1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
İskenderiyeli mezhep kurucusu ve teolog “Kelam”ın tanrısal bir varlık olmadığını ileri sürerek Hristiyan dininde sapkın sayılan bir kurumun doğmasını sağlamıştır.

Doğum tarihi: MS 256, Ptolemais, Cyrenaica, Libya
Ölüm tarihi ve yeri: MS 336, Konstantinopolis

İskenderiye’de doğdu. İstanbul’da (Bizans) öldü. Yaşamının ilk dönemi konusunda ayrıntılı bilgi yoktur. Kilise Babaları Felsefesi denen akımın öncülerinden Diogenes’in yapıtlarını inceledi. Yine bir Kilise Babası sayılan Antakyalı Lukianos’un öğrencisi oldu. Bir süre sonra kilisenin din görüşlerini eleştiren, Hıristiyan anlayışına karşı çıkan, kiliseden ayrılan Meltios’la aynı görüşleri paylaştı. Sonra kilise ile barışır gibi olunca papazlıkla görevlendirildi. Böyle bir görevde bulunmasına karşın, kiliselerde halkı aydınlatma amacıyla verdiği söylevlerde (vaızlarda), Hıristiyan inancının Tanrı olarak benimsediği “Kelam”ın Tanrı olamayacağını, tanrısal bir güç bile sayılamayacağını ileri sürdü.

Kiliseden çıkarılışı
Kendisine yapılan tüm uyarılara karşı çıkınca kilisedeki görevinden alındı. Mısır’dan ayrılıp önce Filistin’e, sonra Bithynia’ya gitti, düşüncelerini yaymaya çalıştı. Biri Kayserili, öteki İzmitli olan iki Eusebios ile de yakınlık kurdu, düşüncelerini onlara benimsetince daha güçlü, daha etkili bir tartışma ortamı yaratıldı. Tartışmanın kısa süre içinde geniş bir alana yayılması kiliseyi bunalıma sürüklemeye başlayınca İmparator Constantinus olaya karışma gereğini duydu. Tartışmaların kesilmesi, dargınlıkların giderilmesi, kilise büyükleriyle yeniden barışılması uyarıları sonuç vermeyince, Arius, Hıristiyan dininin temel ilkelerine, özüne aykırı sayılan görüşleri nedeniyle 325’te İznik Konsili’nce kiliseden, Hıristiyan toplumundan kovuldu (aforoz edildi). Düşüncelerini topladığı Thallia adlı yapıtı yasaklandı.

İznik Konsili bu yasaklamayla da yetinmeyerek, Ariusçuluk’a karşı Hıristiyan inançlarım savunan bir kitap hazırlatıp kiliselere dağıttı. Bu kitaba göre; “İsa, Tanrı’nın tek oğludur, bütün çağlardan önce Baba olan Tanrı’dan doğmuştur. İsa Tanrı’nın Tanrı’sı, ışığın ışığıdır, gerçek Tanrı’nın kendisidir. Doğmuştur ancak yaratılmamıştır, Tanrı ile bir tözdendir, özdeştir, bütün işleri yapan, yaptıran O’dur.”

Gerek İznik Konsili’nin yasağı, gerekse Tanrı ve İsa ile ilgili açıklamalar barışı sağlayamadı, tartışmanın hızla gelişmesini, yayılmasını önleyemedi. Ariusçuluk’un en güçlü savunucularından biri olan İzmitli Eusebios 328’de piskoposlukla görevlendirilince, bu konumundan yararlanarak görüşlerini yaymak için yeni bir yöntem uyguladı. İznik Konsili’nin ileri sürdüğü düşünceleri, Latince-Grekçe arasındaki söz oyunlarına başvurarak anlamsızlaştırdı, değişik yorumlara elverişli bir duruma getirdi. Bunları yeniden yazdırıp bütün kilise yetkililerine onaylatma buyruğu vermesini dileyerek imparatora gönderdi. Eusebios’un amacı konsilin görüşüne karşı çıkılarak kilise yetkililerinin suçlu duruma düşürülmesiydi. Bu girişimi üzerine, başlangıçta bir din, bir kilise sorunu olan olay, sonradan siyasal nitelik kazandı. İmparator ağırlığını koyarak kilisenin direnişini kırmaya yöneldi. İmparatorun bu tutumu üzerine kilisede ayrılıklar belirdi, büyük sürgünler başladı. Özellikle Ortodokslar’a karşı baskı girişimleri genişledi. 359’da biri Rimini’de öteki Selevkeia’da iki konsil düzenlendi. İznik Konsili’nin sonuçsuz kaldığını ileri süren bu iki yeni konsil Ariusçular’ın bölünmesine, böylece tartışmaların daha hızla, daha geniş bir alana yayılmasına yol açtı. Eunomiusçular Oğul ile Baba arasında, öz bakımından, ortak bir yan olduğunu kabul etmediler. Homoiusçular Oğul ile Baba arasında benzerlik olduğunu ileri sürdüler. Homeousiusçular ise Oğul’un Baba’nın tözüne benzer bir tözden oluştuğunu savundular.

Din ve us
Arius, Hıristiyan inançlarının us ilkelerine dayalı bir içerik kazanması görüşünü savunurken tarihten kaynaklanan bilim verilerinden yararlanıyordu. Ona göre inanç insan usunun yarattığı bir varlık değil, geleneklerle göreneklerle sağlanan bir yönelme biçimidir. Bunun da yaşanan gerçeklerle bağlantılı olması gerekir. Din, insanın yaşamından ayrı tutulamaz, yaşama düzen veren ilkeleri içerdiğine göre usa uygunluğu söz konusudur. Oysa inanç verilerinin çoğu usla bağdaşmadığı gibi usu yerici, yıkıcı bir içerik taşımaktadır. İnançlarla us ilkelerinin uyuşmazlığını gösteren önemli konular vardır:

Hıristiyan inançlarına göre İsa tanrısal bir varlıktır, Tanrı’nın oğludur, Tanrı gibi ölümsüzdür. Oysa gerçek böyle değildir; İsa da bir insandır. İsa’nın başlıca özelliği Tanrı’dan buyruklar aldığını ileri sürerek Tanrı adına konuşmasıdır. Onun Tanrı’dan buyruklar aldığı doğrudur, ancak tanrısal bir öz taşıdığı kanısı yanlıştır. İsa Tanrı’nın oğlu değildir, Tanrı’nın oğlu olamaz. Tanrı’nın oğlu olması, Tanrı’nın tanrısallığına aykırıdır.
“Kelam”ın Tanrı olduğu, önsüz-sonsuz bir nitelik taşıdığı inancı da doğru değildir. “Kutsal Ruh” için ileri sürülen ve onu Tanrı ile, İsa ile birleştiren, özdeşleştiren düşünceler de gerçek değildir. Gerçek bir insan olan İsa’nın “Kutsal Ruh”la, “Kelam”la, Tanrı özü ile özdeşliği söz konusu değildir.

İnsanı yöneten, ona öteki varlıklar arasında özel bir yer kazandıran, us ile bağdaşmayan düşüncelere kapılmanın gereği yoktur. İnanç (iman) usa karşı çıktığı sürece geçersizdir, tutarsızdır. İnanç duygu varlıklarından beslenir, bu nedenle us ilkeleriyle bağdaşmaz, çelişir. Kilise, inancı ustan üstün tuttuğu sürece tanrısal gerçeklere aykırı davranmaktan kendini kurtaramaz, kendi çatısı altında toplananları da tanrısal gerçeğe ulaştıramaz. Bu nedenle, kilise, doğru yolda değildir. Kilisenin ileri sürdüğü inançların kökeni duygusal yorumlardır, bu nedenle Tanrı’mn buyurduğu ilkelerle bağdaşmaz. Tanrı önsüz-sonsuz bir us varlığı olduğundan, onun bütün buyruklarını da usla bağlantılı görmek gerekir. Kilise Tanrı’yı birtakım bölümlere ayırarak bütünlüğünden uzaklaştırmakta, onun yüce birliğini bozmaktadır. Tanrı tektir, ölümsüzdür, önsüz-sonsuzdur, doğmamıştır, kimseyi de doğurmamıştır. Bu nedenle onun tek olan varlığı dışında, onunla ilgili, özdeş varlıklar düşünmek Hıristiyan dininin özüne aykırıdır.
Tanrı sınırsızdır, yaratıcıdır, yoktan varedicidir. Onun yaratıcılığı, sınırsızlığı insan usunun kavrayış gücünü aşsa bile us dışı sayılamaz, Tanrı “engin us”tur. “Kutsal ruh” tanrısal ruhtur, Tanrı varlığı karşısında ikinci bir varlık niteliği taşımaz. Tanrı’nın varlığında yoğunlaşan yüce özellikler usun sınırları dışında kalsa bile usa konu olabilir, us sağlıklı bir biçimde çalıştığı sürece Tanrı’yı da, niteliklerini de düşünebilir. Kilise, ileri sürdüğü us ilkelerine aykırı görüşlerle, Tanrı varlığını usla bağlantısız bir duruma getirmektedir.

Kilisenin benimsediği “Baba-Oğul-Ruh” ya da “Baba-Ruh-Oğul” biçiminde ileri sürülen üçleme tanrısal varlıkla bağdaşmaz, bu görüş Tanrı’nın “tek varlık” olduğu inancına aykırıdır.

Arius’un ileri sürdüğü düşüncelerin Hıristiyan inançları ile bağdaşması olanaksızdı. Kilisenin Baba-Ruh-Oğul ya da Baba-Oğul-Ruh üçlemesine bağlanan, bu üçlemeyi somutlaştıran inancı, görüşlerini us ilkelerine dayandıran, inancı usun denetimi altına veren Arius için doğaya da insan düşüncesine de aykırı geliyordu. Kiliselerin Doğu-Batı diye ikiye ayrılması bile Arius’un ortaya attığı düşüncelerin yayılmasını, birtakım yeni inanç kuramlarının doğmasını önleyemedi. Başta Mısır olmak üzere, Vandallar, Vizigotlar, Ostrogotlar ve Lombardlar gibi Hristi-yanlık’a iyice ısınamamış topluluklar arasında Ariusçuluk yayıldı. Venedik’te, Avrupa’nın değişik ülkelerinde birçok Ariusçu kuruluş ortaya çıktı, bunlara “oniter” adı verildi.

Hıristiyan felsefesine etkisi
Arius kilise çevrelerinde olduğu gibi Hıristiyan felsefesi üzerinde de uzun süre etkili olmuştur. Özellikle tanrıbilim sorunlarının çözülmesinde inançlara değil de us ilkelerine dayanma gereğini savunan Tanrı’nın tek varlık olduğuna inanan, üçlemeyi gerçek saymayan akımların çoğu Arius’un görüşlerinden etkilenmiştir.

Arius’un düşüncelerini felsefenin eleştiri konusu yapan, onlara karşı kilisenin görüşlerini savunan ilk bilge Augustinus olmuştur. Arius’un özellikle “üçleme” konusunda ileri sürdüğü düşüncelerin yalnız Hıristiyan inançlarına değil, bu inançlardan kaynaklanan ve us ilkelerine dayanan felsefeye bile aykırı düştüğünü söyleyen Augustinus’un etkisi büyük olmamış tam tersine Arius’un daha çok ilgi çekmesini sağlamıştır.

Arius’un düşünceleri, Hıristiyan evreni dışında da etkisini göstermiştir. İslam ülkelerinde ortaya çıkan ve Tanrı ile insan arasında bir özdeşliğin bulunduğunu savunan inanç kuramlarına karşı olanlar, Arius’un düşüncelerinden esinlenmiş ve Tanrı ile insan arasında bir benzerliğin bulunamayacağı savım ileri sürmüşlerdir. İslam dininin yayılış yıllarında Anadolu-Suriye-İran yörelerinde Ariusçuluk’tan kaynaklanan inançlar, biçim değiştirerek, bu yeni dine sızmıştır. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, İlk Çağ’dan kalma çoktanrıcı inançlarla karışıp kaynaşan İslam öncesi kurumlar, Ariusçuluk’tan etkilenerek varlıklarını sürdürmüştür. Özellikle Hıristiyan mezheplerinin yaygın olduğu yörelerde, Suriye, Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Ariusçuluk’un biçim değiştirerek yaşadığı bilinmektedir.

YAPITLAR
: Thallia.

KAYNAKLAR
: İ.Z. Eyuboğlu, Hıristiyanlık (basılmamış inceleme).

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Filozoflar 0
Piramit Din Adamı ve Peygamberler 0
Benzer Konular
Richard Avenarius
Arius

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst