Hem güçlü bir Roma imparatoru hem de Stoacı bir filozof olan Marcus Aurelius (121-180) döneminin en önemli felsefi metinlerinden birini yazmıştır. İmparatorun Doğu Avrupa’daki savaşlar sırasında yazdığı Meditations kişisel erdem ve kadere boyun eğmenin önemini vurgulayan Stoa felsefesinin en bilinen metinleri arasında yer almaktadır.​

Marcus Roma İmparatorluğu gücünün doruğundayken ülkeyi yöneten Beş İyi İmparator’un sonuncusu olarak tanınmaktadır. Pax-Romana ya da Roma Barışı olarak anılan bu dönemde sanat, felsefe ve ticaret alanlarında büyük gelişmeler yaşanmıştır. Filozof-imparator bu dönemi daha uzun bir süre devam ettirebilmek için mücadele vermiş, ancak ölümünden kısa bir süre sonra Roma Barışı son bulmuştur.​

Tam adı Marcus Annius Verus olan filozof, İmparator Trajan’ın (53-117) uzak bir akrabasıydı. Babası bir devlet görevlisiydi. Marcus, babasının kendisine alçakgönüllü ve erkekçe bir kişilik kazandırdığını ifade etmiştir. On yedi yaşındayken babası ölür. Bunun üzerine Marcus 138 yılında imparator olan Antoninus Pius (86-161) tarafından evlat edinilmiştir. Antoninus, çocuğun yetiştirilmesi için Roma’nın en iyi öğretmenlerinden biri olan Marcus Cornelius Fronto’yu (100-170) tutar.​

Antoninus’un ölümünün ardından Marcus, 40 yaşındayken tahta çıkar ve Aurelius adını alır. Üvey kardeşi Lucius Verus (130-169), 8 yıl boyunca ülkeyi onunla birlikte ortaklaşa yönetmiştir. Tahtta kaldığı sürenin büyük bölümünde Asya’daki Parthia İmparatorluğu ve Avrupa’daki Alman kabileleri ile yapılan savaşlarla meşgul olmuştur.​

Marcus’un, Meditations’ı Alman kabilelerinden biri olan Quadi ile olan savaş sırasında yazdığı tahmin edilmektedir. Bu kitap on iki kitapçıktan oluşan bir derlemedir. Hem imparatorun otobiyografisi hem de Stoacılık üzerine yazılmış eserlerin en ünlüsüdür.​

Stoacılara göre ölümden sonra hayat yoktur. Her erkek ve kadının kaderinde unutulmak vardır. “Doğanın tüm yaratıkları ölüme yazgılıdır,” diye yazar imparator.​

Marcus insanların erdemli bir şekilde yaşaması gerektiğine inanır. İnsanlar doğaya uygun bir biçimde yaşamalıdırlar: “Eğer böyle yaparsan, hiçbir şey ummaz, hiçbir şeyden korkmaz, yaptığın her işten ve söylediğin her sözden hoşnut olursan, ancak öyle mutlu olabilirsin.”​

Bugünkü Viyana’ya yaptığı bir ziyaret sırasında öldüğünde 58 yaşındaydı. Yerine oğlu Commodus (161-192) geçti.​

Marcus Aurelius'un hayatını yazmış olan Iulius Capitolinus, adını Marcus Antoninus Philosophicus olarak verir. Tüm Roma imparatorları arasında ilk olarak onun filozof ünvanı ile anıldığını ve her zaman Platon'un ünlü "eğer filozoflar hükmetseydi veya hükmedenler filozof olsalardı yurttaşlar gerçekten gelişirdi" görüşünü tekrar edegeldiğini ifade etmiştir.​

Hayatı ve Eserleri

M. Aurelius'un yaşamı bu eserde belli bir biyografi çerçevesinde anlatılmaktadır, ancak onun yönetim dönemiyle ilgili belli bir Roma tarihçisi yoktur. Genel olarak Hadrianus, Antoninus Pius, Avidius Cassius ve Çommodus ile ilgili biyografilerde bazı detayları öğrenmek mümkün olmaktadır. Bunun dışında tarihçi Cassius Dio, Aelius Victor ve Eutropius kısmen M. Aurelius ve onun döneminden söz etmektedirler. Tertullianus, Eusebius ve Orosius gibi Kilise yazarlarından da bilgi edinilmektedir. Hocası Fronto ile yazışmaları ve grekçe yazdığı ta eis heauton [Kendinle İlgili Meseleler] başlıklı eseri felsefi tutumundaki gözlemler için temel teşkil eder.​

M. Aurelius, M. S. 26 Nisan 121 yılında Roma'da doğmuştur. Çocukken taşıdığı adı Marcus Annius Verus olan Aurelius'un babası Annius Verus uzun yıllar önce Ispanya'ya yerleşmiş Succuba'h aristokrat bir aileden geliyordu. Dedesi Annius Verus, imparator Hadrianus'un çok yakın bir arkadaşı, Roma tarihinde çok nadiren görüldüğü üzere üç kez konsüllük yapmış, şehir emini görevine gelmiş bir İspanya senatörüydü. Annesi Domitia Lucilla ise, iki kez konsüllük yapmış Roma'nın tanınmış siyasî şahsiyetlerinden Calvisius Tullus'un kızıydı.​

Çocukluğunu ve erginliğini geleneksel Roma aristokrasisinin kalıpları içersinde geçirmiştir. Bütün ileri gelen ailelerin çocuklan gibi edebiyat, tiyatro, müzik, felsefe, hitabet ve gramer konularında dönemin en ünlü ve masrafları en yüksek hocalarından dersler almıştır. Eğitim ve bilgisiyle daha altı yaşında dönemin aynı zamanda pek çok alandaki en büyük üstadlarmdan bir tanesi olarak da kabul edilen Hadrianus'un dikkatini çekmiş ve Verissimus, yani "en gerçek" adı verilerek, ancak yetişkin kıyafeti (toga virilis) giyinmeye hak kazanmış onbeş yaşını aşkın gençlerin kabul edildiği atlı sınıfına kaydı yapılmıştır. Sekiz yaşında, gene Hadrianus'un emriyle, ancak ileri düzey rahiplerinin yetiştiği Sali'liler okuluna alınmıştır. 130 yılında henüz dokuz yaşındayken babası ölünce eğitimi ve yetiştirilmesi görevini dedesi üstlenmiştir. On iki yaşından itibaren felsefeyle ve özellikle Stoa felsefesiyle ilgilenmeye başlamıştır.​

Tahta çıktıktan sonra, Hadrianus'un kendisi ile birlikte Roma devletine veliaht olarak bıraktığı Lucius Commodus'a caesar ve augustus ünvanlarıru veren Aurelius, böylece Roma tarihinde ilk kez iki kişiden oluşan bir imparatorluk yönetimi kurar. O, tahta çıktıktan sonra, İtalya'da başgösteren doğal afetlerle ve Partların doğu Roma eyaletlerini ele geçirmesi sorunlarıyla uğraşmıştır. Kendisi afetlerle uğraşmak üzere Roma'da kalmış; askeri bakımdan daha donanımlı olan Lucius Commodus'un doğu seferine çıkmasına destek olurken, 169 yılında Lucius Commodus ani bir felç sonucu hastalanıp ölünce, imparatorluk tek başma ona kalmıştır.​

161 yılında Roma yönetiminde görev alan, 169 yılında ise imparatorluğun tek başına kendisine kaldığı M. Aurelius, Roma İmparatorluk tarihinde adı askerî başarlarla anılan şahsiyetlerdendir. Tam Roma standartlarına uygun bir imparator profili çizmiştir. A. Pius döneminde özellikle doğu eyaletlerinde Roma devletinin koruyuculuğu altındaki devletlerin oldukça gelişmesine neden olmuş Pax Romarta’nın [Roma Barışı] bozulması kendi dönemini de derinden etkilemiştir. Hem doğu eyaletlerine hem de kuzey Avrupa'ya gerektiğinde askeri müdahale yapmayı ve gerekli sertliği göstermeyi bilmiştir. Roma siyasî tarihçileri M. Aurelius'u Roma devletinin egemen devlet politikalarında gerekli tespitleri yapmakta eksik kalmakla itham etmektedirler. Dayanak olarak da daha çok İtalya'nın iç sorunlarıyla uğraşmak durumunda kalmış olan Cumhuriyet rejimini canlandırmaya çalışması gösterilmiştir. M. Aurelius, gerçekten de Cumhuriyet rejiminin saygın ailelerine yönetimi sırasında pek çok ayrıcalık tanımış, siyasette daha ön plâna çıkmalarına destek olmuştur.​

Ancak, M. Aurelius'u bir Roma imparatoru olarak ilginç kılan özelliklerden bir tanesi her şeye gücü yeten bir tiranla gnostik bir Stoacı (ubi consistam) arasında sıkışıp kalmasıdır. Bir yandan Roma devletini yöneten tiran olarak devlet işlerinin gerektirdiği tüm acımasızlığı kullanmış, diğer yandan da Stoacı âöyoç'ta insan erdemlerini bir bilge olarak samimi bir şekilde kendinde sorgulamıştır. Ta eis heauton eserinde bu çelişkisini şöyle ifade eder: "Ruhumun hangisini kullanıyorum? Ölçüp tartarak kendine sürekli şunu sor: şu yönlendirici organ dedikleri tarafımda şimdi ne oluyor? Şimdi hangi ruhu misafir ediyorum? Bir bebeğininkini mî? Yoksa bir gencinkini mi? Belki de bir kadının veya her şeye gücü yeten bir tiranınkini ya da bir yaban hayvanı veya zincire vurulacak vahşi bir hayvanınkini." Ancak, daha sonraki dönemlerde yazdığı XL kitabın 18. satırında şöyle söyler: "Eğer bir kimse sana karşı bir suçlamada bulunacak olursa, ilk olarak, diğer insanlarla ilgini, yani biribirimiz için var olduğumuzu ve başka bir deyişle, tıpkı bir boğanın veya bir koçun sürüye önderlik etmesi gibi, benim de insanları yönetmek için doğduğumu dikkate al. Temel ilkelerden şu hususu gözden geçir: ’Eğer var olan her şey salt parçacıklardan oluşmuyorsa, bunları düzene koyan şey yapıdır. Bu yapı bir gerçekliği ifade ediyor ise, aşağı insanlar üstünler, üstün insanlar da aşağı insanlar için doğmuşlardır." Başka bir deyişle, "ben zaten kainatın oluşu gereği üstün bir insan olarak doğdum" demeye getiren Aurelius'un bu düşüncesi, olasılıkla, Aristoteles'in Politika eserinde ifade ettiği, "bazı kimselerin doğumdan itibaren yönetmek, bazılarının da itaat etmek için doğdukları" görüşünden etkilenmiş gibi görünmektedir. M. Aurelius'un oturmamış kararsız bir kişilik sergilediği düşünülebilir. Ancak kendi düşüncelerini ifade ettiği eserinden dikkatle yapılabilecek başka alıntılar bunların karşıtı bir düşünce içinde olduğunu da gösterebilir. Nitekim kitap IV. 4 ve devamında şöyle söylemektedir: "Bizim anlayan ve sorgulayan yanımız herkeste görünen ortak bir yandır. Akil da öyle. Bizi dengeli varlıklar yapar. Bu böyleyse, bizi ne yapmamız ve ne yapmamamız konusunda yönlendiren akil da ortaktır. Öyleyse, o zaman, herkes için ortak bir yasa var demektir. Demek ki, bizler eşit yurttaşlanz, politik bir topluluğun üyeleriyiz. Bu böyleyse, bu durumda dünya tek devlettir." Bu ifadelerden de M. Aurelius'un eşit yurttaşların eşit yasalarla yaşam sürdüğü dünyanın tamamını kapsayan bir devleti, bir tür kozmopolitanizmi müdafa ettiği sonucu çıkarılabilir.​

M. Aurelius, portrelerinde de görüldüğü üzere melankolik, iri gözlü ve yarı kapanık göz kapaklarıyla, hafiften açık kalmış dudak yapısıyla içe dönük ve uzak bakışlı bir kişilik sergilemektedir. Tüm Eskiçağ dünyasında ender rastlanabilecek bir imparator tipidir. Çeşitli alanlarda olağanüstü bilgilerle donanmış, eserler vermiş, siyasî ve askerî faaliyetleri hayranlık uyandıran sayısız imparator ve komutan vardır, ancak M, Aurelius'u farklı kılan özellik bir imparatordan ziyade bir filozof gibi düşünüp yazmasıdır. Bu açıdan eseri Stoa felsefesinin en geniş eserlerinden bir tanesi sayılmaktadır.​

İnançlı biri olduğu kabul edilir. I. kitabın son paragrafında inancını şöyle ifade etmektedir: "İyi ataları, iyi akrabaları, iyi bir kızkardeşi, iyi hocaları, iyi ilişkilen, iyi dost ve arkadaşları, hayatımdaki iyi her şeyi tanrılara borçluyum. Ayrıca, içinde bulunduğum durum müsait olduğu halde, tanrıların her hangi birine karşı bir şuç işlememiş olmamı da tanrılara borçluyum. Onların beni gözetmesi sonucu, hayatımda, beni mahkeme ettirecek hiçbir şey olmadı." Tertullianus, onun Hıristiyan inancına yatkın olduğunu söylerek, Aurelius'u Roma'nin iyi imparatorları araşma koymuştur. Hıristiyanlık tarihi bakımından, doğrusu, pek hoş karşılanan bir imparator değildir. Lugdunum (bugünkü Lyon) kentinde, 150 yılı civarlarında Anadolu'dan Fransa'ya göç etmiş olan Hıristiyanları din değiştirmeye zorlamış, Hz. İsa'nın müridi olduğunu söyleyen 49 Hıristiyanm tereddütsüz katli emrini vermiştir. Dolayısıyla, inancı, geleneksel Roma dinsel inançlarının kalıplarmdadır. Stoacı değerlerini Hıristiyan inancı taşıyanlara hiç uygulamamış olması, Kilise Düşünce Tarihinde en çok eleştirildiği hususlardan bir tanesi olmuştur. Bazı Hıristiyan inançlı felsefe tarihçileri ise, onda, ısrarla, Hıristiyan inancı bulmak arayışındadırlar. Bunun temel nedeni, Katolik Klişesinin kurulmasından önceki Roma kültüründe ahlâktan söz edilemeyeceği yargısıdır, ki bütünüyle asılsızdır.​

Felsefi Görüşleri

M. Aurelius, felsefi açıdan yöntem veya özgün bir görüş sahibi filozoflardan değildir. Stoa felsefesinin geleneksel ahlâkçı kalıpları içersinde kalmıştır ve daha çok Grek entelektüelliğiyle Roma uygulayıcılığı arasında bir eklektizm izlemektedir. Zenon, Khrysippos, Diogenes, Seneca ve Epİktetos gibi stoa felsefesinin tanınmış isimlerinden etkiler taşımaktadır. Eutropius, Compendium Historiae Romanae VUI.12'de M. Aurelius'un Khalkedon'Iu (İst. Kadıköy) Apllonius'tan felsefe, Plutarkhos'un büyük oğlu Sextus'tan Grekçe, ünlü hatip Fronto'dan da latin edebiyatını öğrendiğini söylemektedir. M. Aurelius, kendi eserinin giriş kısmında yetişmesine katkıda bulunan kimselerin adlanru sıralamakta ve onlardan ne öğrendiğini ifade etmektedir: "Dedem Verus'dan iyi ahlâkı ve huyumdaki sertlik veya yumuşaklığı yönetmeyi; babamın ünü ve hatırasından edepli olmayı ve erkekçe davranmayı; annemden merhameti, hayırseverliği, sadece kötü işler yapmaktan değil, aynı zamanda kötü düşüncelerden uzak kalmayı, zenginlerin alışkanlıklarından sıyrılıp hayatımda sadelik göstermeyi; büyük dedemden kamu okullarına gitmemeyi, hocalarla evde çalışmayı ve insanın istediği zaman bu türden meselelere dilediğince zaman ayırabileceğini; şefimden Circus oyunlarında ne yeşilleri ne de mavileri desteklemeyi, gladyatör kavgalarında ne bıçakçıların ne de kalkancıların taraftarı olmayı, emeğin zahmetine katlanmayı, az istemeyi, kendi ellerimle çalışmayı, başka kimselerin meselelerine burun sokmamayı, iftiralara kulak vermemeyi; Diognetus'tan kendimi değersiz meselelerle meşgul etmemeyi, mucize yarattığını iddia edenlerin ve büyücülükle ilgili hokkabazların sözlerine, demonları veya bunlara benzer varlıkları kovmaya değer vermemeyi, kavgada cesaretini yitirmemeyi, kendimi tutkuyla bu türden meselelere vermemeyi, konuşma hüriyetine tahammül göstermeyi, felsefeyle yatıp kalkmayı, bir kulak veren olmayı, gençliğimdeki dialogları yazmayı, tahta yatakta yatmayı ve Grek disiplinine ait bu türden başka hususları öğrendim. Rusticus'tan karakterimin disiplin ve ıslaha gerek duyduğu izlenimini edindim ve ondan Sofistlere özenmemeyi, başı sonu belirsiz konularda yazılar yazmamayı, pek çok alanda çalışmalar yapan bir kimse olarak sağda solda gösteriş yapmamayı ve küçük piknik söylevleri vermemeyi, retorikten, şiirden ve güzel yazma sanatından ayrılmamayı, sokak kılık kıyafetiyle evin içinde dolaşmamayı, basit mektuplar yazmayı, bana sözleriyle hakaret eden veya bana karşı kabahat işleyen insanlarla, barışma eğilimi gösterdikleri zaman, daha kolayca barışabilmek için saygı duymayı, dikkatlice okumayı, bir kitabı anlamak konusunda üstünkörü tatmin olmamayı öğrendim. Ona ayrıca kendisinde bir nüshası bulunan Epiktetus'un eserini bana okuma imkânı sağladığı için minnetarım. Apollonius'tan irâde hürriyetini ve amaçtan sapmadan dayanmayı ve sağduyu hariç, bir an için bile olsa başka bir şeye yönelmemeyi, en keskin acılarda, bir bebeğin ölümünde, uzun süren bir hastalıkta her zaman aynı kalmayı, insanın hem azimli hem de teslimiyetçi olabileceğini, eğitim alırken hırçınlaşmamasını; Sextus'tan hayırseverlik huyunu, bir baba gibi aileyi idare etmeyi, doğaya uygun yaşama düşüncesini, duygularına kapılmadan ağırbaşlı olmayı, dostların alakadar oldukları konulara dikkatle önem vermeyi, bilgisiz kimselere ve kendini her konuda bilgiç sayanlara anlayış göstermeyi; Gramerci Alexander'den hata bulmadan kurtulmayı, konuşması tuhaf, gramer yanlışlarıyla dolu, kötü aksanlı kimseleri küçümser bir şekilde azarlamamayı, aksine, çeşitli konuşmalarla kullanılması gereken doğru ifadeyi kendisine söyletmeyi; Fronto'dan bir tiranda hangi ikiyüzlülüğün, hangi yalancılığın ve hangi kıskançlığın bulunduğunu ve Patrisyenlerin aslında ne kadar çok baba şefkatinden yoksun olduklarını gözlemeyi; Platoncu Alexander’den sıklıkla veya gerekmediği sürece hiç boş zamanım olmadığını başka bir kimseye söylememeyi veya mektupla yazmamayı, acil çıkan işler dolayısıyla birlikte yaşadığımız insanlarla ilişkilerimizin gerektirdiği görevleri yerine getirememekten dolayı sık sık özür dilemek durumunda kalmamayı; Catullus'tan bir arkadaş bir hata bulduğu zaman tavır değiştirmemeyi, hocalardan övgüyle sözetmeyi, çocuklarımı samimiyetle sevmeyi öğrendim."​

M. Aurelius'un eseri, genel olarak, Stoa felsefesinin en geniş kapsamlı eserlerinden bir tanesi olarak kabul edilir, bununla birlikte bu eser yayımlanmak için yazılmamıştı. Bütünüyle kendi kendisine ithaf ettiği görüşleri belli bir mahremiyet içermektedir. En azından görüşlerini kamu önünde tartışmayı plânlamamıştı. Gene de, antik çağ felsefe tarihi araştırmalarında stoacılık üzerine oluşan yargılardan kurtulamamış, hatta bir imparator olarak, sebep olduğu çelişkiler dolayısıyla hırpalanmıştır. Ancak, M. Aurelius'u belli bir iddia ortaya koymak üzere eser vermiş bir filozof olarak değerlendirmemek gerekir. O kendini sıkça alıntılar yaptığı filozoflar arasında görmemiştir. Hatta ne onunla ilişki içersinde olan insanlar ne de Roma'nın kalabalıkları onun filozof kimliğinin farkındaydılar. Büyük bir olasılıkla daha sonraki çağlarda eserin yayımlanmasını takiben filozof ünvanıyla anılmıştır. Hayatını yazan ve edebî olarak ilk kez bu ünvanla anılmasını sağlayan Iulius Capitolinus bile M. Aurelius'tan çok sonraki çağlarda —M. S. 4. yüzyılda—yaşamıştır.​

Stoacı kimliğini belirgenleştiren hususlardan bir tanesi, her şeyi kapsayan bir evrenin var olduğu ve bu evrenin yöneticisinin İlâhî bir ilke olarak, akil olduğu düşüncesidir. Bu konuda şöyle der: "Her şey birbiriyle karşılıklı ilişki içindedir ve bunların arasındaki bağ kutsaldır. Farklı bir şeyle karşılıklı ilişki içinde olmayan bir şey bulmak zordur. Şeyler kend’ aralarında bir düzen içindedirler ve evren oluşturmak için bir draya gelirler. Bu nedenle, her şeyden oluşan bir tek evren, her şeyi kapsayan bir tek tanrı, bîr tek yasa ve bir tek akil vardır." (VU. 9)​

"Evreni devamlı olarak içinde bir tek varlık ve bir tek ruh barındıran canlı tek bir varlık gibi düşün. Her şeyin nasıl bir tek anlayışı, yani bu benzersiz canlı varlığın anlayışını yansıttıklarına, her şeyin nasıl bir tek hareketle canlandığına ve her şeyin nasıl varolan her şeyle işbirliği halindeki sebepler olduklarına dikkat et." (IV. 40)​

"Sayısız niteliğe sahip sayısız beden arasında dağılmış olsa da her şeyi içine alan bir tek yapı vardır. Sayısız huy ve davranışlara ve insan vasıflarına bölünmüş olsa da, akil sahibi bir tek ruh vardır." (XU. 30)​

M. Aurelius'un çeşitli konularla ilgili açıklamalarının temel çıkış noktası, işte bu evrenin birliği ifadesidir. Her şeyin evrenle uyumlu olması, onu yöneten akla uygun yaşaması gerekir: "İnsan tabiatının ne olduğuna, benim tabiatımın ne olduğuna, bir şeyin başka bir şeyle nasıl karşılıklı bir ilişki içinde olduğuna ve hangi yanının kendini gösterdiğine dikkat et. Parçası olduğumuz tabiatla uyum içinde bulunan şeyleri her zaman yapmamıza veya söylememize engel olan bir kimse yoktur." (U. 9)​

"Kendinle veya evrenle uyum içinde olan her şey kendini benimle uyumlu kılar. Kainatla eşzamanlı olduktan sonra, hiçbir şey benim için çok erken veya çok geç değildir. Benim için her şey mevsiminde yenmiş meyve gibidir. Her şey senin yaradılışından gelir. Her şey sende yer alır. Her şey sana döner." (IV. 23)​

Aurelius'a göre, her şey evrenin içinde değişir ve dönüşür: "Evrenin yapısı her şeyi içine alan bir özden oluşur. Bunun bir yüzü olsaydı, şu an bir at şekline girebilir ve gene aynı malzeme ile bileşerek bir ağaç, bir insan veya başka bir şeyin görünüşünü alabilirdi. Her şeyi bir düzen halinde yöneten bu yapı gördüğümüz her şeyi hızla değiştirir ve sanki dünya her zaman yeniymiş gibi başka başka yeni şekiller oluşturur." (VU. 23)​

"Hiçbir şey evrenin yapısını meydana geldiği şeyleri değiştirmekten ve bunlara benzer yenilerini yapmaktan daha fazla sevemez. Varolan her şey, gelecekte varolacakları şeylerin asil halini oluşturacak şekilde yapılmıştır.' (IV. 36)​

Ona göre, sosyal durumumuz da bu evrenin bir parçasıdır ve her bir parçanın bir görev dağılımı vardır: "Biz insanlar tıpkı ayaklarımız, ellerimiz, göz kapaklarımız, alt ve üst dişlerimiz gibi kendi aralarında işbirliğine gitmek üzere varız." (U. 1)​

"Nihayet evrenin hangi yanında yer aldığını, varlığımızın evrenin hangi İdarî kolunda bulunduğunu ve senin için ömrünün ne kadarının saptandığını anlayabilirsin. Eğer sen bu anlayışı kafandaki bulutları dağıtmak için kullanmıyorsan, bu akil senden gider. Sen de gidersin ve o bir daha geri dönmez.' (U-4)​

Mutlu hayat, evrenin yönetici ilkesi olan akla teslimiyet ya da uygunluktan oluşur: "İkiyüzlülük, egoizm ve hayatın bize sunmuş olduklarını küçümseme gibi akıldan uzaklaşmamıza neden olan ruh hareketlerine önem vererek, hayatımızın her anını sanki son anıymış gibi değerlendirmek gönül rahatlığı verecektir." (U. 5)​

"Eğer, doğru akli dikkatli bir şekilde dirençle, sükunetle takip ederek, sanki hemen vazgeçmek zorunda kalabilirmişsin gibi başka bir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin vermeyerek, aksine, İlâhî saf yanını koruyarak karşında duran şeyle yüzleşirsen, hiçbir karşılık beklemeksizin, hiçbir şeyden korku duymaksızın, doğayla uyum içinde o anki durumundan tatmin olarak bu görevini yerine getirirsen... o zaman mutlu olursun ve mutlu olmanı engelleyecek hiçbir kimse olmayacaktır." (UI. 12)​

" ‘ınahvoldum' diye şikayet etmekten vazgeç ve uzak dur. Zarar kendiliğinden çekip gidecektir." (IV. 7)​

Ölüm de evrenin bir anı ve bir parçasıdır: "Gemine bindin, yolculuğunu yaptın ve kıyıya ulaştın. İn artık." (UI. 3)​

"Bir parça olarak varoldun. Ürettiğin şeyin içinde kaybolup gideceksin. Daha ziyade bir dönüşüm aracılığıyla türeme kuralları çerçevesinde varlığını geri alacaksın." (IV. 14) "O nedenle doğanın gerektirdiği şekilde bu kısa zaman dilimini aş ve tıpkı olgunlaştığı zaman yere düşen bir zeytin gibi, yolculuğunu tamamla ve böyle bir ürün verdiği için tabiata ve yetiştirdiği için ağaca teşekkür et." (IV.48) "Bizi oluşturan her bir yanımız, evrenin başka bir yanına dönüşecektir ve bu sonsuza değin tekrar edecektir." (V.13)​

Ek Bilgiler

1- Çocukluğundan itibaren çalışkanlığı ve zekası ile dikkat çeken Marcus, İmparator Hadrian (76-138) tarafından rahip yapıldığında sadece sekiz yaşındaydı.​

2- Roma İmparatorluğu’nda tahta geçme hakkı sözde kalıtsal olmasına rağmen, Marcus selefinin biyolojik evladı olmadan ardarda tahta geçen beşinci Roma imparatorudur. Oğlu Commodus neredeyse son yüz yıl içerisinde tahtı babasından devralan ilk imparator olmuştur.​

Kaynakça:

E. Asmis, "The Stoicism of Marcus Aurelius", Aufstieg und Niedergang der römischen Welt, part.n, vol. 36(1989), pp. 2228-2252.​

M. Aurelius, Meditations, Penguin, 1964.​

P. A. Brunt, "Marcus Aurelius and his Meditations" Journal of Roman Studies LXIV (1974), pp. 1-20.​

W. Eck, "Marcus Aurelius", Der nene Pauly U (1999), pp. 870-875​

R. B. Rutherford, The Meditations o/M. Aurelius, Oxford, 1989.​

G. R. Stanton, "M. Aurelius, Emperor and Philosopher" Historia, XVUI(1969), pp. 570587​

E. Zeller, Outlines of the History of Greek Philosophy, New York, 1980.​

Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​

Entelektüelin Kutsal Kitabı - Biyografiler / Noah D. Oppenheim, David S. Kidder​

Ayrıca bkz., ROMA FELSEFESİ, STOACILIK.​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
Piramit Asiler ve Reformcular 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst