1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Etik ya da ahlâk felsefesi gündelik ahlâk yargılarımızın doğruluğu ve yanlışlığına ilişkin bir araştırma alanı olarak tanımlandığında, bu yargıların doğruluğu ya da yanlışlığına yönelik kanıtlayın unsurlara gereksinim duyulur. Bu unsurlar, yargıların doğruluk değerini belirleyebilecek ahlâkî olgular olarak tanımlanabilir. Çağdaş ahlâk felsefesindeki tartışmalar bu olguların varlığına ve olgulara ilişkin ahlâk yargılarını haklılandırma biçimine ilişkin tartışmalardan oluşmaktadır. Bu tartışmalarda, özde iki ana yaklaşım sergilenir: Kimilerine göre ahlâkî olgular vardır ve ahlâkî bilgi bu olgular üzerinde gerçekleşmektedir; kimileri ise bu tür olguların varlığını yadsır, dolayısıyla bu olgulara dayanan ahlâk bilgisinin olanaksızlığını ileri sürer.​
Ahlâkî olguların varlığını kabul eden ve doğru ahlâk yargılarının bulunduğunu ileri süren görüş ahlâkî realizm olarak adlandırılmaktadır. Bir başka deyişle, ahlâkî realizm, ahlâkî olguların var olduğuna; doğruluk ya da yanlışlıkları bizim inançlarımızdan bağımsız olarak bilinebilen ahlâkî doğrular bulunduğunu savunan görüştür. Buna bağlı olarak, ahlâk yargılarının bilgi değerini belirleyebilecek nesnel, bağımsız bir doğrulama alanının var olduğunu ileri süren görüş, yine ahlâkî realizm yaklaşımı içerisinde ele alınır. Realist yaklaşım, ahlâkî olgu olarak adlandırılabilecek bir tur olguların bulunduğunu; bu olguların gerçekliğinin bizim öznel, zihinsel kurgularımızdan bağımsız bir biçimde var olduğunu; bu gerçekliğe ilişkin doğruların da bizim doğrulama süreçlerimizden bağımsız olduğunu metafizik bir iddia olarak ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, ahlâkî realizm, kendileriyle ilgili nesnel, doğrulanabilir ahlâkî yargıların söz konusu olduğu farklı gerçeklik alanlarının varlığını ileri sürmek bakımından farklı biçimler almaktadır.​
Felsefe tarihinde, Sofistlerce ileri sürülen kuşkuculuğa karşı ahlâkî realizmi ilk savunan filozof Platon olmuştur. Sofist Protagoras'ın (M. Ö. 490-410) "İnsan her şeyin, var olan ve var olmayan bütün şeylerin ölçüsüdür" savı, doğruluğu ve gerçekliği insana bağlı kılan bir görecelik anlayışı getirmiş; doğa ile toplum alanları arasındaki ayırımda ahlâk alanını toplumsal geleneğin, kültürün bulunduğu toplum alanına bağlamıştır. Ahlâkın pratik bir yarar elde etmekte kullanılabileceğini ileri süren Protagoras, pratik bir yarar sağlamak amacıyla erdemin de öğretebileceğim savlamıştır. Mutlak bir ahlâk doğrusunun olamayacağı, her bir kişinin ahlâk görüşünün diğerinin görüşüyle ayni değerde olduğu, ahlâkî değerlerin pratik yararının değerlerin doğruluğundan daha önemli olduğu ve ahlâkî değerlerin pratik yararının doğaya uygunluktan değil, toplumsal yaşamdan kaynaklandığı görüşüyle, Protagoras ahlâk yargılarının nesnel olmadığını; kişilere ve toplumlara bağlı bulunduğunu, bu yüzden göreli olduğunu öne sürmüştür. Bu görüşler, realist bir ahlâk anlayışına karşı ileri sürülen göreceli ve kuşkucu bir ahlâk anlayışı olarak tanımlanmaktadır. Buna karşın, Platon (M. Ö. 428-348), Devlet adli kitabında görünüşler dünyası ile formlar dünyası arasında bir ayırım yaparak ahlâk alanını, bütün doğruların ölçütü olan Formlar dünyasıyla ilişkilendirir. Nesne dünyasının salt formlarından oluşan Formlar ya da İdealar dünyasında ahlâk değerleri katışıksız olarak bulunmaktadır; görünüşler dünyasındaki ahlâkî değerlerin doğruluğu ya da yanlışlığı, bu değerlerin düşünülebilir veya akil yoluyla kavranabilir olan İdealar dünyasındaki formlara uygunluğu ile ölçülür. Protagoras'm ahlâkı toplumsal alanda konumlandırmasına karşın, Platon ahlâkı cesaret, dürüstlük, güzellik, adalet gibi nesnel ve değişmeden duran ahlâkî formların bulunduğu İdealar dünyasına yerleştirmiştir. Böylece, Platon felsefesinde ahlâkî değerler bengi, değişmeden kalan tinsel formlardır; ahlâkî yargıların doğruluğu İdealar dünyasındaki ahlâkî formlara uygunlukla belirlenebilir; insanlar ahlâkî formlardan pay almakla ahlâkî değerleri edinebilir ve formlar dünyasının anımsanmasıyla da ahlâkî bilgiye ulaşabilirler. Bu yaklaşım, ahlâk alanındaki yargıların dayanağının insandan ve insanın doğrulama süreçlerinden bağımsız olduğunu dile getiren realist bir ahlâk anlayışı olarak tanımlanır.​
On yedinci yüzyıl İngiliz felsefecilerinden Thomas Hobbes'un toplumsal sözleşme kuramı ve on sekizinci yüzyıl İngiliz felsefecisi David Hume'un ahlâk kavramlarının toplumsal yaşam içerisinde yaratılmış olan uzlaşımsal kavramlar olduğu görüşleri ahlâk felsefesinde Platon'un realist ahlâk görüşüne karşıt bir yaklaşım oluştururken; yine on sekizinci yüzyıl felsefecilerinden Samuel Clarke ile Immanuel Kant, Platoncu realizme benzer bir ahlâkî gerçekçiliği öne sürmüştür. Clarke, Platoncu bir bakışla ahlâk doğrularının matematiksel doğrular gibi bengi ve değişmez olduklarını ve ahlâkî değerlerin zihinsel bir yeti olan sezgi yoluyla kavranabileceğim savunmuştur. Kant da, benzer bir biçimde, ahlâkî kavramların bütünüyle insan zihninde bulunduğunu vurgulayarak, ahlâk yargılarının doğruluğunun onlara ilişkin kanıtlardan bağımsız olduğunu ileri süren realist bir ahlâk anlayışı sergilemiştir.​
Yirminci yüzyıl ahlâk felsefesinin en temel sorusu ahlâk yargılarının doğrulanabilirliği üzerine olmuştur. Ahlâk yargılarının doğrulanabilirliğinin ölçütü olarak bir varlık alanının varsayılması realist ahlâk anlayışı ile birlikte ele alınmaktadır. Genel olarak doğalcı ve doğalcı olmayan iki ana yaklaşımın sergilendiği 20. yüzyıl ahlâk felsefesinde, doğalcı yaklaşım doğal olgular gibi ahlâk olguları bulunduğunu; bu tür olguların doğal, sosyolojik, psikolojik ve tarihsel olguların bir türevi olduklarını ileri sürer. Doğalcı olmayan yaklaşım ise ahlâk olgularının varlığını kabul etmekle birlikte, bu tür olguların doğal olgular gibi olmadıklarını, fakat daha ziyade kendilerine özgü bir olgu türü meydana getirdiklerini ve bu tür olguların yalnızca sezgi ya da akil ile bilinebileceğini savunur. Her iki yaklaşım da ahlâk olgularının bağımsız bir metafizik gerçekliği olduğunu kabul ederken, gerçeklik alanlarını farklı şekillerde oluşturur. Doğalcı yaklaşım, realist görüşünü ahlâk olgularının doğal olgular gibi oldukları ve ahlâk yargılarının denetlenmesinde bu olgulara başvurulabileceği savlarıyla temellendirirken; doğalcı olmayan yaklaşım ise görüşlerini ahlâk olgularının doğal olgu türünden olgular olmadıklarım, kendine özgü bir gerçekliği olan ahlâk alanının bulunduğu ve ahlâk yargılarının bu gerçeklikle uygunluğunun sezgisel bir biçimde bilinebileceği savlarıyla ortaya koyar.​
Doğalcı ahlâk olarak adlandırılabilecek yaklaşımın kökeni Aristoteles, Stoacılar, Butler, John Dewey benzeri, ahlâk alanının doğa bilimleri gibi bir inceleme alanı oluşturduğunu; ahlâkî tutumların insan doğasının bir yansıması olduğu görüşünü benimsemiş düşünürlere ve felsefe okullarına kadar uzanmaktadır. Yirminci yüzyılda, R. B. Perry, N. Sturgeon, R. Boyd, A. Goldman, G. SayreMcCord, D. Brink gibi ahlâk kuramcıları bilimselci bir örneklemeyle, ahlâk yargılarının ahlâkî olgulara karşılık geldiklerini; bu tür yargıların doğruluk ya da yanlışlıklarının, tıpkı diğer deneysel bilimler gibi olgusal bir içeriğe bağlı olduğunu ileri sürer. Doğalcılık, realist yaklaşımını işte bu yönüyle, yani ontolojik ve epistemolojik tezleri birlikte kullanmak suretiyle sergiler ve ahlâkî olguların doğal olgulara benzer bir gerçekliği olduğunu savunur. Bu yaklaşım, iyi, kötü, adil, ahlâkî doğru gibi kimi ahlâk kavramlarının, doğa bilimlerinin olguları gibi, belirli bir olgusal içeriğe sahip olduklarını; bu kavramların doğal olgulardan ve sosyolojik ya da psikolojik olgular gibi ahlâksal olmayan olgulardan oluşan ve ahlâk olgusu olarak tanımlanabilecek bir niteliğe karşılık geldiğini öne sürer. Böylece, ahlâk kavramlarının doğal ya da doğal olmayan kavramlarla aynı niteliklere karşılık geldiği ya da ayni nitelikleri gösterdiği savı, doğalcı görüşün temel varsayımını oluşturur.​
Savunucuları arasında G. E. Moore, H. Sidgwick, C. D. Broad'un bulunduğu doğalcı olmayan yaklaşım ise, ahlâk olgularının doğruluk, iyilik gibi doğal olmayan niteliklere karşılık geldiklerini ve bu nitelikleri gösteren olguların doğal olgulardan farklı, kendine özgü bir varlık alanı yarattığını ileri sürer. Doğal olmayan bu olgu alanının bilgisine yalnızca sezgi ile ulaşılabileceğini savunan yaklaşım, ahlâk olgularının doğal olgular gibi tanımlanmasının bir hataya yol açtığını savlar. Bu yaklaşımın en tanınmış savunucusu Moore, doğalcılık yanlışı adını verdiği argümanında değerle ilgili önermelerin olgu önermelerinden türetilemeyeceğini gösterirken, ahlâkî olguların doğal olgularla eş değer tutulamayacaklarını, bu nedenle ahlâk kavramlarının doğa bilimlerinin kavramlarıyla açıklanamayacağını ileri sürer. Moore'a göre doğalcı hata kaynağını, basit ve ayrıştırılamaz olan ahlâk terimlerini doğa bilimlerinin terimleri gibi tanımlamaktan almaktadır. örneğin, 'iyi' teriminin 'haz' terimiyle tanımlanması doğalcı bir yandım ya da hatadır; çünkü, 'iyi' ve 'haz' farklı nitelikleri yansıtırken 'bir ahlâkî eylemin iyiliği onun haz sağlamasıdır' biçimindeki bir ahlâk yargısında 'iyi' ve 'haz' terimleri bir ve ayni niteliği yansıtır gibi kullanılmaktadır. Moore'a göre, bu iki terim farklı nitelikleri tanımlamaktadır, çünkü haz veren ancak iyi sayılamayacak ahlâkî eylemlerden de söz edilebilir. Bu yüzden, bir eylemin iyiliği iyiliğin algılanabilir şeylerin bir niteliği olmasından kaynaklanamaz; iyilik bir olgu gibi algılanabilir ve tanımlanabilir bir nitelik değildir. İyilik tanımlanamaz; o basit, gösterimleri aracılığıyla bilinebilen bir niteliktir. Bu nedenle, Moore, ahlâkî nitelikler gerçek, basit ve doğal olmayan niteliklerdir; onlar deneyim dünyasının nesneleri değildirler ve başka nitelikler ya da nesneler aracılığıyla tanımlanamazlar.​
Ahlâkî olguların gerçek olgular olduklarını, ahlâk yargılarının da bu olgulara karşılık geldiğini savunan doğalcı ve doğalcı olmayan realist ahlâk anlayışları, ahlâk yargılarının bilgi içeriği olduğu savıyla bilişselci bir yaklaşım sergilerler. Bilişselci yaklaşımlarında, ahlâk yargılarının betimleyici tümcelerden oluştuğunu, bu nedenle doğru ya da yanlış değeri alabileceklerini savunan realist görüşler, bu yönleriyle, realizm karşıtı ahlâk anlayışlarıyla çatışırlar.​
Realist ahlâk anlayışlarının, ahlâk yargılarının bilişsel değeri olduğuna ilişkin varsayımları, bilişselci olmayan, yani ahlâk yargılarının doğru ya da yanlış olabilme anlamında bilgi değeri taşımadıkları görüşünde olan yaklaşımlarca yadsınmaktadır. Duyguculuk ya da buyrukçuluk adı altında tanımlanabilecek bilişselcilik karşıtı yaklaşımlar aynı zamanda realizm karşıtı bir görüş sergilerler. Bu görüş kökenlerini pozitivist bilim anlayışından alır ve anlam ve doğruluk kuramlarını, deneyimci geleneğin bilim felsefesinde doğrulama ölçütü olarak ortaya koyduğu ilkelere bağlı olarak, yalnızca nesnel dünyaya ilişkin gözlem ve deneyim alanları için kullanır. Bu görüşün etikle ilgili savlarını ortaya koyan A. J. Ayer, ahlâk yargılarının geçerliliğini belirleyecek bir ölçüt oluşturmanın olanaksız olduğunu belirterek, ahlâk yargısı belirten tümcelerin aslında hiçbir şey söylemediklerini, içerisinde değerle ilgili terimler taşıyan tümcelerin herhangi bir türden deneyim önermesiyle eş tutulamayacağını belirtir. Ayer'e göre, normatif bir değer taşıyan ahlâk kavramları deneyimsel kavramlara indirgenemez; bu kavramlar olgulara ilişkin tümcelerde kullanılamaz ve yalnızca duygu belirten kavramlar olarak iş görürler. Belirli bir eylemin doğru ya da yanlış olduğunu söylemenin yalnızca bir duygu belirtmek olduğunu ileri süren Ayer, ahlâk yargılarının, bu yargılar olgusal bir yargı türü olmadıkları için, doğru ya da yanlış olduklarının söylenemeyeceğini savunur. Ahlâk yargılarının buyruk tümcelerinden oluştuğunu ileri süren bir başka bilişselci olmayan ahlâk kuramcısı Hare, ahlâk yargılarının tümel buyruklardan ve öğütlerden oluştuğunu söyleyerek, bu yargıların betimleyici işlevi olmasına rağmen olgusal önermeler gibi doğru ya da yanlış olarak nitelendirilemeyecek!erini belirtir. Her iki yaklaşım da, ahlâk yargılarının belirli bir olgusallığa karşılık gelmedikleri için, mutlak ve nesnel yargılar olarak değerlendirilemeyeceğini ileri sürmek suretiyle realizm karşıtı bir yaklaşım benimser.​
Aristoteles, Nikomakhos'a Etik(çev. S. Babür), Ankara, Ayraç Yayınevi, 2. baskı, 1986.​
A, J. Ayer, Dil, Doğruluk ve Mantık(qev. V. Hacıkadiroğlu}, İstanbul, Metis Yayıncılık, 1984.​
Bonjour, The Structure of Empirical Knowledge. Cambridge, Harvard University Press, 1986.​
R. B Brandt, Ethical Theory, Englewood Cliffs, New Jersey, Prentice-Hall, 1959.​
D Brink, Moral Realism and Foundations of Ethics, Cambridge, Cambridge University Press, 1989.​
D. Broad, Five Types of Ethics, Boston, Routledge & Kogan Paul, 1930.​
R. M. Hare, The Language of Morals, New York, Oxford University Press. 1952.​
Hume, An Inquiry Concerning the Principles of Morals, New York, Bantam Books, 1965.​
MacIntyre, After Virtue, Notre Dame, Notre Dame University Press, 1964.​
G. E. Moore, Principal Ethica, Cambridge, Cambridge University Press, 1965.​
W. V. O. Quine, Epistemology Naturalized, Cambridge, Cambridge University Press, 1975.​
W. D. Ross, Foundations of Ethics, Oxford, Oxford University Press, 1939.​
Sayre-McCord(ed.) Essays on Moral Realism, Ithaca, Cornell University Press, 1988.​
Sidgwick, The Methods of Ethics, New York, Dover Publications, 1966.​
Spinoza, Etikn(çev. H. Z. Ülken), İstanbul, Ülken Yayınevi, 2. baskı, 1984,​
L. Stevenson, Fact and Values, New Haven, Yale University Press. 1963​
N. Sturgeon, "Moral Explanations", in Morality, reason and Truth, C, D. Zimmerman(ed.) Totowa, Rowman & Littlefield Publishing, 1985.​
Ayrıca bkz., AHLÂK, AHLÂK EPİSTEMOLOJİSİ, AHLÂKÎ GÖRECİLİK, AHLÂKÎ KUŞKUCULUK, ARİSTOTELES, DOĞALCILIK, DUYGUCULUK, ETİK, ETİĞİN TARİHİ, MOORE, PLATON, PROTAGORAS, SOKRATES, STOACILIK.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst