1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Algısal İnanç, Maurice Merleau-Ponty'de, düşünüm (refleksiyon) öncesi doğal algıda, şeylerin kendisine ulaştığımıza ve dünyanın algıladığımız haliyle varolduğuna dair duyulan inançtır. Merleau-Ponty Algının Fenomenolojisi'nde Husserl'in ilksel kani (tirdoxa) kavramıyla açıkladığı bu inancı, Görünür ve Görünmezde algısal inanç diye adlandırır. Algısal inanç, dünyanın ve şeylerin varlığına dair algımın bana sunduğu kesinliği dile getirir. Bu inanç gereği, "şeylerin kendisini görürüz, dünya bu gördüğümüzdür" der Merleau-Ponty.​
Ona göre, düşüncem şeyleri anlamlandırmaya başlamadan önce algı yoluyla dünyaya açılırım. Doğal algıda, şeylerle bedenim arasında dolayımsız, ilksel bir temas kurulur. Algı, beni şeylere ve dünyaya açarken onların varlığını bir kesinlik olarak karşıma çıkarır. "Bir şey var", "ben varım", "dünya var" gibi inançlar bu temas sırasında oluşur. Bu anlamda algısal inanç dünyada bedenimle varoluşumun bir sonucudur. Düşüncenin, şeyleri, teorik tavrın nesneleri haline dönüştürerek kurduğu anlamlardan önce, MerleauPonty'nin "şeylerle sessiz temasımız" olarak tanımladığı, bedenin dünya ile kurduğu bu ilksel ilişki içinde bir anlamlar ağı oluşur. Doğal algıda oluşan bu anlamlar, bilimsel ve felsefi düşüncenin kurduğu anlamları önceler. Bir başka deyişle teorik tavır, ilksel bir bilgi olan algısal inançtan yola çıkar ve .onun üzerinde temellenir.​
Ancak algısal inançta iki karşıt kani bir arada bulunur: Algının bir yandan şeylerin kendisine gittiği, diğer yandan algılayanın algısı olduğuŞey, hem bilincin nesnesi olarak bize içkin gibidir, hem de kendini dışarıdaki varlık, biz algılamadan önce de orada olan gerçeklik olarak gösterir. Algının, şeylerin kendisine ulaştığına inandığımız oranda algılayan öznede gerçekleştiğine, onun algısı olduğuna da inanırız. Doğal algıda, deneyim sırasında bir arada yaşantılanabilen bu iki kani, söze döküldüğünde ve teorik düşüncenin konusu haline getirildiğinde birbiriyle çelişir. Merleau-Ponty'ye göre, entelektüalizmin ve deneyimciliğin tezleri arasındaki karşıtlık, aslında bu çelişkinin bir sonucudur. Her iki felsefi tutum da, algısal inancın içinde barındırdığı iki kanıdan birini benimserken diğerini dışarıda bırakır.​
Entelektüalizmde gerçeklik kurucu bir bilinç olan öznede temellenir ve algının, aklın talep veya gereklerine uygunluğu aranır. Akılcı geleneğin R. Descartes, B. Spinoza ve G. W. Leibniz gibi temsilcilerine göre, doğanın matematiksel bir kavranışı olan dış dünyanın bilgisi, akılcı bir gerçeklik ve apaçık fikirler üzerine kuruludur. Kartezyen teoriye göre "aklın edimi hiçbir şekilde nesnesi tarafından tanımlanmış ya da sınırlanmış değildir", anlama yetisini ancak ona içkin bir gereklilik olan açıklık ve seçiklik belirleyebilir.​
Deneyimcilikte ise bilgilerimiz, tümüyle deneyimden gelir ve aklın bilgi ediminde ancak sınırlı bir etkisi (bağlama, sınıflandırma gibi) söz konusu olur. J. Locke, entelektüalizme karşı doğuştan fikirlerin varlığını reddeder ve bilme edimini fenomenlerin duyum yoluyla deneyimlenmesine indirger. G. Berkeley'e göre ise "algının dolaysız nesneleri şeylerin kendileridir."​
Merleau-Ponty'ye göre entelektüalizm ve deneyimcilik başlangıçta algısal inançtan yola çıkar. Ancak her iki öğreti de algısal inancın içinde barındırdığı, algımın bir yandan benim algım oluşu, bir yandan şeylerin kendisine gitmesi gibi çifte bir imkâna sadık kalmaktan uzaktır. Aksine, bu iki kanıdan yalnızca birine dayanmakla, onları, biri diğerini dışlayacak şekilde, birbirinden ayırırlar. Entelektüalizmde dünya, öznenin bilincine içkin bir dünya düşüncesine dönüşür; algılayanın dünya ile bağı kopmuştur, öznenin bilincinden bağımsız bir dış dünya düşünülemediği gibi, öznenin bu dünyaya ait oluşu da gözardı edilmiştir. Descartes'ın "cogito”su kendi üzerine kapanışında dünyada oluşunu unutur. Deneyimcilikte ise algının dış gerçekliğin kendini sunuşu olarak anlaşılması, algılayanı algının dışında bırakır. Empirisizm, bizi deneyimlerimiz yoluyla etkileyen bir dış dünyanın varlığını tanır. Ancak öznenin bu dünyaya ait oluşu yine unutulur. Deneyimcilik, algılayan öznenin algıya etkisini görmezden gelir.​
Oysa, algı yaşantılandığı haliyle adeta "dünyanın her an yeniden yaratılışı ya da yeniden kuruluşu" gibidir. Merleau-Ponty'ye göre, entellektüalizm ve deneyimciliğin tezlerinin algısal inancın karşıt kanılarını keskince birbirinden ayırmaları, özne-nesne, beden-tin gibi ikiliklere yol açmıştır. Modern epistemoloji, algısal inanca dayanmasına rağmen, onun karşıt gibi görünen kanılarıyla uzlaşmak yerine, onları mutlak birer çelişki olarak ortaya koyduğu ve düşünceyi öznenesne karşıtlığına mahkûm ettiği için, nasıl olup da öznenin nesnenin bilgisine ulaşmak için kendi dışına çıkabildiğini anlayamamıştır.​
Merleau-Ponty, bilimlerin de düşünüm felsefesi (refleksif felsefe) kadar algısal inanca dayandığını, ancak onun karşıt gibi görünen kanılarıyla yüzleşmekte başarısız olduğunu vurgularBilim için "gerçek, nesnel olandır" ve nesnel olana ulaşmak adına, şeylerle kurduğumuz temasta onlara kattığımız anlamlar bilim tarafından dışarıda bırakılır.​
Bilimsel yöntem de tıpkı düşünüm felsefesi gibi, şeylere "mutlak kuşatıcı bir bakışla" yönelebileceğimizi varsayar. Oysa MerleauPonty'ye göre nesneyi tüm perspektiflerinden görebileceğimizi varsayan bu bakış, temelinde bedenli varoluşumuza, bedenin nesne etrafındaki hareketinin bize sağladığı bir imkâna dayanır. Şeylerin farklı perspektiflerden görünüşlerini bir bütünde toplama imkânı, bedenimin onlarla kurduğu ilişkinin bir sonucudur. Ne var ki şeyin kendisi bu farklı perspektiflerin toplamından fazla bir şeydir. Düşünüm felsefesinde olduğu gibi, bilimler de mutlak kuşatıcı bir bakışla ideal bir anlamlar düzeni olarak dünyayı adeta yeniden kurarken, algıda yaşananı "saf nesne"ye dönüştürerek doğal algıyı unutur ve onun ötesine geçerler. Bu nedenle düşünceyi, onu önceleyen bedenli varoluşa bağlamakta ve dünyayla kurduğumuz ilksel ilişkiyi aydınlatmakta ne modern epistemoloji, ne de bilimler yeterli olabilmiştir.​
Oysa Merleau-Ponty'ye göre düşünce, kendi özündeki anlamı yakalayabilmek için, öznenin dünyada bedeniyle varoluşunu, kendi kaynağında yer alan dünya deneyimini ciddiye almak zorundadır. Bu da algı ile düşünce arasındaki ilişkiyi aydınlatmak, düşüncemi, "düşünülmemiş olan yaşamım"a, yani doğal algıya bağlamak anlamına gelir. Bilimlerin ve modern epistemolojinin öznesinden farklı olarak, Merleau-Ponty'nin öznesi bedenli bir öznedir. Bilincin düşünme edimi, bedenin dünyadaki deneyimine yaslanır. Entelektüalizmde tanımlandığı gibi beden, uzamlı şey olarak bilincin nesnesine indirgenemez. Bu anlamda bedenimle kurduğum ilişki bir sahip olma ilişkisi değildir. Beden olarak dünyaya açılırım, bedenim benim kendisi olduğum şeydir. Merleau-Ponty "düşünülmemiş" olarak tanımladığı algı deneyimi içinde, şeyler ve dünya ile aramda henüz özne-nesne karşıtlığının olmadığı bir temas kurulduğunu söyler. Bu deneyim içinde beden yalnızca varoluşun bir şekli olarak kalmaz. Algıyı mümkün kılan bedenim, şeylerle iletişimimin yoludur. Şeylerin kendisine gidebilme imkânım, algılayan bedenimin aynı zamanda algılanır oluşunda gizlidir. Bedenli özne aynı zamanda hem gören hem de görülendir. Dokunulur oluşum, dokunabilmemin koşulu gibidir. Gören ve görülen arasında söz konusu olan, özne ile nesne arasındaki gibi bir karşıtlık değil, bir geçişlilik ilişkisi, görenin görülene çevrilebilirliğidir. Bu geçişlilikte bedenimle şeyler arasında kurulan ve algısal varoluşu tanımlayan birlik, algısal inancın oluştuğu yerdir.​
Merleau-Ponty algısal inancın üç teminatını, görünür dünya, onu gören ve bu görenin başka görenlerle ilişkisi olarak belirler ve düşünüm felsefesinin algısal inancın bu üç teminatına da sadakatsizlik ettiğini düşünür. Dünyayı, dünya düşüncesinin bağlaşığı haline getiren, onu öznesinin bilincinde kurmak için yıkan ve yaşanmışlığından sıyıran düşünüm felsefesi, gören öznenin dünyada oluşunu gözardı ederek, onu görünen dünya ve gören başkaları ile tek temas alanından ayırır. Düşünüm felsefesinde bilgi, düşüncenin nesnesiyle uygunluğu, çakışmakta oluşu üzerinde temellenir. Oysa Merleau-Ponty'ye göre doğal algı içinde dünya, bize açılırken bir yandan da kendini gizler. "Aktüel görüşümün çevresinde, görülmeyen ve hatta görünür olmayan şeylerin ufku" vardır. Çünkü dünyayı bedenimin perspektiflerinden algılarım, bakışımın onu bütünsel olarak kat etmesi imkânsızdır. Bu nedenle de düşünüm felsefesinin ya da bilimlerin öznesinin bakışıyla kuşatabileceğini varsaydığı nesneden farklı olarak, dünya tam bir açıklık olmaktan çok uzaktır.​
Algısal inancın bana sunduğu kesinlik, aslında, içinde hep bir şüphe barındırır. Ancak bu şüphe Descartes'ın metodik şüphesinden farklıdır. Metodik şüphede dünya algısını askıya alacak şekilde, her şeyden şüphe ediş söz konusudur. Metodik şüphe dünyayla bağımızı askıya aldığında, "dünyanın kesinliğini kesinlik düşüncesine dönüştürmeye kalktığında, kendisi kendi öz anlamından bihaberdir. içinde kesin ve şüpheli olanın ayrımının doğrudan verili olduğu dünya deneyimini unutmuş gibi görünür." Oysa ki Merleau-Ponty'ye göre, dünya algısı sürerken şüphe duymaktayımdır. Kesinlik ve şüphe, algısal inancın barındırdığı olanaklardır ve deneyimde bir arada bulunurlar. O halde algısal inanç, ne sıradan anlamıyla bir inançtır, ne de dünyaya ait mutlak bir bilgi. Dünyanın varlığına, algımın şeylerin gerçekliğine ulaştığına ve başkalarının da benimle ayni dünyaya açıldığına dair duyduğum kesinlik, "ne denli karşı konulamaz olursa olsun, tamamen karanlık kalır, onu yaşanmayabiliriz,​
onu düşünemez, formüle edemez, tez haline getiremeyiz," Bilgiye yöneldiğimiz anda ya* şantılanan dünyanın kesinliği yerini algısal inancın çelişkilerine bırakır. Ancak düşünüm öncesi dünya ile temasın alanı olarak algısal inanç bilginin temelinde yer alır. Bu nedenle de felsefe kendi başlangıcının sorusunu sormak ve algısal inancın içinde barındırdığı karşıt gibi görünen kanılarla yüzleşmek zorundadır.​
Merleau-Ponty'nin düşünceyi algıdaki kaynağına, dünya ile kurduğumuz ilksel temasa taşıma, onu "düşünülmemiş" olanla uzlaştırma çabası, aynı zamanda onu modern epistemolojinin karşıtlıklarından kurtarma çabasına karşılık gelir. Onun terminolojisinde gören ve görülen, modern epistemolojinin özne-nesne, öz-varoluş, beden-tin ikiliklerinden farklı olarak, bir karşıtlık içinde değil, bir çakışmazhk ilişkisi içinde bulunur. Gören bedenim ve görünen bedenim birbirinin tersi ve yüzü gibidirler ama asla örtüşmezler. Aynı şekilde "düşünülmemiş" olan ile düşünce arasındaki ilişki, mutlak bir özdeşlik ya da mutlak bir karşıtlık değil, çakışmamadır. Düşünce, üzerinde temmellendiği "düşünülmemiş olan yaşamım" ile ayni anlamı taşımaz. Algılayan olarak algımla çakışmadığım için düşünüm ve algısal inanç arasındaki mesafe korunmuş olur. Düşünüm, kendinin farkında olmak ve dünyayı bu farkmdalık eşliğinde anlamlandırmak için bu çakışmama ilişkisinin içine yerleşmek zorundadır. Merleau-Ponty'ye göre "gerçek felsefe dünyayı görmeyi yeniden öğrenmektir." Bu da ancak bilince unutmuş olduğu kendi tarihini, şeylerle kurmuş olduğu ilksel ilişkideki "düşünülmemiş" olan yaşamını hatırlatarak mümkün olacaktır. Ancak deneyimde karşımıza çıkan şeyler, bilimlerin ve düşünüm felsefesinin belirlenmiş mutlak nesnelerinden farklı olarak, kendilerini eksiklikler ve boşluklarla, adeta bir muğlaklık içinde sunarlar. Bu yüzden dünya deneyimimiz tanımlamalardan ve belirlenimlerden çok betimlemelere izin verir. Dünya, Merleau-Ponty'nin sözleriyle "kurulmaya ya da tesis edilmeye değil, betimlenmeye" açıktır. Algısal inancın barındırdığı karşıt gibi görünen kanıların birbiriy!e çelişmeksizin varolmasını sağlayacak, bu iki kanıdan birini diğerini doğrulamak uğruna feda etmeyecek bir felsefi düşünce bu muğlaklığı yitirmemeli, doğal algıda verili olanı onun imkânlarına sadık katarak sorgulamalıdır. Merleau-Ponty özellikle son dönem yazılarında, felsefenin asil amacının bedenin dünya deneyimini açmak, algısal inancın alanını terketmeksizin düşünceyi onun içinde konumlandırmak olduğunu savunmuş, Görünür ve Görünmez de "felsefe, kendi kendini sorgulayan algısal inançtır" demiştir.​
E. Brehier, Histoire de la philosophic il / XVIL XVlllsiecles, Presses Universitair es de France, 1964.​
E. Brehier, Histoire de la philosophie ÜI / XIX1' XX' siecles, Presses Universitaires de France, 1930 et 1938.​
-L. Dumas, Histoire de la pensec, tome HI, Temps mod ernes, Editions T a Handier, 1990.​
C. Lefort, Stir ime colonne absente, Ecrils attfottr deMerleau-Ponty, Editions Gallimard, 1978.​
M. Merleau-Ponty, Phenomenologie de la perception, Editions Gallimard, 1945.​
M. Merleau-Ponty, Le Visible et I'Invisible, Editions Gallimard, 1964.​
Ayrıca bkz., ALGI, BEDEN, DENEYİMCİLİK, DESCARTES, ENTELEKTÜALİZM, FELSEFE, FELSEFE TASARIMLARI, FRANSIZ FELSEFESİ, İNANÇ, LOCKE, MERLEAU-PONTY.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst