1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Ahlâk Teolojisi genel olarak, dini inanç ya da kanaatlere dayandırılan teolojik ahlâk veya dini etikten farklı olarak, ahlâkî bilinç üzerine inşa edilen inancı ve özel olarak da Kant'ın din felsefesi veya teoloji anlayışını tanımlar. Söz konusu ahlâkî teoloji anlayışında, Kant, bir yandan ödev etiğinin temeline ölümsüzlük ya da ahiret hayatına ve Tanrı'ya beslenen inancı yerleştirirken, diğer yandan da Tanrı'nın varoluşunu kanıtlamada, ahlâk delilini kullanır. Bunlardan birincisinde, Kant ölümsüzlük ve Tanrı'nın, bilimin konusu olmasalar bile, onları düşünmek, ruhun ölümsüzlüğüne ve Tanrı'nın varoluşuna inanmak için başka nedenler olduğunu söyler. Ve bu nedenler de elbette ahlâklılıkla veya aklın zorunlu pratik kullanımıyla ilgili pratik nedenlerdir. Fakat ikincisi söz konusu olduğunda, dini özü itibariyle yürek saflığıyla ilgili bir mesele olarak gören, ve dolayısıyla spekülatif teolojiden tamamen vazgeçen Kant, bir ahlâk dini ortaya koyar.​
Buna göre, Kant Tanrı'nın varlığına giden yolun salt düşünceden veya bilgiden değil, ahlâktan geçmesi gerektiğini iddia eder ve dolayısıyla ontolojik, kozmolojik ve teleolojik delilleri ciddi bir şekilde eleştirir. Bu eleştirilerdeki en önemli nokta, tüm bu delillerin nesnel geçerlilik iddiasında bulunmaları ve Tanrı'nın varlığını bir bilgi konusu olarak ele almalarıdır. Oysa, Tanrı'nın varlığı, Kant'a göre, bir bilgi meselesi değil, bir iman meselesi olmak durumundadır. Bu noktanın daha iyi anlaşılabilmesi için Kant'a göre nelerin sanı, iman ve bilgiye konu olabildiğini kabaca bilmek gerekir. Ona göre, eğer bir yargı öznel ve nesnel açıdan yetersizse sanı; öznel olarak yeterli ancak nesnel olarak yetersizse iman ve hem öznel hem de nesnel yeterliliğe sahipse bilginin konusu olabilir.​
Onun bu ahlâk teolojisi teorik bir bilgi olmayıp, tam tersine bir pratik akil inancıdır; her ne kadar öznel bir kesinlik ihtiva etse de, nesnel bir bilgi içermez. Yine, yalnızca içsel zorunluluk, ona göre, bir Tanrı'nın varoluşunu kabul etmeye zorlar. Ahlâkî bir eylemin gerçekliği onun İlâhî bir emir olmasından kaynaklanmaz, tam tersine ahlâk yasası bu eylemi İlâhî bir emir gibi görmemizi gerektirir. Onun dinden anladığı da budun Doğanın en üst nedeni olarak "yüksek bir akla inanç", Kant'ta yalnızca "yüksek bir varlık idesi"ne yönelik olarak motive edilen bir inanç olmak durumundadır. Bu tür bir inancın biricik nedeni de, insanın aklının pratik kullanımının kaçınılmaz olarak yüksek bir varlığın kabulünü gerekli kılmasıdır. Onun gözünde, yalnızca ahlâk yasası dolayımsız, mutlak bir gerekliliğe sahiptir, oysa Tanrı; kavramı ancak aracı bir işleve sahiptir. Dolayısıyla, ahlâk teolojisi bu şekilde tanımlandığında ancak, inancın yegâne güvenilir şekli olur.​
Dini bir tavır almanın, ahlâkî ödevleri ilâhî buyruklar olarak görmek anlamına geldiğini söyleyen Kant'a göre, bu, ahlâkî yükümlülüğün eğilip bükülmez doğası ve koşulsuz karakterinde ısrarlı olmayı, dinin bizatihi kendisi üzerinde durmak yerine, ahlâklılığı temsil etmenin bir yolunu ifade eder. Ahlâkî pratiğin veya failin ahlâkî durumla ilgili deneyiminin gündeme getirdiği iki temel inanç, Tanrı'nın varoluşuna ve ahiret hayatına iman, Kant'a göre, doğru ahlâkî davranışta ve ahlâkî hataları giderme kararlılığında somutlaşır. Dinde gerçekten doğru olanın ahlâkî akıldan türetilebilir olduğuna inanan Kant’ın saf ahlâklılık dini, hiçbir dogmaya, en küçük bir seremoniye ihtiyaç duymaz; sadece Tanrı'nın varoluşuna ve ruhun ölümsüzlüğüne iman etmeyi gerektirir.​
Buna göre, geleneksel ya da dogmatik metafiziğe ilişkin eleştirisinde, klâsik Tanrı delillerinin çelişikliğini, onların ihtiva ettikleri-mantıksal hatâları gözler önüne seren, Tanrı'nın spekülatif akil yoluyla bilinemeyeceğini savunan Kant, onun varoluşu söz konusu olduğunda, pratik bir kanıta başvurur; başka bir deyişle, Tanrı'nın varoluşunun teorik düşünen akil yoluyla kanıtlanamayacağını gösterdikten sonra, bunun Tanrı'nın varoluşuyla ilgili bir delil ortaya koymanın imkânsız olduğu anlamına gelmediğini ve nasıl ki bir sınır kavramı, bir regülatif ide olarak benliğin, gerçek bir bene, bir şey-olmayan değer biçici, yasa koyucu ve özgür bir benliğe açık kapı bırakması gibi, bir sınır olarak Tanrı idesinin de başka bir anlamda gerçek bir Tanrı'ya açık kapı bıraktığını savunarak, kendi Tanrı kanıtını ahlâkî mülâhazalara dayandırır.​
Kant'ın Tanrı'ya götüren söz konusu mülâhazalarının temel kavramı, onun ikinci Kritiğinin, yani Pratik Akim Elcştirisi'rân en temel tartışma konularının başında gelen summum bonum (en yüksek iyi) kavramıdır. O ahlâk yasasının hayata geçirmek için çaba göstermemizi talep etliğini söylediği en yüksek iyiyi "mutlulukla, daha doğrusu mutluluğa lâyık olma ile, ahlâklılığın birleşmesi" şeklinde tanımlar. Buna göre, en yüksek iyi ahlâklılık, erdem veya mutluluğa lâyık olma ile mutluluk gibi iki unsurdan meydana gelmektedir. Bunlardan erdem veya ahlâklılığın ilk, temel ve belirleyici unsur olduğu apaçık bir şeydir; erdemin iyiliği tartışılmayacağı için, onun kendi başına iyi olduğu da apaçıktır. Fakat bu, onun tam ve yetkin iyi olduğu anlamına gelmez. Tam ve yetkin ya da en yüksek iyi olabilmek için, onun, Kant'a göre, kendi başına iyi olmayan mutlulukla tamamlanması gerekir. Bu, yalnızca mutluluğu amaçlayan kişinin değil, fakat tarafsız bir kimsenin de varabileceği bir sonucu olmak durumundadır. Nitekim, o şöyle der: "Bunun için mutluluk da gereklidir, hem de yalnızca kendi kendini amaç gören kişinin yan tutan gözünde değil, mutluluğu genel olarak dünyada kendi başına bir amaç olarak gören, yan tutmayan bir aklın yargısında bile gereklidir."​
Hâl böyle olduğunda, Kant'ın bakış açısından sorun erdem ya da ahlâklılıkla mutluluk arasındaki ilişki problemi olarak ortaya çıkar. Burada, gerçekte sadece iki alternatif söz konusu olur: Buna göre, ahlâklılıkla mutluluk kavramları arasındaki ilişki ya analitik bir ilişkidir, yani ahlâklılıkla mutluluk özdeştir ya da ikisi arasındaki ilişki sentetik bir ilişki olup, erdem ya da ahlâklılık mutluluğun bir nedenidir. Kant'a göre, ahlâklılıkla mutluluk arasındaki ilişki, bunlar en yüksek iyi tanımının ayrı unsurları olduklarından, analitik bir ilişki olamaz. Fakat erdemle mutluluk arasındaki ilişkinin sentetik bir ilişki olduğu düşünülürse, ortaya bu kez başka bir güçlük çıkar. Bu durumda ya mutluluk isteği erdem ilkesi veya ahlâklılığın harekete geçirici gücü, en temel motifi olacak veya ahlâklılık mutluluk için bir yeter neden olacaktır. Söz konusu alternatiflerden birincisi, sırf mutluluk gözetilerek yapılan bir eylem asla ahlâkî bir eylem olamayacağı için, mümkün değildir. Kant'a göre, ikinci alternatif de, dünyada mutlulukla erdem arasında zorunlu bir ilişki kurulamadığı için, mümkün olamaz.​
Oysa, ahlâk yasası bizden ahlâklılıkla mutluluk arasındaki böyle bir ilişkiyi ihtiva eden en yüksek iyinin gerçekleştirilmesi için çalışmamızı talep etmektedir. Bu durumda en yüksek iyiyi gerçekleştirmenin imkânsızlığı zorunlulukla ahlâk yasasının da geçersiz olduğu sonucunu doğurur. Başka bir deyişle, en yüksek iyinin pratik ahlâk kurallarına uygun olarak gerçekleşme ümidi bulunmuyorsa eğer, böyle bir amaç için çaba sarf edilmesini talep eden ahlâk yasasının da tamamen hayâl mahsulü olması, boş ve hayalî amaçlara yönelmiş bulunması ve özü itibariyle geçersiz olması gerekir.​
İşte, burada karşımıza çıkan antinomi Kant'a göre, yalnızca Tanrı'nın varoluşuna beslenecek iman yoluyla çözülür; yani, ahlâklılıkla mutluluk arasında varolduğu düşünülen zorunlu ilişki sadece dünyayı ahlâk yasalarına göre yöneten, dünyadaki her tür mutluluğun nedeni olan bir mutlak aklın varoluşu kabul edildiği zaman kurulabilir. Başka bir deyişle, insanın içinde bulunduğu doğal ya da duyusal dünya, "amaçların sistematik birliğini", "ahlâklılık ve mutluluğun birlikteliğini" sunacak durumda değildir. Böylesi bir birlik ancak akledilir veya düşünülür dünyada mümkündür; zira, ancak orada insan ahlâk yasasına uymak suretiyle layık olduğu (umudun amacı olarak) mutluluktan kendine düşen payı alabilir: "Öyleyse, dünyada en yüksek iyi, ancak, doğanın ahlâksal niyete uygun bir nedenselliği olan en üst bir nedeni kabul edilirse olanaklıdır. Şimdi yasaların tasarımına göre eylemlerde bulunabilen bir varlık, akil sahibi bir ı>arlıktır ve böyle bir varlığın yasaların bu tasarımına göre nedenselliği, bu varlığın bir /stepnesidir. Öyleyse, en yüksek iyi için varsayılması gereken, doğanın en üst nedeni, anlama yetisi ve isteme aracılığıyla doğanın nedeni (bunun sonucu olarak da başlatıcısı) olan bir varlık, yani Tanrı’dır. Sonuç olarak, en yüksek türetilmiş iyinin (en iyi dünyanın) olanağının koyutu, aynı zamanda en yüksek aslî bir iyinin gerçekliğinin, yani Tanrı'nın varlığının koyutudur. En yüksek iyiyi geliştirme, bizim için ödevdi; dolayısıyla bu en yüksek iyinin olanaklılığını varsaymak, yalnızca bir hak değil, aynı zamanda ödeve bir gereksinme olarak bağlı olan zorunluluktur. En yüksek iyi de ancak Tanrı'nın varoluşu koşuluyla olabildiğinden, bunun varsayılması ödevle ayrılmaz bir biçimde bağlıdır, yani Tanrı'nın varlığını kabul etmek, ahlâksal bakımdan zorunludur."​
Kant'ın, Tanrı'nın varlığı hakkında bize nesnel geçerliliği olan bir kanıtlama vermeyen bu ispatı, bir bütün olarak ele alındığında, şöyle özetlenebilir: (1) İnsan mutlu olmaya layık bir varlıktır. Hatta mutluluk dünyada insan varlığının koşuludur. (2) Ancak insanın irâdesi doğanın nedeni olmadığından dolayı, kendi irâdesinin ilkeleri ile doğa arasında bir uzlaşma sağlayamaz. (3) O halde, hem ahlâk yasasında hem de doğada, ahlâklılıkla mutluluk arasında zorunlu bir bağ kurmaya yarayan bir temel yoktur.​
(4) Buna rağmen en yüksek iyi kavramında böyle bir bağın kurulması zorunluluğu, bu iyinin ortaya çıkması için çaba harcamamızı isteyen emirde postüla olarak vardır. (5) O halde, en yüksek iyinin gerçekleşmesi mümkün olmaktadır. (6) Bu durumda bu gerçekleşme için yeterli olabilen bir nedenin de postüla olarak konması gerekir. (7) Böyle bir nedenin, bilgi ve irâdeye dayanarak faaliyet gösteren bir varlığın olması gerekir. İşte bu varlık da, Tanrı'dır,​
Bu şekilde ifade edilen ahlâk delilinde en dikkat çekici husus, Tanrı'nın varlığının, ahlâk yasasının evrenselliği için değil, en yüksek iyinin gerçekleşebilmesi için bir postüla olarak konulmasıdır. En yüksek iyinin gerçekleşmesinin mümkün olması, bunu salt bir ödev olarak bize yüklememekte, sadece imkân ölçüsünde onun gerçekleştirilmesine çaba sarfedilmesini öngörmektedir. Zaten Kant da en yüksek iyinin bu dünyada gerçekleştirilemeyeceğinin farkındadır.​
Kant'ın mantıksal bir formüle soktuğu ahlâk delilinin bize söylediği bir diğer şey de şudur: İnsan, Tanrı'nın varlığını kabul etmeden de ahlâkî ödevin ne olduğunu bilir. Ancak bu ödevi kararlılık içinde yerine getirebilmesi, ahlâkî ümitsizliğe düşmemesi, her türlü fedakârlığı ve tehlikeyi göze alarak ahlâk yolunda yürüyebilmesi için, en yüksek iyinin gerçekleşebileceğine, bunun için de Tanrı'nın varlığına ve ruhun ölümsüzlüğüne ahlâken inanması gerekir. Ahlâk delili, Tanrı'nın varlığının bir bilgi konusu değil, bir iman konusu olduğunun altını çizer. Dolayısıyla o, nesnel geçerliliğe sahip bir delil değildir. O, şüpheciye bir Tanrı'nın var olduğunu kanıtlamayı amaçlamaz. Sadece şunu ortaya koyar: Ahlâklılığa uygun düşen bir biçimde düşünmek icap ederse, pratik aklın "maksim'Teri ışığında Tanrı'nın varlığını iddia eden hükmü kabul etmek zorunlu olur.​
Ayrıca Kant'a göre, inanç konusunda bilginin inkâr edilmesi olumsuz bir durum değildir. Eğer Tanrı, inancın değil de bilginin konusu olsaydı insanın özgürlüğünden ve ahlâkın bağımsızlığından söz etmek mümkün olmazdı. Kaldı ki, inancı bilgiden ayırmak, onu irrasyonel bir alana itmek de değildir. Ahlâk delilinin, inançta temel olarak alınması, onun fizik veya metafizik bir olgudan hareket etmediğini göstermekle beraber, hareket noktası olarak seçtiği ahlâkî verilerin gerçek olduğunu ortaya koyar. Buna ek olarak, ahlâkî fikirler, açıktır ki insanın rasyonelliğinin en açık belirtileridir, çünkü burada akil, davranışımızı düzenleyen güç olarak faliyet göstermektedir.​
Yine, ahlâk delili bir yönüyle empirik cilan insanın ahlâk deneyiminden hareket etmesine rağmen, bizi daha az antropomorfik olan bir Tanrı telakkisine götürür ve bu sayede Tanrı'ya ahlâkî sıfatlar atfetmemiz mümkün olur. Dolayısıyla, Tanrı mutlak irâde ve kudret sahibi bir varlık olarak karşımıza çıkar.​
Kant'ın ortaya koyduğu ahlâk delili, kendisinden sonra hem çeşitli eleştiriler almış, hem de oldukça fazla taraftar bulmuş, dolayısıyla diğer Tanrı delillerinden daha fazla dikkati çekmiştir, özellikle ahlâk konularına gösterdikleri ilgiyle tanınan İngiliz felsefe çevrelerinde yoğun bir şeklide tartışılmış ve uzun süre gündemdeki canlılığını devam ettirmiştir. Ancak özellikle yirminci yüzyılın sonlarına doğru ahlâk deliline olan ilgi ve güven oldukça azalmış gözükmektedir. Bunun nedenlerinden herhalde en önemlisi, Tanrı'nın varlığıyla ilgili kuşkulardan ziyade, ahlâkın nesnelliği hakkında ileri sürülen yeni görüşlerdir.​
M. S. Aydın, Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1991.​
L. Çilingir, Umut Felsefesi, Elis yayınları, Ankara, 2003.​
Kant, Immanuel Kant's Critique of Pure Keflsortftranslated by N. K. Smith), London, 1933.​
I. Kant, Pratik Akim Eleştirisi(çev. I. Kuçuradi Ü. Gökberk F. Akatlı), Felsefe Kuntunu Yayınları, Ankara, 1980​
I. Kant, Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. I. Kuçuradi), Ankara, 1982.​
I. Kant, Seçilmiş Yazılar (çev. N. Bozkurt), İstanbul, 1984​
N. Kemp Smith, A Commentary on Kant's Critique of Pure Reason, London, 1930.​
S. Korner, Kant, Baltimore, 1966.​
Ayrıca bkz., AGNOSTİSİZM, AHLÂK, AHLAK VE DİN, AHLÂK YASASI, DİN, DİN FELSEFESİ, ETİK, KANT, KOZMOLOJİK DELİL, ÖDEV ETİĞİ, TELEOLOJİK DELİL, TEOLOJİ.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst