1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Algı, bireysel zihinlerin beden sinir yapılarından gelen yeteneklerle dışlarındaki durum ve değişmelerin farkına varmalarını sağlayan yetilerin genel adıdır. Geleneksel olarak bu yetiler arasında görme, işitme, tat alma, koku alma ve dokunma duyumları sayılır. Bedenin içine yönelik, örneğin acıkmak gibi, duyumlar da vardır, ama bunlar beden dışı konuların farkına varılmasını sağlamadıklarından, onların algı bileşenleri oldukları söylenemez.​
Duyum konuları basit, bir kerelik olgulardır, iki ayrı mekân-zaman aralığında ayni duyum konusu duyumsanamaz, olsa olsa çok benzer konular duyumsanabilir. Oysa algı konuları bileşik, kalıcı, algılama süreçleri dışında da varlığı süren, konulardır. Örneğin şu duyumsanan gül kokusu, şu görülmekte olan koyu pembe uzanım, duyumsama konusudurlar, oysa şuradaki mis kokulu pembe gül kalıcı bir nesnedir, rengi ve kokusu ve dokusu vardır. Algı konuları şu ya da bu bireysel zihnin etkinliğiyle ortaya çıkan bir konu olmayıp, her zihnin algılayabileceği konulardır. Buna göre algılara zihinlerin öznel duyumlara dayanarak nesnel konulara erişebilmelerini sağlayan rasyonel süreçler olarak bakabiliriz.​
Buradan hareketle, algının her şeyden önce, dış dünyanın, algılanabilir oldukları sürece, maddî nesnelerin, hayvanların, bitkilerin farkında veya ayırdında olmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu türden nesnelerin en temel karakteristikleri, onların, bütün bunlar birçok insanın onları ayni anda algılayabilmeleri anlamına gelecek şekilde, dışsal, algılayandan bağımsız ve kamusal olmalarıdır. Bu türden nesneleri tanıma, onların farkına varma olmak bakımından algı, imgeleme veya düş görmekle karşı karşıya getirilebilir. Olmayan şeyler, diyelim hayaletler, algı konusu olabilir mi? Zira, olağanda bir konuya bağlanan duyum demetlerinin olağanüstü durumlarda sırf bireysel zihnin içinden kaynaklanabildiğini öne sürmek, bir yandan bir şeylerin fark edildiği anlamına gelmekle birlikte, öte yandan, algılayabilen başka algılayıcılar bir şey algılamadıklarından, algılamanın gerçekleşmediğini söylemek olmalıdır.​
ikincileyin, algı, görülen veya dokunmada doğrudan bir temas içinde bulunulan nesneyle sezgisel, dolayımsız ve normal koşullarda, kuşkudan bağışık bir yüzyüze karşılaşmadır veya karşılaşmaymış gibi görünür. Algı söz konusu olduğunda, akılyürütme veya yorumla ilgili süreçlerden söz etmek pek mümkün gibi görünmemektedir. Bir nesnenin ne olduğuyla ilgili olarak akil yürüttüğümüz veya kuşkularımız olduğu zaman, akılyürütme ya da kuşkular, algılanmış bir şeyin —söz gelimi, dağ eteğindeki dikdörtgen kırmızı bir nesnenin veya benzer bir şeyin— kimliği ya da karakteriyle ilgili olmak durumundadır.​
Üçüncüsü, algı nitelik ve pekinlik bakımından değişkendir; buna göre, bir şeye yeterince dikkat etmeyi, onu açıkça görebilmeyi, seçik bir biçimde işitmeyi başaramayabiliriz. Bu tip değişkenlikler, dikkatte değişkenliği, nitelik ya da seçiklikte değişkenliği, yanılabilirliğe açık olmak bakımından değişkenliği ihtiva ederler. Dördüncü olarak da, algının bize normalde her şeye rağmen maddî nesnelere ve özelliklere ilişkin bilgi verdiğini söyleyebiliriz. En azından yakından bakma ve dokunma durumlarında, birkaç sağlıklı sınamayla birlikte veya başka algılayanların verilerini kullanarak, kesinliğe erişebilir veya ilk bakış ya da dokunmayı tashih edebiliriz.​
Her bilginin önünde sonunda algılamaya dayandığı, bilgiyi denetlemenin en güvenli yolunun algılamaktan geçtiği doğrultusundaki bilgi öğretisi görüşüne deneyimcilik, empirisizm, denir. Bu görüşe göre en soyut kavramlar bile bir takım algı demetlerinden zihin işlemleriyle, insan soyunun hemen tümünün katıldığı kavramlaştırma veya dile getirme çabaları sonucu, oluşturulmuştur. Böyle işlemler arasında tanımlama, başka kavramlarla ilişkilendirme işlemi önem kazanır. Bu sürecin en başında, daha hiç kavram, söz anlamı yokken ortada, anılan tanımlama işleminin nasıl başlayacağını anlamak kolay değildir.​
Descartes güvenilir bilgiye dayanak olacak algıların "açık-seçik ve belirgin" olmaları gerektiğini söylemiştir. Algılar, konularından farklı olarak, öznel zihin içerikleri olduklarından, algıların niteliklerinin nasıl denetlenebileceği hiç belli değildir. Biraz iyimser bir yorumla yorumlanırsa, bundan kast edilenin "algı konularının açık anlamlı, muğlak yani olmayan betimlerle betimlenebilmeleri, dile getirilebilmeleri gerektiği" koşulu olduğu öne sürülebilir. Bu yorum algı konularının nesnel, her zihne açık olmalan beklentisi kadar kavramlarla algının ilişkisini de vurgular; kavramlara döküp dille betimlemek algılama sürecini destekler: Gerekli terimleri bilen bir hekimin karşısındaki hastasının dertlerini hastanın kendisinden çok daha başarılı biçimde betimleyebilmesi, bu durumun olağan bir örneğidir.​
Empirisizmin, telakkiye göre, gülünç ya da muzip bir biçimini geliştirmiş olan Piskopos Berkeley 'algı' ve 'duyum' kavramlarının ikisini de burada 'duyum' sözüyle anılan kavrama bağlayarak salt duyumların bilgiye temel oldukları görüşünün eğlendirici sonuçlarını zekîce sergilemiştir.​
Bir ölçü gerecinin ibresini okumak, yola bakarak arabanın hızlı gittiğini 'görmek', bir sonatın Telemann'ın bestesi olduğunu 'duymak', kızaran palamut 'kokusu almak' gibi durumlarda ne ölçüde duyumsama, ne ölçüde anımsama, ne ölçüde yorumlama söz konusu olduğuna hemen karar vermek de kolay değildir. Kavram analizi biyokimya analizinden daha kolay değildir, özetle.​
"Duyumların olağan erimlerinin hayli dışındaki durum ve değişmelerin farkında olunmasını sağlayan, duyumlara dayanmayan, algılama durumları, hiç değilse kimi olağan üstü zihinler için, mümkün olabilir mi?" sorusu da sıkça sorulmuş bir sorudur, algı konusunda. Böyle algılamalara 'teleestesis, uzaktan algılama, deniyor. Kendinde böyle yetiler olmayanların, sırf bu yüzden, soruya olumsuz cevap vermeleri "ben sonsuzluk dereceleri dizilişini anlayamıyorum, demek yok böyle bir sıralanma" diyen adamın cevabı kadar geçerlidir ancak. Öte yandan yerleşik dünya görüşümüzde böyle uzaduyum olaylarına şimdilik yer yoktur, ama yakın gelecekte olması beklenir.​
Bu kısacık incelemenin de gösterdiği gibi mevcut kavram çatkımızda, dünya görüşümüzde, 'algı' komşuluğunda halâ boşluklar olup, tartışma ve yorumlara yer vardır. Böyle boşluklar hiç kalmadığı zaman ne yapacak felsefeci?​
D. VV. Armstrong, Perception and the Physical World, New York, 1961.​
D. W. Hamlyn, The Theory of Knowledge, Doubleday and Company inc. New York, 1970.​
J. Wamock(ed-), The Philosophy of Perception, London, 1967.​
Ayrıca bkz., AÇIK SEÇİK İDELER, ALGICILIK, BERKELEY, DUYUM, DENEYİMCİLİK, EPİSTEMOLOJİ.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst