İlkçağ Yunan felsefesinin ikinci okulu teolojik, bilimsel ve felsefi görüşleriyle seçkinleşmiş olan Pythagorasçı Okul’dur. MÖ 6. yüzyılın ikinci yarısında Güney İtalya’da, Kroton’da Pythagoras tarafından kurulmuş olan Okul, İlkçağ Yunan felsefesinde, İyonya’da kurulmuş olan Doğu geleneği karşısında, Batı geleneğini temsil eder. Pythagorasçı Okul’un İyonya Okulu’ndan diğer bir farkı da Pythagorasçı gelenek içinde yer alan filozofların sadece bir felsefe okulu değil fakat daha ziyade dini bir tarikat ve hatta politik bir örgüt ya da cemaat meydana getirmiş olmalarıdır. Pythagoras'ın veya Pythagorasçıların başlattıkları veya temsilcileri oldukları bu yeni dönemde felsefenin mahiyeti tamamıyla değişecektir.​
İyonya’da filozoflar, felsefeyle felsefenin bizatihi kendisi için uğraşır, salt anlamak ve bilmek amacıyla felsefe yaparken; başka bir deyişle, Doğu’da felsefenin temelinde salt teorik kaygı ya da ilgiler bulunurken, Pythagorasçılar felsefeyle salt pratik amaçlarla uğraşmışlardır. Burada amaç, anlamak ya da öğrenmekten ziyade arınmak; bilgi yoluyla saflaşarak evren ruhuyla birleşmek olmuştur. O artık bir bilgi, evrenin ana maddesinin bilgisi, evrenin neden ve nasıl meydana geldiği hakkında bir açıklama olmaktan çıkarak bir yaşama biçimi veya bir hayat yolu olacaktır. Onun amacı da insanlara evren veya doğa hakkında bilgi vermekten çok onları kurtarmak olacaktır. Bu yeni dönemde felsefe insanları bilgilendirmeyi değil, günahlarından, suçlarından arındırmayı hedef alacaktır. Bunun için insanları dinsel-felsefi cemaatler halinde örgütlemeye yönelecek ve bu cemaatlere katılmak isteyen insanlara yaşamayla ilgili kurallar koyacaktır. Bu bakımdan ortaya çıkan bu yeni felsefi cemaatler veya tarikatler, Dionizos-Orpheusçu cemaat veya tarikatlerden gerek amaç ve hedefleri gerekse örgütlenme biçimleri bakımından farklı değildirler.​
Ancak Pythagoras ve Pythagorasçılığı dinler veya kültler tarihi içinde değil de felsefe tarihi içinde ele almamızın ve anlatmamızın nedeni, onların bu diğer kültlerden farklı olarak aynı zamanda bazı bilimsel ve felsefi görüşlere, öğretilere de sahip olmalarıdır. Öte yandan Pythagoras ve Pythagorasçılık tarafından geliştirilecek olan bu yeni felsefe anlayışı yalnızca onlar arasında kalmayacak, daha sonra şu ya da bu ölçüde Ksenophanes, Empedokles, Sokrates, özellikle Platon, Plotinos, İslam dünyasında İhvanı Safa ve diğer birçok filozof ve felsefe okulunda da varlığını sürdürecektir.​
Yukarıda sürekli olarak "Pythagoras veya Pythagorasçılık" şeklinde bir ifade kullandığımız dikkat çekmiş olmalıdır. Bunun nedeni Pythagoras'a mal edilen görüşlerin gerçekten onun kendi görüşleri mi, yoksa öğrencileri veya takipçileri tarafından ona mal edilen görüşler mi olduğunu bilemememizdir. Öte yandan, Pythagoras'ın hayatı hakkında da elimizde çok az bilgi vardır. Nihayet onun herhangi bir eser yazıp yazmadığı da bilinmemektedir. İhtimaller daha çok ikinci yöndedir. Pythagoras ölümünden yarım yüzyıl geçmeden efsaneleştirilmiş, hatta yarı tanrılaştırılmıştır. Bundan dolayı aşağıda Pythagoras'a atfen üzerinde duracağımız birçok fikrin onun kendisinin olmayıp, okuluna mensup diğer düşünürlerin üstadlarına mal ettikleri fikirler olmaları ihtimali olduğu için bu fikirlerle ilgili olarak Pythagoras'tan çok Pythagorasçılığa gönderme yapmamızın daha doğru olduğunu belirtmemiz gerekir.​
Pythagorasçılığın tarihi ikiye ayrılır: Pythagoras tarafından Kroton'da ilk olarak cemaatinin veya tarikatinin kurulduğu ileri sürülen İÖ 530 yılından Platon'un ölümüne (350) kadarki ilk dönem veya Eski-Pythagorasçılık dönemi ve İS 1. yüzyılda başlayan ve varlığını 4. yüzyıla kadar sürdüren ikinci dönem veya Yeni-Pythagorasçılık dönemi. Gerek birinci, gerekse ikinci dönem hakkındaki bilgilerimiz ise büyük bölümü itibariyle Yeni-Pythagorasçı döneme ait yazarlardan gelmektedir. Bu Yeni-Pythagorasçı yazarların düşünceleri hakkındaki esas kaynaklarımız da Porphyrios, İamblikhos gibi Yeni-Platoncu okula ait yazarlar, sonra Diogenes Laertius'tur. Yeni-Pythagorasçı dönemin belli başlı temsilcileri olarak Tyana'lı Apollonios, Geda'lı Moderatus, Gerasa'lı Nikomakhos'u görmekteyiz.​
Pythagorasçılığın ilk dönemine gelince, bu dönemle ilgili en eski kaynaklarımız Tarentum'lu Aristoksenes, Khalkidia'lı Ksenophiles ve Dikearkhes'tir. İlk döneme mensup Pythagorasçılar içinde önemli isimler ise başta şüphesiz Pythagoras'ın kendisi olmak üzere Arkhytas, Philolaos ve Polymantes'tir. Bu arada Pythagoras'ın kendisiyle ilgili en eski kaynağımızın, bu dönemin bir başka filozofu, 6. yüzyılın ikinci yarısıyla 5. yüzyılın birinci yarısında yaşamış olan ünlü Herakleitos olduğunu kaydedelim. Herakleitos kendisinden önceki diğer Milet filozoflarının eserleriyle aynı adlı, Doğa Üzerine adını taşıyan ve kendisine ayırdığımız bölümde üzerinde geniş olarak duracağımız eserinde üç yerde Pythagoras'tan küçümseyici bir dille söz eder. Nihayet kendisinden önce gelen bütün diğer Yunan filozofları ve onların öğretileri konusunda olduğu gibi, Pythagoras ve Pythagorasçılık hakkında da en güvenilir bilgi kaynağımızın Aristoteles olduğunu söyleyelim.​
PYTHAGORAS: HAYATI VE KİŞİLİGİ
Pythagoras'ın İÖ 590-570 yılları arasındaki bir tarihte Samos (Sisam) adasında doğmuş olduğu söylenmektedir. Hayatının büyük bir bölümünü bu adada geçirdiği, aristokrat eğilimler taşıdığı (Yunan filozofları arasında aristokrat eğilimler taşımayan veya siyasal olarak aristokratik rejimin taraftarı olmayan az sayıda filozof olduğuna daha önce işaret etmiştik), bundan dolayı da Samos adasının tiranı olan Polykrates'le geçinemediği ve sonunda doğduğu adayı terk ederek Güney İtalya'ya göç edip orada Kroton'a yerleştiği bildirilmektedir (DK. 14 A 8). Yine söylendiğine göre Pythagoras bu kentte İÖ 530 yılında kendi adını taşıyan bir cemiyet veya tarikat kurmuştur.​
Pythagoras'ın kurmuş olduğu kurmuş olduğu bu gizemci örgüt yani tarikat yukarıda sözünü ettiğimiz Orpheusçu tarikate benzemektedir. Yalnız Orpheusçuların tanrılarının Dionizos olmasına karşılık, Pythagorasçılarınki bir Anadolu tanrısı olan Apollon'dur. Bu tarikat de, Orpheusçu tarikat gibi mistik ve eğitimsel bir amaca sahiptir. Onun asıl hedefi, bağlılarını veya mensuplarını yeni bir hayat tarzı içine sokmaktır. O, sitenin yerel sınırlarını aşan bir tarikattir ve kısa sürede bazı siyasi emelleri de benimseyen, dışa kapalı ve sır saklayan bir topluluk, adeta bir bir siyasi parti hatta devlet içinde bir devlet haline gelmişlerdir. Birçok işaret, Pythagoras'ın kurmuş olduğu bu tarikatı ile Kroton'da siyasi nüfuz sağlamak ve iktidarı eline geçirmek istediğini göstermektedir. Örgüte alınan üyeler sıkıntılara katlanacaklarına, azla yetinerek gösterişsiz bir yaşam süreceklerine, insanlara saldırmadıkça hayvanları öldürmeyeceklerine ve her akşam, gün boyunca hangi yasalara uymadıklarını, hangi töreleri çiğnediklerini düşünerek vicdanlarını yoklayacaklarına ant içerlerdi. Bundan başka, büyüklerine kesinkes boyun eğmekle ve verilen gizli bilgileri kimseye söylememekle de yükümlüydüler. Örgüte kadınlar da alınıyordu (Bu kadınlar arasında bazen Pythagoras'ın kızı, bazen ise karısı olarak takdim edilen Theana'nun adı özellikle zikredilmektedir); felsefe, edebiyat ve güzel sanatlarda olduğu gibi ev işleri ve kadınlara özgü başka alanlarda da iyi bir eğitim gören ve eski çağlarda çok yönlü, ilginç ve güçlü bir kadın kişiliğinin simgesi olan Pisagorcu kadınlara büyük bir ilgi ve saygı gösterilmiştir. Ayrıca, susarak ve dinleyerek tamamlanması gereken beş yıllık bir eğitim de öngörülmüştü. Bilim dallarının eğitiminin yanında müzik, jimnastik ve sağaltım bilgisi de önemli sayılıyor ve öğretiliyordu. Ustaya gösterilen saygıysa sonsuzdu, yeni bilgiler, buluşlar hep ona atfedilir ve bir görüşü, bir sözü vurgulamak ya da kanıtlamak için "autos epha (üstad dedi ki)" diye söze başlanırdı.​
Pythagoras'ın yalnızca bir anayasa koyucu olarak kalmak istemeyip, Kroton'un sosyal ve siyasal hayatında fiilen bir rol oynamak istediğini söylemek mümkündür. Kroton'un para sistemini bile onun yaratmış olduğu yönünde bir söylenti vardır. Hatta Aristoksenes, Pythagoras'ın matematiğe verdiği üstün yerin ve her şeyin ilkesinin sayılar olduğu yönündeki ünlü öğretisinin ekonomik faaliyetleri tarafından belirlenmiş olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmektedir (DK. 58 B 2). Bu açıklama şüphesiz tekyanlılığından dolayı kabul edilemez. Onu Pythagoras'ın aynı zamanda ekonomik sorunlara da açık bir insan olduğunu gösterdiği şeklinde yorumlamamız daha doğru olacaktır.​
Bundan daha önemlisi bu açıklamanın Pythagoras'ın insanları üç gruba ayırdığı yönündeki ünlü bildiriyle uyuşmamasıdır. Bu bildiriye veya habere göre Pythagoras bu hayatta tıpkı Olimpiyat oyunlarında olduğu gibi üç tür insanın bulunduğunu söylemiştir. Onlar içinde en aşağıda bulunan grup veya tür, oyunlara bir şey almak veya satmak için katılan insanların benzeri olan türdür. Ortada bulunan tür belki tahmin edilebileceğinin tersine Olimpiyat oyunlarına yarışmak için katılan insanlardan meydana gelmektedir. En yukarıda bulunan tür veya insanlar içinde en iyilerine gelince, onlar oraya yalnızca yarışmaları seyretmek için gelmiş insanlara benzeyenlerdir. Şimdi bu öğretiyi ileri süren bir kişinin fiilen ekonomik etkinliklere büyük bir değer vereceğini kabul etmek çok güçtür. Burada sözü edilen bu seyretme, temaşa etme eyleminin nasıl yorumlanması gerektiğini aşağıda göstermeye çalışacağız.​
Daha önce işaret ettiğimiz gibi Pythagoras herhangi bir eser kaleme almış görünmemektedir. Herhalde bir tarikat kurucusu olarak çeşitli alanlardaki görüşlerini veya öğretilerini öğrencilerine, müritlerine şifahi olarak aktarma yolunu daha uygun bulmuş olmalıdır. Öte yandan ne kadar çok yönlü olmuş olursa olsun, onun Herakleitos tarafından kendisine yöneltilen "yalnızca çok şey bilme" eleştirisini hak ettiği söylenemez (DK. 22 B 40).​
Pythagoras'ın Yunan dünyasına aritmetiği getiren ilk kişi olduğu, yine ünlü ruh göçü öğretisini de Mısır'dan almış olduğu söylenmektedir. Bu arada ona Pers dünyasına yolculuk yaptıranlar, onu İran'da Zerdüşt dinine mensup rahiplerle konuşturanlar da vardır. Bu yolculukları gerçekten yapmış olduğu şüphelidir. En azından ruh göçü öğretisini Herodot'un ileri sürdüğü gibi Mısır'dan Yunan dünyasına ithal etmiş olması söz konusu olamaz; çünkü Mısır'da ruhun ölümden sonra varlığını sürdürdüğü fikri mevcut olmakla birlikte onun bedenden bedene dolaştığı görüşü mevcut değildir. Eğer gerçekten yapmış ise Pythagoras'ın sözü edilen yolculukları Kroton'a yerleşmeden önce Samos'taki ikameti sırasında yapmış olması muhtemeldir (Röd, GP. S. 50).​
Pythagoras'ın kurduğu cemiyet yalnızca Kroton'da kalmamış, başka bölgelerde de deyim yerindeyse "şubeler"i açılmıştır. Bu şubelerin Rhegium'da, Sicilya'da Agrigentum'da, Cabane'da kurulmuş oldukları bildirilmektedir. Pythagorasçı cemiyetin tutucu özelliği, toprak aristokrasisi taraftarlığı, siyasal alanda gittikçe artan nüfuzu, başka bazı etkenlerle de birleşerek, sonunda büyük bir ayaklanmaya yol açmıştır. Pythagorasçı cemiyete karşı bir tepki olarak başlayan bu ayaklanmanın Pythagoras'ı hayatının sonuna doğru Kroton'u terketmeye zorlamış olması muhtemeldir. Bu ayaklanmada iki kişi dışında Kroton'daki bütün Pythagoras taraftarlarının hayatlarını kaybetmiş oldukları bildirilmektedir. Durum ne olursa olsun, Kroton'a yakın başka bir kente, Metapontum'a sığınan Pythagoras'ın İÖ 500 yılına doğru burada öldüğü sanılmaktadır.​
Sözü edilen ayaklanmanın Pythagorasçı tarikatierin nüfuzu altında bulunan diğer kentlere de sıçradığı, ancak belli bir süre sonra Pythagorasçıların eski güçlerini yeniden elde ettikleri anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bu tarihten elli yıl sonra, yani 5. yüzyılın ortalarına doğru yeniden büyük bir direnmeyle karşılaştıkları ve Tarentum dışındaki bütün kentlerde etkilerini tamamen yitirdikleri anlaşılmaktadır. Tarentum'da ise Pythagorasçı ünlü matematikçi, astronom, devlet adamı ve asker olan Arkhytas önemli bir siyasal güç olarak nüfuzunu devam ettirmeye muvaffak olmuştur. Ancak genel olarak Güney İtalya'da değişen bu şartlar sonucunda, Pythagorasçıların çoğu bu kez kıta Yunanistan'ına göç etmiş ve orada Pythagorasçı düşünceyi devam ettirmişlerdir.​
Pythagorasçı cemiyetlerin yapısı hakkında da birkaç söz söylememiz yararlı olacaktır: Bunların kendi aralarında örgütsel bir birlik oluşturup oluşturmadıkları bilinmemektedir. Onlar belki komünist bir temel üzerinde hiyerarşik olarak düzenlenmiş cemiyetlerdi (DL. VIII, 10). Onları bir arada tutan şey de herhalde Pythagoras'ın kendisine geri götürülen dinsel-felsefi öğretiyi korumak ve yaygınlaştırma amacıydı. Bu cemiyetlere kadınların da kabul edildiğini yukarıda belirtmiş, zaman içinde kazanılan bütün bilgileri, yapılan bütün buluşları Pythagoras'a mal etme yönündeki eğilimlerinden söz etmiştik (Pythagorasçılara atfedilen "Bunu üstad söyledi" sözleri ünlüdür). Bundan dolayı elimizde bulunan birçok görüşü veya çeşitli alanlarda gerçekleştiritmiş birçok buluşu Pythagoras'ın kendisine kadar geri mi götürmek, yoksa onların Pythagorasçıların çevresinde daha sonra gerçekleştirilmiş olan araştırmaların sonuçları mı olduklarını belirlemek hemen hemen imkansızdır.​
Buna bir de, Pythagorasçıların merkezi öğretilerini gizli tutmak yönündeki çabalarını eklemek gerekir. Hareketin bütün üyelerinin okulun bütün sırlarına vakıf kılınmadıkları sanılmaktadır. Anlaşıldığına göre, cemiyet daha geniş bir topluluk olan ve yalnızca Pythagorasçı yaşam kurallarına uymakla sorumlu kılınan Akuzmatikler diye adlandırılan üyelerle, daha dar bir grubu oluşturan ve okulun öğretilerinin felsefi temellerinin bilgisine de vakıf kılınan Matematikçiler diye adlandırılan diğer üyelerden meydana gelmekteydi. Bu ikinci grup herhalde siyasal olarak da asıl karar verici olan gruptu. Daha sonra cemiyet içinde bir çatlamanın meydana geldiği ve biri muhafazakâr, diğeri ilerici diye adlandırılacak iki görüş tarzının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Muhafazakârlar, okulun kurucusunun başlangıçtaki görüşlerine sadık kalmak ve onları korumak isteyenlerdir. Buna karşılık diğer grup herhalde onları yeni şartlara uydurmak gerektiğini ileri sürenlerden meydana gelmekteydi. Bu gelişme esnasında tahmin edilebileceği gibi Akuzmatikler muhafazakâr grubu, Matematikçiler ise ilerici grubu teşkil etmişlerdir (Rod, GP., s.52).​
Eski Pythagorasçıların daha sonraki temsilcileri arasında özellikle iki isim önemlidir. Bunlardan biri kozmolojik görüşleri bakımından dikkate değer bir insan olan Philolaos (5. yüzyılın birinci yarısı), diğeri ise daha önce de işaret ettiğimiz gibi matematik, astronomi, doğa bilimi, akustik gibi çeşitli alanlardaki görüşleri yanında aynı zamanda devlet adamlığı ve askerlik vasfı da olan Arkhytas'tır (5. yüzyılın ikinci yarısı). Platon'un tasarladığı ideal devletinin başına filozofu geçirmek isterken, göz önünde tuttuğu kişinin İtalya yolculuklarının birinde şahsen tanıştığı Arkhytas olduğu düşünülmektedir.​
PYTHAGORASÇILARIN FELSEFİ GÖRÜŞLERİ
Ruh, Doğası Bakımından Bedenden Farklıdır ve Ölümsüzdür Pythagoras'ın veya eski Pythagorasçıların öğretileri nelerdi? Onlara mal edilen en ünlü öğreti ruh göçü görüşüdür (DL. VIII, 36). Bu görüş, insan ruhunun bu dünyada gerek başka bir insanın, gerekse hayvanın bedenine geçtiği ve böylece bedenden bedene dolaştığı veya Platon'un sözleriyle "birçok beden eskittiği"ni ileri sürmektedir. Ruhun, bedenden bedene dolaşabilmesi için, özü veya yapısı bakımından bedenden ayrı bir varlık olarak tanımlanması gerekir.​
Öte yandan bundan bir adım daha ileri gidilerek ruhun insanın gerçek özünü oluşturduğu, onun bedenle ilişkisinin asıl özünü bozduğu, kirlettiği görüşüne ulaşmak zor değildir. Bu görüşün mantıksal bir diğer sonucu, beden veya maddenin genel olarak ruh için, ruhun özgürlüğü için bir kötülük olduğu görüşü olacaktır. Bütün bu konularda Pythagorasçı öğretinin sadık bir devam ettiricisi gibi görünen Platon'un sözleriyle "Beden, ruh için bir zindandır." Böylece sonuçta bedenle ruhun yapı bakımından birbirlerinden tamamen farklı iki töz olduğu görüşü ortaya çıkabileceği gibi ruhun asıl gerçeklik olduğu, bedenin ise herhangi bir gerçekliğe sahip olmadığı veya gerçek bir varlık olmadığı görüşü de ortaya çıkabilir. Bunlardan birincisi Descartes'ın, ikincisi ise Platon'un görüşü olacaktır. O halde Pythagorasçılık bütün Batı ve Doğu felsefelerinde ruh-beden ikiciliğini kabul edecek olan uzun ömürlü geleneğin başlangıcını oluşturmaktadır.​
Ruh göçü veya ruhun ölümsüzlüğü görüşünün, Pythagoras'ın kendi özgün görüşü olmadığı muhakkaktır. Herodot'un onun bu görüşü Mısırlılardan almış olduğunu söylediğini, ancak bu görüşün doğru olamayacağını yukarıda belirttik. Belki bu haberde asıl önemli olan, Herodot'un bu ruh göçü fikrinin Pythagoras'ın kendi özgün fikri olmadığına, onun dışarıdan alınma bir fikir olduğuna işaret etmiş olmasıdır.​
Ölümden sonraki hayat fikrine gelince, bunun gerek Mısırlılarda, gerek Giritlilerde, Miken uygarlığında, hatta bu ölümsüzlüğe bir değer vermemekle birlikte Homeros'un kendisinde de var olduğunu biliyoruz. Ruh göçü fikrinin ana kaynağının Hindistan olduğu da bilinmektedir. Bununla birlikte Pythagoras'ın Doğu'ya gidip gitmediği kesin olarak bilinmediği gibi Mezopotamya, İran veya başka bir kanal aracılığıyla bu fikri Hintlilerden almış olduğunu gösteren herhangi bir kanıt yoktur.​
Belki daha muhtemel olan ruh göçü öğretisinin, benzeri diğer görüşlerle birlikte ilkel toplumların kolektif tasavvurları arasında yer alan bir görüş olduğu, daha önce sözünü ettiğimiz İÖ 7. yüzyılda karşımıza çıkan eski ilkel inançların yeniden canlanması olayında onun da kendini göstermiş olduğudur. Gerçekten Pythagoras'ta bu ruh göçü öğretisiyle birlikte bulunan ve yine eski ilkel topluluklarda kendileriyle karşılaştığımız bir dizi görüş ve uygulama daha vardır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Pythagorasçı tarikatte üyelere çeşitli konularda uygulanan bazı yasaklardır. Örneğin Pythagoras'ın müritlerine bakla yemeyi, yere düşen bir şeyi kaldırmayı, beyaz horoza dokunmayı vb. yasakladığını görmekteyiz. Bu yasaklar arasında en önemlisi, herhalde et yeme yasağıdır. Anlaşıldığına göre insan ruhunun bedenden bedene geçtiğini düşünen Pythagoras, bu arada onun hayvanların bedenine de geçtiğine inandığı için hayvanların yenilmesini yasaklamıştır; çünkü insanın kesip yediği bir hayvanın bedeninde geçmişte tanıdığı ve sevdiği bir insanın ruhunun bulunması mümkündür (DK. 21 B 7).​
Bu tür yasakları sembolik olarak yorumlama yönünde bazı açıklamalar olmuştur. Ancak onlardan bazıları için böyle bir yorumlama imkanının olmasına karşılık başka bazıları için yoktur. Daha muhtemel olan, onların bütün ilkel toplumlarda rastlanan tabuların kalıntıları olmalarıdır. Nitekim ilkel topluluklarda, totemik hayvan veya bitkiyi yemenin bir tabu olduğu bilinmektedir. Öte yandan, aynı hayvanlar veya bitkiler dini ayinler esnasında rahatlıkla parçalanıp yenebilmektedirler. İlginç olan Pythagorasçılarda et yeme yasağıyla birlikte, bu aynı geleneğin devam ettiğini görmemizdir.​
Bununla birlikte Pythagoras'ın ruh göçü anlayışını felsefi düzeye yükselten ilk kişi olduğunu kabul etmek gerekir. Onunla birlikte yukarıda işaret ettiğimiz gibi, felsefe alanında yeni bir çığır açılır. Bu, ruhun bedenden veya maddeden ayrı bir şey olduğu; ölümlü olan bedenden farklı olarak ölümsüz olduğu; insanın özünü teşkil eden şeyin ruh olduğu ve nihayet insanın mutluluğunun esas olarak, onda, yani ruhta aranması gerektiği yönünde birbirleriyle uyum içinde bulunan birtakım fikirlerle açılan bir çığırdır. Pythagoras bu fikirlerinden ayrıca bir ahlak da geliştirmektedir: Ona göre ruh, bu dünyada işlemiş olduğu kötülüklerin veya yapmış olduğu iyiliklerin sonucu olarak insanın ölümünden sonra değerce daha aşağı veya daha yukarı varlıkların bedenlerine göç eder (Reenkarnasyon). Böylece o sürekli bir yeniden "doğuşlar çarkı"na tabi olur. Ancak insanın çok dürüst, çok erdemli bir hayat sürmesi sonucunda bu doğuş çarkından kurtulması, saf hale gelmesi, ana vatanına, yani tanrısal alana dönmesi mümkün olabilir. Felsefeden amaç, ahlak ve pratik, yani ruhu içine düşmüş olduğu bu düşkünlük durumundan kurtarmak ve asıl alanına, kutsal alana yeniden kavuşturmaktır.​
Görüldüğü gibi, burada sadece ruhun bedenden farklı ve ondan bağımsız bir varlık olduğu, dolayısıyla onun ölümüyle yok olmadığı fikri yoktur; aynı zamanda onun bedenden üstün olduğu ve tanrısal bir dünyaya ait olduğu, çünkü asıl yurdunun bu dünya olduğu, içinde yaşadığımız dünyada ise bir yabancı zindana kapatılmış bir mahkûm gibi bulunduğu yönünde fikirler de vardır. Aslına bakılırsa bu fikirler, Pythagoras'ta çok sistemli ve açıkça işlenmiş, geliştirilmiş bir biçimde bulunmamaktadır. Onlar ilerde asıl Platon tarafından geliştirilecek ve onun felsefesinin temel tezleri kılınacaklardır. Ancak Pythagorasçılığın bu tür bir felsefe anlayışının kesin olarak başlangıcında yer aldığını veya Pythagoras'ın böyle bir öğretiyi felsefi olarak tasarlayan ilk kişi olduğunu söyleyebiliriz.​
Evrenin İlkesi, Arkhesi Sayıdır
Pythagorasçılık yalnızca ruh göçü fikrinin felsefi düzeyde ifade edilmesinden ibaret değildir. Öte yandan, Pythagoras'ın Yunan dünyasında aritmetiğin yaratıcısı olarak adlandırıldığını biliyoruz. Ayrıca bu dönemin Pythagorasçıları içinden Yunan dünyasının büyük gök bilginleri (örneğin Arkhytas), biyologları (örneğin Alkmeon) çıkacaktır. Sonra Pythagorasçıların müzik biliminin (armoni) veya ses kuramının (akustik) yaratıcıları oldukları da söylenmektedir. Şimdi de onların bu alanlardaki katkılarını ve bu katkılarının temelinde bulunan veya onların bir sonucu olan asıl anlamında felsefi görüşlerini, yani varlık anlayışları veya metafiziklerini görelim.​
Pythagoras'ın adıyla bilinen ünlü bir geometri teoremi vardır. Bu, dik açılı bir üçgende hipotenüsün karesinin diğer iki kenarın karelerinin toplamına eşit olduğunu söyleyen teoremdir. Bu teoremin daha önce Mezopotamyalılar tarafından da bilindiği veya bulunduğu, yalnız onların bu teoremi özel haller için ispat edebildikleri, buna karşılık Pythagoras'ın onun doğruluğunu bütün durumlar için geçerli olmak üzere ispat ettiği anlaşılmaktadır.​
Bununla birlikte Pythagoras'ın asıl başarılı olduğu alan geometri değil, aritmetiktir. Nitekim daha önce de işaret edilmiş olduğu üzere onun Yunan dünyasında aritmetiğin kurucusu olduğu söylenmektedir. Acaba onu aritmetiğe iten motif neydi?​
Aristoksenes'in verdiği bir bilgiye göre, Pythagorasçılar nasıl bedenin sağlığını korumak veya ona sağlığını yeniden kazandırmak için tıbbı kullanıyorlarsa, aynı şekilde ruhu arıtmak için de müziği kullanmaktaydılar (Demek ki "Müzik, ruhun gıdasıdır" ünlü sözünün veya görüşünün kaynağı ta Pythagorasçılara kadar gitmektedir). Anlaşıldığına göre müziğe olan bu tutumları onları aritmetiğe, aritmetiğe olan ilgileri ve çalışmaları da daha sonra onları sayıların her şeyin arkhesi, tözü oldukları ünlü görüşlerine götürmüştür.​
Pythagoras'ın akustiğin yani ses biliminin yaratıcısı olduğu söylenmekte ve bunun için onun yapmış olduğu ileri sürülen bir gözlemine işaret edilmektedir: Buna göre Pythagoras telli çalgılarda telin uzunluk ve kısalığıyla sesin pesliği ve tizliği arasında bir ilişki olduğunu görmüş ve daha sonra bir monokord, yani tek telli bir çalgı üzerinde telin uzunluğunu belli oranlarda değiştirdiğinde bizim bugünkü oktav (gam dizisinde sekiz notalık ses aralığı), quint (gam dizisinde beş notalık ses aralığı) ve quart'ımızı (gam dizisinde dört notalık ses aralığı) bulmuştur. Bunların ise gergin tel üzerinde sırasıyla 1/2, 2/3 ve 3/4 lük aritmetik oranlarla ifade edilen uzunluklara karşılık olduğunu ortaya koymuştur. Böylece ilk dört sayı (1, 2, 3 ve 4) ve onlar arasındaki oranlarla o zamana kadar yalnızca müzisyenin hassas kulağının empirik ve pratik olarak farkına vardığı ses aralıklarının kesin ve matematiksel bir dille ifade edilebilir olduğunu keşfetmiştir. Oktav, quint, quart gibi yakalanması son derecede güç ses aralıklarının sayılarla ve onlar arasındaki oranlarla ölçülebilir ve ifade edilebilir olmalarının ne kadar heyecan verici bir keşif olduğunu ve bunun Pythagoras'a hangi coşkun düşünceleri telkin etmiş olabileceğini tasavvur etmek zor olmasa gerekir. Bu düşünceleri ise tek bir cümle ile şöyle ifade etmek mümkündür: Evrenin ilkesi, arkhesi, tözü sayıdır.
O halde bu keşfin veya düşüncenin değeri üzerinde ne kadar ısrar edilse yeridir. Burada niteliksel farklılıkların niceliksel olarak ifade edilmesinin mümkün olduğu görüşü kendini göstermektedir. Anaksimenes'in müphem bir şekilde düşüncesinin gerisinde bulunan şey; yani varlıklar arasındaki nitelik farklılıklarının aslında onların miktarlarındaki farklılıklara, yani niceliksel farklılıklara indirgenebileceği düşüncesi burada yani müzikte somut ve parlak bir biçimde doğrulanmasını bulmaktadır. Pythagoras'ın bunu sadece fiziğin özel bir alanı olan ses kuramı veya ses mekaniği için geçerli bir şey olarak düşünmeyeceği, genelleyerek evrendeki her varlığa, evrenin kendisine uygulamak isteyeceği tabiidir. Gerçekten de Pythagoras bu keşiften hareketle Milet filozoflarının suda, havada veya apeiron'da aradıkları şeyin aslında sayılarda ve onlar arasındaki oranlarda aranması gerektiğini söyleyecektir.​
Ancak burada birkaç noktaya işaret etmemiz gerekmektedir: Önce sayıların ne anlamda varlıkların arkhesi oldukları konusunda Pythagorasçılar arasında iki birbirinden farklı görüşün olduğu anlaşılmaktadır. Aristoteles'e göre bazı Pythagorasçılar sayıların ilkelerinin her şeyin ilkeleri oldukları ve bütün dünyanın sayı ve uyum olduğunu ileri sürmektedirler. Böylece onlara göre sayılar, şeylerin kendisinden çıktıkları ve kendisine döndükleri şey, yani onların içkin nedeni ve tözleridir (Metafizik, 987 a 1319). Buna karşılık başka bazı Pythagorasçılar sayıları, şeylerin taklit ettikleri örnekler (paradigmalar) olarak almakta, ancak bu örneklerin kopyalarından ayrı olmadıklarını düşünmektedirler (Metafizik, 987 b ll). Şimdi bu ikinci görüşün daha ince olduğunu ve genç Pythagorasçılar tarafından ileri sürülmüş olduğunu söylemek mümkündür. İlerde Platon'dan söz ederken kendisine temas edeceğimiz, onun hayatının son döneminde savunduğu sayıların İdealar oldukları görüşünün kaynağının da bu ikinci görüş olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Platon'un İdea-Sayılar öğretisinin temelinde Pythagorasçıların bulundukları görülmektedir.​
Öte yandan Pythagorasçıların sayılar derken bizim bugün anladığımız anlamda sayılardan oldukça farklı bir şeyi düşündüklerini belirtmeniz gerekir. Bugün bizim için sayılar soyut şeylerdir. Geometrinin nesneleri gibi onlar da insan zihninin eseri olan soyut veya yapma varlıklardır. Biz bugün sayılar derken başında sıfırın bulunduğu ve bir birim olarak kabul edilen şeye aynı birimin eklenmesiyle meydana gelen soyut bir varlıklar dizisini anlamaktayız. Ama Pythagorasçılar sayıyı böyle anlamamaktadır. Bir defa sıfırı bilmemektedirler. Sıfırın keşfinin veya sıfır kavramının ortaya atılmasının çok daha ileri bir tarihe rastlayacağı bilinmektedir. Bunun nedeni herhalde somut ve gerçek anlamda var olmayan bir şeyi bir sayı olarak düşünmenin kendisinde yatan güçlük olmuştur. Ayrıca ve bundan dolayı Pythagorasçılar, sayıları bugün bizim kullandığımız harf sembolizmine benzeyen bir işaret sistemiyle (1, 2, 3, 4 vb. gibi işaretlerle) ifade etmemektedirler; tersine onlar sayıları geometrik biçimde sembolize etmektedirler. Yani onları ifade etmek için, bizim bugün domino taşlarının veya zarların üzerinde kullandığımız türden bir sembolizme başvurmaktadırlar: Burada her sayı, içinde kaç birim varsa o kadar noktayla gösterilmektedir.​
Pythagorasçılar bu şekilde işaret ettikleri noktaları ayrıca geometrik bir düzene göre sıralamaktadırlar. Bundan üçgenler şeklinde düzenlenmiş sayılar, kareler şeklinde düzenlenmiş sayılar, dikdörtgenler şeklinde düzenlenmiş sayılar, kısaca üçgen, kare, dikdörtgen sayılar çıkmaktadır (Platon'un Timaios'unda kullanacağı küp sayılar, piramit sayılar gibi daha karmaşık sayıların Pythagorasçılar tarafından bilinip bilinmediği tartışma konusudur). Üçgen sayılar 1, 3, 6, 10, 15 vb. gibi sayıların meydana getirdikleri sayılardır. Buna karşılık kare sayılar 1, 4, 9, 16, 28 vb. gibi sayılar tarafından meydana getirilir. Dikdörtgen sayılar dizisini ise 1, 6, 12, 20 vb. gibi sayılar oluştururlar ve böylece bu sayılar şu şekillerde gösterilir:​
2019-10-02_03-52-02.png
Pythagorasçılar içinde sayının varlıkların arkhesi olduğu görüşünü daha somut veya daha ilkel bir biçimde tasarlayanların bulunduğu da anlaşılmaktadır. Aristoteles'in bildirdiğine göre Eurytus adında bir Pythagorasçı, insanın veya atın sayısını bulmak üzere şematik olarak insana veya ata benzeyen bir şekil meydana getirmek için kaç tane çakıl tanesine ihtiyaç olduğunu araştırmakta ve bulduğu miktarı insanın veya atın sayısı olarak kabul etmekteydi (Metafizik, 1092 b 8).​
Bu görüş tarzının diğer bir örneği Pythagorasçıların sayılarla şeyler arasında kurdukları tamamen keyfi benzerlikler ve bu benzerliklerden hareketle şeyler için kabul ettikleri sayılardı. Örneğin onlara göre uygun zaman veya fırsat (kairos) 7, evlilik 3 veya 5, adalet 4 veya 9'du. Evliliğin neden başka herhangi bir sayı değil de 3 olduğunu araştırdığımızda şundan daha inandırıcı bir açıklama bulamamaktayız: Evlilikte üç farklı unsur, karı, koca ve çocuklar vardır. Peki onun 5 olduğunu ileri sürenler neye dayanmaktaydılar? 5'in ilk çift sayı olan 2 ile ilk tek sayı olan 3'ün toplamı olmasına (Çünkü 1'in kendisi bir sayı olarak kabul edilmemekteydi. O, sayı değil, birimdi veya ilkeydi). Bu durumda da bu ilk çift ve tek sayılar karı ve kocayı temsil etmekteydi.​
Peki adalet neden 4 veya 9 idi? Herhalde bunun nedeni 4'ün ilk çift sayının, 9'un ilk tek sayının kendi kendisiyle çarpılması sonucu ortaya çıkan sayılar olmaları veya adalette bulunan karşılıklılık ilkesini, 4 veya 9'un birer kare sayı olmalarından dolayı en uygun bir biçimde ifade etmeleriydi. Çünkü bildiğimiz gibi gerek 4, gerekse 9 Pythagorasçıların sayıları geometrik figürlerle ifade etmeleri yöntemine göre birer kare sayıdır. Kare bir sayıda ise bütün kenarlar birbirlerine eşittir. Adalette önemli olan da eşitlik veya karşılıklılıktır.​
Pythagorasçılar 10 sayısına çok özel bir önem vermekte ve onun üzerine yemin etmekteydiler. 10 sayısını ise eşkenar bir üçgenle temsil etmekteydiler. O, mükemmel bir sayı idi; çünkü ilk dört sayının toplamıydı: 1+2+3+4. Kendisi de varlığın arkhesinin sayı olduğu öğretisinin bir türünü temsil eden Speusippos, Pythagorasçıların 10 sayısında keşfettikleri daha birçok özellikten söz etmektedir.​
Bu özellikler üzerinde daha fazla durmamızın bir anlamı yoktur. Önemli olan Pythagorasçıların yukarıda işaret edildiği gibi bazıları tamamen keyfi, hatta çocuksu olan birtakım benzerliklerden kalkarak sayılara varlıklar tekabül ettirdikleri ve yine bunun bir sonucu olarak bazı sayılara mistik birtakım özellikler atfettiklerini bilmemizdir. Bunlar artık aritmetik bilimi veya metafiziği içinde ele alınması mümkün olan düşünceler değildirler; aritmoloji, yani sayılar üzerinde bilimsel olmayan birtakım spekülasyonlardan kaynaklanan oyunlardır. İlginç olan şudur ki, tarihte büyük matematikçilerin bazıları da (örneğin Platon'un kendisi) aynı zamanda aritmoloji alanına ait olan bu tür spekülasyonlardan kendilerini kurtaramamışlardır. Bugün bizim de, bazı sayıları uğurlu, bazısını uğursuz (örneğin 13 sayısı) olarak nitelememiz, bu tür bir aritmolojinin veya kötü anlamda sayı mistisizminin aramızda hala varlığını devam ettirdiğini göstermektedir.​
Sayının İlkeleri İse Sınır ve Sınırsız Olandır
Öte yandan Pythagorasçılar sayıları her şeyin ilkeleri olarak kabul ederken, sayının kendisinin ilkeleri olarak da sınır ve sınırsız olana başvurmaktadırlar. Pythagorasçıların evrenin her yanında sayı ve uyumu aradıklarını biliyoruz. Onlar müzik skalasında, gök cisimlerinde, insan bedeninde, kısaca her yerde ve her şeyde onu aramaktaydılar. Buna, paralel olarak onlar Anaksimandros'tan farklı olarak ve ilerde göreceğimiz Herakleitos'un bakış açısını paylaşarak uyumun zıtlardan veya zıtlıklardan meydana geldiğini düşünmekteydiler.​
Pythagorasçılara göre, uyumun kendisiyle uyumu meydana getiren unsurlar arasında bir ayrım yapmak gerekir. Uyum, uyumu meydana getiren unsurlardan farklıdır. Uyumu meydana getiren unsurlara gelince, onlar zıtlıklardır. Yine Aristoteles'in bildirdiğine göre, Pythagorasçıların kabul ettikleri temel zıtlıkların sayısı ondur (yine altın sayı). Bu zıtlıkları iki ayrı sütun içinde gösterirsek bu sütunlarda karşılıklı olarak şu zıtların yeraldığını görürüz: Sınır ve sınırsız, tek ve çift, bir ve çok, sağ ve sol, erkek ve dişi, hareketsiz ve hareketli, doğru ve eğri, aydınlık ve karanlık, iyi ve kötü ve nihayet kare ve dikdörtgen (Metafizik, 986 a 24 vd.). Bu sütunlardan birincisinde yer alan şeylerin düzen, sınırlama ve mükemmellik ilkeleri oldukları, diğer sütunun içinde bulunan ve bunlara karşılık olan şeylerin ise tersine düzensizlik, kusurluluk ve sınırsızlık ilkeleri olarak düşünüldükleri açıktır. Acaba biri düzen ve mükemmellik ilkeleri olan, diğeri düzensizlik ve eksiklik ilkelerini temsil eden bu zıtlar dizisi görüşünün İran kaynaklı Zerdüştçülüğün dünyanın kurucu unsurları olarak kabul ettiği iyi ve kötü ilke, yani Hürmüz ve Ehrimen zıtlığı ile bir ilgisi var mıdır? Pythagoras'ın ruh göçü fikrinin Hint kaynağı gibi bu da tartışmalı bir konudur.​
İrrasyonel Sayılar Problemi
Bu vesileyle sayılar öğretisi ile ilgili olarak okulun kendi içinde ortaya çıkmış olduğu söylenen bir çelişkiye temas edelim: Her şeyin arkhesinin sayı olduğu, çünkü her şeyin sayıdan meydana geldiği veya sayılarla tam olarak ifade edilebilir olduğu yönündeki Pythagoras görüşün, bir başka Pythagorasçı buluşla, bizzat Pythagoras teoreminin kendisiyle tehlikeye düştüğü söylenmektedir: Pythagorasçı teoremde, dik açılı bir üçgende hipotenüsün karesinin diğer iki dik kenarın karelerinin toplamına eşit olduğunu biliyoruz. Şimdi bir karenin ikiye bölünmesinden meydana gelen bir dik açılı üçgende, bu karenin iki kenarının toplamının köşegenin karesine eşit olması gerektiği açıktır. Söz konusu karenin kenarlarının 1 olduğunu kabul ettiğimizde onun köşegeninin değerinin √2 olması gerektiği açıktır. √2 ise hiçbir zaman bir sayı ile tam olarak ifade edilemeyecek irrasyonel bir sayıdır Bu durumda Pythagorasçı sayılar öğretisiyle, irrasyonel sayıların varlığı arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır.​
Gerçeklik Pythagorasçılara, özü itibariyle, sayısal ilişki veya oranlala ifade edilebilir olduğundan ötürü rasyonel görünmüştür. Tam sayıların oranı, Yunanca'da logos kelimesiyle karşılanır. Öte yandan logos, anlamlı konuşma, yani konusu anlaşılabilir, akılsal olan konuşma demektir. Gerçekliğin logoslar, yani oranlarca belirlenmediği, belirlenemediğinin ortaya çıkması Pythagorasçı varlık kuramı için gerçekten ağır bir darbe olmalıdır. Bu olgu, dünyanın logik, yani sayılarla tam olarak ifade edilebilir belirlenmiş bir yapıda olmadığı veya dünyada logik, yani sayılarla tam olarak ifade edilebilir rasyonel şeylerin dışında logik-olmayan (alogos), akılsal-olmayan (irrasyonel) şeylerin de bulunduğu anlamına gelmektedir. Rivayete göre Pythagorasçı okulda bu çelişkiyi bulan veya daha doğrusu onu ifşa eden Metapontum'lu Hippasos, işlediği bu büyük suçun cezasını denize atılıp öldürülmek suretiyle ödemiştir (DK. 18 A 4 ).​
ASTRONOMİLERİ
Artık Pythagorasçıların astronomi sistemlerine geçebiliriz. Onların bu konuda da çığır açıcı birtakım görüşlere sahip oldukları görülmektedir. Birinci olarak onların müzik kuramıyla ilgili araştırmalarının sonuçlarını genelleştirdiklerini ve onları genel olarak fiziki dünyaya uyguladıkları gibi daha özel olarak astronomik dünyaya da uyguladıklarını belirtmemiz gerekir. Bunu nasıl yaptıkları hakkında yine Aristoteles'in tanıklığına baş vuralım:​
"Pythagorasçılar diye adlandırılan kişiler sadece bu disiplini (yani matematiği) geliştirmekle kalmamışlar; aynı zamanda onun içinde yetiştiklerinden matematiğin ilkelerinin her şeyin ilkeleri olduğunu düşünmüşlerdir. Bu ilkeler arasında, sayıların doğaları gereği ilk şeyler olmalarından; varolan veya varlığa gelen şeylerle sayılar arasında birçok ve onlarla Ateş, Toprak ve Su arasında olduğundan daha fazla sayıda benzerlikler olduğunu düşünmelerinden (Çünkü onlara göre sayıların filanca özel biçimi adalet, diğeri ruh ve akli, bir diğeri uygun zamandır. Hemen hemen bütün diğer şeyler de sayısal olarak ifade edilebilirler); ayrıca müziksel skalaların değişim ve oranlarının sayılarla ifade edilebilir olduğunu gördüklerinden; böylece tüm diğer şeylerin doğaları bakımından sayılara benzer görünmesi, sayıların ise kendilerine doğanın bütününde ilk şeyler olarak görünmelerinden dolayı Pythagorasçılar sayıların unsurlarının her şeyin unsurları olduğu ve göğün bir uyum (armoni) ve sayı olduğunu düşünmüşlerdir. Onlar göksel olaylar, göğün kısımları ve evrenin tüm düzeniyle sayıların özellikleri ve müziksel skalalar arasında bulabildikleri bütün benzerlikleri toplayıp kendi sistemleri içine sokmakta ve eğer herhangi bir noktada boşluk baş gösterirse, kuramlarının tutarlılığını sağlamak üzere çabucak zorunlu eklemelerde bulunmaktadırlar. Örneğin on sayısı onlara mükemmel ve sayıların tüm doğasını içinde bulunduran bir sayı olarak göründüğünden, gökte hareket eden cisimlerin sayısının on tane olduğunu söylemektedirler. Ancak görünen gök cisimleri sadece dokuz tane olduğundan, bu boşluğu doldurmak üzere onlar bir onuncuyu, yani Karşı-Yer'i icad etmişlerdir" (Metafizik, 985 b 26986 a 14).
Bu sözlerin Pythagorasçılığın ana tezlerini en mükemmel bir biçimde ortaya koyduğuna şüphe yoktur. Aristoteles'in bu bildirisinin birinci kısmını daha önce ayrıntılı olarak ele alıp işlediğimiz için bir tarafa bırakalım. İkinci, yani Pythagorasçıların gök sistemine gelince, onların önce on sayısını mükemmel kabul ettikleri için hareket eden gök cisimlerinin sayısını on olarak kabul ettikleri görülmektedir. Ancak görünen gök cisimleri sadece dokuz tane olduğundan (sabit yıldızlar küresi, o zaman için bilinen beş gezegen, yani Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn, nihayet Dünya, Ay ve Güneş) Pythagorasçılar sistemlerini tutarlı kılmak veya onda ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere bir Karşı-Yer'i uydurmuşlardır. Pythagorasçılar, ikinci olarak, Aristoteles'e göre göğün bir uyum ve sayı olduğunu düşünmüşlerdir. Şimdi bu iki görüşü biraz daha fazla açmaya çalışalım: Pythagoras'ın kendisinin ve eski Pythagorasçıların dünyayı evrenin merkezinde hareketsiz bir cisim olarak almalarına karşılık Aristoteles'in Gök Hakkında adlı eserinde verdiği bilgiye ve bu konuda Teophrastos'la diğer kaynakların getirdikleri açıklamalara dayanarak yine aynı okula mensup olan Philolaos'un evrenin merkezine ne Yer'i ne Güneş'i koymayıp, bir merkezi ateşi koyduğunu söyleyebiliriz. Bu görüşe göre bu merkezi ateşin etrafında bütün gök cisimleri dairesel bir hareketle dönmektedirler. Merkezi ateşe olan yakınlık sırasına göre onun etrafında önce Karşı-Yer gelmekte, onu sırasıyla Yer veya Dünya, Ay, Güneş, bu dönemde bilinen beş gezegen ve nihayet sabit yıldızlar küresi takip etmektedir. Philolaos'a göre bu Karşı-Yer'i görmememizin nedeni, dünyada üzerinde yaşadığımız bölgenin onu görebileceğimiz biçimde içeriye doğru dönük olmamasıdır.​
Pythagorasçıların bu astronomi sistemi, Aristoteles'in haklı olarak işaret ettiği gibi aslında tamamen spekülatif düşüncelere ve gerekçelere dayanmakla birlikte gene de bir bakıma Milet astronomisine göre bir ilerleme teşkil etmektedir. Çünkü burada görüldüğü gibi, Yer'in kendisi ilk kez bir gezegen olarak kabul edilmekte ve böylece yine ilk kez günün ve yılın çeşitli dönemlerinin, yani mevsimlerin Yer'in kendisinin hareketiyle açıklanması yoluna gidilmektedir.​
Öte yandan, bu sistemde Güneş'in merkeze alınmamış olduğu doğrudur. Ancak Yer'in bir gezegen olduğunun kabulü ve evrenin merkezinden kaydırılması, gene de güneş-merkezci sisteme giden yolu açabilirdi. Bunun için yapılması gereken tek şey, burada spekülatif nedenlerle kabul edildiğini gördüğümüz merkezi ateşi Güneş'e özdeş kılmaktan ibaretti. İlginç olan, ilerde 16. yüzyılda Kopernikus ilk kez bilinçli olarak güneş-merkezci sistemi savunurken, bunu aslında gözlemlere dayanan gerekçelerle değil, yine Pythagorasçılarınkine benzeyen spekülatif-estetik gerekçelerle yapmış olmasıdır. Örneğin o mükemmel bir şekil olduğu için, gezegenlerin Güneş etrafında dairesel yörüngeler çizdiği yönündeki varsayımı korumaya devam etmiş, buna karşılık daha basit, matematiksel bakımdan daha zarif, daha estetik olduğu gerekçesiyle güneş-merkezci sistemi Batlamyusçu yer-merkezli sistemin yerine geçirmeye çalışmıştır. Bu arada, Kopernikus'un bu görüşü ortaya atarken, Pythagorasçıların Yer'i evrenin merkezinden çıkaran astronomi sistemlerinin bilgisine sahip olduğunu ve onun bu görüşten etkilenmiş olmasının muhtemel göründüğünü de kaydedelim. Nihayet İÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Aristarkhos'un, yani yine Pythagoras'ın hemşerisi olan ünlü bir Yunan gök bilgininin güneş-merkezci sistemi bilinçli olarak kabul etmiş olduğunu da söyleyelim.​
Aristoteles'in sözünü ettiği Pythagorasçıların göğün bir uyum olduğu görüşlerine gelince, anlaşıldığına göre Pythagorasçılar müzikte sesler arasında gördükleri aralıklar ve oranları, gök cisimleriyle ilgili olarak da kabul etmişler ve evrenin merkezinden itibaren gök cisimlerinin (Ay, Güneş ve yıldızların) uzaklıklarını, müzikteki üç tam aralığa, yani oktav, quint ve quart'a özdeş kılmışlardır. Bu arada onlar bir gök müziğinden de söz etmişlerdir. Bu görüşe göre gök cisimleri uzayda dönerlerken ağırlıklarına ve yörüngelerindeki dönüş hızlarına göre farklı ve birbirleriyle uyum içinde olan seslerden meydana gelen bir melodi gerçekleştirmektedirler. Bu melodi ilahi bir melodi olup, ölümlü insanların kulakları tarafından duyulamaz. Duyusal müziğin ancak bir imgesi olduğu gerçek uyum, kirişleri "merkezi ateş" etrafında Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların çizdiği dairesel yörüngeler olan göksellerin bir uyumudur. Evrendeki uyumu bir musiki olarak algılayan Pisagor'un bu düşüncesi yalnız şairlere esin kaynağı olmakla kalmamış, fizik ve astronomide de hep yeniden öne sürülmüştür. Ünlü astronom Kepler de «Harmonice Mundi (Dünyanın Armonisi)» adlı bir kitabında bu konuyu işlemiştir.​
Öte yandan, Pythagoras'ın Milet kozmolojisinin bazı unsurlarını Güney İtalya'ya taşımış olduğunu da görmekteyiz. Yine Aristoteles'in verdiği bilgiye göre Pythagoras Yer'in sonsuz havanın içine dalmış olduğunu, bu sonsuzdan bir çeşit solumayla onun en yakın kısımlarını içine aldığını, onlar içine girince de şeylerin birbirlerinden ayrıldığını söylemektedir (Metafizik, 1091 a 13; Fizik, 213 b 2223). O halde aynı zamanda karanlık, gece ve su buharı olarak da adlandırılan sınırsız hava, şeylerde çokluk ve sayıyı meydana getirmektedir. En eski Pythagorasçılardan biri olan Petron'un yine Miletli filozoflar gibi dünyaların çokluğu görüşünü kabul ettiğini görmekteyiz. Ancak bu, belirli bir çokluk, geometrik bir düzene göre sıralanmış bir dünyalar çokluğudur: Petron, üçgen şeklinde sıralanmış olarak 183 dünyanın varlığını kabul etmektedir.​
RUH ÖGRETİLERİ
Pythagorasçıların ruh öğretileriyle ilgili olarak, Platon'un Phaidon'da kendilerine izafe ettiği ruhun, bedenin kısımlarının bir uyumu olarak bedenle birlikte ortadan kalktığı görüşü, onların başlangıçtaki görüşlerinden biri olamaz. Çünkü bu görüş, görüldüğü gibi, Pythagorasçıların ruhun ölümsüz olduğu ana görüşlerine aykırıdır. Platon'un onlara mal ettiği ruhun bir uyum olduğu görüşünü daha çok onun, kısımlarının bir uyumu olduğu şeklinde anlamamız gerekir. Eğer bu yorumumuz doğruysa Platon'un ruhun, uyumları onun doğru ve adil bir durumunu meydana getiren üç kısımdan meydana geldiği öğretisinin temelde Pythagorasçı bir öğreti olmuş olması ve Platon'un birçok görüşü gibi bu görüşünü de Pythagorasçılardan almış olması gerekir.​
Pythagorasçılığın sonraki gelişimi döneminde önemli temsilcilerinden biri olan Alkmeon ise bu uyum düşüncesini esas olarak tıbba uygular. İnsani ve siyasi yapı analojisinden yararlanarak insan bedeninin sağlık durumunu, zıt kuvvetlerin (kuru ve nemli, sıcak ve soğuk, acı ve tatlı vb.) eşit paylara sahip olmasına veya daha basit bir ifadeyle onların eşitliğine (isonomia); hastalık durumunu ise bu zıt kuvvetlerden birinin diğerleri üzerine hakimiyetini tesis etmesine (monarkhia) özdeş kılar. O halde hekimin görevi, bu kuvvetlerin yeniden eşit ve dengeli bir duruma getirilmesini temin etmekten, yani uyum ve armoniyi tekrar sağlamaktan ibarettir.​
PİTHAGORASÇILIĞIN GENEL BİR DEĞERLENDİRİLMESİ
Pythagorasçılığın genel bir değerlendirilmesine gelince, bununla ilgili olarak şu hususlara işaret edebiliriz: Her şeyden önce Pythagorasçılık Sokrates öncesi felsefe tarihinde, hatta daha genel olarak tüm Yunan felsefesi tarihinde ayrı ve orijinal bir istikameti temsil eder. Milet Okulu'nda felsefenin esasta doğada gözlemlenen olayları birtakım kuramlar yardımıyla açıklamaya çalışan bir kozmoloji olduğu söylenebilir. Bu çabaların temelinde ahlaki motifler olmadığı gibi onların kuramlarının doğrudan ahlaki veya dinsel bir sonucu da bulunmamaktaydı. Oysa Pythagorasçılarla birlikte felsefenin bambaşka bir yola girdiğini ve bambaşka kaygılarla bambaşka amaçlara yöneldiğini görmekteyiz. Pythagorasçılar bir felsefe okulu olmaktan çok veya en azından bir felsefe okulu oldukları kadar dinsel bir cemiyet veya tarikattirler. Öte yandan, bu dinsel cemiyetin aynı zamanda militan bir siyasi parti veya örgüt olduğunu da görmekteyiz. Bu, felsefeyi algılama veya tanımlama tarzı bakımından gerek o zaman, gerekse daha sonrası için özgün ve farklı bir anlayış ve tutumu temsil etmektedir.​
Sonra Pythagorasçılar bu tutumlarına paralel olarak yine oldukça farklı bir bilgi anlayışını savunmaktadırlar. Bu, değerden bağımsız olmayan, tersine onun hizmetine koşulmuş bir bilgi anlayışıdır. Pythagorasçıların gerek matematiksel, gerekse diğer bilimsel araştırmaları ahlaki-dini bir dünya görüşü çerçevesinde gelişmektedir. Onların matematikle ilgilenmelerinin nedeninin salt bilimsel olmadığını gördük. Bu çerçevede olmak üzere, Pythagoras'ın daha önce sözünü ettiğimiz ünlü üç tür insan grubu ayrımını yanlış yorumlamamalıyız: Üçüncü ve en değerli grubu teşkil eden seyirciler grubu, bunu tamamen bilimsel amaçlarla, sırf bilmek için bilmek amacıyla yapmamaktadır. Theoria'nın bu anlamı, yani sırf bilmek için bilmek, herhangi bir pratik kaygıdan hareket etmeksizin seyretmek, temaşa etmek anlamını alması çok daha sonraları, Aristoteles'in zamanında olacaktır. Pythagorasçılar için theoria veya seyretme, temaşa etmenin özü itibariyle ahlaki-dinsel değeri olan bir etkinlik olduğunu unutmamalıyız. Nitekim theoria kelimesi başlangıçta Orpheusçu külte mensup olan kişinin acı çeken, ölen ve dirilen tanrı ile birlikte yaşadığı deney anlamına gelmekteydi (Röd, GP. s.57). Pythagoras ve takipçilerinde ise o artık Orpheusçu kültte olduğu gibi dinsel bir deney olmasa bile hiç olmazsa evrende hüküm süren tanrısal düzeni yarı dinsel bir seyretme tarzıdır.​
O halde Miletlilerle birlikte, dine hiç olmazsa dolaylı bir eleştiri olarak başlayan Yunan felsefesinin Pythagoras ile birlikte yeniden dinin hizmetine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. Pythagorasçılıkla birlikte felsefe bir kurtuluş öğretisi, bir arınma pratiğine dönüşmektedir. Öte yandan Ksenophanes, Empedokles ve çok daha büyük ölçüde Platon'un kendisinde bu ahlaki-dini eğilimin devam edip geliştiğini göreceğiz.​
Pythagorasçılığın Platon üzerine etkisinin yalnız bununla sınırlı kalmadığını, onun, yani Platon'un ruh-beden zıtlığı, ruhun ölümsüzlüğü, ruhun üç kısımdan meydana geldiği görüşleri yanında hayatının son döneminde savunduğunu bildiğimiz İdeaların sayılar oldukları yönündeki görüşünün temelinde de Pythagorasçılıktan bir hayli unsurun bulunduğunu söyleyebiliriz. Nihayet, Platon'un filozofun siyasi-ahlaki önderliği fikri de herhalde Pythagorasçılıktan bazı şeyler taşımaktadır.​
Pythagorasçılığın Yeniçağ'ın başlangıçlarında yeniden dirilmesi ve revaç bulması olgusundan da birazcık söz etmemiz gerekmektedir. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Kopernikus güneş-merkezci astronomi sisteminde Pythagorasçıların belirli ölçüde etkisi altındadır: Sonra onların nitelikleri niceliklere indirgeme yönündeki düşünceleri, matematiğe verdikleri büyük önem, evrenin açıklayıcı anahtarı veya dili olarak sayıları görmeleri Galile, Descartes gibi Yeniçağ bilim adamları ve filozoflarının matematiğe karşı hayranlıkları ve niceliksel fizikleriyle tam bir uyum içindedir. Şüphesiz Galile, Descartes, Kopernikus, Kepler gibi Yeniçağ'ın ünlü doğa bilimcileri ve filozofları Pythagorasçıların aritmoloji alanına giren fantezilerini aşan, çok bilinçli kuramlar tarafından yönetilmekteydiler. Ancak bu bilinçli kuramların veya dünya görüşlerinin oluşmasını mümkün kılmış olan olumlu şartların, zihin ortamının hazırlanmasında Yeniçağ'ın başlangıçlarında Pythagorasçıların ve onların fikirlerinin tanınmasının oldukça önemli bir rolü olmuştur:​
Bütün bunların yanında belki daha özel ve somut bir anlamda Pythagorasçıların ilk defa Form kavramını sezdiklerinden ve bu anlamda Aristoteles üzerine bir etkide bulunduklarından söz edebiliriz. MiletIilerin her şeyin kendisinden doğduğu bir ilk, ana madde fikrini ortaya atıp geliştirdiklerini biliyoruz. Ancak onlar özel şeylerin bu tek maddeden nasıl çıktıkları konusunda -Aristoteles'in terminolojisiyle söylersek- formu dikkate alan herhangi bir açıklama getirmemişlerdir. Pythagorasçılara göre ise sayıları meydana getiren iki ilke, sınır ve sınırsız alandır. Öte yandan onların sınırsız olanı Anaksimenes'in havasına benzer bir şey olarak aldıklarını yukarıda söyledik. Sınırsız olana sınırlar koyarak onu özelleştiren, sınır diye adlandırılan ilkedir. Şimdi Pythagorasçılar için Form, sınır demektir ve sınır da özellikle sayısal bir şey olarak tanımlanmaktadır. Evliliği adaletten, adaleti attan ayıran şey, her birinin sahip olduğu sınır veya sayıdır. Gerçekten Aristoteles Metafizik'te, öz (essence) sorunuyla ilgili olarak görüşler belirtmeye ve tanımlar vermeye çalışan ilk filozofların Pythagorasçılar olduklarını söylemekte, dolayısıyla onların Form veya öz kavramını ilk sezen kişiler olduklarını ima etmektedir (Metafizik 987 a 20). Gerçi o onların bu konuyu çok basit ve ilkel bir biçimde ele aldıklarını, yüzeysel tanımlar verdiklerini ve öz hakkında açık seçik bir anlayışa sahip olmadıklarını bu sözlerinin arkasına eklemektedir. Ancak bu Aristoteles'in kendi sözlerine göre Pythagorasçıların öz veya Form kavramını ilk defa ortaya atan kişiler oldukları ve bu yönde Aristoteles üzerine etkide bulunmalarının söz konusu olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.​
Ek Bilgiler
1- Pisagorcu olmak isteyenlerin beş yıl boyunca sessiz kalarak iradelerini kanıtlamaları gerekiyordu.​
2- Pisagorla ilgili bir mite göre oyluk kemiği altındandı. Onun aynı anda iki yerde birden bulunabildiği de söylenmektedir.​
3- Fasulye yasağının yanı sıra, Pisagor, taraftarlarına anemon, tarla öküzü ve hayvan kalplerini de yememelerini öğütlemiştir.​
Kaynakça:
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci
İlkçağ Felsefe Tarihi / Ahmet Arslan
İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig
İlkçağ Felsefesi Tarihi / W. K. C. Guthrie
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell
Entelektüelin Kutsal Kitabı - Biyografiler / Noah D. Oppenheim, David S. Kidder
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst