptığımız yazılır hep. Çok doğru biz insanlar kendi ellerimizle yaptıklarımıza tapıp onlara kendimizden daha çok kutsaliyet atfetmişiz. Kendi ellerimizle para basıp yine o paranın kölesi  olmuşuz. Tanrılar icat edip o tanrılara tapmışız ve o tanrılar için hem kendi hayatlarımızı ve başkalarının hayatlarını kurban etmişiz. Kendi ellerimizle büyük saraylar yapıp oralara krallar yerleştirmişiz ve onun birer köleleri haline gelmişiz. Kendi ellerimizle sınırlar çizip o sınırlara kendimizi hapsetmişiz. Bizler kendi ellerimizle yaptıklarımızın birer köleleri haline gelmişiz. İnsanlığımızı unutup başka kimliklerle kendimizi olmadığımız birer canlılara dönüştürmüşüz.

Şimdi bütün bu kimliklerimizden bir an için olsa dahi sıyrıldığınızı düşünşenize . Etnik kimliklerinizi, inançlarınızı, ideolojilerinizi, kısacası hayatlarımızı feda ettiğimiz bütün kutsallarımızı bir an için unutup dünyaya sadece insan olarak bakmayı denesenize. Hayat ne kadar güzelleşiyor değil mi ? Biz insanlar işte bunların hepsini ne zaman yok edebilirsek o zaman gerçekten yaşayan birer canlılara dönüşebiliriz. İşte gerçek diriliş işte gerçek hayat bunun ucunda. Bütün hayatımızı sermayedarların karları için, Kralların saltanatları için tanrıların sahte cennet vaadleri  için feda mı etmeliyiz yoksa gerçekten özgür bireyler olarak yaşamalı mıyız? İnsanlık artık bunun cevabını vermek zorunda.İnsanlık kendi elleriyle öldürüp birer ceset haline getirdiği hayatlarını yine kendi elleriye diriltip ayağa kaldırmalıdır. İşte gerçek dava budur. İnsanlığın büyük davası bunu bekliyor, insanların kendi özlerine dönmesini bekliyor.

0
Dünyanın Dönüşünü Neden Hissetmiyoruz? Altmış Beş Milyon Yıl Önce Atalarımız

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın