1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Antik Felsefe felsefe tarihiyle ilgili dönemleştirmelerde, özellikle Batı düşüncesinin veya Avrupa felsefesinin nokta-i nazarından, Greko-Romen dünyanın düşünürlerinin yaklaşık bin yıl süren felsefi etkinliklerini kategorileştirmede kullanılan bir deyimdir. Buna göre, antik felsefe Batı düşüncesinde kabaca milattan önceki ilk bin yılın ortalarından başlayıp, milattan sonraki ilk bin yılın ortalarına kadar olan bin yıllık dönemin felsefesidir. O tarihsel açıdan ThalesTe başlayıp, Simplikios gibi geç Yeni-Platoncu düşünür ve Aristoteles yorumcularıyla sona erer. Avrupa'nın Aziz Augustinus ve John Scottus Erigena gibi daha sonraki düşünürleri, tıpkı İslam felsefesinin Farabi, İbni Sinâ ve İbn Rüşd benzeri filozofları gibi, antik felsefenin dışında bırakılır. Antik felsefeye, çağdaş kültürlerin Konfüçyus ve Buda gibi Doğulu filozofları da dahil edilmez.​
Genel olarak söylendiğinde, antik felsefenin en büyük önemi, onun hem Hıristiyan felsefecinin ve hem de İslam felsefesinin ortak kültürel mirasını, ve bir bütün olarak da Batı kültürünün manevî temelini oluşturmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, Ortaçağ felsefesiyle aynı teolojik dünya görüşünü benimsemek bakımından benzerlik gösteren antik felsefe, geleneksel olarak iki farklı şekilde sınıflanır veya kategorileştirilir. Tarihsel, kültürel ve coğrafî unsurları temel alan birinci sınıflamada, o Helenik felsefe ve Helenistik felsefe diye ikiye ayrılır. Bunlardan Antik felsefenin ilk üç yüzyıllık dönemine tekabül eden Helenik felsefe, onun en yoğun en güçlü, en parlak dönemini temsil eder. Görece çok daha uzun veya yaklaşık yedi yüzyıllık bir tarihi olan Helenistik felsefeyle kıyaslandığında hemen bütünüyle karşıt özellikler sergiler. Buna göre, Helenik felsefe dini veya mito-poetik düşünceden kopuşla, doğal olayların doğaüstü nedenler yerine yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlarken, Helenistik felsefe, özellikle son dönemlerinde veya yeni-Platoncu felsefede dine yeniden yaklaşır ve mistik bir karakter kazanır. Yine, Helenik felsefenin tek merkezli bir felsefe olduğu, talî merkezler olarak addedilebilecek olan İyonya, Kroton ve Trakya gibi kaynaklardan beslenmiş olsa bile, son tahlilde Atina'da merkezileşen bir felsefe etkinliğini temsil ettiği yerde, Helenistik felsefe başta Roma ve İskenderiye olmak üzere çok merkezli bir felsefeyi tanımlayıp, felsefenin Atina'dan çevreye yayılışını temsil eder. Helenik felsefenin hem naiflik hem de başka kültürlerle karışmamış olma anlamında saf olduğu yerde, Helenistik felsefe en azından Roma kültürü ve kısmen de Doğu felsefesiyle karışmış olma anlamında Yunana özgü saflığını yitirmiş olan bir felsefedir. Helenik felsefenin doğal siyasî dekoru kent-devletidir, Helenik dönemin düşünürü kent-devletinde mutlu bir hayata erişme idealinin belirlediği etiko-politik sorulara cevap vermeye çalışır; oysa Helenistik dönemin siyasî dekorunda imparatorluk vardır; bu dönemde düşünür imparatorluk düzeninin sınırlarını büyüttüğü dünyada yalnızlaşan ve yabancılaşan insanın ağır problemlerine çözüm getirmeye çalışır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Helenik felsefe, büyük bir bölümünde, zaman zaman etik ve politik konularla yakından ilgilenmiş olsa bile, bütünüyle teorik ve evrenin her yönüyle anlaşılabilir olduğuna inanan tamamen rasyonel bir felsefe iken, Helenistik felsefe, felsefenin neredeyse tüm diğer disiplinlerini bir kenara bırakarak salt ahlâk problemi üzerinde yoğunlaşmış pratik bir felsefedir, o kimi durumlarda gerçekliğin kavranamaz olduğunu kabul eden septik, bazen de akli terkederek mistikleşmiş bir felsefe olarak ortaya çıkar.​
Antik felsefe, ikincileyin düşünürleri ve felsefe problematikleri temele alınarak sınıflandığında, bu kez beş ayrı döneme ayrılır. Bu beş dönemi oluşturan filozoflar ise Presokratikler, Sokrates, Platon, Aristoteles ve Aristoteles sonrası düşünürler diye sıralanır. Bunlardan "doğayı keşfettikleri söylenen" Presokratikler, felsefede varlık probleminin bilgi probleminden önce geldiği tezini adeta doğrularcasına hemen tamamen varlık felsefesiyle meşgul olmuşlardır. Felsefede ruhu keşfeden kişi olduğu söylenen Sokrates ise, antik kültürde felsefeyi göklerden yeryüzüne indirmiş ve onun merkezine, varlık konusundan sonra, insan ve onunla doğrudan ilintili kurum ve ahlâkî problemleri geçirmiştir. Platon ve Aristoteles, antik felsefenin olgunluk dönemini ve felsefede sistemi temsil eder. Bir açıdan bakıldığında aralarında pek büyük bir farklılık bulunmayan, aynı şeyi farklı şekillerde söyleyen, başka bir açıdan bakıldığında birbirlerine neredeyse tamamen karşıt gibi görünen bu iki filozof, kurdukları sistemlerde felsefenin bütün konu ve problemlerini ele almışlar ve bütün bir felsefe tarihini Platon'a düşülmüş dipnotlarından ibaret gören A. N. Whitehead'in tezinden de anlaşılacağı üzere, kendilerinden sonraki felsefeye yoğun bir biçimde etki etmişlerdir. Aristoteles sonrası düşünürlerin ise, daha ziyade etik problemlerle meşgul oldukları söylenebilir.​
Söz konusu antik filozoflardan en önemlisi, bir bakış açısına göre, antik felsefede merkezî bir konum işgal eden Sokrates'tir. Gerçekten de ondan önceki doğa filozoflarına presokratikler adı verilir, ondan sonra gelen bütün filozoflar, Helenistik dönem düşünürleri istisnasıyla, Sokratik gelenek içinde yer almak anlamında küçük ya da büyük Sokratesçiler diye nitelenirler. Sokrates'in antik felsefenin merkezî veya en önemli düşünürü sayılmasının bir diğer nedeni, elbette onun etiğin kurucusu olması, ele aldığı ahlâkî problemler bağlamında kendisinden sonraki Yunan etik düşüncesine de damgasını vurması ve nihayet, tartışma yöntemi ve şüpheciliğiyle felsefi yöntem konusunda belirleyici bir rol oynamış olmasıdır. Fakat çok daha yaygın bir diğer bakış açısından, her ne kadar Batı düşüncesinin son çeyrek yüzyıllık döneminde ilgi en azından kısmen Helenistik dönem düşünürlerine kaymış olsa da, antik felsefenin en önemli düşünürleri Platon ve Aristoteles'tir. Bunun hiç kuşku yok ki, birçok nedeni vardır. Bir kere her şeyden önce onlarda Yunan düşüncesi tam anlamıyla kemâle erip, olabilecek en yüksek teknik düzeye varır, ikincileyin, her ikisinin de bütün eserleri günümüze erişmiş olup, onlar gerek popüler gerekse akademik düzeyde yaygın bir ilginin konusu olmuşlardır. Felsefenin olabilecek hemen tüm problemlerini ele almış, onun bütün disiplinlerini yerli yerlerine oturtmuş bu iki filozofun düşünceleri, nihayet antik Yunanın başka kültürlere en fazla ihraç ettiği fikirler öbeğini meydana getirir.​
Buradan da anlaşılacağı üzere, felsefede öncelikle ileriye doğru bakan Platon ve Aristoteles bir yandan da kendilerinden önceki düşünceye yönelmişlerdir. Her ikisi de kendi felsefelerini veya teorileştirmelerini hem Presokratik geleneğin değerli unsurlarını kucaklayacak, hem de kendilerinden önceki filozofların kavrayışlarını aşacak şekilde inşa ederler. Platon bunu her yönüyle etkileyici bir tarzda yaparken, Aristoteles ise tarihsel bir dakiklik ve kesinlikle gerçekleştirmiştir. Söz gelimi Platon Sofist adlı diyalogunda, Presokratik ontolojide alternatif tavırları monizm, düalizm ya da plüralizm ve algılanabilir cisme ya da anlaşılabilir İdealara bağlanma şeklinde ortaya koyar. Aristoteles ise kendisinden önceki filozofları dört farklı nedene tekabül eden dört ayrı açıklama türünü ne ölçüde önceledikleri açısından inceler.​
Platon ve Aristoteles'in bununla birlikte, çağdaş filozofların günümüzde gerçekten önemsedikleri kimi Presokratik konu ya da temaları önemli ölçüde es geçtikleri söylenebilir. Söz gelimi, Herakleitos ve Parmenides dil, düşünce ve dünya arasındaki ilişkiyle çok yakından ilgilenmişlerdir. Çağdaş hermeneutik gelenekte yer alan pek çok filozof Parmenides'in dile getirilemez olanın sınırlarıyla ilgili görüş ve yorumlarına büyük bir değer verirken Marksistler ve başkaca pek çok düşünür Herakleitos'un varlığın ve hakikatin çelişikliği ile aforizmalarını temele almışlardır.​
Greko-Romen felsefenin söz konusu bin yıllık döneminin, işte bu temel üzerinde her şeyden önce felsefenin sonraki dönemlerine birtakım temel konuları armağan ettiği söylenebilir. Bu temalar arasında sayılar, tanrılar, tümeller gibi algılanabilir olmayan kendiliklerin ontolojik belirlenimi, canlı olmayan doğal varlık alanında iş başında olan nesnel nedenlerin tespiti; akılyürütme biçimlerinin analizi ve sınıflanması; iyi bir hayat idealini gerçekleştirmede bilginin ve karakterin önemi; bir politik sistemin doğasının tanımlanmasında adaletin yeri gibi konular sayılabilir. Ontoloji, epistemoloji, mantık, etik ve politika felsefesinde daha sonraki felsefi tartışma için gerekli altyapıyı hazırlayan antik felsefe, felsefi yöntem açısından da önemli katkılar sağlamış ve gerek analitik, gerekse diyalektik yöntem ya da felsefi üslupların tohumlarını atmıştır.​
Analitik felsefe çoğunluk sağduyu düzeyine paralel gelişirken, kimi durumlarda sağduyuya karşıt ve aykırı denebilecek bir tarzda ortaya çıkmıştır. Sağduyuya aykırı düşen bu felsefe teorileştirmeler arasında Sokrates'in meşhur paradoksları, Parmenides'in değişmeyi yadsıyan görüşüyle Zenon'un hocasının bu tezini savunmaya çalışan paradoksları, Platon'un İdealar kuramı, Aristoteles'in salt kendi özüyle ilgili olan veya kendi kendisini düşünen Tanrı anlayışı sayılabilir. Öte yandan, antik felsefede önemli bir yer tutmakla birlikte modem felsefede ortadan kaybolan felsefi tema ya da konularla, antik düşünürlerin hiç bilmedikleri veya göz ardı ettikleri, fakat felsefede özellikle Descartes'tan itibaren önem kazanan kimi konulardan, yine antik felsefeyi karakterize etmek adına, söz etmekte yarar vardır. Birincilere örnek olarak formun bir şeyin kendisinden yapılmış olduğu maddeyle olan ilişkisinin önemi, ve doğal değişmeyi açıklamada amaçların veya final nedenin temele alınması gerektiği düşüncesi verilebilir. Buna karşın kişisel özdeşlik, zihin ve beden ayırımı, birinci ve ikinci düzeyden sorular arasındaki karşıtlık türünden, modern felsefede büyük bir önem kazanan felsefi konu ya da tartışma alanlarına, antik felsefede hiç rastlanmaz.​
A. Cevizcİ, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Bursa, Asa Kitabevi, 3. baskı, 2001.​
W. K. C. Guthrie, A History of Greek Philosophy, 6 vols., Cambridge, 1962.​
W. K. C. Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi (çev. A. Cevİzci), İstanbul, 2001.​
L. Versenyi, Sokrates ve İnsan Sevgisi (çev. A. Cevizcİ), Ankara, Gündoğan Yayınları, 1989.​
Zeller, Grek Felsefesi Tarihi(çev. Ahmet Aydoğan), İz Yayıncılık, İstanbul, 2001​
Ayrıca bkz., ABDERA OKULU, AKADEMİ, , ANAXIMANDROS, ARİSTOTELES, ARİSTOTELESÇİLİK, DEMOKRİTOS, EPİKÜROS, KUŞKUCULUK, STOACILIK, PLATON, PLATONCULUK, PLOTİNOS, PYTHAGOR AŞÇILAR, SOFİSTLER, SOKRATES, THALES.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst