1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Ahlâk Duyusu Öğretisi on sekizinci yüzyıl İngiliz moral düşüncesinde ahlâklılığın anlamı, ahlâkî değer ve ilkelerin bilgisiyle ilgili bir ahlâkî görüş olarak Shaftesbury ve Francis Hutcheson gibi düşünürler tarafından öne sürülmüştür. Öğreti, ünlü İngiliz düşünürü Thomas Hobbes'un çizgisini sürdürüp, onun bencillik etiğinin veya egoizminin önemli ölçüde yumuşatılmış şekline tekabül eder. Daha doğru bir deyişle, kişisel çıkar ile ahlâklılık arasındaki bağıntıyı, bireyi kişisel çıkarı için ahlâklı olmaya zorlayan doğal ya da sivil ceza tehdidinde bulan Hobbes'tan sonra, on sekizinci yüzyıl İngiliz filozofları, bu bağlantının, ahlâksız bireyin muhtemel menfaatinin ceza ihtimalinden kat ve kat daha fazla olduğu zaman, veya ahlâk salt insan psikolojisine dayandırılırsa, insanın sanıldığı kadar bencil olmadığı ortaya çıktığında geçersiz hâle geldiğini görmüşler ve kişinin öz çıkarına dönük ilgiyi toplumsal bir ilgiyle tamamlamaya çalışmışlardır. Buna göre, insan varlığında salt ahlâkî olgularla ilgili olan ayrı bir yeti, altıncı bir duyu bulunduğunu öne süren ahlâk duyusu öğretisi, aristokratlara yakışır ideolojik bir terbiyeye davet ettiği Hobbes'un ahlâkî iyiliğe eşitlediği özel ya da bireysel mutluluğu genelin mutluluğuyla tamamlamaya çalışmış ve ahlâk duyusunu daha ziyade, iki amacın, yani özel mutlulukla genel mutluluğun çatışması hâlinde, nasıl karar vermek gerektiğini bildirecek bir yeti olarak değerlendirmiştir.​
Ahlâk duyusu öğretisi, modem dünyevileşme stratejisine uygun olarak, etiğin kendi ayakları üzerine basması veya oturması sürecinde azımsanmayacak bir katkı yapmış bir teoridir. Başka bir deyişle, öğreti modem etik teorinin Hobbes'tan sonra dünyevîleşmesinde ve daha da önemlisi sosyalleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Jeremy Bentham ve John Stuart Mill'in adıyla birleşen on dokuzuncu yüzyıl yararcılığına ya da liberal etik görüşüne geçişte vazgeçilmez bir konum işgal eden öğreti, her şeyden önce Hobbes'un Özü itibariyle ya da bütünüyle bencil olan in-​
san konsepsiyonuna şiddetle karşı çıkarken, bunun yerine insanın toplumsal doğasını büyük bir güçle vurgulamış ve sosyal bir etik yorumunun savunuculuğunu yapmıştır. Buna göre, insanda kendini gözeten bireysel ya da bencil bir ilginin bulunduğu görüşünü ya da tezini hiçbir şekilde yadsımayan öğreti, ahlâkî öznede bireysel ilgilerle toplumsal ilginin, doğuştan getirilen bir kendini sevme ilgisiyle türdeşlerinin iyiliğini isteme ilgisinin, aşk ve merhametle, bencillik ve diğerkâmlığın tam bir uyum içinde varolduğunu öne sürer.​
Bireysel mutlulukla toplumun iyiliğini uzlaştırma çabası içinde olan ahlâk duyusu öğretisinin İngiliz savunucuları, bütün otoriter ahlâk yasası anlayışlarına şiddetle karşı çıkmış ve etik otoritaryanizme karşı da, insanda, ona ahlâkî değerleri ve ahlâkî ayırımları Tanrı’nın irâdesinden ve devletin yasasından bağımsız olarak algılama imkânı veren bir ahlâk duyusu olduğunu öne sürmüşlerdir. Öyle ki, bu ahlâk duyusu ya da ahlâkî duyarlık, gerçek tatmini genelin iyiliğine yönelik eylemlerde bulur, bizi bencilce haz arayışı içinde olmaktan kurtarıp başkalarına karşı olan ödevlerimizi yapmaya sevk eder.​
Shaftesbury'de Ahlâk Duyusu
Söz gelimi, ahlâklı insanda kendine dönük ilgiyle hayırseverliğin denge ve uyum içinde olduğunu söyleyen, erdemi insanın çok çeşitli duygulanımlarının hem kendi kendisiyle ve hem de toplumla ilişki içinde, uyumlu ve dengeli olması hâli diye tanımlayan, ahlâklı insanın, kendi özel çıkarı, iyiliği ya da mutluluğuna, erdemli olduğu ölçüde katkı yaptığını ve dolayısıyla, erdem ve çıkarın onda birlikte varolduğunu öne süren Shaftesbury (1671-1719)'de bifeyin iyiliğiyle toplumun iyiliği arasındaki ahenk ve dengeyi sağlayan şey, onun insanda doğuştan olduğuna inandığı ahlâk duyusudur. Etiğinin temelinde iyi bir insan doğası tasarımıyla bu tabiatı iyi kılan yeti olarak ahlâk duyusunun bulunduğu Shaftesbury'ye göre, her insan kendisine ahlâkî değerleri algılama, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırma imkânı veren bir "moral duyu"ya sahiptir. Bütün insanlarda varolan bu yeti sayesinde, o ahlâkî değerlerden başka, ahenk ve ahenksizliği, oran ve orantısızhğı algılar. Nitekim onda ahlâk duyusu, İnsanî yetilerin çok işlevliliğinden dolayı, sadece ahlâklılığı değil, fakat insanın entelektüel, toplumsal, politik ve estetik faaliyetlerini de yönlendiren bir melekedir. Bununla birlikte, ahlâk duyusu sadece bir yeti olmakla kalmaz; o aynı zamanda, hem entelektüel hem de toplumsal ve pratik bir duygudaşlık erdemidir. Ona göre, "ahlâk duyusu adaletsizlik ya da haksızlık karşısında duyulan gerçek bir antipati veya nefretten ve kendisi adına ve doğal güzelliği ve değerinden ötürü eşitliğe ve hakka yönelik gerçek bir duygulanım veya sevgiden meydana gelir."​
Hutcheson'da Ahlâk Duyusu
Etiğini, hocası Shaftesbury'dan miras almış olduğu ahlâk duyusu kavramı üzerine inşa eden, ortalama insanın bir ahlâk eğitimi almadan erdem ve erdemsizlik arasında bir ayırım yapabilmeye yetili olduğunu öne sürüp "on sekizinci yüzyıl İngiltere'sinin mülkiyetçi bireylerinin kendi aralarında ahlâkî ve sosyal ilişkiler tesis edip geliştirebilecekleri ve çatışmaya düşerlerse, bunu uygun bir şekilde çözebilecekleri İnsanî bir yeti arayan" Hutcheson (1694-1746)'un da temel amacı, insan varlığındaki, bütün birbirleriyle bağdaşmaz eğilimlerin, istek ve arzuların içerisinde bağdaştırılabileceği kendine özgü bir şey bulmak olmuştur. Onda ahlâk duyusu her şeyden önce, ahlâkı ve ahlâkî bilgiyi temellendirmeye yarar. Nitekim, İngiliz empirisizminin Locke'la başlayan yolundan giden filozof, ahlâkî bilginin insanın belli bir İnsanî yeti yoluyla kazandığı bir bilgi türü olduğunu söylemiştir. Ahlâk duyusu, dolayısıyla ikinci olarak, ahlâk ve ahlâkî bilginin Tann'ya ve tanrısal vahye dayandırılamayacağını gösteren Hutcheson'da ahlâkı bağımsızlaştırmaya ve onun kendi ayakları üzerine oturtmaya yarar. Ve nihayet, Hutcheson insan varlıklarının başka insanların mutluluğunu, türdeşlerinin iyiliğini, sadece kendi iyilik ya da mutlulukları için bir araç olarak değil, fakat kendi içinde bir amaç olarak istediklerini, ahlâk duyusunun dolayımsız objesinin iyilik ya da hayırseverlik olduğunu öne sürdüğü için, ahlâk duyusu Hobbes'un etik egoizmini yumuşatıp, İngiliz bireyci etiğinin son çözümlemede bir sosyal yarar etiğine dönüşmesi sürecine önemli bir katkı yapar.​
Ahlâk duyusunu insanlığın ahlâk yetisi olarak tanımlayan Hutcheson'a göre, bir insanı başka bir insana yardım ederken, o insan için gerçekten faydalı bir şey yaptığını gördüğümüz zaman, onun eyleminin erdemli bir eylem olduğunu söyleriz. Ama yardımsever bir eylem, başka biri için faydalı bir davranış, niçin erdemli bir eylem olarak görülür? Hutcheson, yardım eyleminin iyilik ya da hayırseverlik sergilediği için, erdemli bir davranış olduğunu söylememizin, hayırseverliğin neden erdemin temel ölçütü olduğunu açıklayamadığı için, bizi pek ileri götürmeyeceğini öne sürer. Ona göre, aklın burada en küçük bir yardımı olmaz, zira akil sadece iki insan arasında belli bir ilişkinin varolup olmadığını söyleyebilir. İlişkinin ahlâkî niteliğini algılamak ya da kavramak için, akil dışında, başka bir melekeye, yani ahlâk duyusuna ihtiyaç vardır.​
Onun ahlâk duyusu teorisinin gücü ve değeri, şu hâlde, insan varlığının iyiliksever ya da hayırsever eylemlerin erdemli eylemler olduklarını nasıl bilebildiğini açıklayabilmesinde yatar. Hayırsever eylemler erdemli eylemlerdir, çünkü bizim hoşumuza gider, bizde hoşlanma duygulanımı yaratırlar. Hayırsever eylemlerin insanda, ona sağladığı yarardan mutlak bağımsız olarak, hoşlanma duygusu yarattığını söylemeye özen gösteren Hutcheson'a göre, ahlâk duyusu her şeyden önce doğal bir yetidir. Ahlâk duyusu için, "kendisiyle hem kendimizdeki hem de başkalarındaki erdem ya da erdemsizliği algıladığımız doğal yetilerden biridir" diyen Hutcheson'da ahlâk duyusu, ikinci olarak eğitimden, gelenek ve görenekle, misal ya da örneklerden bağımsız bir biçimde işler. Ona göre, bu faktörler ahlâk duyusunu güçlendirebilir, ama onu varsaydığı ya da öngördüğü için, yoktan var edemez. O doğuştan getirilen bir melekedir.​
Ahlâk duyusu, yine tıpkı beş duyu gibi işler. Duyudan genel olarak anlama yetisinin irâdeden bağımsız bir biçimde ideler alma, haz ve acı algılarına sahip olma yeterliliğini anlayan Hutcheson'a göre, görme duyusu bakılan nesnenin görsel izlenimini irâdeden ve akılyürütmeden bağımsız olarak zorunluluk ve kesinlikle alır. Bu durum ahlâk duyusu için de aynen geçerlidir; hayırseverlik gibi erdemli bir davranışın bizde ahlâk duyusu aracılığıyla bir hoşlanma duygulanımı, yalan söyleme veya hırsızlık türünden erdemsiz eylemlerin de bizde bir hoşlanmama duygusu uyandırmaması imkânsızdır.​
Ahlâk duyusu, öte yandan insanda varolan iki temel eğilim, yani ben sevgisi ve diğerkâm hayırseverlik arasındaki muhtemel çatışmalarda, onları uzlaştıran veya hangisinin hâkim olması gerektiğini belirleyen yargıçtır. Başka bir deyişle, hem öz-çıkar duygusu ve hem de yüce gönüllü duygulanımlar veya iyilikseverlik duygusu tarafından güdülenen varlıklar olarak bizler, ben sevgisiyle özgeci hayırseverlikten hangisinin kendimize hâkim olmasının bizim için daha iyi olduğu sorusuna cevap veremeyiz. İşte Hutcheson'a göre, ahlâk duyusu bu soruyu cevaplar ve bizi eyleme sevk eden duygulanımları düzenler. İnsan işte bu düzenleme üzerinde düşünmek suretiyle, mutluluğu için olabildiğince iyi tasarlanmış bir yaşam tarzını izler.​
Bununla birlikte, ahlâk duyusunun yarattığı en önemli güçlük, Hutcheson'un onu Tanrı'ya bağlama ve bütün nesnelleştirme çabalarına rağmen, bu yetinin ahlâkı ve ahlâklılığı bütünüyle öznellleştirmesidir. Çünkü ahlâk duyusunun herhangi bir eylem hakkında bizde uyandırdığı hoşlanma ve hoşlanmama duygulanımı, algılanan eylemin bizatihi kendisine ait bir nitelik değildir. Eylemin doğruluğu veya yanlışlığı, iyiliği veya kötülüğü, erdemli veya erdemsiz oluşu, güzelliği veya çirkinliği, hoşluğu veya nahoşluğu, ahlâklı veya ahlâksız oluşu, eylemin kendisine ait bir niteliğe değil, fakat eylem hakkında bizde uyanan öznel duygulanım türüne bağlıdır. Örneğin hırsızlığın kötü ve erdemsiz olduğu, bizzat hırsızlık eylemine özsel olarak ait bir nitelik hakkında verilen bir yargı değil, fakat o eylemin seyrinde ahlâk duyumuzun iç işleyişinden doğan hoşlanmama duygusuna ait bir zihin durumu hakkında verilen bir yargıdır. Başka bir deyişle, ahlâk duyusu, örneğin hırsızlık eylemindeki kötülüğü veya erdemsizliği, o eylemin kendisine ait bir nitelik olarak değil, fakat söz konusu eyleme bizim duygusal donanımımız tarafından izafe edilmiş bir nitelik olarak algılar. Hâl böyle olunca da, ahlâk bütünüyle öznelleşir, ahlâkî eylem ve yargılama da, insandan bağımsız olarak varolan nesnel standartlar yerine öznel duygu kriterlerine terk edilir. Bundan böyle erdem sadece bir beğeni işi olmak durumundadır. Dahası, akil da duygu ve tutkuların kölesi olup, sadece amaca uygun düşen araçları sağlama işiyle görevlendirilmiştir.​
N. Arat, 18. yüzyıl İngiliz Felsefesinde Ethik ve Estetik Değerler Arasındaki ilgi Sorunu, İstanbul, 1979.​
F. Hutcheson, "Concerning the Moral Sense", The Portable Enlightenment Reader(edited and with an introduction by Isaac Kramnick), New York, 1995, pp. 275-81.​
H. Hünler, Estetiğin Kısa Tarihi, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1998​
H. Sigdwick, Outlines of the History of Ethics, Boston, 1960.​
Ayrıca bkz. AHLÂK, AHLÂK VE ETİK, DENEYİMCİLİK, EPİSTEMOLOJİ, ETİĞİN PROBLEMLERİ, HOBBES, HUME, HUTCHESON.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst