1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Aşırılığın Peygamberleri felsefe ve tarih profesörü Allan Megill'in Batı felsefesinde uç noktalarda bulunan Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Derrida'ya ilişkin benzetme ve adlandırmasına tekabül eder. Bu dört filozofun en belirgin özelliği, hiç kuşku yok ki Batı felsefesindeki klâsik kalıplardan ayrıksı duruşlarıdır. Megill, aşırılığın peygamberleri diye adlandırdığı filozofların ya klâsik konuların dışına çıktıklarını veya ele aldıkları konuyu aşın boyutlara vardırdıklarını belirtir. Buna göre, dört düşünürün öncü ismi olan Nietzsche klâsik kalıpların dışına çıkan eleştirel tavrıyla belirgin bir başkaldırıyı öncelemekteydi.​
Megill bu dört düşünürü yirminci yüzyılı düşüncesinde yaratıcı bir öğe olarak gördüğü kriz odaklı modernizm-postmodernizm bağlamına yerleştirerek ele almaya çalışır. Ona göre, bunun iki sebebi vardır: Bunlardan birincisi, dört düşünürün eserlerini estetik odaklı olarak ele almalarıdır. İkincisi ise, bu filozofların eserlerinde krizin, bunun önemini görmezlikten gelmek mümkün olmayacak şekilde belirgin olmasıdır. Krizle anlatılmak istenen genellikle, Tanrı'nın ölümü ve kritik kavramının yaygınlaşmasıyla aşkın boyutun yitirilmesi, modern insanın dünyada evsiz kalması olmakla birlikte, Megill bu kavramı, tarihselciliğin sona erişine bağlı olarak ilerleme inancının çöküşü ve tarihsel kırılma olarak okuduğunu, yani onu daha ziyade kültürel bağlama yerleştirdiğini belirtir. Bu nedenle, Megill, post-teolojik kriz kavramı yerine post-tarihselci kriz kavramını önerir. Bunun da birkaç nedeni vardır: Öncelikle, modernizm ve postmodernizm tarihselciliğin sone erişiyle ortaya çıkmışlardır, fakat onların dolaylı bir biçimde "aşkmlığın yitirilişi"nin ürünü oldukları söylenebilir; ikincisi, evrensel olarak geçerli rasyonel prosedürlerin varlığını vurgulaması dolayısıyla, Kant’ın başlattığı krize işaret etmek mümkündür; üçüncü olarak da, evrensel olarak geçerliliği tartışmasız bir şekilde kabul edilmiş doğrular zaten hiç olmadığı için, değerlerin sorgulanmadığı bir dönemle belirsizliğin, kaosun hüküm sürdüğü bir sonraki dönem arasındaki karşıtlığın çok da inandırıcı olmamasıdır.​
Megill, Batı düşünce tarihinde birkaç düşünürün aşkın ve zorlayıcı kültürel vizyonlar ortaya koyduğunu ifade eder. Bu vizyonlar, önceki düşünürlerden kopmaları açısından aşkın, kendilerinden sonra gelen düşünürleri, söz konusu vizyonları büyük bir ciddiyetle ele almaya zorlamaları açısından zorlayıcıdırlar. Onun diliyle, bu filozoflara gündem belirleyicileri adı verilir. Onlar kendilerini takip edenler için düşünsel önceliklerin sırasını belirledikleri gibi, yeni bir şeyler keşfetme amacıyla da sınırda yaşarlar. Nietzsche, tam anlamıyla böyle bir düşünürdür ve takipçileri olan diğer üç düşünür de bu çizgide konumlanan filozoflardır.​
Megill'e göre, Nietzsche'den Derrida'ya uzanan çizginin kendine özgü bir bütünlüğü vardır. Bu bütünlük aynı zamanda Batı'nın yakın dönemini anlamamıza yardımcı olan bir bütünlüktür. Nietzsche'yle birlikte bir şey biter ve yeni bir şey başlar, fakat Derrida'yla birlikte ise yeni başlangıçlar sona ermiş gibi görünür. Nietzsche'den Derrida'ya uzanan çizgi doğrudan doğruya Aydınlanma’nın başarısızlığıyla bağlantılıdır. Bunun yanında, aynı çizgi günümüzün pek çok düşünürünün de besin kaynağı olmak durumundadır.​
O, bu düşünürlere toplu halde bakıldığında hepsinin estetik ya da "estetist" bir duyarlılığa sahip olduğunun fark edileceğini belirtir. Bunun nedeni, Megill'in estetik alanı gerçekliğin tamamını kapsayacak şekilde genişletmesidir. Ona göre, Nietzsche, Tragedyartm Doğuşunda. "varoluş ve dünya, ebedî gerekçelerini, yalnızca estetik olgular olarak bulurlar" derken, yapıtındaki imkânların en güçlüsüne işaret etmektedir. Heidegger'in son dönemlerinde ise "sanat"ın ontolojik olarak yaratıcı bir potansiyeli olduğu anlaşılmış, o mutlak anlamda tayin edici bir hal almıştır, 1930'ların ortalarında Heidegger "sanat yapıtı" üzerinde giderek daha çok durmaya başlamış, 1935-36'da verdiği derslerde sunduğu "Sanat Yapıtının Kökeni" yazısında sanatın dünyalar yarattığını ileri sürmüştür. Heidegger'in deyişiyle "kendi içinde yükselen yapıt bir dünya açar ve onu tedavülde tutar." Daha sonraları Heidegger, estetiğe verdiği bu ayrıcalıklı konumu dile vermiştir. Heidegger'deki yapıt ile dünya arasındaki uyumlu ilişki Foucault'da tezat bir ilişkiyi ifade eder. Estetik temelleri daha ziyade ilk önemli yapıtı olan Deliliğin Torihi'nde bulunan Foucault, metnin sonlarında şunları söyler; "(Bundan böyle) dünya yapıtla ilişkili olarak kusurlu hale gelir; artık yapıt tarafından itham edilmekte, yapıtın dili tarafından kendine çeki düzen vermeye zorlanmakta, yapıt ona bir tanıma, bir onarma görevi vermektedir." Foucault'da estetik yapıt ile dünya arasındaki ilişki ne olursa olsun, estetik yine de merkezî önemdedir. Derrida'da da Foucault'daki gibi estetiğin merkezîliğinin üstü örtülüdür. Derrida "metnin dışında hiçbir şey yoktur" dediği zaman, parodiye başvurup bu perspektifi saçmalığa indirgemeye çalıştığı sırada bile, estetik bir perspektif içinde çalışmaktadır.​
Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida'nın (ama özellikle ilk ikisinin), Aydınlanma'nın doğa bilimini model alan bir toplum bilimi inşa etme girişimine (farklı ölçülerde olmakla beraber) tepki gösterdiklerini düşünen Megill'e göre bu tepki dört filozofun eserlerinde kendini belli etmektedir. O, aşırılığın peygamberlerinin estetikten sonraki bir buluşma noktasının da romantizm karşıtlığı olduğunu belirtir. Her ne kadar, romantizm estetik bir hareket olsa da (ki bu ortak bir noktadır), aşırılığın peygamberleri romantiklerle çatışma içinde bulunurlar. Zira romantikler ve çağdaşları gelecek için epeyce umut beslerken, Nietzsche ve haleflerinde böyle bir umuda rastlanamaz. Bir "geçiş dönemi" kavramı sınırlı bir krizi, birleştirici bir diyalektiğin ya da benzer bir geri dönüş vaadinin sınırlandırdığı bir krizi ima eder. Nietzsche ve halefleri böyle bir vaat görmezler. Buna rağmen romantikler de, tıpkı aşırılığın peygamberleri gibi sanat yoluyla, Aydınlanma'nın bayağı, hesaplayıcı ve kısıtlayıcı sınırlarının çok ötesine geçiyorlardı.​
Kant, Aydınlanma ve Romantizm için önemli olduğu kadar, Nietzsche'nin de aralarında olduğu aşırılığın peygamberleri için de can alıcı bir bağlantı figürü olmak durumundadır. Nietzsche'nin gözünde, Kant Aydınlanma'nın iyimser mantığını istemeden yıkmış olan büyük ölçüde yıkıcı bir düşünürdü. Şu ya da bu şekilde Kant'a cevap vermeye çalışan kişiler olan Heidegger, Foucault ve Derrida'nın eserlerinde de Kant, önemli bir noktada durur. Daha ziyade, modern Batının dünyaya özne/nesne ayırımı açısından bakma eğilimine saldırmayı kendine dert edinen Heidegger, bu eğilimin köklerini Descartes'ta bulur ve, aralarındaki fark ne olursa olsun, Kant'ı da aynı yolun yolcusu olarak görür. Bu ayırım Nietzsche, Foucault ve Derrida için de oldukça önemli bir ayırımdır. Onların özellikle yorumlama sürecine ilişkin birtakım tartışmalarda ve fenomenolojiye dönük polemikleri veya ilgilerinde özne/nesne ayırımını aşmak çabasına girmiş oldukları söylenebilir.​
Edebiyat ile felsefe arasındaki engelleri, Schiller ve Schelling'le birlikte romantikler arasında başlayan, kaldırma çabasına, Megill'e göre, Nietzsche ve haleflerinde de sık sık rastlanır. Özellikle Derrida, felsefi metinlerdeki kalıtsal metaforların "edebî" bir serimlenişi ile edebiyat metinlerindeki temaların "felsefi" bir teşhirini birleştiren melez bir söylemin ustası konumundadır. Aynı eğilime, kuşkusuz, Heidegger ve Foucault'da da rastlamak mümkündür. Bu durum aşırılığın peygamberleri ile romantikler arasında hem bir bağlantının hem de bir karşıtlığın olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.​
Nietzsche ile romantikler arasındaki diğer bir önemli fark ise, Dionysosçu dolayımsızlık bağlamındaki entelektüel karşıtlıktır. Schelling'e göre Dionysosçu süreç bir doruğa doğru hareket eder ve bu doruktan bir geri dönüş söz konusu olur. Oysa, Nietzsche'de hiçbir sürecin geriye dönüşü yoktur. Romantik düşünürler bütün süreçlerin önce ileriye, sonra geriye doğru hareket ettiğini düşünüyorlardı, oysa aşırılığın peygamherlerine baktığımızda, geri dönüşü olmayan bir döngüsel yolculuğun söz konusu olduğunu, çözümü olmayan bir kriz fikrinin ortaya çıktığını, ve yeniden bütünleşme içermeyen bir diyalektik bulunduğunu görürüz. Bu, nitekim Nietzsche'de çok belirgindir. Romantik motifleri haleflerinden çok daha fazla kullanan Nietzsche'de romantiklerin kullandığı, döngüsel yolculuğun eşdeğeri bengi dönüş öğretisidir. Bengi dönüş, kesinlikle geriye doğru hareket etmez, tam tersine daimî bir kriz durumu olup, geriye dönüş arzusunun önü, bütün yolların kapanmış olduğu inancı tarafından kesilmiştir.​
Megill, Nietzsche'yi kriz odaklı estetizınivle bir başkaldırı filozofu olarak tanımlamaya çalışır. Onun başkaldırısı her şeyden çok, verili olana sanalsa Hık Lan uzak bir biçimde teslim olmaya karşı koyar. Buna göre, Nietzsche onaylamadığı ahlâkî kodlara saldırırken doğalcı bir retoriğe başvursa da, onun canını asil sıkan şey, sözde verili bir "doğa"ya uyulmasından ziyade, bu türden bir teslimiyettir. Bu bağlamda Nietzsche estetik zemin üzerinde kurulu bir perspektivizm geliştirmeye çalışır. Megill'e göre, Nietzsche buna ek olarak, aynı zamanda Aydınlanma'nın eleştirel ve analitik geleneğine de hep bağlı kalmış bir düşünürdür.​
O, Nietzsche'nin felsefesinde en özgün olan ve onu modern düşüncenin içinde yeni bir dönem başlatan düşünür konumuna taşıyan şeyin, onun estetiğe ilişkin fikirleri olduğunu düşünür. Nietzsche bu boyutuyla Schelling'in yapmaya çalıştığı fakat yapamadığı estetik hamleyi başlı başına yapmış tek düşünür olarak kabul edilebilir. Schelling de tıpkı daha sonra Nietzsche tarafından savunulacak olan, dünyanın bir sanat yapıtı olduğu fikrini öne sürer, fakat Schelling, yapıtın arkasına bir yaratıcı yerleştirir. Oysa Nietzsche, her türlü yaratıcı fikrini dışlar. Dünya bir sanat yapıtıdır, ama, Tanrı'nın ölümünün yarattığı krizin sonucu olarak, "kendi kendini doğuran" bir sanat yapıtıdır.​
Kriz kavramını Nietzsche felsefesinde merkezî bir konuma yerleştiren Megill'e göre Nietzsche'nin estetizmine giden yolu bu kavram açar. Krizin paradigması "Tanrı'nın ölümü"dür, fakat bunun tam anlamıyla bir inançsızlık olarak algılanmaması gerekir, zira onda krize duyulan bir inanç söz konusudur. Onun üslubunun bu denli farklı oluşunun nedeni de, krize duyulan inançtır.​
Nietzsche'nin estetiği bu denli cazip bulmasının nedeni ise yaratıcılık kavramıdır. Sanatçı, bu bağlamda Nietzsche tarafından yüceltilir, zira sanatçı gerçekliği dönüştüren kişidir. Ve Nietzsche'ye göre sanat, dünyanın genel hakikatdışılığını ve yalancılığını bizim için katlanabilir hale getiren "gerçek dışı kültü"dür. Bizi kusurlu bir dünyaya karşı koruyan "iyi görünme istemi"dir. Sanat, Nietzsche'nin ciddiyet ruhu dediği şeye karşı bize coşku kazandıran bir şeydir. Sanat bize "şeylerin üstünde bir özgürlük", gerçeklikten kurtulma imkânı verir. Kısacası sanat, hakikat yüzünden ölmeyelim diye, vardır.​
Megill'e göre, mit sanatın zemini olması bakımından Nietzsche felsefesinde önemli bir yere sahiptir ve estetik yaratımın üzerinde inşa edilmesi gereken zemin konumundadır. Onda mit sadece geçmişe ilişkin değildir, çünkü onun felsefesinde geleceğin üstinsan tarafından mitleştirilmesi söz konusu olur. Mit, Nietzsche'de yaratıcı canlılığın ifadesidir ve üstinsan bu yaratıcı canlılığa ulaşmaya çalışan insandır.​
Pek çok noktada Nietzsche'yi takip eden Heidegger'in varlığın dönüşü tahayyülü de bir çok açıdan yalnızca Nietzsche'nin radikalleştirilmesinden ibarettir. O da, biraz güçlükle ve tereddütle girmiş olsa da, estetik eğilime giden bir yolda bulunur. Aynı şekilde onun felsefesinde de kriz merkezî kavramların başında gelir. O da Nietzsche gibi, geleneksel, genel geçer doğruları olan akademisyenliğe karşı çıkar. Nietzsche gibi Heidegger de mitten yana bir tutum benimser, ve mite, bilimsel bir felsefenin kabul edebileceğinden çok daha yakın olduğunu ilan eder. Zaten, krize dayalı nostalji eğilimi bunu doğrular niteliktedir. Kısacası, Heidegger eve dönüş istenci, karanlık ve anlaşılma amacında olmayan dili ve teknolojiye dönük kuşkusuyla, hem bir Nietzsche takipçisidir hem de aşırılığın gerçek peygamberlerindendir. Çünkü o da, selefi gibi kendisinden önceki bütün Batı felsefesini karşısına alacak fikirler öne sürmektedir.​
Foucault da aynı şekilde, özne nesne ayırımını, krizi tarihin merkezine yerleştirmek ve bugünü tarihin gözlemiyle anlamaya çalışmak suretiyle, aşmaya çalışır ve özellikle öznenin üstündeki iktidar yaptırımına dikkat çekerken, karşımıza tam anlamıyla bir Nietzsche takipçisi olarak çıkar. Derrida ise kendisinden önceki üç düşünürden daha radikal bir ironiyle konuşur, çünkü Nietzsche, Heidegger ve Foucault mevcut dünyayı reddettikleri halde ideal, ütopik alternatifler sergilerken Derrida alternatifleri de reddediyormuş gibi görünür. Zaten Derrida, hiçbir şey söylememe riskine girdiğini de ifade etmektedir. Gerek Foucault ve gerekse Derrida, ortak buluşma noktası olan kriz ve estetizmi yazılarının önemli bir konumuna yerleştiren filozoflar olarak, aşırılığın peygamberi olma durumuna gelir.​
Öte yandan Megill, aşırılığın ilk üç ismi olan Nietzsche, Heidegger ve Foucault'yu hayalciler olarak tanımlarken Derrida'yı, onların izinden giden karşı hayalci olarak konumlandırır. Dört düşünürümüzün ortak hareket noktası, hem Aydınlanma projesine hem de onun Romantizm ve tarihselcilikteki dönüştürülüp geliştirilmiş haline karşı duydukları tepkidir. Aslında Aydınlanma'dan sonra ortaya çıkan pek çok hareket büyük ölçüde ona isyan eden hareketler konumundadır. Dört filozofumuzun diğer hareketlerden ayrıldıkları ortak nokta onların hem yukarda ifade edilen özellikleri hem de ayrı bir tepkisel tavır içerisinde oluşlarıdır. Megill, bu tavrı estetik tepkisellik olarak anlamlandırmaya çalışır.​
Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Derrida "ıslah edici" bir söylemle konuşurlar. Rorty'nin ifadesiyle onların söylemi, "garipliğin gücüyle bizi eski benliklerimizden çıkarmak, yeni varlıklar olmamıza yardımcı olmak" üzere tasarlanmış bir söylemdir. Onlar, her türlü kabulcü yaklaşımdan uzaklaşarak, şüpheci bir tavırla Batı dünyasının hem bilimsel hem değersel putlarını yerinden oynatmak, hatta daha ileri bir söylemle yıkmak telaşmdadırlar. Buna göre, aşırılığın peygamberlerinin düşünsel tezlerinin oluşturduğu örgü tepkisel bir düşün hareketi olarak adlandırılabilecek olsa bile, onların tavırları herhangi bir tepkisellikten ziyade daha özgün bir estetizm ile yoğrulmuştur. Megill, söz konusu estetizmin krize bağlı olduğunu ileri sürer. İşte bu nedenle Megill, aşırılığın peygamberlerine verdiği ayrıcalıklı payeye rağmen kendisini aşırılığın peygamberlerine karşı konumlandırma gereksinimi duyar, çünkü ona göre kriz anlayışının kendisi bir tehlikedir. O, söz konusu filozofların krize meftun filozoflar olduklarını ifade eder. Krize meftun olmuşlardır, çünkü onda bugünün rezil ortamından daha iyi bir şey imkânını, en azından hayalini görürler.​
Aşırılığın peygamberleri bize, Tek Doğru Yol'a inanmamız için güçlü nedenler olduğunu hatırlatan kişilerdir. Örneğin, Nietzsche ve haleflerinin karşı çıktıkları tarihselcilik içi Avrupa merkezci ve Amerika merkezci önyargılarla doldurulmuş bir Tek Doğru Yol anlayışına sahipti, öte yandan, Megill'e göre, aşırılığın peygamberlerinin kendilerine karşı mücadele verdikleri, yabancı düşmanlığı ile tarihselcilik yakın arkadaşlardır. Aşırılığın peygamberlerinin Tek Doğru Yolları eleştirmeleri on lan bizim için son derece önemli bir noktaya yerleştirse de, bizim okur olarak görevimiz, onların da ayrıcalıklı bir hakikat aşılıyormuş gibi görünmemeleri için yapıtlarına yaratıcı bir biçimde karşı çıkmaktır.​
Aşırılığın peygamberleri, zaten her türlü nesnellik iddiasını, her türlü uzlaşımsal mantığı radikal bir biçimde sorgularlar; onların irrasyonel düşünürler olmadıkları kesin olmakla beraber, rasyonel düşünürlerde de değildirler. Belki de en iyisi, onların "rasyonellik-dışı" bir konumdan yazdıklarını düşünmektir. Daha doğrusu konumları hiçbir zaman tam anlamıyla belirgin olmayan bu filozoflar Nietzsche'nin Zerdüşt'ü gibi yalnızca bir gezgin ruhuna sahip kimselerolarak görülebilirler; onlar tıpkı bir Peygamber gibi konuşurlar ve tehdit edici bir hitaba sahiptirler. Megill'e göre, bu düşünürlerin yaptıklarında radikal bir akortsuzluk vardır, ironist ve oyuncudurlar; "olağan" dünyada karşılaştığımız sorunlardan bir dans yaratır, ve bu sorunları daha sonra sanatın malzemesi yaparlar. Bilime ve yönteme bağlı olanlar —Aydınlanma geleneğini izleyenler— nesnel olduğu iddia edilen bilimsel tavırlarıyla dünyadaki tutkular arasında bir mesafe bırakırlar. Bilime ve yönteme karşı olmalarına rağmen, aşırılığın peygamberleri de aynı şeyi yaparlar, çünkü sanatları ancak estetik mesafe sayesinde mümkün olur.​
Özetlenecek olursa, aşırılığın peygamberleri, Nietzsche'nin başlattığı bir tepki hareketi olarak düşünsel yeni dünyalar sunmaya veya var olan dünyaları çok ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeye yönelmiş, hem eğlendirici ve karanlık boyutları olan, hem de çok açık ve net bir karşı duruşu dile getiren yönleriyle kimi zaman itilmiş ve dışlanmışların sarıldığı, kimi zaman da elit insanların bilmeyi entellektüalite için ölçül olarak kabul ettikleri, ama bütün bunların yanında ayrıcalıklı bir dönüm noktasında yer alan filozoflardır.​
Cogito, Nietzsche özel Sayısı, Sayı 25,2001.​
A. K. Çüçen, Heidegger'de Varlık ve Zaman, Asa yay., Bursa, 1997.​
A. Megıli, Aşırılığın Peygamberleri(çev. T. Birkan), Bilim ve Sanat yayınları, Ankara, 1998.​
J. G. Merquior, Foıtcault(çev. N. Elhüseym), Afa yayınlan, İstanbul, 1986.​
G. Steiner, Heidegger(çev. S. Kalkan), Vadi yayınlan, Ankara, 1996.​
J. C. Ruy, Nietzsche Yaşamı ve Felsefe si(çev. L. Çimlemez B. Servcrya), Çiviyazıları, İstanbul. 2000​
Toplumbilim, Derrida Özel sayısı, Sayı 10,1999.​
D. West, Kıta Avrupası Felsefesine Ciriş(çev. A. Cevizci), Paradigma yayınları, İstanbul, 1998.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca bkz., ALMAN FELSEFESİ, AYDINLANMA, DERRİDA, FOUCAULT, HEIDEGGER, KANT, MODERNİZM, NIETZSCHE, POSTMODERNİZM.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst