1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında gelişmeye başlayıp yirminci yüzyıl felsefesine büyük etki yapmış olan analitik felsefeyi bir okul ya da bir öğreti olmaktan çok, bir felsefi gelenek olarak görmek gerekir. Dilsel analizi felsefenin temel yöntemi haline getiren bu geleneğin ilk tohumlarını Antik Yunan felsefesinde bulabiliriz. Bir şeyi parçalarına ayırarak, bu parçaların bütünü nasıl oluşturduğunu araştırmayı temel alan çözümleme yönteminin ilk izlerini, Platon'un diyaloglarında bilgi, adalet, doğruluk gibi felsefenin temel kavramlarıyla ilgili Sokratik tartışma ve tanım arayışlarında görmek mümkündür. Her ne kadar Platon bilgiye ulaşmanın salt çözümleme yoluyla olanaklı olmadığını savunmuş olsa da, analitik yöntemi felsefeye sunmaları ile bu diyalogların analitik felsefenin temellerini attıkları söylenebilir. Daha sonraki dönemlerde, felsefe tarihinin gündemini belirlemiş olan Aristoteles, Descartes, Leibniz, Hume ve Kant gibi filozoflarda da, çözümleyici yöntemin değişik biçimlerde kullanıldığını görüyoruz. Tüm bu izlere rağmen, analitik felsefenin başlangıcını on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, özellikle Gottlob Frege ile başlayan ve daha sonra Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein ile gelişen dile dönüş dönemine atfedebiliriz. Bu filozoflarda ortak olan belirleyici özelliğin, onların geleneksel felsefe sorularına yönelik yaklaşımda dilin yapısının anlaşılmasına ve kavramsal çözümlemeye verdikleri önem olduğunu söyleyebiliriz. Kendilerinden önceki dönemin metafiziğine karşı çıkan bu filozoflara göre, birçok felsefe problemi dilin mantıksal yapısını anlamamaktan kaynaklanmaktaydı. Bu öncü grubun etkisiyle kurulan Viyana Çevresi dilsel ve mantıksal çözümlemeyi felsefenin temel yöntemi haline getirerek, deneyimciliğin yeniden yeşermesine, pozitivizmin yaygınlaşmasına neden olmuş, Kant'm temel savı olan sentetik a priori bilgiyi (akil yoluyla dünya hakkında bilgiyi) reddetmiştir. Yine bu dönemde ortaya çıkan mantıkçı pozitivizm okulu, bir çok eleştiriye maruz kalmış olsa da kendisinden sonraki felsefeye büyük etki bırakmıştır. Carnap öncülüğünde bir grup filozof Russell ve Frege'nin izinden giderek, gerçek felsefenin yapılmasını sağlayacak bir ideal dil arayışına girmiş ve bu bağlamda formel mantık dilini felsefenin en temel aracı haline getirmeye çalışmıştır. Öte yandan, G.E. Moore, G. Ryle gibi diğer bir grup filozof ise Wittgenstein'ın yolundan giderek, felsefi problemlerin, kavramların gündelik dildeki kullanımlarının incelenmesi suretiyle, çözülebileceklerini veya en azından ortadan kaldırılabileceklerini göstermeye çalışmıştır. Analitik felsefe, yirminci yüzyıl felsefesinde çok önemli yer tutan dil felsefesi, sembolik mantık ve mantık felsefesi gibi yeni alanların ortaya çıkmasını sağlamış ve özellikle bilim felsefesi alanında büyük bir etki bırakmıştır. 1930'lar ve sonrasında mantıkçı pozitivizm okulunun sorgulanması sonucunda, yeniden metafiziğe bir geri dönüşün başladığını görüyoruz. Ancak bu sefer, Frege öncesi metafizikten farklı olarak, dilsel dönüş döneminden miras kalan yöntemlerle yapılan bir felsefe anlayışı ortaya çıkmıştır.​
Günümüzde "analitik felsefe" denince o dönemlerdeki öğretiden ziyade, daha geniş bir alanı kaplayan ve kendisini esas izlenen yöntem ile hissettiren bir gelenek akla gelir. Realizm, deneyimcilik, pozitivizm gibi analitik felsefenin gelişiminde önemli rol oynamış akımlar artık analitik felsefeyle uğraşmanın veya analitik filozof olmanın koşulu olarak görülmediği gibi, dilsel çözümleme yoluyla tüın felsefi sorunların çözüleceğine dair görüş de analitik felsefe geleneği içinde sorgulanabilmekteydi. Analitik felsefe, bugün, açık ve anlaşılır bir dille yapılan, rasyonel tartışmaya dayanan, eleştiriye açık her türlü felsefi çalışmayı içinde barındıran çok daha geniş bir gelenek haline gelmiştir. Retorik ve aforizmaya dayalı, salt siyasî ve toplumsal eleştiri amacıyla yapılan çalışmaları, felsefi temalar barındıran edebiyat eserlerini ve gerçekte bilimlerin alanlarına giren konularda yapılan spekülatif tartışmaları analitik felsefenin dışında tutabiliriz. Ancak bu tür çalışmalar analitik felsefe içinde yer almasalar da, analitik felsefenin yöntemleriyle felsefi olarak tartışılabilmektedirler.​
Frege
Söz konusu analitik felsefe geleneğinin en önemli ismi, hiç kuşku yok ki, Frege'dİr. Çalışmalarına matematik felsefesi ile başlayan Frege, "sayı nedir?", "matematiğin önermelerini doğru kılan nedir?" gibi matematiğin felsefi temellerine dair sorulara yanıt ararken, öncelikle dilin mantıksal yapısını araştırmamız gerektiği sonucuna varmıştır. Böylece Frege felsefe tarihinde ilk kez kapsamlı bir dil kuramı geliştirmiş ve dilsel çözümlemeyi felsefi bir yöntem olarak ön plana çıkararak analitik felsefenin gelişmesinde öncü olmuştur. Hatta, Dummett gibi bazı çağdaş felsefeciler, Frege'yi analitik felsefenin kurucusu olarak görürler.​
Frege'nin dil kuramı iki temel nosyon üzerine kuruludur: Anlam (sinn) ve gönderme (bedeutung). Frege'ye göre bir terimin anlamını kavrayarak, o terimin gönderme yaptığı nesneyi zihnimizde temsil etme, o nesneyi düşünme ve o nesneden bahsetme olanağı buluruz. Dilsel terimlerin anlamları tıpkı Platon'un İdea ya da Formları gibi insan zihninden bağımsız soyut varlıklardır. Dilsel terimler bir araya gelip bir tümce oluşturduklarında, bu tümcenin anlamı bir düşünce (gedanke), göndergesi ise bir doğruluk değeri (doğru ya da yanlış) olur. Dolayısıyla düşünme edimi her ne kadar öznel, yani zihinde yer alan psikolojik bir süreç olsa da, düşünülen şey, yani düşüncenin kendisi nesneldir ve o kişiden kişiye değişmez. Kısacası, Frege geliştirdiği bu dil kuramı sayesinde, bir tümcenin çözümlenmesinden yola çıkarak, bir yandan matematik felsefesinin temel sorunlarıyla ilgili çözümler üretmiş, diğer vandan özellikle zihin ile dış dünyanın ilişkisi üzerine temel bazı felsefi savlara varmıştır. Burada önemli olan bu savların doğruluğundan çok, Frege'nin, felsefi sorunlara yaklaşırken dilsel çözümlemeyi temel alan bir yöntem kullanmış olmasıdır. Daha sonraları "dile dönüş” olarak adlandırılan döneme damgasını vuran Frege, izlediği bu yöntemle analitik felsefenin filizlenmesinde, gerçekten de öncü olmuştur.​
Russell
Aynı dönemde matematiğin felsefi temelleri üzerine çalışmaya başlayan Russell ise, modern mantığın ve dil felsefesinin, Frege ile birlikte, kurucusu olarak kabul edilir. Matematiksel önermelerin sentetik a priori doğrular olduğunu savunan Kant'ın görüşüne karşı çıkan Russell, matematiğin mantığa indirgenebileceğini ve dolayısıyla onun analitik doğrulardan oluştuğunu iddia eder. Frege'nin matematik felsefesinin de temeli olan bu görüşün kanıtlanması projesini, keşfettiği bir paradoks yüzünden tamamlayamayan Russell, bu çalışmaları esnasında Whitehead ile birlikte yazdığı Principirı Mathematica adlı yapıtıyla modern mantığın kurulmasında öncü olmuştur. Önceleri özellikle Bradley ve Hegel gibi metafizikçilerin yolunda ilerleyen Russell, daha sonraları bu tür metafiziğin sorunlarının dilin mantıksal yapısının anlaşılmamasından kaynaklandığı görüşüne vararak dilsel ve mantıksal çözümlemeyi ön plâna çıkarmıştı. Principles of Mütheımtics [Matematiğin İlkeleri] adlı ünlü yapıtında bu görüşü şöyle dile getirir: "Gramer üzerine yapılan çalışmalar felsefi sorunlara felsefecilerin genelde varsaydıklarından çok daha fazla 1şık tutar." Dilin yüzey yapısının yanıltıcı olduğunu düşünen Russell, gerçek gramerin daha derinlerde yattığını ve bunun ancak mantıksal analizle ortaya çıkarılabileceği görüşünü savunur. "On Denoting" adlı makalesinde ayrıntılarıyla tartıştığı betimlemeler kuramının bir tümcenin semantik çözümlemesiyle ilgili bir kuram olarak Frege'den sonra dil felsefesinde en fazla yankı bulmuş olan çalışma olduğu söylenebilir.​
Russell'ın dil üzerine görüşleri deneyimci epistemik temellere dayanır. Betimlemeler kuramının ortaya çıkmasındaki temel etki, Russell'ın zihinsel kavrayışla ilgili görüşleridir. Dış dünyanın doğrudan değil de, ancak betimleme yoluyla bilinebileceğini iddia eden Russell, bir önermenin kavranabilmesi için o önermenin tüm parçalarının doğrudan bilinebilir olması gerektiği kuralından yola çıkarak betimlemeler kuramına varır. Kısacası, dilin mantıksal yapısının anlaşılması sayesinde, hem düşüncenin yapısını hem de dünyanın yapısını anlayabileceğimizi iddia eder. Daha sonraları mantıksal atomculuk adını verdiği öğreti, işte bu temeller üzerine kuruludur. Ancak, özellikle öğrencisi Wittgenstein'm öncülüğünde gelişen ve metafiziği felsefenin tamamen dışına itmeye çalışan Viyana Çevresi'nin aksine, içinde metafiziği de barındıran deneyimci bir öğretidir mantıksal atomculuk. Tıpkı Frege'de olduğu gibi, gündelik dilin felsefe yapmada yetersiz kaldığını savunan Russell, felsefenin kusursuz bir evrensel ya da ideal dile gereksinimi olduğunu, bu dilin de mantığın dili olduğunu savunmuştur. Bununla birlikte, onun bu görüşünü analitik felsefenin tanımlayıcı bir niteliği olarak görmemek gerekir. Nitekim, bu görüş daha sonraları, özellikle Austin, Moore ve Wittgenstein tarafından, analitik felsefe geleneği içinde sorgulanmış ve etkileri halâ hissedilen gündelik dil felsefesi akımının gelişmesine neden olmuştur.​
Wittgenstein ve Viyana Çevresi
Analitik felsefe geleneğinin kurulması ve yaygınlaşmasında etkin bir rol oynamış olan Wittgenstein, yaşadığı süre içinde yayınlanmış tek eseri olan Tractatus adlı yapıtında, dilsel ve mantıksal analizi temel alır. Dilin yapısını kavradığımız zaman, felsefenin klâsik sorunlarının anlamsızlığını fark edeceğimizi söyleyen Wittgenstein'a göre, felsefenin işlevi dilin ve dolayısıyla düşüncenin aydınlatılmasıdır. Bu anlamda felsefe dünya hakkında bilgi veren bir disiplin olamaz, kendi deyimiyle felsefe aslında bir "terapidir." Russell ve Frege'den farklı olarak metafiziği tamamen reddeden Wittgenstein, özellikle bu görüşü doğrultusunda Viyana Çevresi'nin kurulmasında öncü olmuştur. 1922 yılında resmen kurulan Viyana Çevresi, Wittgenstein dışında Schlick, Carnap, Neurath, Reichenbach gibi dönemin önemli düşünürlerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Felsefe tarihine mantıkçı pozitivizm (ya da mantıkçı empirisizm) olarak geçen öğretinin kuruluşunda başı çeken Viyana Çevresi filozofları, analitik felsefenin gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Daha sonraları Russell'ın Tractatus'u İngiltere'de tanıtması ve özellikle de Ayer'in mantıkçı pozitivizm öğretisini anlatıp tartıştığı Language, Truth, and Logic [Dil, Doğruluk ve Mantık] adlı yapıtın yayınlanması ile analitik felsefe İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yaygınlaşmaya başlamış ve felsefede günümüze kadar gelen büyük bir etki bırakmıştır.​
Viyana Çevresi'nin üyelerinin, her ne kadar birbirlerinden bazı felsefi konularda ayrılsalar da, temelde metafiziği reddedip, deneyimci ve çözümleyici bir yöntem izlediklerini görürüz. Çevresi'nin öğretilerine göre, dünya hakkındaki bütün bilgilerimiz deneyim ve gözleme dayanmak durumundadır. Hume'un deneyimciliğini ve Comte'un pozitivizmini temel alan alan bu görüş Kant'ın sentetik a priori bilginin olanaklı olduğu iddiasını reddeder. Deneyim ve gözlem ile doğrulanması ya da yanlışlanması mümkün olmayan metafizik iddiaların anlamsız olduklarını öne süren Çevre düşünürlerine göre, felsefe bilgi vermez, olan bilgiye açıklık kazandırır. Bundan dolayı, felsefe yapmanın yegâne yöntemi mantıksal ve kavramsal çözümlemedir. Bu temel görüşlerin savunulmasında kilit rol oynayan bir anlam kuramı ortaya çıkar: Doğrulamacılık. Bu kurama göre bir tümcenin anlamı o tümcenin doğrulanma (ya da yanlışlanma) yönteminde, diğer bir deyişle doğruluk koşullarında yatar. Yani, bir tümcenin anlamını kavramak, o tümcenin hangi koşullarda doğru hangi koşullarda da yanlış olacağının kavranmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, gözlem ve deneyim yoluyla doğrulanması ya da yanlışlanması olanaklı olmayan önermeler ya analitik önermelerdir, ya da düpedüz saçmalıktan ibarettirler. Matematik ve mantığın önermeleri analitik, yani temelde totoloji olan ve bilgi içermeyen önermelerdir. Metafiziğin önermeleri ise ne analitik önermeler olduklarından ne de deneyim ve gözleme dayandıklarından anlamsızdırlar. Bu anlam kuramı, özellikle Carnap ve Hempel tarafından temel alınmış ve bilim felsefesinin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Daha sonraları Popper hiçbir önermeyi doğrulamanın olanaklı olmadığını, olsa olsa önermelerin yanlışlanabileceğini iddia eder. Bilimsel olan ile bilimsel olmayanı ayırt etme sorununu bilim felsefesinin en temel sorunu olarak gören Popper'a göre, bir iddiada bulunduğumuzda eğer o iddianın hangi türden deneyim ve gözlemlerin gerçekleşmesi durumunda yanlışlanmış olduğunu söyleyemiyorsak, bilimsel bir iddiada bulunmuş olmayız. Bu görüş özellikle psikoloji, sosyoloji ve tarih gibi sosyal bilimlerin yönteminin araştırılması açısından önemli etkiler bırakmıştır.​
Elbette her felsefi akımda olduğu gibi Viyana Çevre'sinin bu görüşlerinin de yoğun eleştirilere maruz kaldığını görürüz. Bunlardan belki de en önemlisi felsefeyi metafizikten arındıracaklarını söyleyen bu felsefecilerin kendi yaptıklarının da bir tür metafizik olmak durumunda kaldığıyla ilgili eleştiridir. Bu eleştiriyi önceden gören Wittgenstein Tractacus'ta "benim söylediklerimi anlayan, onların anlamsızlığını görür" der, ancak daha sonra da söylediklerinin "önemli anlamsızlıklar" olduğunu eklemeyi ihmal etmez. Viyana Çevresi'nin diğer üyeleri bu görüşe katılmaz ve özellikle Carnap ve Schlick kendi yaptıklarının metafizik olmadığını ve bütünüyle anlamlı olduğunu göstermeye çalışırlar. Diğer yandan hem bilimde, hem felsefede, hem de gündelik dilde doğrudan gözlenemeyen ve litaratürde "soyut nesneler" olarak anılan sayı, küme, nitelik, tümel, önerme vs. gibi nesneler de, deneyimcilik açısından sorun oluştururlar. Nitekim Çevre'nin deneyimci ve pozitivist temellerinin büyük etkisini gördüğümüz Quine bile soyut nesnelerden tamamen arınmış bir ontolojinin kurulamayacağı sonucuna varır. Carnap da bu sorundan dolayı kimi yorumlara göre varlık üzerine rölativist bir kuram geliştirmek zorunda kalmıştır. Günümüzde metafiziği tamamen dışlayan, soyut nesnelerin varlığını kabul etmeyen mantıkçı pozitivizm ve bu öğretinin kendisinde yaslandığı doğrulamacı anlam kuramının savunucularının bir hayli azaldığını görmekteyiz.​
Gündelik Dil Felsefesi
Frege ve Russell'ın başını çektiği ve Wittgenstein'in erken döneminde kabul ettiği, felsefenin, "ideal dil" adı verilen kusursuz ve evrensel bir mantık diliyle yapılması gerektiği görüşü de, analitik gelenek içinde eleştirilmiştir. İşte kısmen de bu durumun bir sonucu olarak, özellikle Moore, Austin, Grice, Ryle ve Wittgenstein (geç dönemi) ile gelişen yeni bir akim ortaya çıkmıştır. Analitik felsefeyi farklı bir çizgiye yönelten bu akim, gündelik dilde kullanılan kavramları temel alan, formel ve teknik bir dilden kaçınan yeni bir yöntemin doğmasına neden olmuştur. Genelde gündelik dil felsefesi (ya da dilsel felsefe) diye anılan bu akim, felsefe sorunlarının dile getirilmesinde rol oynayan temel kavramların, gündelik dilde nasıl kullanıldığına bakılın.ısını temel alan bir yöntem izler.​
Örneğin Moore, bu yöntemi kullanarak bilgi, özgürlük, doğruluk gibi temel felsefi kavramlarla ifade edilen problemler için çözümler önerir ve söz gelimi, bilgi felsefesinin en temel sorunlarından biri olan kuşkuculuğun, bilgi kavramının gündelik dilden kopartılarak metafizik bir anlamda kullanılmasından kaynaklandığı görüşünü savunur. Wittgenstein da benzer bir sonuca vararak, bu tür kavramları "ait oldukları yere indirdiğimizde," felsefe sorunlarının tamamen ortadan kalkacağını iddia eder. Formel mantıktan uzaklaşarak gündelik dilin çözümlenmesine ağırlık veren Austin, özellikle How To Do Things With Words adlı yapıtıyla felsefe dışına taşarak dilbilim çalışmalarında da etki uyandıran dil edimleri kuramının kurucusu olmuştur. Grice ise, dildeki bir tümcenin anlamı ile bir konuşmacının o tümceyi kullanırken kastettiği anlamı birbirinden ayırarak, anlam felsefesi çalışmalarına önemli bir iz bırakmıştır. Bütün bu çalışmalar Frege/Russell çizgisinden büyük ölçüde ayrılsa da, dilsel analizi temel alan yöntemleri ile analitik felsefe geleneği içinde yer alır.​
Günümüzde Analitik Felsefe
Yirminci yüzyılın son yarısında analitik felsefe geleneğinin gelişiminde rol oynamış neredeyse tüm savlar filozoflar tarafından eleştirilmiş olsa da, bu gelenek kavramsal ya da dilsel analizi temel alan yöntemiyle çağdaş felsefeye damgasını vurarak etkisini halâ kuvvetle devam ettiriyor. Frege'nin dilin metafizik temellerine dair görüşleri, RusseH'ın "felsefe tarihine en büyük katkım" dediği betimlemeler kuramı, mantıkçı pozitivizmin felsefeyi metafizikten arındırma projesi, Moore ve Wittgenstein'in klâsik felsefe sorunlarını salt dilsel analiz yoluyla ortadan kaldırabileceğine dair görüşlerinin hepsi ayrıntılı biçimde tartışılmış ve bir çok felsefeci tarafından reddedilmiştir. Bu görüşleri analitik felsefenin tanımlayıcı iddiaları olarak gördüğümüz takdirde, bu geleneğin artık yok olmaya yüz tuttuğunu söylememiz gerekir. Buna rağmen, felsefe dünyasının büyük bölümü halâ kendini bu gelenek içinde görmektedir. Dolayısıyla, çoğu filozof bu geleneğin doğduğu ilk döneme "Erken Analitik Felsefe" adını vererek günümüzün analitik felsefe geleneğini çok daha geniş bir kaplamda görmeyi yeğler. Analitik felsefe günümüzde ne bir sav, ne de ele aldığı konular ile tanımlanabiliyor. Nitekim, bu gelenek günümüzde yaşam felsefesinden estetiğe, ahlâk felsefesinden edebiyat felsefesine uzanan her türlü felsefi konuyu içinde barındırabilmektedir. Adına ne dersek diyelim, felsefe yaparken kullanılan dilin olabildiğince yalın ve anlaşılır, ortaya atılan savların rasyonel eleştiriye açık ve çürütülebilir olmasına dayalı, kavramsal analizi felsefenin temel yöntemlerinden biri olarak gören bu gelenek felsefedeki merkezî konumunu korumaktadır.​
R. R. Ammerman, Classics of Analytic Philosophy, Hacket Publishing Co., 1990.​
A. J. Ayer, Language, Truth and Logic, Gollancz Press, 1936.​
R. Carnap, The Logical Syntax of Language, Routledge & Kegan. Paul, 1937.​
J. A. Coffa, Semantic Tradition from Kant to Carnap, Cambridge University Press, 1991.​
M. Dumnietl, Origins of Analytical Philosophy, Harvard University Press, 1993​
Frege, "Uber Sinn und Bedeutung", Zeitschrift fur Philosophic und philosophische Kritik (1892)100: pp. 25-50; (trans. M. Black) as "On Sense and Reference", Translations from the Philosophical Writings of Gottlob Fregeleds. M. Black P. Geach), Blacktvell Publishers.​
M. Friedman, Reconsidering Logical Positivism, Cambridge University Press, 1999.​
P. Grice D. F. Pears P. F. Strawson, "Metaphysics" (ed. Pears D.F.) The Nature of Metaphysics, Macmillan, 1957, pp. 141-58.​
L. Haaparanta, "Perspectives into Analytical Plûlosophy", Synthese 105(1995), pp. 123-139.​
R. M. Rorty(ed.) The Linguistic Turn, The University of Clticago Press, 1967.​
B. Russell, The Principles of Mathematics, Allen & Unwin, 1903.​
B. Russell, "On Denoting", Mind 14(1905), pp. 479-93.​
J. O. Urmson, Philosophical Analysis, Clarendon Press, 1956.​
L. Wittgenstein, Tract atus Logico-Philosophicus, 1921.​
Ayrıca bkz., ANALİZ, ANLAM, ANLAM KURAMLARI, ANTİK FELSEFE, AUSTIN, BETİMLER, CARNAP, COMTE, DENEYİMCİLİK, DİL EDİMLERİ KURAMI, DİL FELSEFESİ, DİLE DÖNÜŞ, DOĞRULAMACILIK, FREGE, GÖNDERME, GRİCE, GÜNDELİK DİL FELSEFESİ, HUME, MANTIKÇI POZİTİVİZM, MANTIK, MANTIK FELSEFESİ, MANTIKSAL ATOMCULUK, MATEMATİK FELSEFESİ, METAFİZİK, MOORE, NEURATH, POPPER, POZİTİVİZM, QUINE, REICHENBACH, RUSSELL, RYLE, SCHLICK, VİYANA ÇEVRESİ, WITTGENSTEIN.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst