İngiliz Orta çağ filozofu Ockhamlı William’ın (1285-1347) adı, ünlü mantık konsepti “Ockham’ın Usturası”nda yaşamaktadır. William’a göre olası en basit açıklama genelde hep doğru olandır. Filozof, Hıristiyan teolojisinden fizik ve epistomolojiye (bilginin doğasının bilimi) kadar çok çeşitli alanlarda yazılar yazmıştır.​
William adını, doğduğu köy olan İngiltere’nin güneyindeki Ockham’dan almaktadır. Hayatının erken dönemlerine ilişkin pek az bilgi mevcuttur. Oxford’da eğitim görmüştür. 1306 yılında Fransiscan keşişlerine katılmıştır. Bu tercihi onu yoksul bir hayatı benimsemeye sevk etmiştir.​
1323 yılında yayınlanan ilk önemli çalışması mantıkla ilgili bir metin olan Summa Logicae’ydi. Kısmen kitabının yol açtığı tartışmalar kısmen de politik anlaşmazlıklar nedeniyle 1324 yılında Papa’nın huzuruna çağrıldı. Sapkınlıkla suçlanıyordu. Hayatının geri kalan döneminde de dini otoritelerle sürekli böyle sorunlar yaşayacaktı. 1328 yılında Roma Katolik Kilisesi tarafından resmen aforoz edildi. Arandığı için bir daha asla İngiltere’ye dönemedi.​
William nominalizmin kurucularından biri olarak kabul edilmektedir. Nominalizm, Orta Çağ’da Avrupa’da ortaya çıkan etkili bir düşünce okuludur. Daha önce Platon (MÖ 429-347) tarafından savunulan tümel teorilerin entelektüeller arasında genel bir yaygınlığı vardı. Bu teori, örnek vermek gerekirse, tek tek köpeklere ek olarak tümel bir köpek formunun da var olduğunu savunuyordu. Nominalistler bu görüşü reddederek sadece tek tek köpeklerin var olduğunu savundular. “Köpeklik” düşüncesi insan zihninin yarattığı bir kurgudan ibaretti.​
William, “Ockham’ın Usturası” kavramını icat etmemişti. Gerçekte onun yaptığı daha sonra kendisiyle ilişkilendirilecek bu konsepti diğerlerinden daha sık bir biçimde kullanmak oldu. Ustura, gerçekleşmesi mümkün olmayan ihtimalleri “tıraşlayarak” (eleyerek) akla en yatkın açıklamaya ulaşma yöntemini simgelemektedir. William en basit açıklamanın muhtemelen doğru olduğuna inanmaktadır. Bir başka deyişle ortada sadece tek tek köpekler vardır, Plato’nun görülmeyen tümel köpeği yoktur.​
Aforoz edildikten sonra William hayatının kalan kısmını İtalya ve Almanya’da geçirdi. Burada da felsefe yazıları yazmaya devam etti. Bu arada Papalık’la olan politik tartışmalarını da sürdürdü. Münih’teki bir veba salgını sırasında öldü.​
Ockhamlı William’ın geç Ortaçağ felsefesi ve hatta erken modern felsefeye olan büyük katkısı, çok büyük ölçüde mantık, epistemoloji ve metafizik alanlarında olmuştur. Onun bu alanlara yaptığı katkı, elbette modern bir filozofun yaklaşımıyla değil fakat tıpkı Aquinaslı Thomas ve Duns Scotus örneklerinde olduğu gibi, Skolastik bir teoloğun yaklaşımıyla olmuştur.​
Buna göre, Ockhamlı William’ın metafiziği ve epistemolojisi, her şeyden önce ve çok büyük ölçüde Hıristiyan felsefesinin Antik Yunan felsefesinden miras aldığı, var olan her şeyin tekil ve bireysel olduğu yerde, düşüncenin nesnelerinin tümel olduğu paradoksal tezinin yarattığı temel problemi bir çözüme kavuşturmak amacı güder. Bilindiği üzere, Hıristiyan felsefesi, Patristik felsefe ile Skolastik felsefenin ilk iki döneminde, Hıristiyan imanıyla dogmalarını anlaşılır kılıp açıklamaya ve temellendirmeye çalışırken, kendisine geçmişten intikal etmiş bulunan biricik felsefe olarak, Platonik felsefenin kavramsal çerçevesi ve ifade imkânlarından yararlanmıştı. Bunun sonucu, zorunlulukla hiperrealizm veya radikal bir realizm olarak kavram realizmi ve sadece ilahi aydınlanmaya dayanan, bundan dolayı insan için bilgiyi neredeyse imkânsızlaştıran, bir bilgi anlayışı olmuştu.​
Skolastik filozoflar 12. yüzyıldan itibaren, Hıristiyan öğretinin dogmatik çerçevesini bu kez, dikkatleri yavaş yavaş bu dünyaya çekmeye başlayan, İslam dünyası yoluyla öğrendikleri ikinci Yunan felsefesi geleneği olarak, Aristoteles felsefesi ile bağdaştırmaya kalkıştılar. Bu telif ya da sentez, Hıristiyan imanının şu ya da bu unsurunda en küçük bir değişikliğe dahi gitmek imkânsız olduğuna ve bir şekilde vuku bulan uyuşmazlık ya da tutarsızlıklar ancak Aristoteles’in felsefi kabul ve argümanlarına ilişkin ciddi bir eleştiri ya da yeni yorumlarla giderilebileceğine göre, felsefi bir iş ya da etkinlik olmak durumundaydı. Diğerine göre önemli bir ilerleme sağlayan bu sentezin de kendi içinde problematik olan birtakım güçlükleri vardı. Aristoteles felsefesi ve Hıristiyan imanı veya teolojisi arasında Aquinaslı Thomas tarafından 13. yüzyılda gerçekleştirilen ve ondan sonra da filozofların büyük bir çoğunluğu tarafından takviye edilip pekiştirilmeye çalışılmış olan bu sentez de örneğin bu kez ılımlı bir realizm tarzında, insan zihninin duyu-deneyinde idrak edilen tikellerde, bireysel şeylerden ve olumsal olaylardan ontolojik bakımdan önce gelen, soyut özlerle zorunlu ilişkilerin akledilir soyut düzenini kavradığını iddia eden epistemolojik ve metafiziksel öğretiyi ihtiva etmekteydi.​
İşte Ockhamlı William’ın hem bir filozof ve hem de bir teolog olarak büyük önemi, onun Ortaçağ realizminin temelinde bulunan söz konusu metafiziksel ve epistemolojik kabulleri reddetmesinden, felsefeyle teolojiyi birbirlerinden mutlak olarak bağımsız olmaları gereken iki ayrı alan ortaya koymasından ve bütün bir felsefe alanını, bilginin Tanrısal aydınlanmadan veya özlere ilişkin rasyonel kavrayıştan değil de bireysel şeylerin ve tikel olayların doğrudan deneyiminden meydana geldiğini savunan radikal bir ampirisizm temeli üzerinde yeni baştan ve teoloji ya da imandan bağımsız olarak inşa etmesinden oluşur. O, bu radikal empirizme dayanarak gerçekleştirdiği, bilginin kendisinde ifade edildiği dilin ontolojik arkaplanına ve semantik yapısına ilişkin nominalist bir analizle de modern felsefenin önünü gerçekten açmıştır. Ockhamlı William’ı son derece önemli ve anahtar bir filozof haline getiren şey, işte budur.​
(a) İnanç-Akıl ilişkisine Dair Görüşleri
Görüşleri birçok konuda Duns Scotus’un görüş ya da öğretilerinin mantıksal bir sonucu olarak gelişen Ockhamlı William, Scotus’u inanç-akıl ilişkisi bağlamında da izlerken, onun başlatmış olduğu doğal teolojinin kapsamını daraltma sürecini daha da ileri bir noktaya taşımıştır. Başka bir deyişle ampirik bilgi anlayışı doğal veya akla dayalı teolojiye açık kapı bırakmadığı için Tanrının varoluşuna ilişkin bütün kanıtları şiddetle eleştiren Ockhamlı William’a göre, Tanrının ne varoluşu, ne birliği ne de sonsuzluğu kanıtlanabilir. Varabilirse eğer, Tanrının bilgisine zorunlulukla O’nun yaratıkları üzerinde düşünmek suretiyle varmak durumunda olan insan zihni, Tanrının varoluşunu ne kozmolojik kanıtla, ne teleolojik argümanla ne de ontolojik kanıtla ispatlayabilir. Örneğin, kozmolojik argüman söz konusu olduğunda, Ockhamlı William’a göre, ilk Nedenin varolması, ilk Nedenin varolmamasından hiç kuşku yok ki daha muhtemeldir. Fakat burada söz konusu olan sadece olasılıktır, kesin bir argüman değil. Ya da teleolojik kanıt gündeme geldiğinde kim doğada düzenden, üstelik zorunlu bir düzenden söz edebilir? Bir düzenin varolduğu kabul edilse bile, bundan düzen verici olarak Tanrının sorumlu olduğu nasıl kesin bir biçimde kanıtlanabilir? Tanrının varoluşunun, birliğinin, sonsuzluğunun kanıtlanamaması bir yana, akıl iman destekleyemez, ona hiçbir katkıda bulunamaz. İman ve akıl birbirinden öylesine farklı, öylesine ayrıdır ki akıl imanın kimi dogmalarının çelişiklerini dahi kanıtlayabilir.​
Teolojinin temel dogmalarının akıldışılığıyla ilgili bu sonuçlar, Ockhamlı William’a göre, doğrudan doğruya Tanrının kadir-i mutlaklığının bir sonucu olmak durumundadır. İnsan imanın unsurlarını ciddiye alıp, ona bütün kalbiyle inandığı ve “Her şeye kadir Tanrıma iman ediyorum” dediği zaman, buradan yalnızca Tanrının her şeye muktedir olduğu sonucu çıkar. Tanrı Hıristiyan inancı açısından, eğer böyle yapmış olmayı seçmiş olsaydı, insan yerine pekâlâ öküz ya da eşek olarak cisimleşmiş olabilirdi. Tanrının tecessüm etmek için insan bedenini seçmiş olması, rasyonel bir plana dayalı bir karardan ziyade, sadece O’nun keyfi bir iradi eylemi ise Ockhamlı William’a göre, Hıristiyanların cisimleşme dogmasını anlamaya çalışmaları beyhude bir çabadır. Demek ki aklın imanı açıklaması, anlaşılır hale getirmesi hiçbir işe yaramadığı gibi, imanın özüne zarar bile verebilir. Aynı şey, hiç kuşku yok ki iman veya teoloji için de geçerlidir; onun da akıl alanına müdahale etmeye kalkışması, yalnızca her ikisine de zarar verecek olumsuz sonuçlara yol açar.​
Akla dayalı doğal teoloji imkânsız olsa bile, bu, pozitif veya vahye dayalı teolojinin, Ockhamlı William’a göre, imkânsız olduğu anlamına gelmez. Başka bir deyişle, imanın dogmalarının çelişik olduğu gösterildiği veya onların çelişiklerinin doğruluğu kanıtlandığı zaman, yapılması gereken şey, imandan uzaklaşmak değil fakat akıldışı olduğunu düşünsek dahi, imana sıkı sıkıya sarılmaktır. Çünkü teoloji alanında temel ve en yüksek olan iman olup, burada akla yer yoktur.​
(b) Bilgi Teorisi
İman alanıyla akıl alanını, özerk ve bağımsız alanlar olarak birbirinden tümüyle ayıran, teoloji alanına aklın, akıl alanına da imanın müdahale etmesine kesinlikle karşı çıkan Ockhamlı William, daha sonra bilimsel bilginin temellerini incelemeye geçmiş ve bilgideki ampirik bakış açısının doğal bir sonucu olarak, fizik ve kozmoloji gibi doğabilimlerini zorunluluktan yoksun pozitif bilimler konumuna indirgemiştir. Ona göre, bu bilimlerin, yani teoloji dışında kalan pozitif bilimlerin veya doğabilimlerinin en küçük bir gelişme kaydedememesinin en temel nedeni, tümeller konusunda benimsenen realist görüştür. Çünkü tümeller konusunda benimsenen realist bir görüş, dikkatleri akledilir dünyaya, aşkın bir varlık ya da özler alanına yöneltirken, duyu dünyasının yalnızca görünüşten ibaret olduğu anlayışından ayrılmaz; değişenin veya görünüşün bilgisinin olamayacağı gerekçesiyle, akla ve deneyime dayalı bilimsel bilginin imkânını ortadan kaldırır. Mutlak hakikat duyu dünyasına bütünüyle aşkın hale getirilince de bu hakikate ilişkin bilgiye, insani yollarla değil fakat insanüstü yollarla, ilahi aydınlanma sayesinde erişilebileceğini söylemek zorunlu olur.​
Mantık
İmanı kendi alanına bırakıp, insan için mümkün olan bilimsel ve deneyimsel bilgiye ulaşmak istiyorsak, bir de realist tümel görüşüne bilimsel bilginin imkânı için gerek duyulduğu saplantısından da kurtulmak gerekmektedir. Ockhamlı William’a göre, bizim bilgimiz duyu algısının bireysel tikelleri hakkındadır; insanlar bilimsel bilgide, sanıldığı gibi tümeller üzerinde düşünmez fakat duyu yoluyla algılanabilir olan bireysel varlıklar, duyusal tikeller hakkında düşünür. Bununla birlikte, insan tikeller veya bireysel varlıklar hakkında tümeller ile düşünmek durumundadır. Şu halde, tümeller bilimsel bilginin nesneleri olmayıp, kendileriyle düşündüğümüz, akıl yürüttüğümüz aletler, insan varlıklarına tikeller üzerinde düşünme imkânı veren araçlardır.​
Tümeller, yalnızca mantıkta düşüncenin nesneleri veya konusu olur. Bundan dolayı, Ockhamlı William fizik, psikoloji, kozmoloji gibi, duyusal şeyleri, maddi varlıkları konu alan bilimlere “gerçek bilimler” (scientia realis) adını verirken, mantığa “rasyonel bilim” (scientia rationalis) adını vermiştir. Çünkü mantık, gerçek, zihinden bağımsız olarak var olan nesneleri değil fakat zihnin kendileri aracılığıyla gerçek nesneleri bildiği “göstergeleri” konu alır. Bununla birlikte, mantık bu göstergelerin bir anlama sahip ya da doğru olup olmadıklarıyla ilgilenmez; bu, örneğin fiziğin işidir. Mantık göstergelerin ya da onların karşılık geldiği imge ya da düşüncelerin zihinde nasıl oluştuklarıyla da ilgilenmez; çünkü bu psikolojinin görevidir. Başka bir deyişle, mantığın amacı gerçek bilimlerin terimleri ya da göstergeleri nasıl anlamlı bir biçimde kullandıklarını gözler önüne sermektir.​
Mantığın konusu, gerçek şeylerden değil fakat göstergelerden meydana geldiğine göre, sorulması gereken soru, bir göstergenin gerçekte ne olduğudur. Gösterge, Ockhamlı William’a göre, en genel anlamı içinde, başka bir şeyi temsil eden, başka bir şeyin yerini tutan bir şeydir. Buna göre, duman ateşin, gözyaşı da ağlamanın bir göstergesidir. Biz, Ockhamlı William’a göre, söylem alanında duyu algısının tikel bireylerinin yerini tutan göstergelerle ilgileniriz. Ve bunlar, doğal ya da uzlaşımsal olmak üzere, iki türlüdür: Zihnin anlama ya da algılama ediminde oluşturduğu kavram algılanan ya da anlaşılan şeyin doğal göstergesi; buna karşın nesneyi göstermeye, ona işaret etmeye yarayan sözlü veya yazılı sözcük de onun uzlaşımsal göstergesidir.​
William, aynı uzlaşımsal göstergenin farklı bağlamlarda, farklı şekillerde kullanılabileceğini söyler. Örneğin, “insan bir hayvandır” cümlesinde “insan” göstergesi varolan şeylerin –sözgelimi Sokrates’in, Platon’un, Aristoteles’in– yerini tutar. Buna karşın, “‘insan’ beş harfli bir sözcüktür” cümlesinde, gösterge kendi kendisinin yerini tutar, kendisini temsil eder. İkinci cümlede göstergenin kendisi hakkında bir şey söylenirken, birincisinde göstergenin kendilerinin göstergesi olduğu şeyler hakkında bir şeyler söylenmektedir. Ockhamlı William’a bundan dolayı, birinci cümlede terim ya da göstergenin anlamlı ve bir şeyi gösterecek tarzda kullanıldığını belirtir.​
Ockhamlı William burada kalmayıp, terimler veya göstergeler arasında ikinci bir ayrım daha yapar. Nitekim o, at, öküz, insan benzeri, gerçekten varolan şeylerin, bireylerin, bireysel varolanların yerini tutan terimlere “ilk yönelimden terimler” (primae intentionis) adını verirken; isim, fiil, tümel gibi başka terimlerin yerini tutan veya cins ve tür benzeri, karşımıza sınıf isimleri olarak çıkan terimlere de “ikinci yönelimden terimler” (secundae intentionis) demiştir. İkinci yönelimden bir terim “Bir cins kendi altında yer alan türlere uygulanabilir” örneğinde olduğu üzere, anlamlı ve bir şeyi gösterecek bir biçimde kullanılabileceği gibi, kullanılmaya da bilir.​
İşte bu noktada, artık mantığı, konusu ikinci yönelimden, anlamlı ve bir şeyi gösterecek tarzda kullanılan terimlerden oluşan disiplin diye daha açık bir biçimde tanımlayan Ockhamlı William, tümellerin ontolojik statüsünü açıklığa kavuşturmak ve bilimsel bilginin nesnesini tam olarak belirlemek söz konusu olduğunda, bazı terimlerin –örneğin, “Platon” veya “Sokrates” teriminin– bireylerin göstergeleri olduklarını söyler. Buna karşın, bazı terimler de “insan” teriminde olduğu gibi, çokluğun ya da daha doğrusu birçok bireyin bir göstergesi olmak durumundadır.​
William’a göre, insana açık olan biricik bilgi türü olarak doğal, ampirik bilgi, sadece ve sadece​
bireylerin bilgisidir. Bununla birlikte, bilim genel bilgiye yöneldiğinden veya tümel önermelere ulaşmayı amaçladığından, ampirik bilgi birçok birey için geçerli olan genel önermeler taşır. “İnsan bir hayvandır” veya “insan ölümlüdür” türünden genel, bilimsel önermeler şu halde bireysel terimler yerine, tümel terimlerden meydana gelen önermeler olmak durumundadır. Fakat Ockhamlı William’a göre, “insan ölümlüdür” demenin, “Sokrates ölümlüdür”, “Platon ölümlüdür”, “Aristoteles ölümlüdür” vb. demenin yalnızca kısaltılmış ve tasarruflu bir yolundan başka bir şey olmadığının hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gerekir.​
Nominalizm
Bir tümelle ilgili olarak söylenebilecek her şey, Ockhamlı William’a göre bundan ibarettir. Dolayısıyla, tümeller probleminden söz etmenin ne gereği ne de anlamı fakat sadece zararı, vardır. Buna göre, bir tümel yalnızca bir terim, tasarruf sağlayan bir uzlaşım aracı, bilimsel olarak akılyürütmede kullanılan bir alettir, başka hiçbir şey değil. O, zihinden bağımsız olarak varolan bir şey olmadığı gibi, mantık alanı hariç, düşüncenin de nesnesi değildir. Sadece ağızdan çıkan bir ses (nomina), yalnızca ikinci yönelimden bir terimdir:​
Demek ki tümeller problemi, soyut ortak doğaların tekil varlıklarda veya somut varoluşta nasıl bireyleştiğini açıklamakla ilgili metafizik bir problem olmadığı gibi, zihnin duyu-deneyinin imgelerinden, deneyimlenen bireylerde varolan ortak bir doğayı nasıl soyutlayabildiğini açıklayabilmekle ilgili psikolojik bir problem de değildir. Çünkü bireyleşecek ya da soyutlanacak ortak bir doğa ya da öz yoktur. Onun bakış açısından, realistler ilk yönelimden terimlerle ikinci yönelimden terimler arasındaki temel ayrımın farkına varamadıkları için tümellerin gerçekten varolan şeyler, düşüncenin vazgeçilmez nesneleri olduklarını söylerken, kesinlikle yanlışa düşmüşlerdir. Tümeller problemi, öyleyse metafiziksel bir problemden ziyade, mantıksal ve epistemolojik bir problemdir. Çünkü bireyleşim problemi, sadece genel terimlerin önermelerde, kendilerince gösterilen bireylere gönderimde bulunmak için nasıl kullanılacaklarıyla ilgili mantıksal bir problemdir. Problem, sinkategorematik, yani birlikte-anlamlı terimlerin kullanılması suretiyle çözülebilir. Öte yandan, epistemolojik bir problem olarak tümeller problemi, varolan bireysel şeylere ilişkin deneyimin nasıl olup da tümel kavramların ve bu arada öznenin gösterdiği nesnelerin hepsi için geçerli olan genel önermelerin doğuşuna yol açtığını açıklama problemidir.​
Ockhamlı William’ın tümeller problemi bağlamında son olarak ele aldığı konu, zihindeki doğal göstergenin ya da kavramın ne tür bir statüye sahip olduğu problemidir. Ockhamlı William çokluğun bir göstergesi olarak tümelin salt bir aletten başka hiçbir şey olmadığını ve bütünüyle uzlaşımsal olduğunu göstermişti. Söz konusu uzlaşımsal gösterge dışında, örneğin sözlü ya da yazılı “insan” sözcüğünün dışında, bir de doğal gösterge olup olmadığı sorusuna, göstergeleri doğal ve uzlaşımsal göstergeler olarak ikiye ayırmak suretiyle cevap vermişti. Ona göre, söz konusu doğal gösterge, zihnin bir şeyi algıladığı ya da anladığı zaman oluşturduğu şey olarak kavrama tekabül eder. Kavramın nasıl bir gerçekliği vardır?​
Bu konuda akla gelen ilk görüşün, kavramın, dış nesnelerin bir benzeri ya da kopyası olmasından dolayı, Ockhamlı William’ın zihnin bu nesnelerin farkına ya da bilincine varmasını sağlayan zihinsel bir imge ya da suret olduğunu dile getirir. Bununla birlikte, tıpkı daha sonra Hume’un yapacağı gibi, bir zihinsel imge ya da suretin, zihinde, kendilerinin bir benzeri olduğu nesneleri, bu nesneler daha önceden biliniyor olmadıkça, aynen Herkül heykelinin daha önce Herkül’ü görmemiş olan birine Herkül’ü temsil edememesine benzer bir şekilde, temsil edemeyeceğine işaret eder. Ockhamlı William, kabulü imkânsız bu görüşün yerine, kavramın kendilerinin bir kavramı olduğu bireysel şeyleri anlama ediminden başka hiçbir şey olmadığı görüşünü benimser. Yani, kavram anlama ediminin bizatihi kendisine tekabül eder. Söz konusu doğal gösterge, anlama ediminin kendisi olarak kavram görüşü aynı zamanda bize, onun düşüncesini belirleyen ve “Ockhamlı’nın Usturası” olarak bilinen “var olanların sayısının gereksizce çoğaltılmaması gerektiği” şeklindeki tasarruf ilkesini verir.​

Ek Bilgiler

1- William’ın bütün kitapları Latince yazılmıştır. Diğer taraftan Orta Çağ İngilizcesi konuştuğu tahmin edilmektedir. Bu dil Normanların 1066 yılında İngiltere’yi işgali sonrasında ortaya çıkmıştır. Normal istilası İngilizce’ye pek çok Fransızca sözcük kazandırmıştır.

2- William’ın aforoz edildikten sonra çaldığı bir atla Bavaria’ya kaçarak cezadan kurtulduğu söylenmektedir. Bavaria, o dönem Almanca konuşulan bir prenslikti.

3- William’ın Papa 22. John’la (1249-1334) ilişkisinin bozulmasının temel nedeni havarilerin yoksulluğu meselesi ile ilgili anlaşmazlıklardır. Diğer Fransiscanlar gibi William da havarilerin yoksulluk içinde yaşadıklarına ve bununla gelecek kilise adamlarına bir örnek teşkil ettiklerine inanıyordu. Papa buna karşı çıkarak aralarındaki tartışmayı başlatmış oldu.
Kaynakça:
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
Ortaçağ Felsefesi Tarihi / Ahmet Cevizci​
Felsefe Tarihi / Alfred Weber​
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell​
Entelektüelin Kutsal Kitabı - Biyografiler / Noah D. Oppenheim, David S. Kidder
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
Piramit Yazarlar & Şairler 0
Piramit Filozoflar 0
Piramit Liderler 0
Piramit Din Adamı ve Peygamberler 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst