1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Ahlâkî Değer Etiği, etiğin özgül olarak değerlerle ilgili olan parçasıdır. Etiğin, ahlâklılık ve sosyal adaletle ilgili olan diğer kısımlarının tam tersine, ahlâkî değer etiği doğrudan doğruya ne yapmamız gerektiği üzerinde odaklaşmaz. Bunun yerine o, neyin peşinden koşulmaya değer olduğu veya neden sakınılması gerektiği soruları yanında, bu soruların tam olarak ne anlama geldiği konusu ve kendileriyle ilgili olarak bilgi oluşturacak yanıtlara ulaşmanın bir yolunun olup olmadığı soruları üzerinde yoğunlaşır. Gerçekten de birçok filozof neyin değerli olduğu konusunda, zaman zaman yanıtlarının nasıl haklı kılındığına veya bu yanıtların neden nesnel bir geçerlilik türüne sahip yanıtlar olarak alınmaları gerektiğine pek bakmaksızın, sistematik yorumlar geliştirmiştir. Oysa günümüzde ahlâkî değer etiğine yönelik ilginin çok önemli bir kısmı, değerlerin epistemolojisi üzerinde odaklaşır.​
Meşrulaştırma konusu, bir değerler kümesinin sistematik olup olmadığına bağlı olarak ortaya çıkar. Değerler bir değer sistemi meydana getiriyorlarsa eğer, o zaman sistemi organize eden şeyin, her ne ise, bir geçerliliği olup olmadığını sorabiliriz. Yok bir sistem oluşturmuyorlarsa eğer, bu takdirde de çok çeşitli değer yargılarının salt kişisel özellik veya tercihi mi temsil ettikleri, yoksa bunun yerine onlarla ilgili olarak söylenecek daha nesnel bir şeye mi sahip oldukları bilinmek istenir. G. E. Moore'un "sezgi" yanıtı, birçok filozof tarafından artık tatmin edici bulunmamaktadır.​
Bunun muhtemel bir sonucu her zaman, değerler için, tikel kişilerin ya da toplumların emirlerinin ya da tercihlerinin ötesinde hiçbir haklı kılma veya meşrulaştırma olmadığıdır. Bu da ahlâkî antirealizme koşut, fakat ondan ayrı olan bir değer antirealizmine (değer yargısının nesnel bir geçerliliğe sahip olabileceğini yadsıma tavrına) götürür. Gerçekten de ahlâken bir anti-realist olmak, fakat bazı şeylerin ya da yaşam tarzlarının diğerlerinden hakikaten daha iyi olduğunu savunmak mümkün gibi görünmektedir ve Nietzsche zaman zaman bu görüşlerin bir birleşimini savunan biri gibi görünür. Ahlâkî geçerlilikle ilgili olarak sözleşmeci bir görüşe meyleden ahlâkî realistler ise, bunun tam tersine, belirli bir politik ya da toplumsal düzen türünün değerlerinin dışında kalan nesnel değerleri olumlamaya pek gönüllü gibi görünmezler.​
Ümit vaad eden bir çizgi değer yargılarını karakteristik bir biçimde duyguya dayanan, duygularda kökleşmiş yargılar olarak görmektir. Söz gelimi, John Stuart Mill, arzunun gerçekten arzu edilir veya peşinden koşulmaya değer olanın bilgisiyle ilişkisinin, duyularımızın ve içebakışm dünyaya dair bilgiyle olan ilişkisinin aynısı olduğunu savunur. O herkesin hazzı ve sadece hazzı istediğini ve bunun da hazzm iyi olduğu yargısına bir tür nesnel geçerlilik kazandırdığını öne sürer. İnsanın değer duygusunun eşbiçimliliğiyle ilgili iddialarda bulunmaya Mili gibi hazır olmayan diğer filozoflar değerin tikel tercih ya da tasviplere dayandığını, sevinç, takdir, tiksinti ve nefret gibi duygularda kökleştiğini belirtmişlerdir. Bir değer yargısı, onun kökenindeki duygu meşrulaştırılırsa eğer, haklı kılınabilir.​
Bir de değerlerin benlik ve benlik duygusuyla nasıl bir ilişkisi bulunduğuna dair ilginç sorular vardır. Değerlerle ilgili modern tartışmanın önemli bir bölümü, değerleri hayatımızda hangi şeylere sahip olmak ya da olmamak gerektiğinde karar verme bağlamında ele almıştır. Bunda tüketimciliğin veya tüketim kültürünün etkisi olabilir; nitekim, burada, onlara sahip olabilen kişinin doğasından ziyade, sahip olunması gereken şeyler, ilişkiler ve zihin halleri üzerinde odaklaşılır. Fakat çok kabaca aynı şey ya da ilişki türünün farklı insanların hayatları üzerinde farklı etkileri olabileceğini ve aynı zamanda (belli başlı değerlerin bir kümesi olarak değendirilen) mutluluğun özsaygı veya kendine olumlu değer biçmeyle ve genel olarak da benlik duygusuyla yakın bir ilişkisi bulunduğunu gösteren psikolojik veri ya da hatta deliller vardır. Gerek Platon'un ve gerekse Aristoteles'in değer yorumunda belli bir türden kişi haline gelme sürecinin çok büyük öneme haiz bir şey olarak görülmesi oldukça öğreticidir.​
J. N. Findlay, Axiological Ethics, London, 1970.​
J. Griffin, Well-Being, Oxford, 1986.​
G. E. Moore, Principia Ethica, Cambridge, 1903. Ayrıca bkz., AHLÂK, AHLÂK EPİSTEMOLOJİSİ, ARİSTOTELES, DOĞALCILIK, DUYGUCULUK, ETİK, ETİĞİN TARİHİ, MILL, MOORE, PLATON.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst