1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Ahlâk Psikolojisi ahlâk felsefesinin kişinin ahlâkî fail olarak psikolojik kuruluşunu betimlemede kullanılan kavramların analiziyle meşgul olan ve fail olarak bireyin ahlâkî gelişimini ele alan dalıdır.​
Ahlâkî davranış, sadece etik açısından değil, fakat o bir toplumun ahlâkî normlarından bağımsız olarak varolamayacağından, psikoloji açısından da önem taşır. Ahlâkî davranıştan söz edildiğinde, bu davranışa ahlâkî normlar sistemi içinde, belli ölçüde çevreye ait olan ve ondan belli ölçüde etkilenen bireyin açısından bakmış oluyoruz. Ancak, bireysel ahlâk salt davranışla sınırlandırılmamak, ahlâkî düşünme ve bilinç süreçlerini de içermelidir. Bu nedenle bir grubun ahlâkının daha çok sosyal ahlâk olarak değerlendirilmesi gerekir.​
Ahlâkî bilinç ve ahlâkî davranış anlamında ahlâk kavramı, toplumsal ahlâkın birey tarafından yeniden oluşturulması şeklinde anlaşılmalıdır. Burada şu varsayım geçerlidir: Ahlâkî bilinç ve ahlâkî davranış, birey ve toplum karşılıklı etkileşim süreci içindeyken gelişir. Bu karşılıklı etkileşim süreci, sürece katılan tarafların özellikleri olabildiğince açık biçimde ortaya konup ayırt edilebildiklerinde daha iyi açıklanabilir. Bu nedenle ahlâkî eylemi tanımlayabilmek ve anlayabilmek için ahlâkî motivasyon/duygu ve ahlâkî davranıştan önce ahlâkî düşünce ve bilinç süreçleri incelenmeli ve tanımlanmalıdır. Çünkü davranışların ahlâkî kalitesi, ahlâkî yargı yeteneğine bağlıdır.​
Ahlâk kavramı, hem kişinin ahlâkı hem de toplumun ahlâkî norm ve değerleri anlamında kullanıldığı için yanlış anlaşılır. Gündelik hayatta, bilincinde olunduğundan daha fazla ahlâkî problemlerle karşı karşıya kalırız. Bunun nedeni, davranışlarımızda kendimiz için geçerli gördüğümüz kurallara odaklanıyor olmamızdır. Ancak davranışlarımızı yönlendiren ahlâkî değerlerimizin, kendi gelişim sürecimizde değişebilir olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur. Ayrıca pek çok kişi ahlâkî değerler söz konusu olduğunda, göreceli bir tavır takınmaya yatkındır. Burada genellikle şu varsayılır: Bir bireyin ahlâkî değerlendirmeleri ihtiyarî olabilir, fakat bir grup tarafından demokratik anlamda karar verilmiş değerlendirmeler ilkece geçerlidir, çünkü topluca kararlaştırılmış ve topluca uygulanmaktadır.​
Değerlerin göreliliği anlayışı, evrensel, keyfî olmayan ahlâkî ilkeler olmadığından hareket eder. Farklı kültürel ve toplumsal ilişkiler, değişik ahlâkî normları doğuruyorsa, neyin nihaî olarak doğru ya da yanlış olduğuna karar verilemeyeceğini savunur. Bu yaklaşım ne kadar sempatik, liberal görünse de sınırlı bir yaklaşımdır. Kültürel ya da dini anlamda bazı görenekler, örneğin domuz etinin yenmemesi az sorun çıkartabilir, ama örneğin şeriattaki bazı cezalar daha çok sorun doğurabilir.​
Ahlâk konusunda, sosyal ve politik konular ve problemlere karşı tutum ve anlayışlarda farklı yorum düzeylerinin olduğu açıktır. Eğer bir genç, bir kişinin karar verdiği ve diğerlerinin onu izlediği otokratik bir dikta sisteminin en iyi yönetim biçimi olduğunu düşünüyorsa, bu içerik olarak neo-faşist düşüncelere yatkınlığını gösterebilir. Ancak-genelde bu tarz bir yorumda daha dikkatli olunmalıdır. Çünkü, eğer iki kişi benzer biçimde düşünüyorsa ve bunlardan biri 12 diğeri 30 yaşında ise, bu, ayni olgu değildir. Çok belirgin bir kural ve düzen mantalitesiyle davranan 12 yaşındaki bir genç, şu an için bütün politik gücü, her konuyu bilen bir lidere yüklese de politik açıdan yanlış yolda olmayabilir, fakat eğer bu düşünceye on hatta yirmi yıl sonra da halâ sahipse, o zaman bir gelişim bozukluğundan söz edilebilir.​
Gelişim Psikolojisi Perspektifinden Ahlâkî Gelişim ve Ahlâklılık
Ahlâklılığın Tanımı ve Anlamı: Gelişim psikolojisinde ahlâk ve ahlâklılık kapsamında çok çeşitli davranış biçimleri, yetenekler ve motifler araştırılmaktadır: Hak ve haksızlık hakkında yargılar; iyi ve kötü; gözlenmiyor olunan durumlarda dahi özdenetim; cinsel ya da agresif dürtülerin kontrolü; emir ve yasakların ihlalindeki suçluluk duygusu; yardım davranışları; başkalarının beden ve mülkiyet dokunulmazlıkları; dürüstlük; güvenilirlik; bir otoritenin isteğine karşı itaat ya da direnç gösterme/karşı çıkma...​
Araştırma konularındaki seçiciliğe ve araştırma yönelimlerinin heterojenliğine rağmen, (olgun) ahlâklılığın tanımına ilişkin üst kriterler arandığında, ahlâk konusundaki araştırmalarda, genel olarak farklı yaklaşımları temsil eden üç ayrı kriterden söz edilebilir.​
Normların içselleştirilmesi; yani dışsal kontrol, zorlama olmadan normatif yükümlülüklerin yerine getirilmesi ya da gerekliliklerin yaşanması ya da bireyin kendisi tarafından savunulan bir norma uyması (davranışçı ve psikoanalitik yaklaşım). (2) Alet duyarlılığı; bir sosyal sistemdeki ödül ve cezaların ya da kaynakların alış-verişi ve paylaşımına dair kurallar hakkındaki adalet bilinci ve duyarlılığı (bilişsel ahlâk gelişimi yaklaşımı).​
(3) Kendi ihtiyaç ve çıkarlarını geri çekmevazgeçebilme; karşılıklı sorumluluk bazında başkalarına karşı kendi ihtiyaç ve çıkarlarından vazgeçme, empati ve suçluluk duygularının hissedilmesi, bir başkasına yardım edildiğinde ya da ona zarar verilmediğinde söz konusu olan manevî tatmin denilen duyguların yaşanabilmesi durumunu ifade eder (sosyal-psikoloji yaklaşımı).​
Yardım etmek, yalan söylemek gibi belirli bir davranış, kendi içinde ele alındığında, ahlâklı ya da ahlâksız olarak sınıflandırılamaz.. Bir başkasına yardım etmek bencil motiflerle (örneğin, diğerinin minnettarlığını garantilemek ya da kendi üstünlüğünü sergilemek için) yapılabildiği gibi, bir yalan da (beyaz yalan) genellikle başkasına acı vermemek gibi iyi bir amaca hizmet ediyor olabilir. Ancak, bir davranışın yukarıda söz edilen kriterleri doldurup doldurmamasına göre ahlâkî ya da ahlakdışı olarak sınıflandırılması mümkün olabilir.​
Bilişsel ahlâk gelişimi kuramının kabullerini dikkate alarak ahlakilik açısından olgun ahlâkî eylem için, "ödül beklentisi, ceza korkuşa olmayan, insanı araç olarak görmeyen, rasyonel, özgür bir bireyin çatışan çıkarların olduğu bir durumda bütün tarafların pozisyonlarını üstelenerek herkes için en adili olabilecek ve evrensel genelleştirilebilir bir ilkeye uygun düşebilecek olauı muhakeme edip yargıladığı ve bu yargı doğrultusunda karar verip davranmasıdır" diyebiliriz.​
Toplum ve Birey İçin Ahlâkın Anlamı: Gerek ahlâk tanımındaki farklılıklara, gerekse ahlâk ya da ahlâkî davranıştan ne anlaşıldığına ve doğuştan potansiyel ahlâklılık ile ahlâkî gelişim hedefleri hakkındaki farklı anlayışlara rağmen ahlâkın insanların birlikte yaşayabilmeleri ve toplumsal düzenin korunması için pozitif ve gerekli bir şey olduğu konusunda uzlaşma vardır.​
Birçok ebeveyn, çocuklarının hak ve haksızlık konusunda net bir duygu geliştirmelerine ve de buna uygun davranmalarına büyük önem verir. Toplum için ahlâklılık önemlidir, çünkü yasaların, sosyal anlaşmaların ve kuralların fonksiyonel olması, toplumun olabildiğince çok üyesinin bu yasalara ye kurallara uygun davranmak için —bu davranış kendi çıkarlarına aykırı olsa dahi— kendisini yükümlü hissetmesine bağlıdır.​
İnsan Anlayışı ve Gelişim hedefleri: Ahlâklılığın farklı tanımları olduğu gibi, bu alandaki gelişim hedefleri ve hareket noktaları açısından da farklı yaklaşımlar mevcuttur. Bunlar, farklı felsefi yaklaşımlar, dünya görüşü ya da insan anlayışı ile ilişkilidir. Bu bağlamda üç farklı insan anlayışı belirlenebilir: (1) Doğuştan Günahkârlık: Çocuk, bencillik, saldırganlık, cinsellik gibi negatif eğilimlerle doğar. Bu eğilimler sadece, çocuğun özellikle ana-baba tarafından erken yaşlarda eğitimi (ceza) ile yok edilebilir. Kökeni dinlere dayanan bu temel yaklaşım, çocuğu dürtüler demeti olarak gören psikoanalizde tekrar ortaya çıkar. Ahlâkî standartlar, antisosyal dürtülerin bilinçten uzaklaştırılma zorunluluğuna dayanır. Buna uygun olarak da eğitim hedefleri, bu antisosyal dürtülerin suçluluk duygusu aracılığıyla bastırılmalarıdır. Aksi halde ortaya çıkarlar. Ahlâk eğitiminde başarı, negatif dürtülerin (id'in) kontrolünün sağlanmasına bağlıdır.​
Tabula Rasa Fikri: Yeni doğmuş çocuk, ne iyidir ne kötü, sosyal çevresi tarafından her yönde biçimlendirilebilir. İngiliz empirisizminden çıkan bu tasarım, psikoloji içinde özellikle öğrenme teorisyenleri tarafından savunulur. Olgun ahlâkî davranış göstermek için (gelişim hedefi) hem sosyal olarak arzu edilmeyen davranışların bastırılması hem de prososyal (özgeci) davranışlarda bulunulması gerekir. Ahlâkî davranış kültürde hâkim sosyal normlara uyum davranışı ile özdeş görülür.​
Doğuştan Masumiyet: Rousseau'ya uzanan bu asil yabanî anlayışı, insanda kötülüklerin ilk önce toplumun etkisiyle (eğitim ve ana-baba) oluştuğunu kabul eder. Bu nedenle eğitim, çocuğun iyi potansiyelinin kısıtlanmadan özgür gelişimini sağlama aracıdır. Bilişsel teorisyenlerin —Piaget, Kohlberg— anlayışları da buna yakındır. Yetişkinler (toplum) tarafından konulan heteronom ahlâk (dış odaklı, dıştan denetimli), sadece ahlâkın olgun olmayan ön basamağıdır. Bu basamak, eğer çevre otoriter eğitim ile engellemezse, bilişsel olgunlaşma ve akranlarla ilişkilerle beslenen otonom ahlâk ile tamamlanır. Ahlâkî olgunluk, evrensel adalet prensibine uygun otonom ahlâkî kararlar alabilme yeteneğidir.​
Gelişim psikolojisinde ahlâkın tanımı ve eğitimi konusunda varolan üç farklı yaklaşım ve teorik kabul, ahlâk psikolojisi araştırmaları için de geçerlidir: Freud'un 1933'de formüle ettiği psikoanalitik yaklaşım, Hartshorne ve May'in 1928-1930'da tanıttığı sosyal öğrenme yaklaşımı ile Piaget'nin 1932 ve Kohlberg'in 1958'de önerdiği bilişsel gelişim teorisi. Psikoanalitik bakış açısı, suçluluk gibi ahlâkî duygulara yönelmiş, öğrenme teorisi öğrenilmiş davranışları vurgulamış ve nihayet bilişsel gelişim teorisi de ahlâkî düşünme yapısını hedeflemiştir.​
Psikoanalitik Teoriye Göre Ahlâk Gelişimi: Normların içselleştirilmesi
Freud'a göre, ahlâklılık veya vicdan fallik dönemin sonuna doğru (5-6 yaşlarında) ödipal çatışma ve bunun başedilmesiyle ilişkili kaygılar temelinde gelişir. Vicdan oluşumu burada cinsiyet rolleri ile ilişkilidir. Her ikisi için de ebeveyn ile özdeşleşme esas temeli oluşturmaktadır. Freud'un kişilik teorisine göre gelişimin başlangıcında sadece id/es mevcuttur. Bebek önce ahlâkî olmayan (ahlâk öncesi) bir durumda yaşar. Bu aşamada çocuk sadece ihtiyaçlarının atrnrda ve tanı olarak doyurulmasını talep eder. Taleplerinin realite ile ilişkisini kuramaz, realiteyi dikkate alamaz (haz ilkesi). Çocuğun sosyalleşmesinin esas amacı dürtülerin kontrol edilmesi ve realiteye uyumdur (gerçeklik ilkesi). Buna ulaşabilmeleri için ebeveynler çocukların beslenme, uyku, ilgi gibi ihtiyaçlarını uygun biçimde doyurmanın yanında çocuğun arzu edilmeyen davranışlarını kısıtlamak ve cezalandırmak zorundadırlar. Ebeveynler (özellikle anne) hem sevgi ve bağımsızlık hem de engellenme ve kızgınlığın kaynağıdır.​
Bu çatışma özellikle anal dönemdeki tuvalet ve temizlik eğitiminde gündeme gelir. Ebeveyne karşı İsyan ihtiyacı ve kızgınlık, çocukta cezalandırılma korkusu ve ebeveyn sevgisinin yitirilmesi korkusunu getirir. Bu korkular ödipal dönemdeki dürtü ve duygu örüntüleri aracılığıyla olağanüstü artar. Buna erkeklerde kastrasyon kaygısı ilave olur. Şematize edilen bu kaygılarla başedebilmek için çocuk dürtüsel arzularını bastırır ve ebeveynin talepleri ile özdeşleşir, yani onların emir ve yasaklarını içselleştirir (ideal-beu). Buraya kadar dışardan gelen sosyal baskı artık içerden gelmeye başlar. Freud'un içsel kişilik mercii olarak adlandırdığı üstben (süperego) artık çocuğun davranışına ve düşüncesine eşlik eder ve onları yönetir. Ben (ego) emir ve yasakların ihlalini suçluluk duygusu veya kendilik değerinin kaybı biçiminde cezalandırır. Çocuk içselleştirilmiş anababa normlarına uygun biçimde davranarak bu suçluluk ve utanç duygularını yenmeye çalışır ve de bundan sapan impuls durumlarında savunma mekanizmaları oluşur.​
Freud'un ahlâktan genel olarak anladığı, suçluluk, utanç ve aşağılık duyguları aracılığıyla cinsel ve saldırgan dürtülerin üstben (superego) ile kontrol edilmesidir. İnşân esas itibariyle sosyal olmayan, kati, kuvvetli bir karşıt güçle (süperego) zaptetmek zorunda olduğu biyolojik güdülerden (id) oluşmuş bir varlık olarak telakki edilir. Üstben, içselleştirilmiş ahlâkî değerlerden, davranış kurallarını içeren normlardan ve bireyin yaşamının çok erken dönemlerinde ebeveynlerinden üstlendiği yasaklardan oluşur. Daha sonraki gelişimsel değişiklikler yüzeysel kalır ve süper egonun çekirdeği bozulmaz. Süperego, bireyin ebeveynleri ve diğer otorite kişileri tarafından aktarılan, zorlanarak içselleştirdiği kültürünü içerir.​
Böylece Freud'a göre ahlâk, çocuğun ilk yaşlarında en önemli temsilcileri/taşıyıcıları ebeveyni olan, toplumun mevcut normlarına ve yasalarına uyuma eşdeğer görülmektedir. Böylesi bir ahlâk kavramı, bilişsel ahlâk gelişimi teorisyenlerinden Piaget'de heteronom (dış odaklı-dış kontrollü) ve Kohlberg'de geleneksel ahlâk olarak adlandırılan düzeyi aşmaz. Freud için okul öncesi yılların sonuna doğru ödipal çatışmayla baş edilmesi suretiyle bireysel vicdanın temel yapısı oluşur. Vicdan oluşumunun ilk zamanlarından şu anlaşılmaktadır: Henüz mevcut olmayan bilişsel olgunluk vicdanî temel, öncelikle bilinçdışı bastırma süreçlerinde ortaya çıkar ve bireyin düşünümünden uzak standartlarda ebeveynin kati, baskıcı, cezalandırıcı tutumu ile oluşan üstben (süperego) olarak işlevselleşir. Fakat üstbeni çocukluk çağı ile sonlandırmayan ve benlik gücünü ve olgunluğunu vurgulayan Bios, Erikson, Settlage gibi bazı psikoanalitik yazarlar da mevcuttur.​
Klâsik psikoanalistlere göre annesiz büyüyen kızlar ve babasız büyüyen erkeklerin zayıf bir üstben'e sahip olacağı kabul edilir. Bu kabul, Freud'un teorisini değiştiren Erikson'da, ahlâkî ilkelerin sadece özdeşim kurulacak ebeveynin önemsenmesinde değil her iki ebeveynde ve sadece üstben yerine ben-gücünün öneminin vurgulanması ile değişir. Erikson'a göre üstberı-oluşnnı anda klâsik analitik yaklaşımdaki gibi ceza korkusundan ziyade çocuğun ebeveynin sempatisini kazanma hedefi önemlidir.​
Psikoanalitik ahlâk teorisinin çekirdeği —teorinin diğer yönlerinde olduğu gibi— kastrasyon korkusu ve üstben gücü gibi empirik olarak test edilmesi zor olan kavramlardan oluşmakladır. Yetişkinlerin anıları ve rüyalarında anlam bulan sistematik olmayan gözlemler dışında teoriyi destekleyen, bulgular mevcut değildir. Ancak altı yaşlarında sona eren oldukça kati ve bilinçdışı bir yapıdaki vicdan tasarımı çürütülmüştür. Vicdan gücü ile ilgili olarak kabul edilen cinsiyet farklılığına ilişkin kabuller ve ilişkili hipotezler için de bulgular mevcut değildir.​
Psikoanalitik odaklı teoriler, motivasyon üzerinde dururlar. Freud ahlâkî motivasyon oluşumunu, toplumda mevcut beklentilerin bireydeki kati bir üst-bcıt/süper ego biçiminde içselleştirilmesi süreci olarak tanımlamaktadır.​
Ahlâkî gelişim konusundaki perspektifimize ahlâkın affekt motivasyon boyutu ile ilgili olarak analitik yaklaşımın katkıları yadsınamaz, ancak yaklaşımın insan anlayışı, olgun ahlâkî davranış ve bilişsel süreçlerle ilgili perspektifi özellikte bilişsel kuramcılar tarafından yoğun olarak eleştirilmiştir. Kohlberg'den sonra yapılan ahlâk gelişimi araştırmalarının üçte ikisi bilişsel ahlâk gelişimi kuramına ilişkindir.​
Psikoanalitik yaklaşımı bilişsel yaklaşımlarla birleştirmeye çalışan ya da karşılaştıran çeşitti yazarlar da mevcuttur. Aslında, bilişsel kuram ile analitik kuramı birleştirebilecek çatışmaların ahlâkın motivasyon/duygu boyutunun anlaşılmasına getireceği ilginç katkılar olabilir.​
Davranışçı Yaklaşıma Göre Ahlâk Gelişimi
Psikoanatizin içselleştirme anlayışı, öğrenme teorisyenlerinin ahlâkî ilkelerin koşullanma yoluyla içselleştirildiğini bildiren görüşleriyle önemli ortaklıklar gösterir. Buna göre, psikoanalitik yaklaşım tarafından ortaya konan ahlâkî duygular (nefis hakimiyeti, kuralların İhlalindeki suçluluk duygusu) klâsik öğrenme teorisinin ahlâkî araştırma konseptinde de ahlâklılığın en önemli affektiv yordayıcıları olarak görülür. Sosyal öğrenme teorilerinde ceza korkusunun içselleştirilmesinin temeli, ebeveyn ile savunucu bir özdeşleşme yolunda ebeveyne karşı düşmanca ve cinsel içerikli dürtülere direnç yerine ebeveynlerin normlarının çiğnenmesinden sonra tekrarlanan ceza ve bununla ilişkili cezalandırılma korkusu ve bunlarla çocukta oluşan negatif duygu durumu (acı, sevginin kaybı vb.) şeklindeki bir koşullanma sürecidir. Korku, ilgili davranışın gösterilmesinden sakınma ya da davranışın sona erdirilmesi ile bastırılabilir. Bastırılma başarıtamadığında ise, birey nihayetinde kendisini suçluluk duygusu ile cezalandırır.​
Psikoanaliz ve öğrenme teorisyenlerinin korku odaklı içselleştirme konseptine karşı Hoffman içselleştirmenin daha üst basamakları olarak pozitif süreçlerin ve duyguların içselleştirilmesi şeklindeki basamaklı modelini geliştirmiştir. Ahlâkın üç bileşeni vardır: Yargı, motivasyon (duygu) ve davranış (eylem). Davranış, dıştan bir bakışla araştırmacılar tarafından mevcut normlarla örtüşmesine göre ttyttm ya da sapma olarak sınıflandırılmaktadır. Davranışı izleyen Davranışçı öğrenme teorİsyenleri norma uyumu ceza tehdidinin bir sonucu, ödül nedeniyle sosyal beklentinin karşılanması ya da ödülü paylaştırma olasılığı olan bir model ile özdeşleşmenin bir sonucu olarak açıklarlar.​
Sosyal öğrenme teorisi açısından ahlâk, öğrenilmiş alışkanlıklar, tutumlar, diğer alışkanlıklardan ayırt edilemeyen değerlerden oluşur. Genellikle burada kendini kontrol, özgeci (prososyal) davranışlar, nefis hâkimiyeti ve temel empati yeteneği söz konusu edilİr. İnsanın öğrendiği, sosyal çevresine ve bu çevre tarafından etkili olan pekiştirme mekânizmalarına bağlıdır. Bu nedenle de ahlâkî davranış da kültüre bağımlı olarak anlaşılır.​
Metodolojik açıdan aralarındaki bariz farklılıklara rağmen sosyal öğrenme teorisi ve psikoanalitik yaklaşım örtük temel kabulleri itibariyle birbiriyle benzerlikler taşır. Çünkü ahlâkî normlar, kültürdeki mevcut, hâkim beklentilerle eşit görülür. Birey dışsal sosyalleşme etkilerinin bir ürünü olarak kabul edilir. Kuralları izlemenin motivi çıkarın/kârın maksimize edilmesidir: Birey negatif dışsal (ceza) ya da negatif içsel (vicdan azabı) yaptırımlardan kaçınmaya çalışır; ya da pozitif olan dışsal (ödül) ve içsel yaptırımları (sosyal ihtiyaçların tatmini) kazanmak ister. Bu model hem felsefi hem de gündelik ahlâk anlayışla çelişir.​
Bilişsel Ahlâk Gelişimi Teorileri
Ahlâk ve Rasyonellik: Ahlâk, bireylerin davranışlarını etkileyen ve bireyler arası farklılığı açıklayan bir faktör olarak kabul edilince, onun ve gelişim seyrinin empirik olarak araştırılması gerekli hale gelmiştir. Rasyonelliğin gelişimi olarak, ahlâkî yargı yeteneğinin bireysel bir gelişim sürecini İzlediği şeklindeki düşünce, Yeniçağ felsefesinde, öncelikte dinsel ilkelerle yönlendirilmeyen etiğin (laik etiğin) kurulmasına paralel olarak oluşmuştur.​
Doğalcı anlayışı benimseyen Rousseau'ya göre ahlâk eğitimi, çocuk henüz gelenekselahlâkî talepleri içselleştirmeden yapılırsa etkili olabilir. O böylelikle, Emile'de, kişilik gelişiminde egosantrizmin ahlâk eğitimi için anlamlı olabileceği tezini ileri sürer. Rousseau'da egosantrizm atlanmamış, aksine ahlâkî gelişimle bütünleştirilmiştir: "Bizim ilk ödevlerimiz kendimize karşıdır. Böylece ilk adalet duygumuz, bizim başkalarına karşı olan suçlarımız, borçlarımız, hatalarımıza ilişkin değil, başkalarının bize karşı yaptıkları haksızlıklara ilişkindir."​
Kant'ın ahlâkî gelişim düşüncesi Rousseau'nun tersine doğalcı değildir. Ona göre pedagoji, ahlâklılık için uygun duygu ve düşüncelerin, tasavvurların gelişimi için davranış yönergeleridir. Fakat buna rağmen Kant'ın öğrenme teorisi ilk etapta davranışın yargıla(n)ması için bilişsel koşulları açıklar. Kant, ahlâklılık bilincinin farklı biçimlerini kabul eder. Bunlardan birincisi felsefi haklılandırma olmaksızın geleneksel-ahlâki dünya bilgeliği, ikincisi törelerin metafiziğidir. Bu farklı boyutlar ahlâkî yargılamanın farklı bilişsel düzeyleri olarak adlandırılabilir. "Geleneksel bilgelik" ile kastedilen, ahlâkî yargılamada tek başına irâde kararma hükmeden, iyi sıfatının her tür bilincidir. Bu biçimdeki gündelik (bayağı) akil tanımı ve felsefi akil tanımı ile Kant, yargı yeteneğinin iki farklı düzeyini belirler.​
Ahlâkî yargıların aydınlatılması girişimi ya da ahlâkî yargılamaların rasyonel gerekçe ve nedenlerinin bulunması, ahlâkî haklılandırma biçimlerinin çok çeşitli olabileceği fikrini beraberinde getirmiştir. Bu oluştuktan sonra da, ahlâkî kararlara ilişkin bilişsel işlemlerin yaşa göre farklılaşabileceği teorisinin oluşması mümkün olmuştur. Ahlâkî karar, sadece mevcut normlara göre değil, (bireyin) tekil irâdenin düşünülmüş yasa çıkarma ilkesine uygun olup olmadığına göre ölçülebilir. Bunun ötesinde ise, normun pratik olarak sadece dışardan alınmaması, oluşturulması gerekir. Diğer bir deyişle farklı akıllı varlıkların sosyal yasa ile sistematik bağını, kendini norm koyucu olarak yapılaştıran ahlâkî bilinç, uyması gereken davranış kuralını kendisi koyan, fakat mevcut ahlâkî prensiplere uygunluğunu da test eden bir bilinçlilik demektir.​
Kohlberg'in, ahlâkî yargılama yeteneğinin, bilincin bilişsel gelişimine paralel bir şekilde artarak ilerleme kaydettiğine ilişkin görüşünü bu itibarla aydınlanma geleneğine dahil etmek doğru olur. Bilişsel gelişim ve ahlâkî gelişim arasındaki ilişki şöyledir: Kohlberg'e göre, birey çevresiyle ahlâkî yargısı yoluyla etkileşimde bulunur. O, bireyin toplumsal algısının ve toplumsal bilincinin ahlâkî yargı yetisi çerçevesinde oluştuğunu öne sürer.​
Kohlberg şu kabullerden hareket eder: (1) Psikolojik araştırma konusu olarak "ahlâkî bilinçliliğin" tanımı felsefenin bir ödevidir. Ahlâkı somut araştırmalar için fonksiyonel olabilecek bir kavram anlayışı ile sınırlamak yeterli değildir. Ahlâkı yalnızca bireylerin toplum hayatına ilişkin günlük değerlendirmeleri olarak ele almak da yeterli olmaz. Ahlâk yalnızca olgular açısından, bireylerin toplumdaki değerlendirmeleri olarak çözümlenebilse de, yargıda bulunan somut kişinin ahlâkî yargıya varışındaki kendine özgü dinamikleri (bilişsel yapıları) açıklanmadan bu değerlendirme tutumlarını öylesine betimlemek yeterli olmaz ve bir işe yaramaz.​
(2) Empirik bulgular, bu bilişsel yapıların, yargılayanın bilişsel gelişim düzeyine bağlı olduğunu göstermek zorundadır. Filozofların "iyi" değerlendirmesi ile neyi kastettikleri sorusu, bu değerlendirmenin anlamının farklı bilişsel düzeylere göre farklı olduğu ispat edilebilirse, konu psikolojinin bakış açısından açıklanmış olur.​
Kohlberg'e göre farklı değerlendirme, farklı değer biçme ve anlamlandırmalar, ulaşılabilen en yüksek bilişsel düzey içinde de mümkündür, yeter ki bunlar genelleştirilebilirlik, (daha özeli) evrenselleştirilebilirliğin göstergesi bakımından ortak olsunlar. Kohlberg için bundan sonrası sadece, ahlâkî yargının basamak gelişiminin, felsefi kriterlere uygun olarak artan derecesini betimleme zorunluluğuydu. Fakat o yanlış anlaşılmaları önlemek için, sadece gelişmiş bilişsel basamağın felsefi olarak yeterli olduğunu vurguladı: "Biz zamansal olarak yeni (daha gelişmiş) ahlâkî tasavvurların eskileri neden sıkıştırdığım açıklayan bir teori öneriyoruz. Bu teori, bilişsel ve etik olarak uygun basamakların daha az uygun olanları izlediğini ve onları daha uygun oldukları için zorladığı görüşüne dayandırılmaktadır. Başka bir deyişle biz ontogenetiği, yani düşünce sistemlerinin zamansal düzenini, daha çok felsefi kriterlere uygun olarak açıklıyoruz."
Kohlberg'in empirik ahlâkî araştırmalarında hukukun ahlâklılık üzerinde yoğunlaşmasına felsefi argümanlar sağlayan ve rasyonel gelenek içinde yer alan Rawls da Rousseau, Mill, Piaget ve Kohlberg gibi ahlâklılığın, otoriteye bağlılıkta başlayan grup oryantasyonunda devam eden ve nihayet ahlâkî anlayışta, evrensel ahlâkî ilkeleri (adalet, eşitlik, özgürlük, karşılıklılık) içeren bir temel anayasaya doğru yönelmek zorunda olunan 3 aşamalı gelişimini kabul eder. Bundan sonraki ilk basamak için Rawls, anayasa odaklı ahlâklılığı kabul eder. Bu ahlâklılık bir kez hak, hukuk ve adalet anlamı olarak, diğer bir kez de insan sevgisi ve kendine hâkim olma olarak ortaya çıkar.​
Piaget ve Kohlberg'in Bilişsel Ahlâk Gelişimi Kuramları
Piaget, çocuğun filozof olduğu ve felsefesinin farklı basamakları izleyerek ilerlediği gibi, birbiriyle ilişkili iki büyük keşifte bulunmuştu. Bu, gelişim psikolojisinde bir devrimdi. Buna göre, bir filozof demek, mekân, zaman, nedensellik gerçek soruları ve iyi kötü problemleriyle, filozof olarak adlandırılan yetişkinlerin meşgul olduğu bütün konularla meşgul olmak demekti. Farklı basamaklarda bulunarak ilerlemek ise, içeriksel değişimleri ve farklılaşmayı ifade eden her bir basamakta farklı bir dünya görüşü ya da felsefenin aşamalı olarak ilerleyerek yaşanması, başka bir deyişle filozof olan çocuğun felsefesinin niteliksel dönüşüm geçirmesi anlamına gelmekteydi.​
Piaget'nin 1932'de betimlediği basamaklar, ahlâk öncesi basamak, heteronom basamak ya da otorite ya da yetişkinlerin kuralları karşısında tek yanlı saygı ve özellikle akranlar arasında karşılıklılık, karşılıklı saygı ve işbirliğinin söz konusu olduğu bir ahlâkî basamaktan oluşuyordu.​
Demek ki, bilişsel-ahlâk gelişimi teorisi, ahlâkî düşünmenin evrensel basamaklarının gelişimine odaklanır. Kişilerarası ilişkilerdeki çatışma durumları ile ilintili olarak farklı düşünme biçimlerini ele alan teoride bu düşünme biçimlerinin, farklı kişilerin birbirleriyle rekabet eden ahlâkî taleplerinin ve haklarının temsil edildiği herhangi bir ikilem durumunda kanıtlanabilecekleri savunulur. Farklı düşünme biçimleri, Kohlberg'in ahlâkî gelişim teorisinde farklı düzey ve basamaklarla ifade edilir. Ahlâkî düşünmenin her bir basamağı, farklı çatışma durumlarında uygulanabilen, kendi içinde bağımsız ve tutarlı bir adalet teorisini temsil eder.​
Kohlberg, bütün temel ahlâkî müzakereler için baz oluşturacak ve'aynı zamanda bu temeli haklılaştıracak bir prensip aramıştır. Kant'ın kategorik buyruğunun "hem kendi kişiliğinde, hem de başkalarında, insanı, bir araç olarak değil, fakat bir amaç olarak görecek şekilde eyle" şeklindeki formülasyonu ona olabilecek en uygun temel olarak görünmüştür. Tek tek her insanın onuruna duyulan saygı, Kohlberg için adaletin esasının dayandığı temeldir ve bu, ona aradığı temel ölçüt olarak görünür.​
Kohlberg'in teorisinde gelenek öncesi düzeyde araçsal ahlâk, gelenek sonrasında Sokrates'in ahlâk anlayışı izlenir. Bu teoride benlik, gelişim sürecinde evrensellik yönünde değişen temel bir bütünlük arz eder. Kohlberg'in teorisi, temelinde ahlâkî yargı problemlerinin bulunduğu, hem felsefi ve hem de gündelik ahlâk anlayışını kapsar. Birey neden-sonuç ilişkisinin ürünü değildir, aksine o realite anlayışını, sosyal doğasının ve kendi doğasının (içsel) çevresi ile hesaplaşmasında aktif rol alarak elde eder, yapılandırır. Ahlâkî gelişim, ahlâkî kuralların ve onların izlenmesinin geçerlilik nedenlerine ilişkin gittikçe artan bir bilinçlenme —bilincin derinleşmesi— ile oluşur.​
Ahlâkî gelişimin kapsamlı ve detaylı bir yöntem ile araştırılmasının nedeni, ahlâk felsefesinin bu tür bir araştırma yaklaşımını yönlendirmesi gerektiği kabulünden hareket edilmesidir. Kohlberg'e göre, daha ahlâklı ya da ilerlemiş gelişim olarak geçerli olan bir düzey, çıkış noktalarını, felsefi tanımlamalardan, kabullerden ve argümanlardan almak zorundadır. Öte yandan kabullerin empirik sınanmaya açık olmaları gerekir, zira işe değer özgürlüğü ile başlamak mümkün değildir. Onun insan gelişimine ilişkin araştırmayla ilgili bakışı, araştırmanın felsefeden hareket etmesi ve aynı zamanda da felsefeyi devam ettirmesi ve ilerletmesi şeklinde idi. Bundan dolayıdır ki, o ahlâk gelişimi kuramını, Dewey'in impulsif, grup uyunul ve refleksif ahlâkî gelişim basamaklarından söz eden etik teorisinden ve ahlâkî gelişimle ilgili ilk empirik araştırmaları 1932 yılında gerçekleştiren Piaget'nin çalışmalarına dayandırarak hiyerarşik bir yapı şeklinde oluşturmuştur.​
Kohlberg, altı basamaklı ahlâk gelişimi teorisinde, öncelikle ahlâkî yargılamanın formu ve yapısı ile ilgilenip, sonradan ahlâkî kararların bireysel ya da kültürel farklı içeriklerini ele alır. Ahlâkî düşünmenin farklı düzeylerinde —toplam üç düzey ve her düzeyde ikişer basamaktan altı basamak vardır, ilkönce maddî ve kendi davranışının yarar getirici sonuçlarının kollanmasına odaklanılır (geleneköncesi ya da anlaşmalar öncesi düzey); sonra kişiler arası ve toplumsal beklentilerle özdeşleşilir (geleneksel düzey) ve nihayet kişilerin kendi ahlâkî prensiplerini kullandıkları bir düzeye ulaşılır (prensiplere odaklı düzey). Bu gelişim süreci evrensel ve de kendi akış sırası içinde değişmez bir süreç olarak kabul edilir. Her insan bir sıra dahili içinde farklı basamak ve boyutlarda bulunur, ama gelişimin nihaî durağı ve temposu kişiden kişiye ve kültürden kültüre büyük oranda değişebilir, Kültür ahlâk gelişimin; hızlandırabilir, yavaşlatabilir ya da durdurabilir. Ahlâk eğitimi modelinde Kohlberg gelişimi hızlandırmanın yolunun demokratik ortam ve tutumlardan geçtiğini ileri sürmüştür.​
Kohlberg'in, Piaget'nin çalışmalarının üzerine detaylandırdığı ve empirik olarak test ettiği bilişsel ahlâk gelişimi teorisi, Frankfurt Okulu'nun çağımızın önde gelen temsilcilerinden Habermas'm da ilgisini çekmiş ve Habermas, Kohlberg'in altıncı basamağına son bir yedinci basamak dahi eklemeyi denemiştir. Ayrıca Habermas, ben gelişimi konusunda psikoanalitik kuramın betimlediği basamaklar ile bilişsel psikoloji açısından ahlâkî gelişim arasındaki bir uzlaşmaya da işaret etmiştir.​
W. AlthoffHrsg.), Lawrence Kohlberg: Die Psychologic der Moral entwicklung, Frankfurt, Suhrkamp, 1995.​
N. Çiftçi, Kohlberg'in Bilişsel Ahlâk Gelişimi Teorisi: Ahlâk ve Demokrasi Eğitimi, Değerler Eğitimi Dergisi, 1(2003), 43-77.​
Heidbrtnk, Stnfert der moral: Zur gültigkeit der kogniliven entwickhmgstheorie Lawrence Kohlbergs, München, Quintessenz, 1991.​
Kohlberg, Zur kognitiven eiflwickltitig des kü/des, Frankfurt, Suhrkamp, 1974.​
Portcle(ed.), Sozialisation und moral, Weinheim und Basel, Beltz Verlag, 197S.​
W. Edelstein G. Nunncr-Winklerfcds.), Zur bestimmung der moral: Philosophise he und sozialwissenschaftlichc beitraege zur moralforschung, Frankfurt, Suhrkamp, 197S.​
W. Lempert, Moralisches denken. Seine entwicklung /eüseits der kindheti wnd seine I’eeütjlttssbarkeit in der sckuüdarshtfe İL Essen, Neue Deutsche Schulc, 19S8.​
G. Lind, hthalts und struktur des moral ischert urtcilens, Unpublished doctorate thesis, Universtilaet Konstanz, Germany, 19S4.​
A. Pieper, Ethik und moral: Eine cinfuhrung in die prakfische philosophic, Münschen, Beck, 1985.​
J. Rawls, Eine theorie der gerecinigkeit, Frankfurt, Suhrkamp, 1975​
G. E. Stolz, Das Zttsamüienwirken von Ellerühems, Selmi e mid F rcundschaftsgruppen in der Erziehting, Weinheim, Deutscher Studien Verlag, 19S7.​
Ayrıca bkz., AHLÂK, AHLÂK EĞİTİMİ, AHLÂK EPİSTEMOLOJİSİ, BİLİŞSELCİLİK, DEWEY, FREUD, KANT, KOHLBERG, PİAGET, ROUSSEAU.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst