Tam adı Ebû Bekr Muhammed bin Yahya bin es-Saig olan İbn Bacce (1095-1138), Batı’da İbn Meserre eliyle kurulan İslam felsefesinin önemli isimlerindendir. Hatta ünlü Müslüman toplum ve tarih kuramcısı İbn Haldun Doğu’daki İslam felsefesinin en önemli isimleri olarak Fârâbî ve İbn Sînâ’yı, Batı’daki felsefenin en seçkin temsilcileri olarak İbn Rüşd ile birlikte, onun adını verir. Gerçekten de felsefesi genellikle Doğu İslam dünyasında gelişip olgunlaşan felsefe geleneğinin bir uzantısı olarak görülen İbn Bacce, Fârâbî gibi İslam filozofları yanında Platon, Aristoteles ve Plotinos gibi Yunanlı filozoflardan etkilenmiştir. Buna göre, politik ilgileri yönünden Platon’un başlattığı, sonradan Aziz Augustinus ve Fârâbî’nin devam ettirdiği gelenek içinde yer alan İbn Bacce, toplumla filozof veya toplumdaki birey ile Tanrıya bağlanmış hikmet sahibi birey arasındaki karşıtlığa daha büyük bir güçle vurgu yapmak bakımından onlardan ayrılır. Bu düşünceyi paylaşan araştırmacılar, onun Fârâbî’nin siyaset öğretisine bütünüyle karşıt bir siyaset felsefesiyle seçkinleştiğini öne sürerler.​
(a) İnsan ve Ruhla İlgili Görüşleri
İbn Bacce’yi en fazla ilgilendiren konu, insan ve insanın erdemli bir politik toplumda gerçekleşecek mutluluğu olmuştur. O, “küçük âlem” diye nitelediği insanla evren arasında bir benzerlik kurarak, bir yandan insanı evrenin küçük bir modeli olarak değerlendirir, diğer yandan da onu bir akıl varlığı olması dolayısıyla, doğanın biricik değeri olarak tanımlar. Doğal, hayvani (özel ruhani) ve akli (genel ruhani) yönleri bulunan insanda, başlangıçta bir potansiyel, bir nüve olarak bulunan düşünme yetisi birtakım aşamalardan meydana gelen bir anlama ve bilme süreci içerisinde edimselleşir. Başka bir deyişle, doğal bir yetenek olarak bütün insanlara verilen akıl, geliştirilip yetkinleştirilmesi insanın gayretine bağlı bulunan bir güçtür. İnsan rasyonel potansiyelini geliştirmek ve yetkinleştirmek suretiyle, maddi dünyadan ve onun gelip geçiciliğinden ebediliğe, maddi dünyanın çokluğundan ilahi birliğe ve maddi olanla birlikte olmanın sıkıntısından kurtularak sürekli bir sevinç ve mutluluk durumuna yükselebilir.​
İşte burası İbn Bacce’nin felsefesinin iki temel noktası ya da dayanağından birisini oluşturur. Bunlardan birincisi ilahi olanla birlik ya da birleşme (el-ittisal), ikincisi de âlim ya da filozofun toplum içindeki yalnızlığıdır (el-tevahüd) Filozofun en aşağıdaki göksel akıl ve tümellerin bulunduğu yer olan etkin akılla birleşmesini ifade eden ittisal deneyiminde evrenin en gerçek, en temel ve ezeli-ebedi bütün yönlerinin açığa çıktığını; söz konusu birlik yoluyla, kişinin bir insan varlığı olarak tamamlandığını; bu gerçekleşme ve tamamlanmada, insan nihai hedefine, gerçek mutluluğa eriştiğini bildiren İbn Bacce, şu halde esas itibariyle Doğulu selefleri Fârâbî ve İbn Sînâ gibi insanın nihai amacı olarak mutlulukla ilgilenmiştir. Etkin akılla, tümelleri kavramak suretiyle birleşme olarak söz konusu mutluluğa nasıl erişilebileceğini açıklamak için o insanın ruhunun gelişiminin izini sürer.​
İbn Bacce, Aristoteles’in ruhla ilgili üçlü sınıflamasına uygun düşecek şekilde, insan ruhunu nebati nefs, hayvani nefs ve insani nefs olarak üçe ayırır. Gerçekten de tıpkı Aristoteles gibi, nebati nefsin beslenme ve büyümeyi, hayvani nefsin duyum ve hareketi temin ettiğini öne süren İbn Bacce, insan nefsinin temel özelliğinin ise düşünme olduğunu ifade eder. Buna göre, insan ruhu her ne kadar üç nefisten ayrı ayrı her üçünü de ihtiva etse bile, o, insanın doğası ya da özünü akıl olarak tanımlar. Fârâbî ve İbn Sînâ geleneğinde yer alan bir filozof olarak İbn Bacce, aklın potansiyel ya da aktüel olabileceğini söyler. Potansiyel durumda olduğu zaman, nefs kendi uygun nesnesini, akledilir formu alma kapasitesine sahiptir; buna mukabil fiili hale gelince, objesiyle özdeşleşir.​
Başka bir deyişle, insanın farklı aşamalardan geçtiğini öne süren İbn Bacce’ye göre, bu aşamalardan ilki bebeklik evresi olup, burada temel motif ya da amaç, beslenme ve büyümedir. İkinci aşama ruhsal arzu ve iştihaların bilinç düzlemine çıktığı çocukluk evresidir. Son aşama ise düşünme süreci ile belirlenir. Bu aşamadaki insanın gelişkin olup, kendini biçimleme yetisine sahip bulunduğunu öne süren İbn Bacce, onun doğallıkla üç hedefi olduğunu savunur: Bedensel varlığını gözetme, bireysel manevi varlığını sakınma ve evrensel manevi varlığının kozmos içindeki yerini saptama ve koruma. İnsanın bu amaçları gerçekleştirebilmesi için de onun tefekküre, araştırmaya ve akılyürütmeye başvurması, kısacası düşünmeye yönelmesi gerekir.​
(b) Bilgi Görüşü
Gerçekten de insanın özünün akıl olduğunu, aklın ya da insan nefsinin temel özelliğinin düşünme olduğunu belirten İbn Bacce’ye göre düşünme yetisinin en temel işlevi söz konusu formları almak veya tümel kavramlar oluşturmaktır. O, dört ayrı kavram ya da akledilir form türünü birbirinden ayırır: ezeli-ebedi bir dairesel hareket içinde olan cisimlerin formları, etkin ve kazanılmış akıllarda bulunan kavramlar, maddi dünya ile ilgili kavramlar ve iç duyu yoluyla idrak edilen kavramlar. Bunlardan birincilerin maddeyle zorunlu hiçbir ilişkileri yoktur; ikinciler maddeyle sadece özsel olmayan bir ilişki içinde bulunurlar. Maddeye ayrılmazcasına bağlanmış olan üçüncüler maddede varolurken, sadece duyuların dolayımından geçmek suretiyle anlaşılır hale gelirler. Dördüncü türden form ya da kavramlar, ikincilerle üçüncüler arasında bulundukları için kısmen maddi kısmen de değildir. Maddilik ile tikellik, maddesizlik ile de tümellik arasında bir bağ kuran İbn Bacce, söz konusu form ya da kavramlardan birincilerin, ikincilerin ve kısmen de dördüncülerin tümel, buna mukabil üçüncülerin tikel olduklarını dile getirir:​
Ahlak felsefesini, şu halde bilgi ve metafizik görüşleri üzerine bina eden İbn Bacce bilginin çeşitli düzeylerini bunlara karşılık gelen insan tipleriyle betimler; ona göre, sıradan insanlar veya yığınlar (cumhur), teorik düşünme yeteneğine sahip olan insanlar veya teorisyenler (nüzzâr) ve mutlu insanlar ya da filozoflar (suadâ) diye sınıflanabilecek olan üç insan türü vardır. İnsanların tümelleri en sıradan bilme yolu çoğunluğu meydana getiren sıradan insanların takip ettikleri doğal yoldur. Bu düzeyde akledilir tümel ya da makul, makulü olduğu şeyle bir bağıntı içinde bilinir. İbn Bacce bu düzeyde akledilir tümellerin duyular yoluyla idrak edildiğini, pratik becerilerin tamamının bu yolla elde edildiğini söyler ve bu düzeydeki aklı maddi akıl olarak adlandırılır.​
Akledilir tümellerin veya makullerin doğal yolla kavranmasının zirvesini oluşturan ikinci düzey, teorik düşünenlerin düzeyi olup, burada birinciden biraz daha farklı bir kavrayışla fakat hemen hemen aynı yöntemle metafizik öncesi teorik bilgi alanına çıkılır. Bu düzeyde tahayyül veya tasavvur birinciyle kıyaslandığında, daha üstün bir nitelik arz eder. Öte yandan birinci düzeyde tümeller ya da makuller dış duyulardan alınan imge ya da suretlerle bağıntılı olarak bilinirken, teorisyenlerin düzeyine karşılık gelen ikinci düzeyde tümeller içsel duyularda oluşan suretler aracılığıyla bilinir. Söz konusu teorik bilgi düzeyi, tıpkı Platon’da olduğu gibi eksik makullerden oluşan matematiksel bilimlerle doğa bilimler alanını ifade eder.​
İbn Bacce’de akledilir tümelleri kavramanın, makullerle birleşmenin, kısacası bilmenin üçüncü ve son aşamasını, müstefâd akıl aşaması oluşturur. Teorik aklın son yetkinlik durumunu hayata geçiren üçüncü insan türü, diğer insan tiplerinin duyulara ve özel ruhani suretlere bağımlı bulunan bilmelerine karşılık, bilme faaliyetini bütün bütün bağıntılardan uzakta gerçekleştirir. Akıl ve makul özdeşliğini ifade eden bu düzeyle birlikte metafizik alana geçilmiş olur. Bu düzeydeki insanlar da var olan her şeyi bütün gerçeklikleriyle gören mutlu kimseler olarak filozoflardır. Teoriyi bu şekilde, ideal bir perspektiften ifade eden İbn Bacce, onun mutluluğa, en azından politik mutluluğa erişmesinin imkânsız olduğunu kabul eder.​
(c) Siyaset Felsefesi
İbn Bacce politika felsefesinde de tıpkı Fârâbî gibi, toplumları erdemli ve erdemsiz toplum diye ikiye ayırır. Ona göre, filozoflar sayesinde hikmetli ve erdemli bir hayatın çerçevesini sunan ideal ya da erdemli toplumda politik ve sosyal düzen temel dinamizmini sevgiden alır ve burada yargıçlarla hekimlere ihtiyaç duyulmaz. Zira böyle bir toplum düzeninde, bütün davranışlar erdemli, bütün görüşler isabetlidir. Oysa hiçbir yetkinliği bulunmayan erdemsiz toplum, ideal devlet ya da erdemli toplumun, Platon’un sözünü ettiği dört kötü rejimden birine dönüşmesinin sonucunda ortaya çıkmış toplumu ifade eder. İbn Bacce’nin bakış açısından, söz konusu erdemsiz ya da cahil toplum kötülüğün belirtileri olan değişmenin, istikrarsızlığın, çokluk ve kararsızlığın hüküm sürdüğü toplumdur. Gücünü sevgiden almayan erdemsiz toplum, insanın metafizik boyutunu hiç hesaba katmadığı için burada erdemli insanın ya da gerçek filozofun mutluluğa erişebilmesi mümkün değildir.​
İnsanın doğası gereği sadece iyi bir politik-toplumsal düzen içinde gerçek mutluluğa erişebileceğini savunan İbn Bacce, erdemli insanı ya da en üst bilgi düzeyine erişmiş filozofu kötü bir sosyal düzende bekleyen şeyin kaçınılmaz olarak yalnızlık olduğunu belirtir. Başka bir deyişle, bilgi ve eylemleriyle yetkin olan insanların, erdemli toplum idealine gönül vermiş olsalar da bunun ne kendi zamanında ne de yakın bir zamanda gerçekleşebileceğine inanan İbn Bacce, erdemsiz bir toplumda veya onun bozuk yönetim biçimleri olarak ifade ettiği timokrasi, oligarşi, demokrasi veya tiranlıkta, toplumdan tam bir tecrit olunmuşluk hali içinde yaşayacağını öne sürer. Çünkü tam ve mutlak bilgileri onları topluma yabancı hale getirir, görüşleri toplumun kanılarına aykırı düşer. İbn Bacce erdemli bir toplumda, toplumdan tecrit olunmuşluğun doğru hatta mümkün bir şey olmasa bile, erdemsiz toplumda, filozofun ya da erdemli insanın kendisini koruyabilmesi için kaçınılmaz olduğunu kabul eder.​
Kaynakça:​
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst