1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Aşırı Yorum bir olayın, nesnenin, ifadenin, metnin, olay örgüsünün anlamının açımlanması olarak tanımlanabilecek yorumun aşırı boyutlara, uç noktalara vardırılmasın! ifade eder. Yorum, bir nesne veya ifadenin, açık olan anlamlarının dışında bazı anlamları olduğu/olabileceği düşüncesiyle, çeşitli perspektiflerde değerlendirilerek tefsir edilmesi, anlamını açıklığa kavuşturma çabasıdır. Aşırı yorum ise, bu tefsir girişiminin makûl boyutlarından, belki de bilimsel boyutlarından öteye yorumlar yapılması girişimidir.​
Yorum, klâsik bağlamda, herhangi bir biçimde gizil bir anlama sahip olduğuna inanılan her türlü kutsal metnin, kutsal ifadenin gizli mesajlarının anlaşılması için kullanılmış olmakla beraber, insanlar arası iletişimden, metinlere, nesnelere kadar insan zihninin açımlamaya gerek gördüğü her bir noktada kullanılagelen bir etkinliktir. Yorumlama girişimi bu nedenden dolayı "anlama" ve "anlamlandırma"nın var olduğu her konumda mevcuttur. Buna bağlı olarak, yorumun belirlenmiş bir sınırının olmayışı ve metin ya da olayın potansiyel olarak sonsuzca yoruma açıklığı, diğer bir deyimle yorum ve aşırı yorum eşiğinin bulunmayışı, aşırı yorum sorunun altında yatan temel problemdir.​
Daha çok klâsik teolojide, kutsal metinlerin daha iyi anlaşılması ve mesajlarını daha açık kılınması amacıyla sistematik olarak kullanılmış olan hermeneutik, felsefede ilk olarak Schleiermacher (1768-1831) tarafından kullanılmış, daha sonra Dılthey (1833-1911) tarafından da bütün insan bilimlerine yöntem olarak sunulmuştur.​
Yorum ve aşın yorum hususunda doğrudan yapılmış olan çok az tartışma mevcut olsa da, yorumların saptırılması, yorumun nesnel boyutların ötesine ve radikal boyutlara taşınması şeklindeki her türlü tartışma aşırı yorum tartışması içerisinde değerlendirilebilir, zira aşırı yorum diye adlandırdığımız şey, bir metnin asil anlatmak istediği anlamlarının ötesine çekilerek veya yazarın niyetlerinin ötesinde anlamlar yüklenerek okunmasıdır. Bu bağlamda metni kullanmak (Rorty), metni yapıbozuma uğratarak yeniden yapılandırmak/yapılandırmamak (Derrida) da bir tür aşırı yorumdur.​
Schleiermacher, anlamanın daima önceden bilinene bir başvuruyu gerektiren dairesel ve diyalektik bir akış içerisindeki yaratıcı bir yeniden yapılandırma olduğunu belirterek hermeneutik döngüyü öncelemiştir. O, metnin anlaşılması sürecinde yazarın psikolojik halinin dikkate alınması gerektiğini doğru yorumlamanın ancak bu şekilde mümkün olacağını savunmuştur.​
Bugün kullandığımız bağlamda hermeneutiği ilk olarak kullanan Dilthey, insan bilimlerinin olay ve olgularının doğa bilimlerinde kullanılan metotlarla anlaşılamayacağını, ancak bunların kendi özgül kavramlarıyla hermeneutik bir çaba İle anlaşılabileceğini dile getirmiştir. Dilthey, bunu Johann Gustav Droysen(1808-1886)'ın açıklama ve anlama ayırımını benimseyerek geliştirmiş, doğa bilimlerinde kullanılan yöntemin açıklama olduğunu, insan bilimlerinde de anlama yöntemine başvurulması gerektiğini savunarak, hermeneutiği insan bilimlerinde geçerli olabilecek tek yöntem olarak kabul etmiştir.​
Dilthey'in anlama yöntemini insan bilimleri için geçerli bir yöntem olarak kabul eden Emilio Betti (1890-1968) yorumun nesnelliğine odaklanmış ve İlk olarak bir yorumun nesnelliğinin ne denli önemli olduğunun altını çizmiştir. Bu bağlamda Betti bir yorumun nesnel olabilmesi için dört kural ortaya koymuştur. Buna göre, (1) hermeneutik kriterin objesi ya da İçkinlİği bağımsız olmalıdır. Bu kurala göre, temsilî formlar kendilerinde objektifleşen düşünceye göre anlaşılmalıdır, yani metnin anlamı ona sorulan sorularla verilen anlamı değildir, bizzat metnin orijinal anlamıdır. Anlam metinden çıkarılmış, ve dışarıdan dikte edilmemiş olmalıdır. Betti, bu kuralla, yazarın düşüncesinin veya niyetinin yorumun ölçüsü olması gerektiğini belirtir. (2) Hermeneutik uygulamanın bütünlüğü ya da tutarlılığı olmalıdır. Bu kurala göre parçaların birbirini karşılıklı olarak aydınlattığı yerde obje bir bütün olarak yorumlanmalıdır. O, bu kuralla, bütünün parçalardan hareketle, ve parçaların da bütüne bağlanması yoluyla hermeneutik döngüyü de aşmaya girişir. (3) Yorumun aktüalitesİ kuralına göre İse, yorumcu, yaratmanın genetik sürecini bizzat kendi içinde, varış noktasından hareketle oluşturmak zorundadır. (4) Yorum, yorumlama fiiline uygun olmalıdır. Bu kural anlamanın tamlığı ya da hermeneutik uygunluk ve doğuştanlık kuralıdır., Bettİ'nin ilk iki kuralı yorumun nesnelliği noktasında ölçüt olarak kabul edilebilecek nitelikteki kurallar olmakla beraber, son iki kural net olmamalarının yanında yorumun nesnelliği bağlamında da tartışılabilecek kurallardır.​
Betti'yle çağdaş olan Heidegger, hermeneutiği çok farklı bir mecraya taşıyarak anlamın ve yorumun Dasein’ın ontolojik bir boyutu olduğunu belirtir. Heidegger'e göre anlamak Dasein’ın çevresindeki varlıkları anlamlandırarak kendi varoluşunu anlamlandırma şeklidir. Bu yönüyle Heidegger, hermeneutiği bir anlama metodu olmaktan çıkararak ontolojik hermeneutik olarak kabul edilen hermeneutiği geliştirmiştir.​
Kendisini Heİdegger'in bir takipçisi olarak konumlandıran Hans Geoorge Gadamer (1900-2002) ise, anlamayı Heİdeggercİ bir biçimde, insanın hep içerisinde yaşadığı varoluşsal bir eylem olarak tanımlar. Gadamer'e göre modern bilimin en büyük anlam sorunu, hakikate yöntemle ulaşmaya çaba göstermesinden kaynaklanan sorundur. Dilthey'in kullandığı anlamda "anlama" Gadamer'e göre bir yöntem değildir, bir varlık biçimidir. O, bilimin bir yöntem olduğunu, oysa hermeneutiğin kesintisiz dinlemeye dayalı bir diyalog olduğunu İleri sürerek, hakikate de ancak hermeneutik çabayla varılabileceğini belirtir. Ona göre, insanların veya metinlerin doğru anlaşılması sorunu öncelikle bir yöntem sorunu değildir. O, daima bir anlamın ufkuna batmış durumda olduğumuzdan, tüm amaçlarımızın, anlamlandırmalarımızın önyargılar ve peşin hükümler taşımasından hareketle can alıcı noktanın meşru ve meşru olmayan önyargıların nasıl ayırt edileceği tespitini yapar. Gadamer bunun için, önyargılarımızı paranteze alarak bir diyalog sürecine girmemizi, önyargılarımızı ıslah ederek doğru bilgiye ulaşmamızı önerir. Doğru anlama ancak açık bir soruşturmayla olanaklıdır, bu ise kişinin önyargılara sahip olduğunu bilmesi demektir.​
Gadamer'e göre, öyleyse doğru yorum veya doğru anlama kişinin önyargılarını tam bilincinde olmasıdır; bu, diyalog sürecinde önyargıların aşılarak aydınlatıcı bir ufuklar kaynaştırmasının oluşması demektir, yoksa önyargıların ortadan kaldırılması manasında değildir, ki bu zaten ona göre mümkün de olamaz, böyle bir çaba İçinde olmak önyargıların üstünün örtülmesi anlamına gelir.​
Gadamer'in fikirlerinden hareket edilecek olursa, aşırı yorum, yorumlayıcının veya okuyucunun kendi önyargılarının farkında olmaması veya önyargıları olmadığını belirtmesi veyahut önyargılarının doğruluğuna diyalog sürecine girmeden karar vermesi neticesinde gerçekleştirilen anlama ve yorumlamadır. Aşırt yorum, bu yönüyle Gadamer'de yorumlama neticesinde oluşan bir sorun olmaktan öte, yorumlama başlangıcında varolan bir sorun niteliğindedir, çünkü okuyucu veya anlamlandıran kendi önyargılarını kabul etmediği sürece kendi önyargılarıyla mesajı anlamlandıracak, metni veya anlaşılacak öğeyi kendi önyargılarına göre algılayacaktır, böylelikle anlam, metnin vermek istediği anlamın dışına taşırılacaktır.​
Aşırı yorum sorununun merkezine oturtulabilecek, aşırı yorumcu olarak konumlandırılabilecek kişi şüphesiz Jacques Derrida'dır. Derrida, klâsik yorum ve anlam teorilerinin tümünü aşarak yeni bir okumaanlama-yorumlama-yapılandırma teorisi ortaya atar. O, bir metnin, yazarın kaleminden çıktığı andan itibaren yazardan ziyade okuyucunun mali olduğunu, dolayısıyla metnin anlamının da okuyucunun vereceği anlam olduğunu belirtir. Ona göre, bir edebî metne ilişkin bir yorumun niteliği, "doğru" ya da "yanlış" olması temelinde yargılanamaz. Asil önemli olan yorumun ortaya konuşundaki teknik ustalık ya da sözel açıdan parlak görülebilecek başka yorumlar yaratabilmesidir. Derrida metnin veya mesajın anlaşılmasını problem edinmez, onun için önemli olan metnin yeni anlamlar yüklenerek okunabilmesidir; ona göre, her okuma parlaklığıyla ya da ustalığıyla değerlendirilmelidir.​
Derrida, deconstruction adını verdiği yöntemle bir metnin nasıl yapıbozuma uğratılarak ne denli farklılıklarla anlaşılabileceğini, yorumlanabileceğini gösterir. O, bir metinde çok vurgulanmayan, metnin genel kurgusu içinde kendisine marjinal bir yer biçilmiş olan kavramları, yorumcuların genelde göz ardı ettiği metaforları ve retorik öğeleri, o metinle ilgili daha sağlam ve geçerli bir analizin yapılabilmesi için odağa yerleştirir. Derrida, bununla metnin verili kuruluşundan başka türlü kurulabileceğini gösterdiği gibi, metnin merkezine yeni kavramlar yerleştirerek metnin yeni baştan nasıl kurulabileceğini de gösterir. O, bunu yaparken, metni okumayı olanaklı kılmayı amaçlayan yorumcuların tersine, onu okumayı olanaksız kılmak istediğini belirtir.​
Metni yapıbozuma uğratırken Derrida, bir yandan da metnin, metnin yazarından daha iyi nasıl anlaşılabileceğini de gösterir; o bu sayede, öncelikle metnin merkezini oluşturan kavramsal çatının tespit edildiği gibi metnin daha başka nasıl kurulabileceğinin de ortaya çıkarılabileceğini söyler.​
Derrida'nın metnin anlamını bu denli oynak bir zemine oturtmasının sebebi, onun anlam anlayışıdır. Ona göre anlam doğrudan göstergede bulunmaz, bir göstergenin anlamı, o göstergenin ne olmadığına bağlı olduğuna göre anlamı da bir bakıma her zaman kendi içinde taşımaz. Anlam, bütün bir gösterenler zincirine dağıtılmış veya yayılmıştır. Kolayca belirlenemediği gibi hiçbir zaman tümüyle sadece bir göstergede de bulunmaz.​
Anlamın sabit olmayışının bir diğer sebebi de dilin zaman ilişkin bir süreç olmasıdır. Bir cümleyi okuduğumuzda cümlenin anlamı her zaman kesin değildir, askıya alınır, ertelenir veya daha sonra kavranır: Bir gösteren bizi her zaman bir başka gösterene gönderir, ilk anlamlar sonraki anlamlar tarafından dönüştürülür ve cümle bitse bile dil süreci bitmez. Bir cümlenin anlamını sadece sözcükleri üst üsle yığarak kavrayamavız: Sözcüklerin görece tutarlı bir anlam oluşturabilmeleri için her birinin öncekilerin izlerini taşıması gerekir. Anlam zincirindeki her gösterge karmaşık bir doku oluşturmak için bütün diğerleriyle değerlendirilir veya izlenir ve bu anlamda da hiçbir gösterge bütünüyle katışıksız veya tamamıyla anlamlı değildir. Bunun yanında her göstergede bilinç dışı da olsa kendisini oluşturmak için dışladığı diğer sözcüklerin izleri görülebilir.​
Derrida'nın bir metnin anlaşılmasına ilişkin getirdiği bu öneriler ve onun metin anlamıyla ilgili bu fikirleri kolayca aşırı yorum olarak nitelendirilebilir; çünkü Derrida, metnin anlaşılmasında yazarın niyetlerinin değil, fakat okuyucun niyetlerinin önemli olduğu ifade eder. O, metni bağımsız bir anlam bütünlüğü olarak görmemizi ve anlamının da sadece metnin kendisinde var olan anlam olduğunu dile getirir. Bu ise sonsuz yorumlamaya müsait olan her metnin istenildiği şekilde anlaşılabileceği, istenildiği şekilde yorumlanabileceği manasına gelir. Oysa yazar ve okuyucunun birbiriyle etkileşim içinde olduğu, yazar, okur veya metinden herhangi birinin merkeze oturmadığı ya da bütünüyle merkeze konumlanmadığı, okuyucunun okurken yazarın niyetlerini de göz ardı etmeksizin gerçekleştirdiği anlama edimidir yorumlama. Derrida, bundan bütünüyle kopuk bir anlama ve yorumlama anlayışı önerirken aşırı yorumun kapılarını sonuna kadar açar.​
1990'da düzenlenen Tanner konferansına davet edilen Umberto Eco (1932 -), başlık olarak Yorum ve Aşırı yorumu önermiş, diğer katılımcılarla birlikte bu konuyu değerlendirmiştir. Umberto Eco, bir metnin veya mesajın anlaşılması için her zaman yoruma gereksinim duyacağımızı ve bunun uzun bir sürekliliğe sahip olduğunu, ancak bunun sonsuza kadar ilerleyecek bir süreç de olamayacağını belirtir. İster uhrevi olsun ister semavî olsun her nesne bir gizi barındırır. Her ne zaman bir giz keşfedilirse, bu giz bir başka gizi işaret eder ve bu eşzamanlı bir hareket içinde nihaî gize doğru ilerler. Gene de nihaî giz yoktur. Yorumlamanın durması gereken ya da öteye gitmesi halinde aşırı yorum olarak adlandırılacağı bir nokta kesinlikle vardır.​
Eco, yorumun potansiyel olarak sınırsız olmasının, yorumun bir amacının bulunmadığı ve kendi başına buyruk akıp gittiği anlamına gelemeyeceğini belirterek, bir metnin potansiyel olarak sonunun olmadığını söylemenin her yorum ediminin mutlu sonla biteceği anlamına da gelemeyeceğini ifade eder. Eco'ya göre metnin sonsuz yoruma açık olması onun ihmal edilişini meşru kılamaz, her ne kadar belirlenmiş bir yorum ve aşırı yorum sınırı bulunmasa bile kötü yorumun tespit edilebileceğini söylemek mümkündür. O, bunun için çoğunlukla kullanılan "yazarın niyeti", "okurun niyeti" kavramlarının yanına "yapıtın niyeti" kavramını koyar.​
Bazı çağdaş eleştiri kuramları, bir metnin güvenilir yegâne okumasının yanlış okuma olduğunu, bir metnin yegâne varoluşunun, ortaya çıkardığı tepkiler zincir ince belirlendiğini ifade ediyor olsalar bile bu doğru değildir, kaldı ki, doğru olsa bile yazarın kullandığı sözcükler, okurun sessizce ya da gürültüyle görmezlikten gelemeyeceği, oldukça şaşırtıcı bir maddî kanıtlar kümesi oluşturur, dolayısıyla okur bunu görmezlikten gelemez.​
Eco bir metnin çeşitli şekillerde yorumlanabileceğini hatta yorumlanması gerektiğini belirtir, fakat metnin her manâya gelebileceğini söylemenin ise mümkün olamayacağını ifade eder, bir yerlerde yorumu sınırlayan ölçütlerin olduğunu ve bunun da metnin kendisi olması gerektiğini dile getiren Eco'ya göre metnin her şeyi ifade ediyor olabileceği bir biçimde yorumlamak aşırı yorum-kötü yorumdur. Okuyucu bir iletiyi çeşitli şekillerde yorumlayabilir fakat, iletinin her şey anlamına gelebileceği biçimde yorumlamak hakkına sahip değildir. İleti birçok anlama gelebilir, ancak öyle anlamlar vardır ki bunları önermek saçma olur.​
Eco’ya göre bir metnin yegâne güvenilir okumasının yanlış okuma olduğunu belirten yorum anlayışı kadar Richard Rorty'nin savunduğu "metni ne yapıp edip kendi amacına hizmet eder şekle sokan" pragmatist yorum anlayışı da bir tür aşırı yorumdur. Zira Rorty'e göre yapacağımız tek şey, metinleri kendi amaçlarımız için kullanmakla yetinmektir, hatta ona göre bir metinle yapabileceğimiz tek şey zaten budur.​
Eco ve Rorty ile birlikte aynı konferansa katılan yapıbozumcu Jonathan Culler ise aşırı yorumun savunmasını yapar. Culler, Eco'nun aşırı yorum olarak adlandırdığı okuma ediminin aşırı yorum olamayacağını hatta eksik yorumlama olduğunu savunur, ona göre bir çok entelektüel etkinlik gibi yorum da ancak en uç noktaya vardırıldığında ilginç olur, yorumun, ne metinle, ne de yazarın niyetiyle bir mutabakata ulaşması gerekli değildir.​
Bir metnin daha İyi anlaşılması, vermek istediği mesajın daha net olarak anlamlandırılması için, her zaman yorumlamaya gereksinim olduğu düşüncesiyle oluşmuş olan hermeneutik gelenek içinde yorumun nerede başlayıp nerede duracağı hususu her zaman belirsiz kalan bir konudur, bu nedenle yorumun hangi noktada nesnel-bilimsel, hangi nokta da kişisel ve çarpık olduğu belirlenebilmiş değildir. Fakat bazı yorumlamaların meşru olmayan boyutlara vardırıldığı da her zaman göze çarpan bir olgudur. Aşın yoruma meşruluk zemini kazandıran düşünürlerin başında Nietzsche gelir; onun perspektivizm anlayışı, farklı hakikatlerin olduğu fikri ve bu hakikatlerin kişiden kişiye değişebileceği düşüncesi hakikatin belirsizliğine yol açar; işte bu bir metnin anlaşılmasında metnin hakikatinin de belirlenmiş bir hakikat olamayacağı şeklinde yorumlanmıştır (Derrida), öyle ki bu düşünce, yorumun sınırlan olamayacağı fikrine zemin hazırlar.​
Aşırı yorum, kısaca özetlemek gerekirse, metinlerin anlamlandırılışınm yazarın ve metnin İfade etmek istediklerinden öteye taşınarak metnin anlamsal açıdan kötüye kullanılması suretiyle sınırlarının ihlal edilmesidir. Her ne kadar metinler, yorumlanmalarına ilişkin bir sınır koyamamış olsalar bile, U. Eco'nun Horatius'dan aktardığı etik ilke yorumlamada da bir ölçüt olabilir: "Her şeyde öyle bir sınır vardır ki, bir şey o sınırın bu yanında ve hemen öbür yanında doğru olmaz."​
H. Arslan(der. ve çev.), Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler, Paradigma yayınları, İstanbul, 2002.​
U. Eco, Yorum ve Aşırı Yorttm(çev. K. Atakay), Can yayınları, İstanbul, 1997.​
E. Göka A. Topçuoğlu Y. Aktay, Önce Söz Vardı, Vadi yayınları, Ankara, 1996.​
Z. Özcan(der.ve çev.), Din Bilim Yazıları, Alfa yayınları, İstanbul, 2001.​
D. Özlem, Metinlerle Hermeneutik 1, Prospero yayınları, İzmir, 1994,​
Q. Skinner, Çağdaş Temel Kuram t ar (çev. A. Demirhan), Vadi yayınlan, Ankara, 1996.​
D. West, Kıta Avrtıpası Felsefesine Giriş(çev. A. Cevizci), Paradigma yayınları, İstanbul, 1998.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca bkz., ANLAM, ANLAMA, BETTİ, DERRİDA, DİLTHEY, GADAMER, HERMENEUTİK, HERMENEUTİK DÖNGÜ, POSTYAPISALCILIK, YAPIÇÖZÜM.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst