Louis Althusser, Marksizme yaptığı katkılarla ve bu konudaki görüşleriyle önemli etkiler yaratan çağdaş Fransız filozofudur. 16 Ekim 191S'de Birmandreis'te (Cezayir) doğan, geç kapitalizm döneminin Marksist filozofu olup, ilk önemli yapıtlarını 1960'11 yılların ilk yarısında veren Althusser, daha sonra büyük ölçüde Quartier Latin Praksisi'nin etkisi altında tezlerinin önemli bir bölümünü geri aldığını ve yapısalcı bir Marksizm üretme girişiminin yanlış bir değerlendirmeye dayandığını ispatlamaya çalışan özgün ve ilginç bir düşünür olarak geçer.​
Hayatı ve Eserleri
1945 ile 1948 yılları arasında ENS'in felsefe bölümünde öğrenciliği devam ederken Gaston Bachelard'ın yönetiminde yazdığı Hegel'in felsefesinde içerik kavram adli bitirme teziyle mezun olur ve doçentlik sınavını verir. 1948'de ENS'de müzakereci olarak çalışmaya başlar. Bu okulda otuz yıl boyunca farklı kuşaklardan öğretmen adaylarını hazırlayan Althusser'in öğrencileri arasında M. Foucault, P. Bourdieu, J. Derrida, gibi ünlü isimler vardır. 1948 yılında Fransız Komünist Partisi'ne giren Althusser'in bir çok makalesi yayınlanır. 1965 yılında, Marx İçin ve Jacques Ranciere, Pierre Macherey, Etienne Balibar ve Roger Establet'yle birlikte kaleme alınan Kapital'i Oktımak'm François Maspero yayınevindeki kuram dizisinin ilk kitapları olarak yayınlanması oldukça önemlidir. Bu yapıtlar, birçok dile çevrilerek, ciddi eleştiriler almıştır. Yapıtlar, komünist partisinde, Marx'in yapıtında bir "epistemolojik kopma" ve tarihsel materyalizmle kuramsal hümanizma arasında bir uyuşmazlık olduğunu belirten, 1961 tarihli "Genç Marx'a Dair" adli makalesinin başlatmış olduğu polemiği iyice kızıştırır. Ayrıca Althusser metinleri, sorunsal, semptomatik okuma, yapısal nedensellik, üstbelirleme, ideolojik tahayyül gibi kavramlarla (Althusserciliğe gönderimde bulunulsun ya da bulunulmasın) felsefi söylemin farklı açılımlarının oluşmasına katkıda bulunmuştur. 1967 ve 1968'de Althusser, ENS'de bilim adamlarına yönelik felsefe dersleri organize eder. 1974'te, Felsefe ve Bilim adamlarının Kendiliğinden Felsefesi yayınlanır. 1969 yılında yayınlanan Lenin ve Felsefe ile felsefeyi kuramın içindeki siyaset olarak tanımlar. 1970'de İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtlarını John Lewis'e Yanıt ve Özeleştiri Öğeleri adlı yapıtları takip eder. 1980'de ağır bir depresyon geçirir. Rahatsızlığı ölümüne kadar devam eden Althusser, 22 ekim 1990'da kalp krizinden ölür.​
Görüşleri
Althusser'in amacının Marksizmi anti-Marksist felsefelere karşı daha donanımlı hale getirmek olduğu söylenebilir. Başka bir ifadeyle, tarihe ilişkin olarak bilimsel bir yaklaşım geliştirme amacı güden Althusser, bu bağlamda bir yandan Marksist geleneğin klâsik metinlerini yeni baştan okuma, diğer yandan da bilimin doğasına ve onun diğer söylem biçimlerinden nasıl farklılaştığına dair araştırma yoluna gitmiştir. Marx'in ilk yazılarıyla olgun yapıtlarının kökten farklı iki düşünce tarzını yansıttığını ve bunların sorunsallarının temelden farklı olduğunu iddia eden Althusser'e göre, genç Marx'ta yabancılaşma, ve kendini gerçekleştirmenin ideolojik dramı, Hegel'deki dünya tinine benzer biçimde insanlığın pek fazla açılıp yayılmamış yazgısının yazan söz konusuyken; olgun Marx'ta bilim, tarihsel materyalizm, toplumsal formasyonların teorisi ve tarihi, bunun yapısal açıklamasının kavramları, üretim ilişkileri ve güçleri, ekonomi tarafından belirlenim, üst yapı, devlet ve ideoloji üzerine yoğunlaşılır. İki düşünce sistemi epistemolojik bir kopmayla birbirinden ayrılmıştır. Bachelard'dan esinlenerek, epistemolojik kopuş ifadesini kelime oyunu yaparak epistemolojik kopuntu şeklinde ifade eden Althusser, bu kopuntunun Marx'in söyleminde söyledikleri ve söyleyemedikleriyle ve yapıtının altında yatan sorunsalının belirtilerini ayırt edebilecek bir okumayla açığa çıkarılabildiğini vurgular.​
Marksist Bilimi Yeniden Tanımlama: Althusser'e göre Marksist bilimin nesnesi ne insan ihtiyaçları ne de ’nsanlar arası ilişkilerdir. Üretim ilişkileri öznelerarası ilişkilere indirgenemez. Çünkü insan özne olarak bu ilişkilerin yaratıcısı değil, taşıyıcısıdır. Marksizmin tarihselci ve hümanist olmadığını iddia eden Althusser, bu görüşün aksini savunan Lukacs'ı şiddetle eleştirir. Lukacs, doğal ekonomik yasaların arkasında gizlenen toplumsal ilişkileri ve insanı ortaya çıkarmıştır. Lukacs toplumsal çözümlemelerinde özneye öncelik tanıdığı için, toplum ve tarihi öznel amaçların bir fonksiyonu olarak değerlendirmiştir. Althusser'e göre, bu yaklaşım tarihselci/hümanist olduğu için bilimsel Marksizm değil, fakat ideolojik Marksizmdir. Bu tür bir yaklaşım Marx'in gençlik dönemine (bilimsel sorunsala geçemediği döneme) aittir. Oysa, Marx 1845 yılında hümanist/tarihselci ideolojiden epistemolojik bir kopuşla bir teorik devrim yaratmıştır. Çünkü Marx bundan sonra hümanist sorunsalı temellendiren felsefi antropolojiyi reddederek, yerine üretim tarzı kavramına dayanan bilimsel sorunsalı getirmiştir.​
Hümanist ve tarihselci yaklaşımları gerçek Marksizm ile ilgili olmayan görüşler olarak reddeden Althusser Marksist bütün anlayışının ekonomiye indirgenmesine de karşı çıkar. Bu konuda Lukacs'ın açıklamalarını önemsemekle birlikte, "bütünlük" kavramına farklı bir anlam yükler. Hegel'de bütünlük özün dışa yansıması olduğu için, bütünlük özün görüntüsünden ibarettir. Hegel'de öz idea'dır. Fakat idea yerine ekonomiyi öz varsaymak Hegelci sorunsalın aşıldığını göstermez. Örneğin, altyapı/üstyapı ayırımı Marksistlerin Hegel sorunsalını aş(a)madıklarının bir kanıtıdır. Üstyapı altyapıya indirgendiği zaman ekonomi öz, ideoloji, hukuk, din, siyaset gibi öğeler de görüntü durumuna düşer. Althusser bu yaklaşımın Marksizmden sapmaya neden olduğunu ve Marx'in görüntü şeklinde bir bütünlük içinde ekonomist olarak yorumlanmasına sebep olacağını vurgulayarak, bunun son derece yanlış bir yorum olduğunu belirtir. İdeolojik bir düşüncenin iç özünü, yani sorunsalını oluşturan şeyi anlamak için kavramların iyi seçilmesi gerekir. Bu bağlamda Althusser Marx'in doğrudan doğruya kullanmadığı, ama olgunluk döneminin ideolojik analizlerini sürekli canlandıran bir bütünlük terimini önerir. Çünkü ona göre "tümlük" Hegelci muğlaklıklara düşmeden olgular üzerine en iyi etkiyi yapan kavramdır. Bu bağlamda karmaşık toplumsal bütünlük birbirine indirgenemeyen göreli bağımsız ve farklı yapılardan oluşur. Althusser, Marx'in toplumu tek etkene indirgemektense, onu pratikler adı verilen ilişkili birimlere böldüğünü iddia eder. Marx'in "toplum bireylerden kurulmamıştır" sözünü hatırlatarak, "gerçekten de toplum bir bireyler bileşimi değildir" der. Onu oluşturan bireylerin içinde yaşadıkları, çalıştıkları ve savaştıkları toplumsal ilişkilerdir. Toplum genellikle, çoğaltılmış insan kopyalarından ibaret olmadığı veya rasgele bireylerden oluşmadığı gibi, her toplumun toplumsal ve tarihî olarak belirlenmiş kendi bireyleri vardır. Bu anlamda toplumdaki sınıflar da rasgele bireylerden oluşmaz. Her sınıf, kendi yaşama, çalışma, sömürme ve kavga koşulları ile sınıf kavgası ilişkileri sonucunda biçimlenmiş, kendi bireylerinden meydana gelmiştir. Althusser'e göre her toplum birbirlerinden farklılaşmış, göreli bağımsızlığı olan ve her biri gerçeklik niteliğine sahip üç temel ve özgül yapıdan oluşur. Bunlar ekonomi, siyaset ve ideolojidir. Yani toplum, birbirlerine bağlı olan bütünlerin, ekonomik pratiğin, ideolojik pratiğin ve politik pratiğin bir bütünü olarak algılanır. Bu yapılar birbirlerine indirgenemez ve ekonomi son aşamada belirleyicidir. Ama başat öğe toplumdan topluma değişebilir. Bu analiz, Althusser'in tarihsel materyalizm yorumu için önemli bir nokta oluşturur ve Marx'i, altyapı ile üstyapı arasında bir ayırım yaparak üstyapının tüm yönlerini, altyapıya başvurarak açıklamaya çalışan bir materyalist olduğu gerekçesiyle suçlayan eleştirilere karşı savunmak için kullanılır.​
Althusser'e göre, toplumsal pratiklerin birbirine bağlı olduğunu kabul eden bir yaklaşım, toplumsal değişmeyi anlamamızı sağlayacağı gibi, bir tarih kuramının oluşmasını da sağlar. Çünkü tarihsel koşullar tek bir nedenin basit bir etkisi değil, bir çok nedenin bir araya gelmesinden doğan "üst-belirlenimin" ürünüdür. Demek ki, Hegelci çelişki karşısında Marksist çelişkinin özgüllüğünü oluşturan şey üst belirlenimdir. Hegelci diyalektiğin basitliği, bir dünya görüşüne ve özellikle buna yansıyan tarih görüşüne gönderme yapıyorsa, Marksist toplum anlayışı bu üst belirlenim içine nasıl yansır? Althusser bu noktada Marx'in çelişki kavramının toplumsal bütün kavramından ayrılmaz olduğu sonucuna varır ve çeşitli olgular arasındaki ilişkiyi açıklamak için Freudçu bir terim kullanır. Buna bağlı olarak da toplumsal yapıdaki değişmelerin sayısız çelişkilerce "üstbelirlendiği" sonucuna varır. Bu durumda, çelişki kavramı neyi ifade etmektedir? Pratikler bir diğeri üzerinde sürtündüğü zaman çelişkili, bir diğerini desteklediği zaman çelişkisizdir. Althusser bu ilişkileri metaforik olarak açıklamaktan çekinmez. Bunun felsefe olduğunu düşünür. Çünkü bu, varolan kullanımın sınırları yok etmenin ve zaten sezgisel olarak benzer olmayan fikirleri kavramanın tek yoludur. Althusser daha ileri giderek çelişkinin ve çelişkisizliğin rollerine ilişkin ayrıntılı bir değerlendirme sunar. Zira ona göre, Marx'taki çelişkinin kendine özgü yapısını Marx'in toplum ve tarih kavrayışına bağlayan zorunlu bağ gösterilmezse, Marksist tarih teorisinin kavramları içinde söz konusu üst-belirlenim bulunup keşfe dilmezse, bu kategorinin havada kalacağı açıktır.​
Burada Hegelci model, soyut çelişki modeli değil, bu modele yansıyan tarih kavrayışının somut modeli devreye girer. Gerçekten de, Marksist çelişki kavrayışının özgül yapısının Marksist tarih kavrayışı içinde temellendiğini göstermek için, bu kavrayışın, Hegelci kavrayışın basitçe tersine çevrilmesi olmadığından emin olmak gerekir. Hegelci kavrayışın tümünü yöneten şey, her toplumun kendi iç ilkelerinin diyalektiği, yani idea'nın uğraklarının diyalektiğidir. Marx'm defalarca dediği gibi, Hegel maddî yaşamı, halkların somut tarihini, bilincin diyalektiğiyle açıklar. Marx'a göre ise, tersine, insanların tarihini açıklayan şey onların maddî yaşamıdır. Hal böyle olduğunda, onların bilinçleri, ideolojileri, maddî yaşamlarının görüngüsünden başka bir şey değildir. Tersine dönmenin tüm görünümleri bu çelişki içinde bir araya getirilmiştir. Tersine çevrilme kurgusunu görünürdeki kesinliği içinde korumak kesinlikle imkânsız gibidir. Çünkü aslında Marx, Hegelci toplum modelinin terimlerini tersine çevirirken korumamıştır. Onların yerine onlarla ancak uzaktan ilişki içinde olan başkalarını koymuştur. Dahası, bu terimler arasında kendinden önce hüküm süren ilişkiyi alt üst etmiştir. Çünkü Althusser'e göre, epistemolojik düzeyde her şey kavramsal olmasına rağmen, bu kavramsal düzeyin yarattığı dünya içinde her şey üretime dayanmaktadır. Althusser'in dünyası farklılaşmış, özgül pratiklerden oluşmaktadır. O yalnız maddî üretimi değil, her türlü etkinliği üretim olarak, ayni yapıya sahip pratikler olarak ele alır. Onun pratik dünyası iki ana pratikten, toplumsal pratik ile teorik pratikten oluşur. Toplumsal pratik maddî üretim, politik üretim ve ideolojik üretim olmak üzere üç temel pratikten meydana gelmiştir. Bütün bu pratiklerin belirleyici öğesi emektir. Althusser, üretim kavramına değgin açıklama ve uygulamaları Etienne Balibar'a bırakıp kendisi daha çok epistemolojik düzeydeki sorunlarla ilgilenir.​
İdeoloji: Burada öne sürülen görüşler yanında, Althusser'in Marksist teoriye yaptığı en önemli katkılardan birisi "İdeolojik Aygıtlar" incelemesidir. Bu incelemeyle Marksistlerin ihmal ettikleri bir alana (ideolojiye) dikkat çeken Althusser, ideolojiyi, toplumsal formasyonu (ekonomi, politika, ideoloji) meydana getiren üç ana düzeyden biri olarak kabul eder. Bir toplumsal düzey bir pratiğe bağlıdır. Ekonomik düzeyde doğa, toplumsal ilişkiler içerisinde dönüştürülür, ekonomik pratiği tanımlayan budur. Politik pratikte, söz konusu toplumsal ilişkiler dönüştürülür. Buna göre, ideoloji, klâsik ortodoks/ekonomist anlayışta olduğu gibi, ekonomik pratiğin bir uzantısı ya da bir gölge-fenomeni değildir; o, "son kertede" ekonomik pratikle belirlenmekle birlikte, kendi özerk belirleyici etkisi olan, maddî pratiktir. Fikirler de bu anlayışta maddenin soyut yansıması olmayıp, kendileri maddî olan şeyler olarak ortaya çıkar. Bu bakımdan nesnenin kendisi ile nesnenin bilgisi arasında farklılıklar vardır.​
Althusser ideolojinin yapısı ve işleyişi üzerine iki ana tez sunar. Bunlardan birincisi ideolojinin hayali biçiminde tasarlanmış nesneyle, ikincisi ideolojinin maddîliği ile ilgilidir. Birinci tezinde ideoloji, bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayalî ilişkilerini temsil eder. Yaygın kanaat, dini ideolojinin, ahlâkî ideolojinin, hukukî ideolojinin, siyasal ideolojinin aynı zamanda birer dünya görüşü oldukları, ideolojide dünyanın hayalî olarak tasarlanmasında insanların varoluş koşullarının, eşdeyişle gerçek dünyaların yansıtıldığı yönündedir. Oysa, insanlar ideolojide gerçek varoluş koşullarını, gerçek dünyalarını yansıtmazlar. Onlara yansıyan kendilerinin varoluş koşullarına karşı oluşan ilişkileridir. Her ideoloji, zorunlu olarak hayalî çarpıtması içinde, var olan üretim ilişkilerini değil, her şeyden önce bireylerin, üretim ilişkileri ve onlardan türeyen ilişkilerle olan hayalî ilişkisini gösterir. Demek ki ideolojide, bireylerin varoluşunu yöneten, gerçek ilişkiler sistemi değil, bireylerin içinde yaşadıkları gerçek ilişkilerle hayalî ilişkisi temsil edilir veya gösterilir.​
Althusser'in ideolojinin varoluşunun maddî olduğu görüşü ise, bir ideolojinin her zaman hem bir aygıtta, hem de aygıtın pratiğinde veya pratiklerinde varolduğunu ifade eder. Bu varoluş maddîdir. Elbette bu maddî varoluş, bir nesnenin maddî varoluşuyla ayni kipliğe sahip değildir. Bir birey Tanrı'ya ya da göreve ya da adalete vb. inanıyor olabilir. Bu inanç, bireyin fikirlerinde yer alan bir bilince sahip, yani özne olarak kabul edilen bireyin fikirlerinden türer, Bu şekilde kurulmuş olan ideolojik kavramsal aygıt aracılığıyla sözü geçen öznenin (maddî) tavırları doğal olarak ortaya çıkar. Sözü edilen birey şu ya da bu biçimde davranır, şu ya da bu pratik tavrı kabul eder ve dahası özne olarak kendi bilinciyle özgürce seçtiği fikirlerin bağımlı olduğu ideolojik aygıtın kimi düzenlenmiş pratiklerine katılır. Örneğin, Tanrı'ya inanıyorsa ayini izlemek için kiliseye gider, diz çöker, dua eder, günah çıkartır, cezasını çeker ve doğal olarak pişman olur, vb.​
Hangi durumda olursa olsun, ideolojinin ideolojisi demek ki, hayalî çarpıtmaya karşın, insanın fikirlerinin eylemlerinde var olduğunu, var olması gerektiğini kabul eder ya da ona gerçekleştirdiği başka eylemlere tekabül eden başka fikirler verir. Bu ideoloji, eylemlerden söz eder. Althusser ise pratiklerin içine dahil edilmiş eylemlerden söz etmektedir. Ve bu pratikler ideolojik aygıtın, bu aygıtın küçücük bir parçasının bile olsa, maddî varlığı içinde düzenlenmişlerdir. Küçük bir kilisede küçük bir ayin, bir cenaze töreni, bir okulda bir ders günü vb. Gramsci'nin düşüncesi gibi Althusser'in düşüncesi de, ideolojiye yeni bir ağırlığın verildiği bir noktayı ve yeni teorileştirme çerçevesi olarak Marksizm'in bütünüyle yeniden yansıtılmasını tam olarak temsil eder. Althusser'in öne sürdüğü ideoloji teorisi, klâsik Marksizm olarak kabul edilen şeyden Gramsci'ninkinden bile daha temel bir kopuşa işaret eder. Bu anlamda Marksizmin içinde bulunduğu gerilimi açığa çıkaran Althusser, Marksizmin geçtiği bir "evre"den ziyade, Marksizm'in kurtulmak ya da uzaklaşmak zorunda olduğu başka bir sınırdır.​
İdeoloji, insanların onunla tarihsel dünyayla ilişkilerini yaşadıkları bir temsiller sistemidir. Althusser, ideolojiyi kendine ait mantığı ve katılığı bulunması anlamında bir sistem olarak görür ve temsiller terimini kullanmakla, duruma bağlı olarak imgeleri, mitleri, düşünce ile ilgili kavramları tartışma olasılığını açık bırakır. İdeolojinin her toplumun organik bir parçası olduğuna ve toplumların tarihsel yaşamında özsel bir yeri bulunduğuna inanır. Althusser'in insanın dünyayla ilişkisini yaşamasına yaptığı vurgu, önemli bir vurgudur. Zira ideolojinin ilkesel olarak bilinçli inançlarla etkili olmayıp insana dayatılan yapılar olarak düşünüldüğünü ileri sürer. "Algılanan-benimsenen-katlanılan" kültürel inançlar nesneldirler ve işlevsel olarak kendilerinden kaçan bir süreçle insanlar üzerinde etkili olurlar. Althusser'in çok daha kesin ve orijinal bir ideoloji tanımına geçtiği yer, insanların tarihle ilişkisinin gerçek ve imgesel yanları arasında bir ayırıma geçtiği noktadadır. İdeoloji, der, karmaşık bir ilişkiler arası ilişkidir. Zira, ideolojide insanlar sadece kendileri ile kendi varoluş koşulları arasındaki ilişkiyi ifade etmezler, yaşama biçimini de ifade ederler.​
İdeolojide gerçek ilişkinin, kaçınılmaz olarak, imgesel ilişkiye, gerçekliği betimlemekten çok bir irâdeyi, bir umut ya da nostaljiyi ifade eden bir ilişkiye sarılı olduğu sonucuna varan Althusser'in bir uyarı notunda söylediği gibi, ideolojiyi saf bir eylem aracı, bir alet olarak kullananlar onu pratiğe döktüklerinde, onun tarafından kuşatıldıklarını fark eder. Onun yaklaşımında önem kazanan bir diğer düşünce de, hümanizmin sadece bir ideoloji, oysa sosyalizmin bilimsel bir kavram olduğu iddiasıdır. Althusser'in yazıları, bir çok kişinin daha önce sanmış olduğu gibi, Marx'in sadece hümanist değil, olumlu antihümanist de olduğunu kanıtlamak bakımından, tarihsel süreçte önemli bir boyut oluşturur. Althusser'e göre ideolojik ilişkiler imgesele sarılı bir irâdeyi ifade eden ilişkilerdir. Gerçekliği tarif etmekten çok bir umut ya da nostaljiyle ilgilidirler. Onun bu şekilde düşünmesini sağlayan merkez tezlerinden birisi de ideolojinin, bireyleri özneler olarak adlandırmaya yönelik bir girişim olduğudur. Bu başlık altında Althusser, özneyi her ideolojinin oluşturucu kategorisi olarak nasıl gördüğünü açıklar. İdeolojinin eylemi, öznenin kendisini özne olarak tanımasına olanak tanımaktır. İdeoloji bir anlamda, öznenin kendisini belli özgül şekillerde tanımasını sağlayarak ve aynı zamanda bu özgüllüğü kendi başına açık ya da doğal gibi yorumlayarak etkili olur. Bu nedenle ideolojinin bir işlevi de onun hem özneyi inşa eden, hem de Althusser'in her zaman hazır özneler olarak tarif ettiği şeye dayandırılan bir tanımalar devresi olarak düşünülebilen tanımıdır. O bu tanımla, zaten oluşturulmuş bir özne olmadan tanıma sürecinin olanaklı olmadığını da söylemek ister. Althusser'in açıkladığı gibi, özne daha doğmadan o şekilde konuklandırdığı için, en azından görünürde başlangıç noktası bulunmayan sürekli bir oluşmadan ve yeniden oluşmadan söz edilebilir.​
Althusser, öznenin ideolojik oluşumuyla ilgili anlatımını, çağırma metaforuyla açıklar. Örneğin arkadan biri "hey baksana" diye seslendiğinde çağrıya yanıt vermek için geri dönüldüğü, çağrılanın gerçekten o olduğunun onaylandığı anda, özne hem ideolojide konuklandırılır, hem de kendi kendisini tanıması onaylanır. Marksizmde ise hakim görüşün yanılsama ya da çarpıtma olarak ideoloji teorisiyle hareket ettiğini vurgular.​
Marksizmin ideoloji çözümlemesi, elbette toplumsal sınıfa bağlı olarak yapılmıştır. İşte bu konuda Althusser'in ideoloji ve öznellikle ilgili tezlerinin, Marksizmde erken klâsik modele geri dönüşün olanaksızlığını açığa çıkardığını ifade etmek gerekir. Diğer yandan Althusser için, ideolojide sınıf mücadelesi ihmal edilmemesi gereken önemli ve özerk bir alandır. Althusser'in kapitalizmde sınıf dışında hiçbir toplumsal bölünmenin anlamlı olmadığı görüşünün, Devlet ve Devlet Aygıtlarının sınıf baskısını güvenceye alan sömürü ve sömürünün yeniden üretimi koşullarını garanti eden bir sınıf mücadelesi aracı olmasının, sadece sınıf mücadelesinin bakış açısından anlamı vardır. Çünkü sınıf kavgası havada olmaz. O üretim tarzına ve verili bir sınıflı toplumdaki sömürüye bağlı olduğu için, sınıf kavgasının maddî temeline bakmak gerekir. Bu, son kertede, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin, toplumsal formasyon içinde, belli bir üretim tarzının üretim ilişkileri içindeki birliğidir. Sınıf mücadelesi yalnızca Marksist-Leninist işçi sınıfı hareketinin siyasal pratiğinde değil, aynı zamanda teorik olarak Marksist felsefe ve bilimde de son sözü söyleyen halkadır. Althusser burada Kapital'i devreye sokarak, Kapital'in doğru okunması gerektiğini vurgular. Ona göre, aksi takdirde Marksist teori ciddi bir şekilde tahrif edilmiş olur. Örneğin ekonomist bir çarpıtma olarak toplumsal sınıfların, sadece Kapital'in sonunda yer aldığı söylenebilir. Oysa, toplumsal sınıflar başından sonuna kadar Kapital'dedirler. Sınıf mücadelesi ve toplumsal sınıfların varlığı tek ve aynı şeydir. Çünkü Althusser'e göre, reformistlerin tersine, devrimciler için sınıflar, sınıf kavgasından ayrı alınamazlar. Sınıflara ayrılma, sınıf kavgasının sonucu olup, sınıf mücadelesi, Kapitalin anlaşılması için de son sözü söyleyen halkadır. Marx Kapital'e Ekonomi Politiğin Eleştirisi alt başlığını verdiğinde, yalnızca klâsik iktisatçıları değil, ekonomist yanılsamayı da eleştirmek niyetinde olduğunu söylemek istiyordu. Gerçekten de o, kapitalist üretim, dolaşım ve dağıtım koşullarının tümüne toplumsal sınıfların varlığı ve sınıf mücadelesinin sirayet ettiğini ve egemen olduğunu göstermek istiyordu.​
Toplumlar, toplumsal ve maddî koşulları sürekli üretemezlerse, tarihteki yerlerini alamayacakları gibi varlıklarını da sürdüremezler. Oysa, Althusser'e göre kapitalist toplumun varoluş koşulları, kapitalist sınıfın işçi sınıfına uyguladığı sömürünün koşullarıdır. Kapitalist sınıf onları ne pahasına olursa olsun yeniden üretmelidir. Kapital'! anlamak için, demek ki yeniden-üretim bakış açısına yükselmek gerekmektedir. Ancak o zaman burjuvazinin, sömürünün süre ve sabitliğini, ancak işçi sınıfına karşı sürekli bir sınıf mücadelesini sürdürmek koşuluyla güvence altına aldığı görülür. Althusser'e göre, burjuvazi bu sınıf mücadelesini sadece üretimde değil, üretimin dışında da sürdürmektedir. İşte burada, işçi sınıfını baskı ve ideoloji ile yola getirmek için devletin, devletin baskı aracının ve devletin ideolojik aygıtlarının rolü işe karışır.​
Devletin İdeolojik Aygıtları: Althusser'in yorumuyla klâsik Marksistlerin devlete dair düşünceleri arasındaki farklılıklar bilinirse, devlet ile devletin ideolojik aygıtlarını birbirinden daha iyi ayırabiliriz. Klâsik Marksistlere göre devlet, devletin (baskı) aygıtıdır. Devlet iktidarını devlet aygıtından ayırmak gerekir. Sınıf mücadelelerinin hedefi devlet iktidarıdır, bunun sonucunda devlet iktidarına sahip olan sınıf, devlet aygıtını kendi isteği doğrultusunda kullanır. Proletarya ise varolan burjuva devlet aygıtını yıkarak, önce onun yerine başka bir devlet aygıtı koymak ve sonraki aşamalarda radikal bir süreci, devletin yıkılma sürecini başlatmak için, devlet iktidarını elde etmek zorundadır. Althusser farklı bir Devlet teorisi geliştirmek için, yalnızca devlet aygıtı ile devlet iktidarı ayırımını dikkate almakla kalmaz, fakat bir yandan da devletin baskı aygıtının yanında olan, fakat onunla karıştırılmaması gereken devletin ideolojik aygıtı adını verdiği bir gerçeği de göz önüne almak gerektiği üzerinde durur.​
Devletin İdeolojik Aygıtları adını verdiği şey nedir? Ona göre, DİA (Devletin İdeolojik Aygıtı) devletin baskı aygıtıyla aynı şey değildir. Marksist teoride, devlet aygıtı hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler ve hapishaneleri kapsar. Althusser bunlara devletin baskı aygıtı adını verir. Baskı kelimesi, son durumda söz konusu devlet aygıtının zor kullandığını belirtir. O zaman Devletin ideolojik aygıtları, devletin baskı aygıtından farklı olarak Kiliseler sistemi, Öğretimsel DİA, Aile DİA'sı, Hukukî DİA, Sendikal DİA, Haberleşme DİA'sı ve Kültürel DİA'dan oluşur. DİA'ların devletin baskı aygıtı ile farklı olmasını sağlayan ayrılıklar nelerdir?​
Althusser'e göre ilk aşamada, devletin bir tek baskı aygıtı varsa çok sayıda DİA’larının olduğunu gözlemleyebiliriz. İkinci aşamada, devletin birleşik (baskı) aygıtının tümüyle kamu alanında yer almasına karşın DİA'ların en büyük bölümünün özel alanda bulunduğunu saptayabiliriz. Kiliseler, partiler, sendikalar, aileler, bazı okullar vb. özeldir, çoğunluğu özel kurumlar olarak kamu statüsüne sahip bulunmayan kurumlan neden DİA'lar olarak kabul ettiğini, Althusser Gramsci'nin ifadesiyle açıklar. Kamu ve özel ayırımı, burjuva hukukunda yer alan ve burjuva hukukunun otoritesini uyguladığı alanlarda geçerli olan bir ayırımdır. Devletin alanı bu ayırımın dışında kalır, çünkü devlet alanı hukuk üstüdür. Yönetici sınıfın devleti olan devlet ne kamusal, ne de özeldir. Tam tersine her türlü kamusal ve özel ayırımının ön koşuludur. DİA'ları oluşturan kurumların özel ya da kamusal olmaları pek önemli değildir. Önemli olan işleyişleridir.​
DİA'ları devletin baskı aygıtından ayıran temel fark, Devletin baskı aygıtının zor kullanarak işlemesine karşılık, DİA'ların ideolojiyi kullanmasında yatar. Diğer yandan ister baskı, ister ideolojik olsun, devletin her aygıtı hem baskı, hem de ideoloji ile işler. Ama devletin ideolojik aygıtı ile baskı aygıtını birbirine karıştırmamayı gerektiren çok önemli bir ayırım vardır. Bu ayırım devletin baskı aygıtının, kendi hesabına baskıya tümüyle öncelik verirken, ideolojinin burada ikincil bir işlev olmasıdır. Devlet baskı aygıtı ile DİA'lar ve ayrı ayrı DİA'lar arasındaki uyum, Althusser'e göre, egemen ideoloji aracılığıyla sağlanır. Çünkü çağdaş kapitalist toplumsal formasyonlarda, görece olarak çok sayıda DİA vardır ve tüm DİA'lar, hangisi olursa olsun, ayni hedefe yönelir. Bu durum, Althusser'e göre, üretim ilişkilerinin yeniden üretimini, kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimini ifade eder.​
Bundan dolayı, Althusser'e göre kapitalist toplumun, bir bakıma sınıf mücadelesinden önce varolduğu ve bizim bildiğimiz sınıf mücadelesinin toplumun haksızlıklarına karşı baş kaldıran proletaryanın işi olduğu düşüncesini terk etmek gerekir, Gerçekte kapitalist topluma özgü sınıf mücadelesi kapitalist toplumla ayni özden olup, başlangıcından beri sınıf mücadelesini savunmasız bir proletaryaya karşı benzersiz bir zalimlikle sürdüren sınıf, burjuvazidir. Geçmiş bize, Marx'in bilimsel teorisinin, her şeyin temelinde sınıf mücadelesinin yattığının kanıtını veriyorsa, tarihte benzeri görülmemiş bu olayın nedenleri daha iyi anlaşılır. Marksist teori ile işçi sınıfının hareketinin kaynaşmasını sağlayan şey, sınıf mücadelesinin, işçi sınıfı hareketinin yaşam pratiğinin içinde olmasıydı. Marx, işçi sınıfı hareketinden siyasal deney olarak aldığını, işçi sınıfı hareketine geri vermiştir.​
Tarih ve Politika Bilimi: Althusser, bir siyaset ve tarih bilimi oluşturma projesinin her şeyden önce siyaset ve tarihin bilim konusu olabileceğini, yani bilimin keşfedebileceği bir zorunluluğu içerdiğini varsayar. Tarihi bilimsel olarak açıklamanın zorluğu gerçek tarihle kitleler arasına hep bir perde, bir bölme konulmasından kaynaklanır, Bu tarihle ilgili bir sınıf ideolojisidir. İnsan kitleleri buna inanmıştır. Çünkü bu ideoloji onların kafasına, egemen sınıf ya da yükselen sınıf tarafından sokulmuştur. Bu durum egemen sınıfın birliğini korumaya, sömürüsünü sağlamaya yarar ve ona göre, "tarih kıtasını" bilimsel bilgiye ilk olarak Marx açmıştır. Ama doğada olduğu gibi, tarihte de insan yalnız varolanı bilir. Hatta, daha öteye giderek "yalnız var olan bilinir," Althusser'e göre, anlaşılması zor, anlamından kolay saptırılabilir bir tez olan bu tez, tüm Marksist bilgi tezlerinin dayanağını oluşturur, Burada insan aradan çıkar ve bütün tarih gibi, bilgi üretimi tarihi de öznesiz bir süreç, bilimsel bilgi de öznesiz ve ereksiz bir diyalektik sürecin tarihsel sonucu olarak ortaya çıkar.​
Tarihi yöneten zorunluluk, bilimsel olmaya başlayabilmesi için, mantığını tarihin dışındaki bir düzenden almamalıdır; O halde, bilimin yolunu ona kendi yasalarını kabul ettirmeye çalışan teolojinin ve ahlâkın saldırılarından temizlemek gerekir. O, teorik olarak (bilim) ve pratik olarak (politika) ancak evrensel insan ilişkilerinde gerçekleşen bir şeydir. Burada da insanın özü, tarihi ve politikayı oluşturur.​
Althusser Marksist teorinin bize öğrettiği tarihin yasaları uyarınca, tarihi yapanın ne aydınlar ne de teorisyenler olduğunu söyler: Tarihi yapan, kitlelerdir. Teoriyi anlamak şarttır, ama ayni önemi taşıyan başka bir şey de kitleleri anlamaktır. Tarih, aklın akıldışı içinde, hakiki1 insanın yabancılaşmış insan içinde yabancılaşması ve üretimidir. İnsan, emeğinin yabancılaşmış ürünleri içinde (metalar, devlet, din) farkında olmadan, insanın özünü gerçekleştirir. Tarihi ve insanı üreten, insanın yok olması, önceden var olan tanımlanmış bir özü varsayar. Tarihin sonunda, insan dışı nesnellik alacak olan bu insan, tüm insan, hakikî insan olmak için, mülkiyet, din ve devlet içinde yabancılaşmış kendi özünü, özne olarak yeniden ele geçirmek zorunda kalacaktır.​
Althusser için bu yeni insan teorisi, yeni bir tür politik eylem, pratik bir yeniden sahiplenme politikası oluşturur. Devletin basit aklına yönelik çağrının ortadan kaybolduğunu, politikanın artık basit teori eleştirisi ya da özgür basın yoluyla aklın inşası olmadığını söyleyen Althusser'e göre, politika gerçekte insanın kendi özünü pratik olarak yeniden sahiplenmesidir. Çünkü insan iki soyutlama olan devlet ile sivil insan arasında bölünmüştür. Devrimde, paranın, iktidarın ve tanrıların fantastik biçimi içinde yabancılaşmış doğasını insana geri verme süreci, yalnızca politik değil, İnsanî (komünist) olacaktır. Bundan böyle, bu pratik devrim, felsefenin ve proletaryanın ortak eseri olacaktır. Çünkü felsefenin içinde insan teorik olarak onaylanır, oysa proletaryanın içinde pratik olarak yadsınır. Felsefenin proletaryaya nüfuz etmesi, kendi yadsımasına karşı olumlamanın bilinçli isyanı olacaktır. İnsanın kendi insanlık dışı koşullarına karşı isyanı olan bu durumda proletarya kendi yadsımasını yadsıyacak ve komünizmin içinde kendini bulacaktır ki, bu bir devrimdir. O halde devrim, yabancılaşmanın içkin mantığının pratiğidir.​
Yabancılaşma ile ilgili tezlerini geliştirmek için insan doğasıyla ilgili belli varsayımlarda bulunan erken hümanist Marx'in bütün sisteminin, bu görüşün yanlışlığını ispatlayan bir Marx'a götürdüğüne inanan Althusser, Marx'in düşüncesindeki gelişimin, fiilen her teori ve çözümleme alanı için anlamı bulunduğu konusunda ısrar eder. Bunun nedeni insan doğasına olan bir inancın, hem evrensel bir insan özünü, hem de bu özün her bireyde bulunduğunu ima etmesidir. Althusser hümanist sorunsalı reddetmek suretiyle Marx'in toplumsal ve siyasal düşüncesinin birçok ilkesini törpüleyebildiğini iddia eder.​
Felsefe: Althusser, felsefeyi Marksist bir filozof olarak tanımlar. Felsefe, son kertede, teorideki sınıf kavgasıdır; çünkü devrimci sınıfların karşısında her zaman için iktidardaki tutucu ve gerici sınıflar vardır ve bunlar, iktidardan düştükleri zaman bile, onu yeniden ele geçirmek hırsından kurtulamazlar. Olayların gelişine göre, iktidarlarını savunurlar ya da her hangi bir felsefe örtüsü altında yeni iktidara karşı saldırıya geçerler. Bunlar tarihin derinliklerinden gelmiş olsalar bile, politik ideoloji olarak işlerine yarayan, felsefelerdir. Althusser, felsefe ile bilim, felsefe ile ideoloji, felsefe ile politika ilişkilerini ele alır. Onun çıkış noktası bir yanda Stalinist uygulama, bir yanda el yazmalarından kaynaklanan hümanizm ideolojisidir. Çağdaş Marksizm için ciddi bir ikilem doğuran bu sorunu, Althusser kaynaklara, yani Marx'a ve Lenin'e dönerek çözmeyi önerir. Ona fazla Ortodoks olduğu için kızanlar daha çok bu yanını kastederler; ama Althusser bu kaynakları inceler ve sonuçlarını bildirirken, o zamana kadarki Marksist literatür içinde rastlanmamış yorumlar da getirir. Bu yani da onun Marksizmden uzaklaştığı ve yapısalcı olduğu ithamına yol açar. Suçlamalara cevap veren Althusser, Lenin ve Fel şefe'de başlattığı özeleştiriyi, Özeleştiri Öğeleri adli yapıtla daha da sistematize eder. Bu yapıtla ve bundan sonra yazdıklarıyla, Althusser düşüncesi bir bütünlük kazanmıştır. Bu kitapta adı gibi özeleştiri yapan Althusser'e göre Marx, Marksist düşünceyi anlatırken, onu fazlasıyla teorik tarzda ortaya koymuş, bu olayın, yani Marksizmin kuruluşunun temelindeki politik etkeni, işçi sınıfının varlığını yeterince vurgulamamıştır. Althusser, bundan dolayı temel tezlerinden vazgeçmez. Yalnızca bu tezleri işlerken fazla teorisist olduğunu söyleyerek bu teorisizmden dolayı özeleştirisini yapar ve yapısalcılığa hiçbir zaman sempati duymadığını açıklar.​
Ona göre, felsefe, teoriye yer açılır açılmaz, bir bilim oluşur oluşmaz ortaya çıkar. Bilimler olmadan felsefe olmaz, olsa olsa dünya görüşü olur. Felsefedeki savaş iki büyük eğilimin (materyalist ve idealist eğilimlerin) birbirine üstünlük sağlamasıdır. Bu çatışmada asil savaş alanı, bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgiden yana olanla, karşı olanın savaşıdır.​
Dolayısıyla, ilk savaş bilimsel bilgi ile ideolojik bilgi arasındaki sınırda olur. Bilim için çalışan materyalist felsefelerle bilimi sömüren idealist felsefeler, bu sınırda sınıf çatışmasının bir kesimini oluşturur. Geçmişte hep idealizm materyalizm üzerine baskı kurduğunu, oysa günümüzde bunun tersine döndüğünü söyleyen Althusser'e göre, artık felsefede materyalizmin idealizm üzerinde baskı kurmakta olup, buna karşın politik koşullar da elverdiği takdirde, dünya görüşleri arasındaki bu üstünlük kurma savaşı devamlı olabilir. Bugün Marksist-Leninist felsefe, teorinin ana halkasıdır. Althusser, Feuerbach Üstüne Tezler'deki önermeyi hatırlatarak "Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler, oysa önemli olan onu değiştirmektir" der. Yıllar geçmiş ve dünyayı değiştirecek olan felsefeye ne olmuştur? Althusser'in cevabı nettir: Arada geçen felsefi boşluk sırasında Marksist bilim kurulmuştur. Bu süre içinde Marx, Hegel ve Feuerbach gibi filozofların felsefi sorunsalının dışına çıkmış ve tarihin bilimini inşa etmiştir. Dünyayı değiştirecek olan felsefe değil, işte bu bilimdir. Felsefenin bilimler gibi bir nesnesi yoktur. Nesnesi olmadığına göre, bir gelişme tarihi de yoktur. Dolayısıyla, filozoflar gelir geçer, ama felsefe ayni yerdedir. Şu halde felsefe bir sahip olmama özelliğiyle ideolojidir. Ama felsefe, Kant'ın da zamanında belirtmiş olduğu gibi, bir kavga alanıdır. Althusser bu kavganın sınıflar arasındaki politik kavgadan kaynaklandığını söyler. Bu bağlamda felsefe, politikanın teorik düzeyde sürdürülmesi anlamına da gelir. Felsefe teori alanında politik pratiğin bir müdahalesidir. Ona göre, politikaya dokunan herhangi bir şey felsefe için ölümcül olabilir. Çünkü felsefe politikayla yaşar. Althusser, felsefeyi daha değişik bir biçimde ele aldığını, Marx'in istediği gibi onu aslına uygun olarak kullandığını belirtir. Bu nedenle "diyalektik materyalist olduğuma inanıyorum" der. Althusser, genç Marx'la olgun Marx arasındaki ayırımda, olgun Marx'in "epistemolojik kopma" ile Hegel ve Feuerbach sorunsallarının etkisi altından çıkarak Marksizmin yeni bilimsel dünyasına girmeyi başardığını vurgularken, bir kural olarak büyük bilimsel buluşların (Marx için de geçerli gördüğü) "epistemolojik kopmalar"la gerçekleştiği tezini savunur. Ona göre, belli bir alanda kabul edilmiş bir bilgiler birikimi vardır. Bilim adamı bu alanda bir soruna bu bilgilerden oluşan kavramlarla baktığı sürece, sorunu çözemez. Ancak kendini bu kavramlardan daha doğrusu bu nosyonlardan çekip olaya daha değişik bir açıdan bakınca, sorunu anlar ve çözer. Bilim sonu gelmeyen bir süreçtir. Çünkü maddenin kendisi değişmemesine rağmen, insanın madde üstüne nesnel bilgisi her zaman ilerler, gelişir, yetkinleşir. Bu bakımdan ideoloji dünyasından bilim dünyasına geçişi gerçekleştiren kopma, sürekli bir kopmadır. Yeni bilim de, tüm bilimler gibi materyalisttir. Bundan dolayı, onun genel teorisinin tarihî materyalizm adını aldığını söyleyen Althusser'e göre, materyalizm bir bilim adamının nesnesinin gerçekliği önünde Engels'in dediği gibi doğayı katıksız olarak kavramasını sağlayan kesin tavırdır. Tarihî materyalizm tarih bilimi demek olup, Marksizmin yeni bir felsefe, bir praksis felsefesi olduğunu söylemek doğru değildir. Marksist teorinin temelinde bir bilim, her yönüyle eşsiz bir bilim yatar. Marksizm (yeni) bir praksis felsefesi değil, fakat (yeni) bir felsefe pratiğidir.​
Marx'in başı üstünde duran Hegel'i ayakları üstüne koyması, Marksist diyalektikle Hegelci diyalektik arasındaki ilişki anlatılırken sık başvurulan ünlü bir benzetmedir. Böyle bir açıdan bakıldığında, Marksist diyalektik Hegelci diyalektiğin ters yüz edilmiş şeklinden ibarettir. Althusser böyle bir ters yüz edilmenin, felsefenin başından beri, madde/ruh karşıtlığının kavga alanı olması anlamında var olduğunu kabul ediyor. Ancak ona göre, böyle bir ters yüz etme kendi başına felsefe tarihinde yeni bir şeyi başlatmaz. Başka bir deyişle, başından beri tarihdışı olan felsefeye bir tarih kazandırmaya yetmez.​
Althusser'e göre, Marksizm kendi tarihinin trajedilerinden, bu trajedileri mahkûm ederek ya da onlara üzülerek kurtulamayacaktır. "Son kertede" kendinin ne olduğunu anlamaya başladığında değişecektir diyerek Marksist çevrelerde bizzat tarihsel materyalizm öğretisine ilişkin yeni tartışmalar başlatan Althusser, Marx'in materyalizmi üzerine yaptığı vurgu ile Marksizme genel bir politik felsefe olarak bağlanırken, onun Hegelci yönleri üzerinde odaklanan hümanist yoruma düşman olan kimselerin sempatisini harekete geçirmiştir. Aynı zamanda Marksistlerin kökenleriyle temasta bulunmalarını, çağdaş fikirleri değerlendirecek yeni bir perspektif kazanma umuduyla, bizzat Marx, Engels ve Lenin'in yazılarına olan ilgiyi canlandırmıştır. Aynı zamanda Marksizme yeni bir boyut kazandırarak Marksist ya da anti-Marksistlerin kendilerini savunmalarına ve eleştirmelerine zemin hazırlamıştır. Örneğin, E. P. Thompson, Simon Clarke ve Terry Lovell gibi, Althusser'in sisteminin yanlış olduğunu ileri sürenler vardır. Bunun yani sıra Paul Hirst ya da Barry Hindess gibi, sistemle bütünüyle farklı bir görüş noktasına ulaşan eski Althusserciler de söz konusudur. 1960'ların sonuna gelindiğinde Althusserciliğin esasen bittiğini ileri süren Stedman-Jones, Benton ve Descombes gibi tarihçiler yanında, Althusserci sorunsalı ve söyleminin üretken yanlarını korumaya çalışanlar da vardır. Etienne Balibar ve Stuart Hali bunlar arasındadır. Yirminci yüzyıl Marksizmine önemli açılımlar getirmiş olan Althusser, kimi zaman Marksizmin yenilenmesi olarak benimsenen, kimi zaman Marksizmin Stalinist savunucusu olarak görülüp reddedilen birbirine tamamen karşıt Marksist akımlar içinde yer alan pek çok düşünürü etkilemiştir.​
L. Althusser, Kapitali Okumak (çev. C. A. Kanat), Belge Yayınlan, İstanbul, 1995.​
L. Althusser, Marx İçin (çev. I. Ergüden), İthaki Yayınlan, İstanbul, 2002.​
L. Althusser, Lenin ve Felsefe (çev. B. Aksoy, E. Tulpar M. Belge), İletişim Yayınları, İstanbul, 1989.​
L. Althusser, Özeleştiri Öğeleri(çev. L. Targu), Belge Yayınlan, İstanbul, 1991.​
L. Althusser, Politika ve Tarih (çev. A. Şenel Ö. Sezgin), V Yayınlan, Ankara, 1987.​
L. Althusser, Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi (çev. Ö. Sezgin), V Yayınlan, Ankara, 1990.​
L. Althusser, John Levis'e Cevap (çev. M. Ökmen), V Yayınları, Ankara, 1987.​
Althusser, A Critical Reader (Ed. by G. Elliott), Blackwell Publishers, Cambridge USA, 1994.​
M. Barrett, Marx'tan Foucalt'ya İdeoloji (çev. A. Fethi), Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996.​
T. Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü (çev. ve der. M. Tuncay), İletişim Yayınlan, İstanbul, 2001.​
E. Balibar, Althusser İçin Yazılar (çev. H. Tufan), İletişim Yayınlan, İstanbul, 1991.​
A. Perry, Batıda Sol Düşünce (çev. B. Aksoy), Birikim Yayınları, İstanbul, 1982.​
Q. Skinner, Çağdaş Temel Kuramlar (çev. A. Demirhan), Vadi Yayınlan, Ankara, 1991.​
Ayrıca bkz., BALİBAR, ÇAĞIRMA, DEVLET, DİYALEKTİK MATERYALİZM, EKONOMİ, EPİSTEMOLOJİK KOPMA, FEUERBACH, GRAMSCI, HEGEL, İDEOLOJİ, LENIN, LUKACS, MARX, MARKSİZM, ÖZNELLİK, PRAKSİS, TARİHSEL MATERYALİZM, YABANCILAŞMA.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
Piramit Bilim İnsanları ve Yenilikçiler 0
Piramit Liderler 0
Benzer Konular
Louis Pasteur
14. Louis

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst