1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Bir kişi ahlâken önemli veya değerli bir eylem gerçekleştirdiği zaman, onun münferit bir tepki türünü hak ettiğini düşünürüz. Övgü ve yergi, takdir ve kınama, herhalde bu tepkinin aldığı en genel şekli oluşturur. Söz gelimi, bir araba kazasıyla karşı karşıya kalan kişi, yanan arabanın içinden bir çocuğu kurtarmış olduğu için takdire layık olabilirken, böylesi bir durumda yardım çağırmak için telefonunu kullanmaktan bile imtina eden kişi kınanmayı hak eden biridir. Söz konusu faillerin bu tepkilerden biri ya da diğerini hak ettiğini düşünmek, onlara yapmış oldukları veya yapmadan bırakmış oldukları şey temeli üzerinde ahlâkî sorumluluk yüklemektir. (Bunlar başkalarına sorumluluk izafe etmekle ilgili örneklerdir. Tepki kişinin bizatihi kendisine de yönelmiş olabilir ve kişi kendisini layık biri olarak görebilir.) Dolayısıyla, bir şeyden, diyelim ki bir eylemden ahlaken sorumlu olmak, onu gerçekleştirmiş olmaktan dolayı belli bir tepki türüne —takdir, kınama veya buna benzer bir şeye— layık olmaktır.​
Ahlâkî sorumluluk hakkında söylenecek daha çok şey olmakla birlikte, bu kadarı sorumluluğun bu şeklini veya ahlâkî sorumluluğu "sorumluluk" veya "sorumlu" teriminin kullanımı yoluyla atıfta bulunulan başkaca şeylerden ayırmak için fazlasıyla yeterlidir. Bunu bir örnekle gösterecek olursak, normalin üzerindeki yağışın baharda buğday rekoltesindeki artıştan sorumlu olduğunu veya jüriye düşünüp bir karara varmadan önce uyacakları kuralları söylemenin hakimin sorumluluğunda olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisinde açıktır ki, ortalama yağış miktarı ile buğday rekoltesi arasında nedensel bir bağ kurmak, ikincisinde ise kişinin hakim rolünü üstlendiği zaman, bu rolün zorunlulukla belli ödev veya yükümlülükleri ihtiva ettiğini söylemek isteriz. Bu kavramların ahlâkî sorumluluk kavramıyla belli bir ilişkisi olmakla birlikte, bir adaya (burada yağmur yağışı veya münferit bir hâkim) takdir ya da kınamaya benzer bir şeyle tepki vermenin uygun olup olmayacağı ile en azından doğrudan doğruya ilgilenmediğimiz için, onunla özdeş olması mümkün değildir.​
Ahlâkî sorumluluk üzerine felsefi düşünümün uzunca bir tarihi vardır. Bu sürekli ilginin nedenlerinden biri konunun, "kişiler" adı verilen gerçekten ayrı bir bireyler sınıfının üyesi olarak kendimizle ilgili hayli yaygın telakkiyle irtibatlandırılma tarzıdır. Kişilerin bilinen diğer canlı türlerinin üyelerinden, onlarla olan çok sayıdaki benzerliğine rağmen, niteliksel olarak farklı olduğu düşünülür. Birçokları kişilerin ayırt edici bir özelliğinin, onların, sadece kendilerinin hayata geçirebildiği özel bir denetim türüne dayanan bir statü olan, ahlaken sorumlu failler olma statüsü olduğunu savunur. Kişileri bu şekilde gören birçokları bu arada, onların ahlâken sorumlu failler olma statülerinin evrenimizle ilgili belirli birtakım iddiaların doğru olması durumunda tehlikeye düşüp düşmeyeceğini merak etmiştir. Söz gelimi, bir kişi davranışından; söz konusu davranış sadece evrenin fizikî durumlarına ve bu fizikî hallerdeki değişmeleri yöneten yasalara veya yalnızca, dünyayı önceden belirlenmiş bir plana göre yöneten kadiri mutlak bir Tanrıya gönderimle açıklanabildiği takdirde, sorumlu tutulabilir mi? İşte bu türden sorular, onların somutlaştırdığı kaygılar bireyleri ahlâkî sorumlulukla ilgili teorileştirmelere sevk etmiştir.​
Buradan yola çıkıldığında kuşatıcı bir ahlâkî sorumluluk teorisinin şu unsurları ihtiva etmesi gerektiği söylenebilir: (1) Bizatihi ahlâkî sorumluluk kavramı veya idesi; (2) ahlâkî bir fail olmanın ölçütleri; (3) ahlâkî sorumluluk kavramının gereği gibi veya doğru olarak uygulanabildiği koşullar ve nihayet (4) kendilerine ahlâkî sorumluluk yüklenebilecek, eylem, sonuç, karakter özellikleri benzeri mümkün nesneler.​
Ahlâkî sorumluluk kavramıyla uygulanış tarzına ilişkin belli bir kavrayışa Yunanlılardan kalan bazı eski metinlerde en azından örtük olarak rastlanır. Söz gelimi Homeros metinlerinde gerek insan, gerekse insanüstü failler çoğunluk nasıl davranmış olduklarına bağlı olarak takdir ve kınamanın doğru ve açık hedefi olarak değerlendirilir, diğer bazı durumlarda ise, bir failin davranışı, failin denetimini ortadan kaldıran bir faktörün mevcudiyetinden dolayı mazur görülür. Bu faktörler üzerine düşünüm kadercilik veya fatalizm adını verdiğimiz, bir kimsenin geleceğinin veya geleceğinin belli veçhelerinin söz gelimi tanrılar, yıldızlar veya hakikat ve zamanla ilgili belli birtakım olgular tarafından, onun ahlâkî ölçüp biçmelerini, tercih ve eylemlerini boşa çıkartacak veya anlamsızlaştıracak şekilde önceden belirlenmiş olduğu görüşüne götürmüştür. Fatalizmin doğru olması, failin geleceğinin belirlenmiş olması durumunda, açıktır ki hiçbir insan veya ahlâkî fail yapmış olduğu herhangi bir şeyden sorumlu tutulamaz. Fatalizm zaman zaman çok önemli bir tarihsel etki yapmış olsa da, birçok filozof, geleceklerimizi, onların hangi ahlâkî ölçüp biçmeleri gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, hangi ahlâkî karar veya eylemleri hayata geçirirsek geçirelim, hiçbir değişiklik söz konusu olmadan gerçekte kendiliğinden açımlanacak şekilde Önceden belirlenmiş olmasını düşünmek için geçerli hiçbir neden veya tatmin edici bir gerekçe olmadığını düşünmüştür.​
Bir ahlâkî sorumluluk teorisi inşa etmiş ilk filozof, Aristoteles (M.Ö. 384-322) gibi görünmektedir. Nitekim, insanın erdemleriyle ilgili tartışma süreci içinde, o Nikonınkhos'a Etik adli eserinde, bir ara soluklanarak ahlâkî sorumluluğu çok kısaca, "bir faile eylemleri ve/veya karakterinin yönelimsel özellikleri temeli üzerine, takdir veya kınamayla karşılık vermek bazen uygun olur" diyerek tanımlar. Çok kısa bir süre sonra sadece belli bir türden failin, yani karar alma kapasitesine sahip kişinin ahlâkî fail olarak nitelenebileceği ve dolayısıyla yalnızca ona ahlâkî sorumluluk yüklenebileceği hususunu açıklığa kavuşturur. Aristoteles için, bir karar ahlâkî ölçüp biçmenin sonucu olduktan başka, failin neyin iyi olduğuna dair kendi telakkisinin dışa vuran belli bir arzu türüdür. Aristoteles'in tartışmasının geri kalan bölümü bir faili bir eylem ya da karakter özelliği nedeniyle takdire veya kınanmaya değer kılan koşulları gözler önüne sermeye ayırılmıştır. Onun bu bağlamda genel önerisi bir failin, ancak ve ancak eylemi ve/veya yöneliminin irâdî olması durumunda takdir veya kınamaya uygun bir aday olduğu şeklindedir. Aristoteles'e göre, bir eylemin veya özelliğin iki ayırt edici irâdî yönü vardır. Bunlardan birincisi denetim koşulu olup, eylem ya da özelliğin kaynağı failde olmalıdır. Yani, söz konusu eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmemek veya ilgili özelliğe sahip olup olmamak, tamamen faile kalmış bir şey olmalıdır; onlar dışsal bir zorlama veya baskının eseri olmamalıdırlar. Aristoteles, ikincileyin bir epistemik koşul öne sürer. Fail ne yapmakta veya neyi gerçekleştirmekte olduğunun mutlak olarak bilincinde olmalıdır.​
Aristoteles'in sorumluluk yorumunda, birbirine rakip başkaca yorumlara yol açmış, olduğu için öğretici olan bir muğlaklık vardır. Aristoteles bir faili takdir etmenin veya kınamanın uygun olduğu koşulları tespit etmeyi amaçlamakla birlikte, onun sorumluluk telakkisinde merkezî bir konum işgal eden "uygunluk" kavramının nasıl anlaşılacağı bütünüyle yeterince açık değildir. Bu bağlamda en azından iki imkân ya da alternatif söz konusudur, a) Takdir ya da kınama, failin, davranışı ve/veya karakter özellikleri verildiğinde, onun böyle bir davranışı hak etmesi anlamında uygundur; b) takdir ya da kınama, böylesi bir tepkinin istenen bir sonuca, yani failin davranışı ve/veya karakterinde gelişme ya da iyileşmeye yol açması anlamında, uygundur, Bu iki imkân ya da ihtimal ahlâkî sorumluluk kavramına ilişkin iki rakip yorum yoluyla ifade edilebilir: 1) Takdir ya da kınamanın adaya karşı, ancak ve ancak o böyle bir tepkiye —onu "hak etme" anlamında— layık olduğu takdirde, uygun bir tepki olacağını bildiren liyakate dayalı görüş. 2) Takdir ya da kınamanın, ancak ve ancak bu türden bir tepki failde ve/veya failin davranışında istenen bir değişikliğe yol açması çok muhtemel olduğu takdirde, uygun olacağını söyleyen somtççn görüş.
Filozoflarla Aristoteles yorumcuları onun bu iki farklı görüşten hangisini benimsemiş olduğu konusunda uyuşmazlığa düşmüşlerdir; fakat esas, filozoflar ahlâkî sorumluluk için yeni bir tehdit olarak anlaşılan bir şey üzerinde yoğunlaştıkça söz konusu iki rakip ahlâkî sorumluluk görüşünü birbirinden ayırmanın önemi daha bir açıklıkla ortaya çıkmıştır. Aristoteles fatalizmin belli bir türü ya da versiyonuna karşı çıkmakla birlikte, fatalizmin söz konusu türü ve onunla ilintili olası nedensel determinizm tehlikesi arasındaki farklılığı görememiş olabilir. Nedensel determinizm olup biten veya varolan her şeye, bir şeyin olduğundan başka türlü olabilmesini imkânsızlaştıracak şekilde, yeterli öncel koşullar tarafından neden olunduğunu savunur. Nedensel determinizmin bir türü olan bilimsel determinizm, uygun öncel koşulları evrenin daha önceki durumları ve doğa yasalarının bir birleşimiyle özdeşleştirir. Determinizmin bir başka türü olarak teolojik determinizm ise, bu koşulları Tanrı'nın doğası ve irâdesiyle birleştirir. Teolojik determinizmin, gerek Yunan dininde gerekse antik Mezopotamya dinlerinde çoktanrıcılıktan kadirî mutlak bir Tanrı'ya veya başka her şeyi yöneten bir Tanrı'ya beslenen inanca doğru gerçekleşen bir dönüşümün eseri olduğu söylenebilir.​
Bilimsel determinizm ise (M. Ö. beşinci yüzyılın) Presokratik atomcularına kadar geri götürülebilmekle birlikte, onunla eski fatalistik görüş arasındaki farklılık Stoacı felsefenin gelişimine kadar farkedilmişe pek benzememektedir. Her ne kadar fatalizm de, tıpkı nedensel determinizm gibi, failin denetimini tehlikeye sokmak suretiyle ahlâkî sorumluluğu tehdit ediyor gibi görünse de, ikisi birbirinden ahlâkî ölçüp biçmenin, seçim ve eylemin anlamı ve önemi konusunda farklılaşır. Fatalizm doğruysa, insanın ahlâkî düşünmesi, ölçüp biçmesi, seçim ve eylemi bütünüyle anlamsızlaşıp değersizleşir, çünkü kişinin kaderine yazılmış olan şey, kişi onu seçmiş olsun ya da olmasın, zorunlulukla başa gelecektir. Oysa nedensel determinizme göre, kişinin ahlâkî ölçüp biçmeleri, seçim ve eylemleri çoğunluk bir şeyleri ortaya çıkaran nedensel zincirdeki zorunlu halkalar olur. Başka bir deyişle, ölçüp biçmelerimiz, seçim ve eylemlerimizin kendileri başka her şey gibi belirlenmiş olsalar da, nedensel determinizme göre, başkaca şeyler her şeye rağmen belli bir tarzda ölçüp biçmemize, seçimde bulunmamıza ve eyliyor olmamıza bağlı olabilir.​
Stoacılardan beri, nedensel determinizm tezi ahlâkî sorumlulukla ilgili teorileştirmenin merkezinde yer almaya başlamıştır. Ortaçağ döneminde ise, özellikle Agustinus ve Aquinah Thomas'ın eserlerinde özgürlük ve sorumlulukla ilgili düşünümü besleyen şey, teolojik determinizmin çeşitli versiyonlarıyla ilgili, başta (a) Tanrı'nın mutlak hakimiyetinin O'nun kötülüklerden de sorumlu olmasını gerektirip gerektirmediği ve (b) Tanrı'nın her şeyi kuşatan mutlak bilgisinin veya olup biteceklere dair önbilgisinin, O'nun yapacağımızı öngördüğünden başka bir şeyi yapmamız pek mümkün görünmediği için, bizim özgür olmamamızı ve ahlaken sorumlu tutulmamamızı gerektirip gerektirmediği soruları olmak üzere, birtakım sorular olmuştu, Modern dönemde, bilimsel determinizme karşı yeni baştan filizlenen bir ilgi —evrenle ilgili giderek biraz daha karmaşıklaşan mekanistik modellerin Newton fiziğinin başarısında doruk noktasına ulaşan gelişimine izafe edilebilir bir değişim olarak—ortaya çıktı. İnsan eylemi de dahil olmak üzere, evrenin bütün yönlerine, fizikî nedenler aracılığıyla, kuşatıcı bir açıklama getirme imkânı şimdi çok daha ihtimal dahilindeydi. Birçokları, insan eylemine böylesi bir açıklamanın getirilmesi durumunda, kişilerin özgür olamayacaklarını ve ahlâken sorumlu tutulamayacaklarını düşündü. Diğerleri ise, bilimsel determinizmin doğru olması durumunda bile, bunun özgürlük ve ahlâkî sorumluluk için bir tehdit oluşturmayacağını savundu. Nedensel determinizmin ahlâkî sorumlulukla ilgili içerimlerini akıldan çıkarmamak koşuluyla, düşünürler şu iki kategoriden biri ya da diğerine girecek şekilde pekala sınıflanabilirler: (1) Nedensel determinizm ve ahlâkî sorumluluk konusunda bağdaşmazdılar, yani nedensel determinizm geçerli olduğu takdirde, kişinin ahlâken sorumlu tutulabileceği hiçbir şey olmayacağını savunanlar ve (2) bağdaşabilirdiler, yani bir kişinin gerek kendisi ve gerekse eylemi belirlenmiş olsa bile, bazı şeylerden ahlâkî sorumlu tutulabileceğini savunanlar. Antik Yunan'da bu konumlar sırasıyla Epikuros'un ve Stoalılarm görüşleri tarafından ömeklenmekteydi.​
Ahlâkî sorumluluk üzerine düşünümün tarihine kısa bir bakış kişinin ahlâkî sorumluluk kavramını nasıl yorumladığının onun ahlâkî sorumlulukla ilgili bütünsel yorumunu büyük bir güçle etkilediğini açıklıkla ortaya koyar. Söz gelimi, liyakate dayalı ahlâkî sorumluluk telakkisini kabul edenler genellikle bağdaşmazcı olma eğilimi sergilerler. Yani, filozoflardan birçoğu bir failin bir şey için takdir veya kınamaya gerçekten layık olmuş olması durumunda, söz konusu şey üzerinde onun nedensel olarak belirlenmiş olmasıyla bağdaşmayacak şekilde özel bir denetim biçimini hayata geçirmeye ihtiyaç duyacağını düşünüyorlardı. Epikuros'a ek olarak, burada ilk dönem görüşleri itibariyle Aziz Augustinus'u, Thomas Reid'i (1710-1796) ve Immanuel Kant'ı (1724-1804) tarihsel örnekler diye verebiliriz. Sonuççu ahlâkî sorumluluk telakkisini benimseyenler ise, takdir etme ve kınama, bütünüyle belirlenmiş bir dünyada bile, bir başkasının davranışını etkilemenin verimli bir yolu olabildiğinden, determinizmin ahlâkî sorumluluk için bir tehdit oluşturmadığını savunurlar. Stoalılarm yani sıra, Thomas Hobbes (1588-1679), David Hume (1711-1776) ve John Stuart Mill (18061873) bu görüşün temsilcisi olan filozoflar arasında sayılabilir. Bu sonuççu ahlâkî sorumluluk telakkisini nedensel sorumluluk ve ahlâkî sorumluluk ilişkisi bağlamında bağdaşabilircilikle, buna karşın liyakate dayalı sorumluluk anlayışını ayni ilişki bağlamında bağdaşmazcılıkla irtibatlandırma genel eğiliminin yirminci yüzyılın ilk yarısı boyunca da devam ettiği söylenebilir.​
B. Berofsky, Free will and Determinism, New York, Harper and Row Pub., 1966.​
H. Fingarette, On Responsibility, New York, 1967.​
J, M. Fischer (edj, Moral Responsibility, Ithaca, Cornell Un. Press, 1986.​
A. Frankfurt, "Alternate Possibilities and Moral Responsibility", The foümal of Philosoplnj, 66 (1969) pp. 828-39.​
Ayrıca bkz., AHLÂK, ARİSTOTELES, ARETE, BAĞDAŞABİLİRCİLİK, BAĞDAŞMAZCILIK, DETERMİNİZM, ETİK, ETİĞİN TARİHİ, HOBBES, HUME, FATALİZM, KANT, MILL, PLATON, REID​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst