Patristik felsefenin olgunluk dönemi veya Altın Çağı’nın ilk önemli filozofu, Titus Flavius Klemens ya da İskenderiyeli Clement’tir. 150-219 yılları arasında yaşamış olan Clement aklı inanca, felsefeyi dine tabi kılan ve daha sonra Aziz Augustinus ve Aziz Anselmus’ta ön plana çıkacak olan credo ut intelligam (anlayabilmek için inanıyorum) tavrının ilk örneğini gözler önüne sermişti.​
Hıristiyanlığa sonradan dönen Clement, aslında dönemin en önemli entelektüel merkezi olan İskenderiye’de daha ziyade Platonik felsefe üzerinde yoğunlaşmış bir teolog idi. Başka bir deyişle, Hıristiyan dinini ve bilgeliğini en iyi ve en doğru bir biçimde ifade etmek için Yunan felsefesinin sağladığı araçlardan yararlanma yolunu seçmişti. Bu açıdan bakıldığında, Clement felsefeyi küfür sayan, onu dünyaya şeytanın soktuğuna inanan diğer bazı Kilise Babalarının aksine, Yunan felsefesine büyük bir sevgi ve hayranlık beslemiş ve felsefenin bütünüyle ilahi bir ürün olduğunu söylemişti; felsefe, bilgeliği tüm kavim ve uluslar için parlayan Tanrının inayetinin bir sonucu ya da lütfudur.​
Clement’in benimsediği felsefe anlayışı, aslında senkretik ya da eklektik bir felsefe anlayışını temsil etmekteydi; Stoacı etik, Aristotelesçi mantık ve Platoncu bir metafizikten oluşan bir eklektik felsefe görüşü, onun ihtiyacına fazlasıyla uygun düşmekteydi. O, felsefeye olumlu bir değer biçse de Yunan felsefesini Hıristiyanlık için sadece bir hazırlık, Yunan dünyasının vahye dayalı din için eğitilmesi olarak gördü. Felsefe, onun gözünde, yalnızca Hıristiyanlık için bir hazırlık değil fakat Hıristiyanlığın anlaşılmasına katkıda bulunacak bir yardımcıydı. Çünkü yalnızca inanan ve anlamak için hiçbir çaba göstermeyen kişi, bir adamla kıyaslandığında, tıpkı bir çocuğa benzer. Clement’e göre, tıpkı vahiyle uyumlu kılınamayan bilimin, spekülasyon ve akılyürütmenin doğru olamaması gibi, körü körüne inanç veya salt pasif bir biçimde kabulü de istenmeyen, ideal olmayan bir şeydir.​
Gerçekten de Yahudi hukuku ve peygamberlerini İncil’e bir hazırlık olarak değerlendiren Aziz Paul gibi, Clement de Hıristiyanlığı Platonik felsefeyle Eski Ahit’in her yönden bir devamı olarak gördü. Bu yüzden dünyadan ve etten vazgeçtikleri, şeytandan uzak olmaya karar verdikleri için felsefeden vazgeçmelerini gerektirecek hiçbir neden bulunmadığını söyleyen eğitimli Hıristiyanları savunma amacı güttü. Gerçekten de Kilise içinde hemen herkesin felsefecilere kuşkuyla baktığı, ortodoks Hıristiyanların kurtuluş için imanın fazlasıyla yeterli olduğuna inandıkları, felsefenin şeytanın icadı olduğunu söyledikleri bir sırada, felsefede, ilahi hakikatin, bulanık bir biçimde de olsa yer aldığını öne sürdü. Platon’un Tanrının aşkınlığına, Tanrıya son çözümlemede benzer olmak durumunda olan ruhun nihai hedefinin Tanrı görüsü olması gerektiğine ilişkin kavrayışlarının Hıristiyan inancına ayırt edilemezcesine benzediğini düşünüyordu. Stoacılar duygu ve tutkulara yönelik terapi ve mutlak ahlaki hakikatlere dair görüşleriyle kendisinin inandığı pek çok şeyi ifade etmekteydiler. Clement, bu yüzden, Philon’un da etkisiyle, gerçek felsefenin insan zihnini teolojiye hazırladığına kanaat getirdi ve bunu herkese göstermeye çalıştı.​
Clement, işte bu çerçevede, kurgusal veya spekülatif düşünen aklı teolojinin hizmetine koştu, onu Hıristiyan teolojisinin sistemleştirilerek geliştirilmesi işinde kullandı. Yine de imanı hakiki bilgeliğin tek yolu olarak gören Clement, Tanrı konusunda olumlu bir bilgiyi reddetti. Bu anlamda o, Ortaçağ felsefesinde daha sonra çok kullanılacak olan negatif teolojinin, via negativanın ilk örneğini verdi. Başka bir deyişle, Clement’e göre, biz Tanrının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz fakat yalnızca ne olmadığını bilebiliriz. O, örneğin bir cins ya da bir tür değildir; yine o, deneyimlediğimiz ya da kavrayabildiğimiz her şeyin ötesinde olmak durumundadır. Tanrıyla ilgili olarak, bize biraz da Platon ve Plotinos’u anımsatan bir biçimde konuşan Clement’a göre, biz insanların Tanrıya iyilik, güzellik, kadir-i mutlaklık, mutlak bilgi benzeri sıfat ya da yetkinlikler yüklememiz çok doğaldır; bununla birlikte, bu sıfat ya da yetkinliklerin, biz onların kavramlarını kendi duyu dünyamızdan hareket ederek kurduğumuzdan dolayı, Tanrı için yetersiz kalıp, geçerli olamayacağının unutulmaması gerekir.​
Kaynakça:​
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst