Yaşam Bir Kurmacadır Tıpkı İnsan gibi

Yaşam Bir Kurmacadır Tıpkı İnsan gibi

Yalınlığın çağı pek gerilerde kaldı, artık her bir atılacak adımın hem öz bünyede hem de hayatın devamlılığında ne gibi getirilerinin olacağı hesaplanmadan hareket etmek zorlaştı. Her şeyi kolaylaştırdığını iddia eden güzide çağımızın güzide insanı, girdileri takvim verileri ve çıktıları kariyer basamakları olan birer matematik formülü formunda ve bu yeni yaşam formu pek yaşamaya elverişli gibi de gözükmüyor.  Kendi gerçekliğine sırtını dönen ve varoluşunun yerine de Sokratçı mantık ile Millci faydacılığın grift bir ilişkisini koyan bu yeni yaşam formunun atacağı her adım, bir önceki yürüyüşçünün ayak izlerinin üzerinden giden fakat bir şekilde de özgür irade ile atılmış adımlar kabul ediliyor. Toplamında da varılan yer daha önce varılan yerlerden bağımsız bir yer olmuyor.

Daha önce gidilmiş bir yere giden bir gezgin kendisine kaşif deseydi muhtemelen insanlık olarak kendisini pek ciddiye almazdık, yahut sadece dünyada daha önce üretilmiş bir tablonun kopyasını defalarca çizen bir kişi çıkıp bu resmin yaratıcı ressamı olduğunu iddia etse açıktan bir hırsız damgası yerdi  yahut da bir yeni yetme grup enstrumanlarının başına oturup Miles Davis’in Kind of Blue’sini bire bir çalsa ve bu albümün bestecisi olduklarını gözümüze baka baka iddia etseler  ağır bir mizah linçine maruz kalırlardı. Peki ya doğumundan ölümüne kadar daha önce yapılmış bir kariyer planını, daha öncekinin aynısı bir sıralama ile ve aynı finalle yapan modern insan dönüp yüzümüze karşı ve de hiç utanmadan “Bu yaşam benim yaşamım, baştan aşağıya benim yaratımım ve başarım” dediğinde neden eğitiminden, çalışma temposundan veya kariyer basamaklarını tırmanış hızından ötürü binlerce kez tekrarlanmış bu yaşamın sahibi gözümüze bir salak gibi veya bir hırsız gibi gelmiyor ya da onu topluca  mizah linçine maruz bırakmıyoruz da bu basit tekrar gösteriminden bir erdemmiş gibi bahsetmesini pek fazla haklı bulabiliyoruz anlaşılmaz.

Açık söylemek gerekirse artık özgünlük değil aptallık para ediyor. Kişisel hayaller yok yapısal hayaller var, özgür yaşamlar yok hedefler var artık. Bir de modern hayatın bu salak döngüsünde yıllarca barınıp bir anda emekli olunca da yeldeğirmenliğini bırakıp toprağa koşan saçmasapan  bir Don Kişot versiyonu var. Pek keyifli hikayaler bilen ihtiyar, güzel yüzlü insanların sözlerine de pek kıymet verilmiyor, hikayeler para etmiyor çünkü. Çağın laneti bu olsa gerek “Büyük ustalar yok artık, en büyük kötülük bu”. Modern çağın entelektüeli bile bir önceki çağın uzun yaşayıp halen daha nefes alanları. “İletişim yok değil, iletişim çok; yaratıcılık yok direniş yok” diyen bir insan da kalmadı, “Normal insan kurgudur” diyen öteki de yaşamıyor artık. Ama cüzdanlarımız yaşıyor, tıkır tıkır veya diplomalarımız veya sertifikalarımız.

Sheakespare’in Hamlet’i neden çok izlenir düşündünüz mü? Herkesin bildiği bu oyuna gene aynı “herkesin” koşa koşa gitmesindeki sır nedir diye geçti mi içinizden? Hamlet, babasının canını alan ve kendi hakkı olan tahtı da beraberinde alıp yine o tahttan aldığı güç ile annesini de kendi himayesini geçiren amcasına bir oyun boyunca  hiçbirşey yapamıyor diye;  aileleriyle bağları, gelecekleri ellerinden alınan ve onları insan yapan her şeyin başka bir akışın himayesine geçmesine hiçbirşey yapamayan insanların Hamlet’e -yani bire bir kendi basiretsizliklerine- içten içe acıyarak ama bu tepkisizliğine de lanet okuyarak hatta ona hakaret ederek bu oyunu  izlemeleri bu işin ilk sırrı olmalı. Çünkü moder çağın aciz insanları kendi seviyesindeki aciziyeti görünce en acımasız ezen olma gibi bir reflekse ve bencilliğe sahiptirler. Düşman olup lanet okudukları bu karakter finalde Amcasını tüm elinden aldıklarına karşılık yok ettiğinde-ki bu da işin ikinci kısmı olmalı- ise yine bu modern çağın aciz insanları bir anda kendilerini Hamlet ile eşlerler ve onu kendi çalınan tüm gerçekliklerinin de hesabını sormuşçasına keyifle alkışlarlar. Bu hızlı bir bünye üzerindeki duygu ve algı değişimi de başlarını döndürürken oyunun çıkışında kendilerini asla aciz davranan Hamlet’e benzetmezler; her biri kendi hayal dünyalarında finaldeki iş bitirici atılgan Hamlet’tir. 1500’lü yılların en sonunda yazılan bu oyundan günümüze  kalan gerçeklikse insanın ileri gidişinin dört yüz yıldır sadece nicel olduğudur ve modern dönemin Skeakespare’lerinin sözlerinin artık bir kıymeti kalmadığıdır da.

Modern insanın ileri gidiş seviyesi nden kastı uzuvlarını daha az yorduğu bir yaşamın iyileştirmiş eşyalarıdır. Ama şu da bir gerçek ki insanlık otomatik kapılar ardından akıp giden hayatı izlerken kapı açıldığında yüzüne vuran doğanın soğuğunu deneyimlemekten kaçtıkça hep başkalarının öykülerinin kahramanları olmak zorunda kalacak. Ama önemli olan ana kahramanın kim olduğu değil, ana kahramanı hangi kötü karakterin yere serdiği, çünkü çağın tüm kötüleri gene bu çağın erdemli gösterdiği her haltı yerle bir eden sıradan tiplerdir, işte onlar en gerçek devrimcilerdir.

Yalın yaşamanın çağı gerilerde kaldı, çok gerilerde. Bir de erdemlerin suratına tüküren kirli yüzlü, kötü tipler kaldı yeni çağın Hamletleri. Bu alçak insan formu bir şeye kötü diyorsa o şey doğrudur, düzen bozar. Hamletler, deliler, mahpuslar, okuldan atılmış çocuklar, kendi hayallerinin peşinde koşanlar… İnanın onlara…

Hakan KÜÇÜK

0
Ayfer Tunç’un “Aziz Bey Hadisesi” Öyküsü ve Mültecilik “Dördüncü Sanayi Devrimi” ve İşçi Sınıfı – Mehmet Yılmazer

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın