Yabancı Aksan – Dil Sendromu

Yabancı Aksan – Dil Sendromu

Yabancı Aksan/Dil Sendromu: Travma Geçiren İnsanlar Nasıl ”Yeni” Bir Dil Konuşmaya Başlar?

2016 yılının Ekim ayında, bir futbol maçı sırasında kafasına aldığı darbe sonrasında komaya giren 16 yaşındaki Reuben Nsemoh’un komadan çıktıktan sonra “akıcı bir şekilde İspanyolca konuşmaya başlaması” sayısız haber kanalında şok edici bir gelişme olarak verildi. Türkiye de bu haber dalgasından nasibini aldı ve bolca TV kanalı ve gazete, neredeyse her seferinde büyük oranda hatalı bir şekilde bu konuyu takipçilerine aktardılar.

Ne var ki Reuben’in başına gelen ne ilkti, ne de son olacak. Buna benzer vakalar 1907 yılına kadar gidiyor olsa da, resmi kayıtlara geçirilen ilk vaka, 1941 yılında Norveçli bir kadının başına geldi. Almanya, Norveç’i bombalarken kafasına gelen şarapnel parçası nedeniyle travma geçirdi. Kendine geldiğinde, Almanca konuşuyordu! 2013 yılında ABD’nin South Carolina eyaletinde bir donanma askeri bilinçsiz olarak bulundu. Uyandığında, İsveççe konuşuyordu! Avustralya’da bir otobüs şoförü ciddi bir trafik kazası geçirdikten sonra çenesini ve omurgasını kırdı. Uyandığında: İngilizce konuşuyordu konuşmasına ama Fransız aksanıyla! 2016’nın başlarında Teksaslı bir kadın çenesinden ameliyat oldu. Ameliyat sırasında yaşanan bir komplikasyonu doktorlar önlemeyi başarsalar da, kadın uyandığında İngiliz aksanıyla İngilizce konuşuyordu!

Peki bu insanlara travma nedeniyle “bilmedikleri” bir dil yükleniveriyor muydu? Nasıl oldu da 16 yaşındaki Reuben Nsemoh, sırf bir kafa travması nedeniyle İspanyolca konuşmaya “başladı”?

Yukarıdaki soruları sorduğumuz paragrafta, tırnak içerisinde verdiğimiz kelimeler, anahtar kelimeler. Haber kaynaklarının inatla hatalı bir şekilde aktardıkları nokta da bu. Örneğin Reuben Nsemoh vakasında, sanki genç, kafasına travma alıp komaya girip çıktıktan sonra İspanyolcayı yoktan öğrenmiş gibi aktarıyorlar. Gerekli vurguları doğru bir şekilde yapmıyorlar. Bu da, halk arasında ciddi kafa karışıklıklarına neden oluyor.

Halbuki bugüne kadar görülen vakaların her birinde, hastaların konuşmaya başladıkları diller ve aksanlar ya halihazırda öğrenmekte oldukları dillerdi, ya halihazırda bildikleri dillerdi, ya da halihazırda aşina oldukları aksanlardı! Hiçbiri birdenbire yeni bir dil konuşmaya başlamadı. Böyle bir şeyin olmasını beklemek zaten akıl dışı olacaktır; zira bilginin yoktan var olup da beyne işlenmesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Dolayısıyla bu vakalarda her zaman önceden öğrenme ya da belli bir bilgi birikimi olmak zorundadır. Gerçekten de, örneğin Reuben kaza öncesiyle ilgili şunları söylüyor:

 
“Arkadaşlarım bana her zaman İspanyolca konuşurdu ve bana öğretirlerdi.”

Ayrıca söz konusu haberlere yabancı kaynaklardan bile bakacak olsanız, şahsın İspanyolca akıcılığı konusunda pek de bir kanıt sunulmadığı görebilirsiniz. Kişilerin yalan söylediğini iddia etmiyoruz; elbette ki İspanyolcaları beklenmedik bir şekilde gelişmiş olabilir; fakat böyle bir iddiada bulunulduğunda, bilmediğini iddia ettiği bir dilde dakikalarca konuştuğu bir kayıt görmeyi bekleriz. Ne var ki sunulan videolarda Reuben İspanyolca olarak sadece 4-5 kelime sarfetmektedir.

Peki bu durumda olan nedir?

Bu aşırı nadir görülen (ilki 1907’de olmak üzere, 1941-2009 yılları arasında 62 kişide görülen) ama yine de elimizde dikkate değer miktarda görülen vakanın adı Yabancı Aksan/Dil Sendromu. Henüz tam olarak detayları çözülememiş olsa da, travma sonrasında beyinde yaşanan değişimler dolayısıyla bir kişinin anadili ve ana aksanından başka bir anadil veya aksanı, eskiden olana kıyasla daha rahat ve hatta daha baskın olarak kullanmasıyla karakterize edilen bir sendrom.

 
Eldeki en olası açıklamalardan birisi şu yönde: Beynimiz, oldukça karmaşık bir çalışma sistemine sahip ve hızlı çalışmak için bazı “önceliklere” (önyargılara) sahip. Bu öncelik, dil söz konusu olduğunda elbette ki anadilimize ait. Örneğin ikinci bir dil öğrenmeye başladığınızda, kendi kendinize çalışırken, birileriyle konuşmaya çalıştığınızda olana nazaran çok daha iyi bildiğinizi fark etmişsinizdir. Çünkü stres altında beyniniz otomatik olarak, kendinizi tamamen rahat hissettiğiniz anadile koşacaktır. Bu mantıklıdır, zira sonradan öğrenilmiş ve kişiyi güvende hissetirmeyen bir dili, zorlu koşullar altında kullanmaya çalışmak ek yüktür. Bunun bir diğer açısı, birçoklarının aslında etrafa yansıtmayı başardıklarına kıyasla bir dili çok daha iyi bildiğini düşünüyor olmalarıdır. Fakat iş bu bilgilerini “sergilemeye” geldiğinde sıkıntı çekmektedirler; çünkü beynin ilgili bölgeleri baskı altında bu akıcılığın önüne geçmektedir. Bu, çok büyük ihtimalle beyin sinyallerinin birbirine öncelikli olması sebebiyle gerçekleşmektedir.
 
Ancak beyin travması ve koma gibi çok ciddi durumlar, beynin sinyal akışında aksamalar yaratabilmektedir. Bu durumda, halihazırda bildiğiniz ya da öğrenmeye başladığınız ikinci bir dil, bir anda normalde olduğundan çok daha akıcı hale gelebilir. Benzer şekilde, halihazırda aşina olduğunuz bir aksan, bir anda çok daha tanıdık ve doğal gelebilir. Çünkü beynin kendi iç mekanizmasında aksaklık yaşanmıştır ve beyin, normalde yapacağı gibi önceliklerine sarılamaz.
 
Nsemoh’un vakası birazcık daha özel olabilir, çünkü “kendi iddiasına göre” kaza öncesinde İspanyolcayı çok az konuşabilirken, kaza sonrasında akıcı olarak konuşabilmekteydi. Bu iddia ne kadar doğrudur bilmenin bir yolu yok; ancak uzmanlar, kimi zaman bu tür travmalar sonrasında farklı bir dil veya aksanın duyulmasının, beynin o bilgiyi “sünger gibi emerek içselleştirmesinin” önünü açabileceğini düşünüyorlar. Yani beyin, travma sonrasında normal çalışma biçimine hemen dönemediği için bu süreçte “gereksiz” bilgileri filtrelemeksizin öğreniyor olabilir. Ancak ne zaman ki şahsın beyni normal fonksiyonlarına geri döner, işte o zaman o bilgiler de filtrelenmeye başlar. Gerçekten de, Reuben’in İspanyolcası kaza sonrasındaki haftalarda hızla kötüleşirken, İngilizcesi normal haline döndü. Bu durum, beynin dil konusundaki kontrolüyle ilgili bir durum olduğu argümanını doğruluyor. Konuyla ilgili uzmanlardan biri olan Dr. Karen Croot şöyle söylüyor:
 
“Bu durum, bir çeşit motor kontrol bozukluğudur. Konuşma, yaptığımız en karmaşık işlerden birisidir ve beynin birçok bölgesi, konuşmayla ilgili süreçleri kontrol etme sürecine katılır. Eğer ki bu bölgelerden bir veya birkaçı hasar görürse, konuşmayla ilgili zamanlamada, melodide ve gerginlikte değişimler yaşanabilir.”
 
Son olarak, konu hakkında elde bulunan az sayıda vaka üzerinde yapılan incelemeler, beynin serebellum bölgesinin bu sendromla ilişkili olduğu fikrini veriyor. Bu son derece mantıklı, çünkü serebellum beynimizde alınan motor fonksiyon kararlarını vücuda gönderip uygulamadan sorumlu olan beyin bölgesidir (tabii ki bundan başka birçok diğer görevi de vardır). Dolayısıyla, beyin ile vücut arasında bir denetim köprüsü görevi görür. Eğer ki travma veya inme gibi olaylar bu bölgeyi etkileyecek olursa, dil üretimi ve konuşmada da bu tip sorunların oluşması beklendik olacaktır.
 
Ne yazık ki, bu tip vakalarda hastanın sözünden başka güvenebileceğimiz bir kaynak bulunmuyor. Bir kişi, kaza öncesinde bir dili hiç konuşmadığını iddia ederse ya da o dile dair bir temeli olmadığını söylerse, bunu güvenilir bir şekilde ispatlamak oldukça güç. Bu durum, birçok vakanın analizini zorlaştırsa da, temel sinirbilim bilgilerimiz ışığında bu konunun öyle abartıldığı kadar “gizemli” olmadığını; lakin elbette ki her nadir hastalık gibi oldukça ilgi çekici ve beynin çalışma prensipleriyle ilgili bilgiler verme potansiyeli olan durumlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
 
Kaynaklar ve İleri Okuma:
 
http://www.evrimagaci.org/fotograf/46/8519
0
Tarihte En Garip 6 Doğal Felaket Mutlu Olmanın ve Depresyondan Kurtulmanın Yolları

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın