İsyan, Devrim, Özgürlük

İsyan, Devrim, Özgürlük

Türkiye’nin birçok konuda ilkleri yaşadığı bir tarihe tanıklık ediyoruz. Faşizmin kendini korumak için gitgide daha da saldırganlaştığı ve saldırganlaştıkça kendi çöküşünü daha da hızlandırdığı bir süreç. Şu açık ki Gezi direnişiyle birlikte bütün dünya kamuoyu ve Türkiye halkı artık Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin ülkeyi yönetme yeteneğinin ve bunun meşru zeminin kalmadığının farkında. Buna rağmen iktidar cephesi hala demokrasi, milli irade nutukları atıp bozuk plak gibi dönüyor. Gerçekte ise bu topraklarda artık kendi 12 Eylül döküntüsü kanunlarını bile tanımayan, parlamentonun bypass edildiği, yargının talimatla hüküm verdiği, açık bir diktatörlüğe dönüşmüş bir rejimle onu yıkmak için her türlü görüş ayrılıklarını bir kenara bırakmış, birbirini anlamaya çalışan, forumlarla, panellerle diyalog zeminini kurmuş, kendi doğrudan demokrasisini yaratmış bir halkın mücadelesi cereyan ediyor.

Herkes ortada demokrasi falan olmadığının farkında. Kendi vatandaşlarını ispiyonculuğa davet eden, halkı alevi Sünni; imam hatipli, tencere tavacı diye bölen , “yüzde elliyi evlerinde zor tutuyoruz” diyerek iç çatışmayı körükleyebilecek sözler sarf eden, “camide içki içtiler”, “büyük abdestlerini parka yaptılar”, “türbanlı bacılara saldırdılar” gibi miting meydanlarında defalarca yalan söyleyen, “Alevileri köpeklere yem edeceğiz” diyen selefi teröristleri Suriye’de destekleyen bir başbakanın demokrasiyi benimsediğinden söz edilebilir mi? Televizyonu veya interneti her açtığımızda karşımıza görmekten kurtulamadığımız Melih Gökçek, Yiğit Bulut, Rasim Ozan Kütahyalı, Egemen Bağış, Mehmet Metiner, Şamil Tayyar, çeşit çeşit takiyye ile bütün o cemaat personeli, artık gündemimizi belirleyen vakit, akit, yeni şafak nasıl bir demokrasi getirecek bize? “Darwin’i elbette sansürlerim. Sen maymundan mı geldin? Yukarıda Allah var” diyen Suat Kılıç’ın 21. Yüzyılın evrensel değerleriyle ve günümüzün bilim toplumuyla barışık olduğu söylenebilir mi? “İzin almak kaydıyla gösteri yapmak isteyenler yapabilir” diyerek bir şehrinin valiliğini yaptığı ülkenin anayasasını tanımadığını, askıya aldığını ifade eden Hüseyin Avni Mutlu hangi demokraside o koltukta oturabilir? Kendi ülkesinde milyonlar meydanlara çıkmışken gözlerini kapayan ama Mısır’da Mursi’yi kurtarmak için yayın üstüne yayın yapan yandaş medyadan söz etmeye bile gerek yok.

Düşünün ki bir ülkenin bir parkında oturup gazete okuyorsunuz ve bir anda beş altı çevik kuvvet, kasklarıyla, maskeleriyle, kalkanları ve coplarıyla başınıza dikilip burada oturamazsın, parkın dışına çık diye sizi kovuyor. Düşünün ki bir ülkede nikâhınızı bir parkta, ağaçların altında kıymak istiyorsunuz ama bir anda sizi kalkanlarıyla ittiren polisler ve kafanıza yağan gaz bombalarıyla karşılaşıyorsunuz. Düşünün ki bir ülkenin bir meydanında işçi bayramını kutlamak istiyorsunuz ama devlet çukura düşüp ölürsünüz bahanesiyle buna izin vermiyor ve bütün şehrin ulaşımını kilitliyor. Bundan tam bir ay sonra milyonlarca kişi o meydanda toplanıyor ama bir kişi bile çukura düşmezken beş kişi gaz kapsülü, mermi ve başına aldığı darbelerle hayatını kaybediyor, ondan fazla kişi gözünü kaybediyor veya komaya giriyor. Zaten normalde muhalefetin görevi olan hükümeti düşürmeye teşebbüs gibi komik suçlamalarla fezlekeler düzenleniyor ve insanlar içeri atılıyor, halkın anayasal hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı gasp ediliyor, sadece tweet attığı için insanlar tutuklanıyor ama satırlarla, sopalarla, palalarla insan avına çıkan militanlar rica minnet karakola çağırılıp hemen serbest bırakılıyor hatta yurtdışı gezilerine gönderiliyor. İşte böyle bir ülkedeki iktidarın artık hiçbir meşruluğu kalmamıştır ve devrilmesi an meselesidir. İktidarı protesto eden halka sınırsız bir vahşet uygulayan bir rejimin ayakta kalması mümkün değildir ve kalmamalıdır. Ortada bir milli irade varsa o da sokaklara dökülen milyonlarca insanın ülkesine sahip çıkma, özümsediği, kendi benliği haline getirdiği değerlerin elinden birer birer çalınıp ortaçağa ilkelliğine kurban edilmesine izin vermeme iradesidir.

Gezi direnişi bize hatta bütün dünyaya çok şey göstermiştir. Bunlardan birincisi Ortadoğu’ya geçirilmek istenen Müslüman kardeşler kılıfını artık dünyayla bütünleşmiş, çağdaş değerler etrafında birleşmiş orta sınıfa sahip olan hakların asla kabul etmeyeceği ve ılımlı İslam gibi projelerin daha başlamadan çöktüğüdür. (Bunu ABD’de artık çok iyi anlamıştır ancak Suriye meselesinden dolayı akp’nin bir müddet daha gözden çıkarılmama olasılığı yüksektir) İkincisi, bu hareket Türkiye halkının bir daha asla cumhuriyet kazanımlarının gerisine düşmeyeceğini, bunları korumak için ölmeye hazır milyonlarca insan olduğunu dosta düşmana göstermiştir. Hareketin en umut verici göstergelerinden biri de bu olmuştur. Üçüncüsü ise, sokaklara dökülen kitlenin karakterine, atılan sloganlara ve taleplere bakıldığında bunun sadece eski kazanımları koruyan, ya da eskiye özlem duyan, korumacı bir hareket değil, geleceğe uzanmanın yollarını arayan devrimci bir hareket olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.

Bundan sonra yaşanabilir, demokratik değerler üzerine bir ülke inşa edebilme imkânımız doğdu. Bunu başarmak için hepimize çok büyük sorumluluk düşüyor. Bunlardan en önemlisi, forumları her ilçede örgütleyerek büyütmemiz gerektiğidir. Bu halkın kendi demokrasisini yaratmasının en önemli adımıdır. Halkı demokrasi tiyatrosuyla aldatmaktan başka bir işlevi kalmamış, asıl amacı halkı karar alma süreçlerinden dışlamak olan ve tüm dünyada sorgulanan klasik parlamenter sistemin yerine halkın halk meclisleri yoluyla kararlarını aldığı ve bunları merkezileştirdiği yeni bir doğrudan demokrasi anlayışının yepyeni bir modeli ülkemizde bu forumların attığı tohumlardan yeşerebilir.

Her türlü milliyetçi ve dışlayıcı söylemi reddetmeli ve tüm halkın unsurlarıyla el ele vererek mümkün olan en geniş cepheyi oluşturmalıyız. Artık bu meselenin sadece ezenler ve ezilenler arasındaki mücadele olduğunu, egemenlerin ezilenleri bölerek, birbirine kırdırarak iktidarını perçinleyebildiğini herkese anlatmalıyız.

Eğer halkın devrimci gücünü ve kazanımlarını Mısır’daki gibi başka bir egemen gücün gelip çalmasını istemiyorsak işçi sınıfını ve emek örgütlerini olabildiğince mücadelenin içine katmalıyız. Bugün TMMOB’a yapılanların yarın kendi başlarına geleceklerini bile bile birkaç basın açıklaması ve pasifist destekle mücadele eder “gibi” görünen DİSK ve KESK yönetimlerine karar vermek için son dönemeçte olduklarını hatırlatmalı, zaten tarihinin her safhasında iktidarların yörüngesinden ayrılmamış TÜRK-İŞ yönetimi de devirip bu sendikaların gerçekten emekçi sınıfların çıkarlarını koruyacak demokratik bir örgütlenme haline gelmesi için çalışmalıyız.

AKP hükümetinin halk hareketini boşa çıkarmak için sürekli sandık şantajına başvurduğu ortada. Bu konudaki en büyük çelişkileri olan seçim barajı pürüzünü ortadan kaldırmak için barajı çok az da olsa düşürecek ancak seçimde yine kendine avantaj sağlayacağı yeni bir torba yasaya iliştirip getireceği bir tuzak hamlesi çok muhtemel. Bunu engellemek için özellikle çalışılmalı ve bunun muhalefeti örülmelidir.

Bu direniş boyunca en çok atılan sloganlardan biri de “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam, sloganıydı. Bu slogan hareketimizin köklülüğünü, kararlılığını ve gücünü vurguluyor. Geleceğe dalga dalga uzanacağımızın, ona el koyacağımızın işaretini veriyor. Şimdi bu sloganı her yere taşımanın, her geçen gün daha da gür haykırmanın zamanıdır. Bunun bir saman alevi gibi gelip geçici bir hareket olduğunu sananlar, çapulcu, tencere tavacı diye akıllarınca aşağılamaya çalışanlar yanıldıklarını çok acı bir şekilde öğrenecekler. Parkta kurulan, adeta geleceğin Türkiye’sinin küçük bir modeli olan o muhteşem dayanışmayı, parayı bile gereksiz kılan komünü gören herkes; bir duran adamın bile tek başına Taksim’i geri alıp devleti ve iktidarı nasıl çaresiz bıraktığına tanık olmuş olan herkes zaten milyonlarca kararlı ve inatçı devrimcinin neler yapabileceğini biliyor. Bu zulüm ve talan iktidarının duvarları şimdiden yıkılmaya ve içeri güneşin ilk ışıkları girmeye başladı bile.

Can Taylan Tapar (24.07.2013)

0
Sait Faik Hakkında Bir Anı Devlet daha saldırganın kim olduğunu bilmiyor!

Yorum yapılmamış

No comments yet

Bir yanıt yazın