1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Anarşizm, Fransız den Timiyle birlikle oltaya çıkan bir akim veya felsefi-polilik bir öğretidir. Anarşizm antik Grekçe bir kelime olan ve komutansız, yöneticisiz, efendisiz anlamlarına gelen anarkhos ve anarşist toplum ideali olan anarşi ise, otoritenin yokluğu manasındaki anarkhe kelimelerinden türemiştir. Terimler ilk kullanıldıkları dönemden, Skolastik Dönem dışta bırakılacak olursa, Fransız Devrimi'ne kadar geçen süre içinde, genelde olumsuz bir anlamda, yaygın kargaşa ve karışıklık durumunu ifade etmek için kullanılmıştır. Ancak Proudhon ile birlikte anarşist kelimesi anlam değişikliğine uğrayarak modem siyasî ve felsefi literatüre geçmiştir. Proudhon, anarşist terimini kendisini hem monarşistlerden hem de sol akımlardan ayırmak için bilinçli bir tercihle kullanmış ve bu yolla anarşizmin isim babası olmuştur. Anarşizm bir öğreti, düşünce sistemi ve hareketin adı olmasına rağmen sık sık terörizm ve saf şiddet tutkusuyla karıştırılmış, en iyi durumda birtakım basit tanımlamalarla "devlet karşıtlığı", "her ne koşulda olursa olsun devletin ortadan kaldırılmasını savunmak" ve "kargaşacılık" olarak görülmüştür. Başka bir anlatımla anarşistler, bir yanda yıkıcı çılgınlar, hiçbir esneklik göstermeyen aşırılık yanlıları, tehlikeli teröristler olarak, öte yanda saf hayalciler ve incelikli azizler olarak görülmüşlerdir. Önemle altının çizilmesi gereken bir diğer nokta da anarşizm ile Marksizm arasındaki temel farkın amaçlarda değil, araçlarda olduğu şeklindeki yaygın görüştür. Bu görüşe göre iki akımın da hedefi sınıfsız özgür toplumdur ancak bu topluma geçişte devletin rolü konusunda ayrılıklar yaşanmaktadır. Aslında Marksizm ile anarşizm arasındaki fark bu derece basit değildir; iki akim arasında insan, toplum ve sosyal ilişkilerin doğası üzerine derin görüş ayrılıkları vardır.​
Diğer yandan anarşizm, sanıldığının aksine bir toplumsal düzensizlik anlayışının savunuculuğunu yapmaz; daha ziyade, otoritesiz, bireysel özgürlüğün varolduğu bir düzen anlayışını savunur. Bu nedenle anarşistler hukuk, mahkemeler, hapishaneler, ve ordu gibi baskı araçlarına sahip olan devleti, toplumsal düzensizliğin çaresi değil, başlıca nedeni olarak görürler. Ortaya çıkış koşulları itibariyle, anarşist düşünürler yöneticilerin olmadığı bir toplumun kaotik bir kuralsızlık durumuna düşmeyeceği, tam aksine, insan varoluşunun en arzulanır formunu üretebileceği düşünceleriyle diğer siyasî akımlar için yadırgatıcı bir görüş olmuşlardır.​
Proudhon'la birlikte anarşist hareket kapitalizm kadar otoriter bir sistem olduğunu düşündüğü ve otoriter sosyalistler olarak adlandırdığı kimselerce savunulan Marksizme de karşı mücadele etmiştir. Bu mücadeleler Enternasyonal içinde salt politik bir anlamda sürdüğü gibi, zaman zaman silahlı çatışma halini de almış ve anarşist hareket tarihinde, kitlesel olarak en üst seviyeye ulaştığı Rus ve İspanyol Devrimlerinde asil olarak sağ güçlerle değil Marksistlerle çatışmıştır.​
Anarşist hareketin kitleselliği İspanyol devrimi sırasında doruk noktasını ulaşmıştır. Bununla birlikte, 1939 yılında İspanyol Devrimi'nin Franco tarafından yenilgiye uğratılmasmdan sonra, anarşizm İkinci Dünya Savaşı boyunca sadece küçük dergiler vasıtasıyla varlığını sürdürebilmiştir. Fakat 1960'lara gelindiğinde, Soğuk Savaş döneminin iki kutbunun da otoriter, her şeyi plânlayan devletine tepki anarşizmi beslemiş ve anarşist hareket yanında, anarşist argümanlar da güç ve yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan ve otoriter olamayan bir sosyalizm arayışının ifadesi olan Yeni Sol, yerinden yönetim ve katılımcı demokrasi gibi birçok merkezî anarşist görüşü tema olarak kullanmaya başlamıştır. Diğer yandan anarşizm tüketim toplumuna, sanatsal ve bilimsel paradigmalara tepki olarak gelişen karşıt-kültür içinde de önemli roller oynamıştır.​
1990'larm sonlarında ise anarşizm özellikle küresel kapitalizm karşıtı hareket içinde belirleyici güçlerden biri haline gelmiştir. Proudhon'dan itibaren anarşizmin bir yandan günlük dilde olumsuz manada kullanılmasına devam edilirken diğer yandan felsefi ve siyasal anlamda otoriter her türlü yapıyı reddeden ve birey özgürlüğünü ana hedef olarak gören birbirine yakın birçok hareketi adlandırmak için kullanılmıştır. Anarşizmi oluşturan bu alt akımlar kendi içlerinde, kaba bir tasnifle, bireyci anarşizm ve liberter (özgürlükçü) sosyalizm olarak da adlandırılan toplumcu anarşizm olarak iki ana akıma ayrılabilir.​
Anarşist hareketin tarihinde toplumcu anarşistlere nazaran daha az etkili olmuş bireyci anarşizmin başlıca temsilcileri Stirner, Tucker, Mackay ve Spooner'dır. Toplumsallığa karşı bireyin salt iktidarından yana bir tutum içinde olan bireyci anarşistler birey dışında hiçbir gerçek özne olmadığını savunmuşlar; bundan dolayı, toplum da dahil olmak üzere herhangi bir yapının birey irâdesinin önüne geçmesine karşı çıkmışlardır. Bireyci anarşistlerin, toplumcu anarşistlerden ayrıldıkları nokta, esas itibariyle bireye yaptıkları vurgu değil, ki bu diğer anarşistler de teorilerinin merkezine bireyi koyarlar, fakat bireye yaptıkları vurgunun radikalliğidir; onlar toplumsal olanla ilgili kurgulara daha en baştan şüpheyle bakmış ve bunların bireysel özgürlük önünde engelleyici olacağını savunmuşlardır. Toplumsal kurgularla ilgili fikirleri onları, yeni bir sistem kurmak manasında gördükleri devrim fikrinden çok kurulu olana karşı çıkışı ifade eden isyan anlayışına götürmüştür. İlk sistemli ifadesi Stimer tarafından ortaya konan bireyci anarşizmi savunanların kapitalizme karşı tutumları çeşitlilik sergilemesine rağmen, o özellikle ABD'de etkili olmuş ve günümüz anarkokapitalistlerini etkilemiştir.​
Bireyci anarşizm kapsamı içinde değerlendirilmek durumunda olan auarko-kapitalistler (liberteryenler) devlet fikrine karşı çıkarak toplumsal düzenin "görünmez el" ile kendiliğinden sağlanabileceği fikrini işlerler. Nock, Rothbard, Nozick ve Wolf gibi düşünürler tarafından savunulan ve devletsiz kapitalizm ideali olarak özetlenebilecek anarkokapitalizmin anarşist hareket içinde sayılıp sayılamayacağı ise, halen süren bir tartışma konusu oluşturur.​
Anarşist akımın ana gövdesini oluşturan ve bireysel özgürlüğün devletsiz komünal yapılar içinde gerçekleşebileceğini savunan toplumcu anarşizm ise kendi içinde birçok farklı akıma ayrılır. Bu ayrılıkların ana nedenleri ise hedeflenen topluma geçiş biçiminden bu toplumda uygulanacak ekonomik sisteme kadar bir çok farklı tartışmadan kaynaklanmaktadır.​
Toplumcu anarşistler içinde değerlendirilen ilk akim Proudhon'un görüşlerinden hareketle takipçileri tarafından oluşturulan karşılıkçılık'dır. Kendi aralarında emek çekleriyle mübadele eden, bağımsız sözleşmeler yoluyla örgütlenmiş komünlerin oluşturduğu federatif bir toplumu savunan karşılıkçılar Uluslararası İşçi Birliği'nin (I. Enternasyonal) kuruluşunda önemli roller oynamışlardır. I. Enternasyonal içinde Marx'in savunduğu komünizm biçimine karşı mücadele eden karşılıkçılar politik mücadele yoluyla toplumsal bir devrimi gerçekleştirme fikrine karşı çıkmış ve toplumsal dönüşümün ekonomik alanda gerçekleştirilecek alternatif örgütlenmeler yoluyla ve böylelikle de para ekonomisinin alt edilmesiyle gerçekleşebileceğini savunmuşlardır. Değişimin devrim yoluyla değil evrimsel bir süreçte gerçekleştirilmesinden yana olan karşılıkçılar bu süreçte çatışmalar kadar sınıf uzlaşmalarının da rolünü vurgulamışlardır. Özellikle ABD bireyci anarşistlerini ve Fransız sendikalistlerini etkilemiş olan karşılıkçılık Bakunin'in de etkisiyle zaman içinde bir hareket olarak ortadan kalkmıştır.​
Bakunin tarafından savunulan kolektivist anarşizm I. Enternasyonal içinde karşılıkçılığın ardından 1872 Lahey Kongresi'nde Bakunin'in ihraç edilmesine kadar geçen sürede Marksizme karşı önemli bir güç olmuştur. Toplumsal bir devrimi savunan ve İsviçre, İspanya, Fransa, İtalya, Rusya gibi birçok ülkeye yayılmış olan kolektivist anarşizm komünler içinde "herkesten yeteneği kadar, herkese emeğine göre" şeklinde özetlenebilecek kollektivist ilkenin uygulanmasını talep etmiştir. Bakunin'in ölümünün ardından kolektivist anarşizm güç kaybetmiş ve süreç içinde anarşist komünizme evrilmiştir.​
Bakunin'in ölümünün ardından anarşist hareket üzerinde etkili olmaya başlayan Kropotkin'le Malatesta tarafından savunulan ve kısaca "devletsiz komünizm" olarak adlandırılabilecek olan anarko-komünizmi aslında ilk defa bir teori olarak biçimlendiren Godwin'dir. Para ya da emek çeki gibi her çeşit mübadele aracını reddederek "herkesten emeğine ve herkese ihtiyacına göre" ilkesini savunan anarko-komünistler, toplumsal bir devrim yanında evrimci süreçleri de desteklemişlerdir. Toplum ideali olarak federatif komünleri amaçlayan ve anarşist hareketin, Malatesta, Durutti, Ascaso, Reclus gibi önemli isimlerin pek çoğunu barındıran bu akim büyük oranda Bakuninci kolektivist anlayışın evrimleşmesiyle oluşmuş ve yaşarken onu destekleyenlerin birçoğu bu akıma kaymıştır. Günümüzde ABD ve Kanada'da etkili olan NEFAC (Kuzey Doğu Anarko Komünistler Federasyonu) bu akımın en etkili örgütlenmesi durumundadır.​
Toplumcu anarşistler içinde yer alan bir diğer akim da Ukrayna anarşist hareketinin 1921 yılında yenilmesinin ardından Fransa'ya iltica etmiş olan Mahna ve Arşinov gibi anarşistler tarafından kurulan ve liberter komünizm ya da platforınizm olarak bilinen akımdır. 1926 yılında tartışmaya açtıkları "Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu" adlı manifestoyla anarşistlerin komünist ilkeler doğrultusunda özel bir devrimci örgütlenmeye gitmeleri gerektiğini ve bu örgütün toplumsal bir devrim amacının ideolojik öncüsü olmasını savundular. Fikirlerinin oluşmasında, örgütlü bir güç olan Bolşeviklere yenilmelerinin büyük etkisi vardır. Fikirleri anarşistlerin birçoğu tarafından tepkiyle karşılanmış ve temel anarşist görüşlerden Bolşevizme bir sapma olarak değerlendirilmiştir. Özellikle bir anarko-komünist olan Malatesta, ideolojik öncü anlayışı, kolektif sorumluluk gibi Platformist görüşleri şiddetle eleştirmiştir.​
Toplumcu anarşizmin, sendikaları toplumsal devrimin aracı yanında geleceğin toplumsal örgütlenmesinin de temel yapıları olarak belirleyici olması gerektiğini savunan ve en tanınmış teorisyeni Rocker olan akımı ise anarko-sendikalizm'dir. Toplumsal devrim fikrine sıkı sıkıya bağlı olan bu akim devrimin sendikalar tarafından gerçekleştirilecek bir genel grev sonucunda, kapitalist sistemin yıkılmasıyla sağlanabileceğini ileri sürmektedir. 19. Yüzyılın sonunda Sorel öncülüğünde Fransa'da ve 1939'da Franco'nun iktidara gelmesine kadar geçen sürede Ispanya'da CNT adı altında oldukça etkili olan anarkosendikalizm bu ülkelerde esas olarak komünist partilerin denetimindeki Marksist sendika anlayışına karşı mücadele etli ve sendikaların tam bağımsız örgütler olmasını savundu. Platformistler ve anaıko komünistlerin ayrı anarşist sendikalar kurmak verine, varolan sendikalar içinde faaliyet göstererek onları dönüşüme uğratma anlayışına da karşı çıkarak bağımsız anarşist sendikalar kuran anarko-sendikalisller halen Avrupa'da bir çok bağımsız sendika ve konfederasyona sahiptirler.​
1968 yılında başlayan öğrenci hareketleri içinde de toplumcu anarşist görüşler önemli etki göstermiştir. Bu tarihte kurulan sitıma/ouİLuı (durumculuk) olarak adlandırılan akim dönemin en etkili an.uşisi grubudur. 1957'de Situationıüste Internationale dergisiyle kendilerini duyuran ve dada, sürrealizm gibi akımların etkisinde olan entelektüeller tarafından oluşturuldu. Batı kapitalizmi yanında Doğu Bloku'nda uygulanan bürokratik yapılanmayı eleştiren situasyonistler özellikle sahte ihtiyaçlar yaratılarak oluşturulan tüketim kültürüne; gündelik hayatın bürokratik düzenlemeler ve kapitalist yaşam tarzı sonucunda oluşan sıkıcı tekdüzeliğine karşı çıktılar. Toplumsal hareketler kadar sanal çevrelerinde de etkili olan harekette Vanegeim ve Debord öne çıkan isimlerdi. Yakın dönemde Black gibi isimlerce savunulan post-situasyonisl akim ortaya çıktı.​
20. yüzyıl anarşizminin en önemli akımlarından birisi hiç şüphesiz eko-nnaışiznıdir. Bugün yaşanan ekolojik krizin salt çevre kirliliği olarak ele alınmasına karşı çıkan ve bu krizin asil nedeni olarak, insanlık tarihi boyunca erkeğin kadına veya kralın tebaasına uyguladığı görülen tahakkümcü zihniyetin doğaya da yönelmiş olmasının bir sonucu olduğunu savunan eko-anarşizm ekolojik krizi aşma yolunun toplumsal bir dönüşümle tahakkümcü yapıların yerine özgürlükçü birliklerin geçmesi olduğunu ileri sürmektedir. En önemli isimlerinden Bookchin'in yazılarıyla Yeşil Hareket'in teorik gelişimine önemli katkılarda bulunan eko-anarşizmin merkezi, halen ABD'de faaliyet gösteren Sosyal Ekoloji Enstitüsü’dür.​
Yakın dönemde ortaya çıkan ve insanlığın en özgür dönemi olarak teknolojinin kullanılmadığı ilkel dönemleri gören anarko-primitivizm (ilkelci anarşizm) Zerzan ve Kazinski gibi isimlerce şekillendirilmiştir. Modern toplumdaki teknoloji kullanımına karşı çıkan anarko-primilivistlerin en tanınmış kuramcılarından Zerzan, insanın doğa üzerindeki tahakkümünün teknoloji kullanımıyla giderek arttığını ve bunun insan özgüllüğünü de engellediğini savunmaktadır. Eko-anarşi,silerden larkh olarak teknoloji kullanımını kesinlikle reddeden anarko-primitivistlerin en önemli yayınları, ABD'de yayınlanan Ciıcen Anardnı adlı dergidir. Bu akımuı eylemci yönü daha çok genetik ve bilgisayar teknolojisi geliştiren araştırma merkezlerine yönelik bombalamalar gerçekleştiren Kazinski tarafından ortaya konulmuştur. Anarko-primitivizmin içinde değerlendirilebilecek bir diğer grup da, hayvanları hayvanat bahçeleri, çiftlikler ve canlı hayvan satış yerlerinden kaçırarak doğal ortamlarına bırakan ALF (Hayvan Kurtuluş Cephesi)'dir. Bu akım yeşil hareketin radikal kanadını oluşturmaktadır.​
Anarşizmin feminist hareket ile kesişmesinden doğan özgün bir akımı da anarko-feminizmdir Anarka-feministler feminizm ile anarşizmin birbirini tamamlayan iki akim olduğuna savunurlar. Onlara göre, anarşist teori, otorite ve tahakküm karşıtı özü itibariyle, erkek egemen yapının tasfiyesi için de işlevsel bir teoridir. Bu akim özellikle Goldman, Michel ve de Cleyre tarafından savunulmuş ve feminist hareketin 1970'lerdeki ikinci dalgasında etkili olmuştur.​
Bireyci ve toplumcu olarak adlandırabileceğimiz bu iki akim yanında, gelecek tasarımlarındaki farklılıklardan ziyade, eylem tarzları ve diğer akımlarla ilişkileri temele alınarak ayırt edilebilecek olan başka anarşist akımlar da mevcuttur. Daha çok Hıristiyan dinine mensup olanlar tarafından savunulan bir akim olan Hıristiyan anarşizmi'nin Buber gibi Musevi düşünürlerin yazılarında da etkileri gözlemlenebilmektedir. Açıkça anarşist sıfatını kullanmasa da ilk defa Tolstoy tarafından ortaya konulan Hıristiyan anarşizmi, Day ve Maurin gibi kişilerce savunulmuştur. Daha ziyade bireyci anarşistlere yakın duran Hıristiyan anarşistler, devlet de dahil olmak üzere, kişi üzerinde baskı kuran bütün yapılara karşı çıkmış ve İsa'nın ahlâkî ve isyankâr kişiliğine vurgu yapmışlardır. Vicdanî sorumluluğa ve insanın varoluşsal sorumluluğuna önem veren Hıristiyan anarşistler, bu görüşlerinden dolayı kilise örgütlenmesine de karşı çıkmışlardır. Anarko-pasifisller üzerinde, Tolstoy'un baskıya karşı şiddet içermeyen erdemli direniş öğretisi özellikle etkili olmuştur.​
Anarko-pasifizm, öyleyse, temel görüşlerde anarşist argümanları savunmalarına rağmen, anarşist ideallere ulaşma noktasında şiddet kullanımını tümüyle reddedenlerin savundukları akıma verilen addır. Şiddetin özü itibarıyla iktidarın kendisi ya da en iyi ihtimalle iktidar kurmanın aracı olduğunu ileri sürerek, amacı ne olursa olsun şiddet içeren her tür eylemi reddeden anarko-pasifistlcr, bu arada eylemsizliği değil, fakat şiddet içermeyen mücadele yöntemlerini savunmuşlardır. Bu akımın en tanınan kişisi Tolstoy olmasına rağmen, benzer görüşler daha önce Thoreau tarafından sivil itaatsizlik kavramı çerçevesinde işlenmiş ve o, bu görüşlerini 1849'da yazdığı Sivil İtaatsizlik Görevi Üzerine adlı çalışmasında sistemli hale getirmiştir. Tolstoy ve Thoreau'nun en önemli izleyicisi de, Gandhi'dir. Gandhi özellikle Tolstoy'un Tanrı'nın İçinizdeki Krallığı adlı yapıtından etkilenmiş ancak kendi özgün yöntemi olan ve terim olarak "doğrunun yolundan ayrılmamak" anlamına da gelen, şiddet içermeyen direniş yöntemi Satyagraha’yı geliştirmiş ve özyönetim, federatif örgütlenme, ahlâkî olanın siyasî olana üstünlüğü benzeri birçok temel anarşist görüşü savunmuştur. Bu akımın önemli bir diğer ismi de HollandalI Nieuvvenhuis'dur. Anarko-pasifizm 20. yüzyılda bütün dünyada etkili olan anti-militarizm ve vicdanî red hareketinin ait yapısını oluşturan en önemli akim olmuştur.​
Anarşizm içinde anarko-pasifizmden çok farklı bir yönetimi savunan akim ise isyancı anarşizm olarak bilinir. Proudhon'un toplumsal dönüşüm için siyasî mücadele yerine, reel hayat içindeki mücadeleleri, daha çok da ekonomik mücadeleyi anlatmak için kullandığı ve bütün anarşist hareketi etkilemiş olan "doğrudan eylem stratejisi", Malatesta tarafından değişime uğratılarak, sosyal devriminin ancak "toplumsal ayaklanma" yoluyla gerçekleştirilebileceği ileri sürülmüştür. Ancak Proudhon, Bakunin, Kropotkin ve Malatesta tarafından reddedilmesine rağmen 19. yüzyılın sonlarında anarşist hareket içinde; toplumsal devrime giden süreci hızlandırmak İçin provokalif şiddet eylemleri gerçekleştirenler varolmuş, sonraları bu anlayış cılız bir biçimde olsa da varlığını sürdürmüştür. Günümüzde İtalya, Yunanistan ve Ispanya'da kendisini isyancı olarak tanımlayan anarşistler bulunmakladır.​
Yine, 1970'lerin sonunda kentli yerleşik hayat (arzına karşı çıkarken, buna karşıt bir kültür oluşturma amacı taşıyan bir gençlik harekeli olarak gelişen Anarko-punk hareketin en önemli sloganı "kendin yap"tır (do it yourself). Bu bakış açısıyla anarko-punklar tüketim toplumuna karşı çıkmışlar ve kurumsallaşmış endüstrilerin yerine bireylerin inisiyatifindeki yaratıcılığı savunmuşlardır. Bu amaçla kendi müzik gruplarını, kendi fanzinlerini, kendi giyim tarzlarını yaratan anarko-punklar insanın her şeyi parayla hazır biçimde almasını değil olabildiğince kendisinin üretmesini savunmuşlardır.​
Bütün bu alt adlandırmalara rağmen, günümüzde kendilerini anarşist hareket içindeki bir hareket veya herhangi bir kategoriyle sınırlandırmak istemeyen anarşistler tarafından sıfatsız anarşizm terimi kullanılmaya başlanmıştır. Terim olarak Malatesta tarafından anarşist hareketteki bölünmelerin önüne geçebilmek amacıyla kullanılan "sıfatsız anarşizm" sonradan oldukça yaygınlık kazanmıştır.​
Anarşizmin alt akımlar içinde değerlendirilmesi aslında anarşistlerin bir tutumundan ziyade, anarşizm üzerinde çalışmalar yürütenlerin okuyucuya kolaylık sağlama çabasının ürünüdür. Anarşistlerin birçoğu kendilerini bugün herhangi bir sıfat kullanmadan sadece anarşist olarak tanımlamaktadırlar.​
Anarşizm bu parçalı görünümüne rağmen, özellikle bireyciler ve toplumcular arasındaki farklılıklar dikkat çekicidir, birçok ortak hedefte uzlaşma içindedirler. Anarşizmin temel kavramının özgürlük olduğu şüphe götürmez bir gerçek olmakla birlikte, özgürlük anarşizmi tek başına açıklamaya yetecek bir kavram da değildir. Anarşizmde özgürlüğe eşlik eden diğer iki kavram eşitlik ve adalettir.​
Anarşizm sınırlandırılmamış özgürlük idealini savunmaktadır. Sınırsız özgürlük ise Bakunin'in tanımıyla "herkesin gizli bir yetenek biçiminde sahip olduğu her türlü maddî, entelektüel ve ahlâkî gücün tam gelişmesiyle ortaya çıkan, bizim kendi doğa yasalarımız tarafından çizilmiş olanlardan başka sınırlama tanımayan" özgürlüktür. Rocker da Bakunin'e oldukça benzer bir şekilde özgürlüğü; "soyut felsefi bir tanım değil, her insanın kendisine doğa tarafından bağışlanan tüm güçleri, kapasite ve yetenekleri tam olarak gerçekleştirebilmesinin ve toplumsal birer değere çevirebilmesinin hayatî maddî imkânı" olarak tanımlamıştır.​
Söz konusu iki özgürlük tanımı anarşistlerin özgürlüğe yaklaşımlarındaki temel noktalan ortaya koymaya fazlasıyla yeterlidir: Bunların en belli başlıları ise, özgürlüğün insan türünün bir özelliği olduğu ve bu nedenle doğal sınırlar dışında engellenmemesi gerektiği; insanın 'gelişmesiyle' birlikte özgürlüğün de geliştiği ve özgürlüğün bölünemez olduğu hususlarıdır. Kısacası, anarşizmin ulaşmak istediği ideal olarak özgürlük, bireyin gelişiminin dıştan gelen bir baskı ile engellenmemesidir. Anarşizmin bu ideali en açık biçimde ünlü şair Shelley tarafından Özgürlüğüne Kavuşmuş Prometheus adlı şiirde ifade edilmiştir:​
"Yüzdeki iğrenç maske düşünce, geriye sadece insan kaldı
Krallık asası olmadan, özgür, sınırlar kalkmış bir biçimde
Eşit, sınıfsız, kabilesiz, ulussuz.
Korkusuz, yapmacıksız, hiyerarşisiz, kralsız
Üzerlerinde hakimiyet kurmuş olsa bile, henüz bazı şeylerden kurtulamadı
Tesadüften, ölümden ve değişiklikten,
Bu engeller olmasaydı gelişmesi içinde
Şimdiye kadar hiç ulaşılmamış bir göğün en uzaktaki yıldızına ulaşırdı
Özgürlüğün, bireyin gelişiminin dıştan gelen bir baskı ile engellenmemesi olarak tanımlanması asil olarak Hobbes'un, iktidarın uygulayıcısı olan aygıtların olmadığı doğa durumunun herkesin herkese karşı savaştığı bir barbarlık dönemi olduğu fikrinin tam karşıtıdır. Anarşizmde iktidar ve baskı araçlarının ortadan kalkması korkulacak bir durum değil, özgürlük için istenmesi gereken bir durum olarak görülür.​
Anarşizmde özgürlük her şeyden önce bireye ait bir özellik olarak tanımlanmaktadır. Özgürlüğün bireyden hareket ile tanımlamaya çalışılmasının asil nedeni ise, "genel" adı verilen her şeyin, anarşistler tarafından, sadece yönetenlerin kullandığı bir soyutlama olarak görülmesidir. Anarşistler için, yönetenlerin bir aracı olan bu tarz soyutlamalar, bireysel veya gerçek olan her şeyin, aslında olmayan bir "genel" adına inkârının bir aracından başka bir şey değildir. Bu nedenle anarşistler özgürlüğün bölünemez bir bireysel hak olarak ele alınmasından yanadırlar.​
Anarşizm bireysel özgürlüğü temel bir argüman olarak ortaya koyar. Fakat bireysel özgürlük anarşistlerce temel alınmasına karşın, o bireyi hiçleştirme noktasına taşıyacak bir çerçeveye oturtulmaz ve bireysel özgürlüğün zeminlerinden biri olarak toplumsal özgürlük de hedeflenir, Bu bakış açısından değerlendirildiğinde, özgürlük, anarşizmde çift yönlü olarak işleyen bir sürecin, yani toplumsal özgürlüğün inşası ve bu özgürlüğün devamlılığının sağlanması sürecinin yönlendiricisi olma görevini yürütür. Bireyci anarşistlerin toplumsal özgürlük kaygısının birey özgürlüğünün önüne geçmemesi isteğiyle bazı itirazları olmasına rağmen, Stirner bile "egoistler birliği" gibi bir grup fikrini ortaya atarak, toplumdan tamamen soyutlanmış bir birey tasavvur etmediğini ortaya koymuştur. Anarşist anlayışın toplumsal ve bireysel özgürlüğün karşılıklı bağımlılığı fikrini, nitekim Bakunin "benim kastettiğim özgürlük, her bireyin tek tek sahip olduğu özgürlüktür; bu özgürlük, başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde bitmez; aksine o noktada olumlanır ve oradan sonsuzluğa uzanır. Benim kastettiğim özgürlük, herkesin özgürlüğü aracılığıyla her bireyin sinirsiz özgürlüğüdür" sözleriyle açıklamıştır.​
İşte bundan dolayı, anarşist düşüncenin diğer iki önemli kavramı eşitlik ve adalet olmak durumundadır. Bir tek kişinin özgürlüğünün ancak herkesin eşit olması ile elde edilebileceği tezinden hareket eden anarşistler; özgürlüğün, hem ilkesel hem de olgusal olarak, eşitlik aracılığıyla gerçekleşmesini ise adalet olarak tanımlarlar.​
Anarşist düşünürlere göre özgürlük, ancak ve ancak adalet yolu ile gerçekleştirilebilir. Bireysel olarak ele alınabilecek özgürlüğün bütün topluma yayılması, ancak bütün toplum üyelerinin benzer şartlara sahip olması ile gerçekleştirilebilir ki bu, güçlü bir toplumsal adaleti zorunlu kılmaktadır.​
Anarşizmin ortaya çıktığı dönemdeki belirgin toplumsal adaletsizlik, anarşist düşünürlerin bunu basit, ama etkili bir tespitle görüşlerinin ayrılmaz ilkelerinden biri haline getirmelerine neden olmuştur: Toplumsal adalet olmadan bireysel özgürlük olamaz. Toplumsal adaletin en önemli fonksiyonu insanların birbirlerinin özgürlüğünü engelleyecek biçimde mücadeleye girmelerini gerektirecek bir toplumsal düzene izin vermemesi, yani bütün toplumun eşit koşullara sahip olmasını sağlamasıdır. Anarşist hareketin temel sloganlarından biri olan ve Eugene Debs'e ait olan "birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız" bu anlayışı özetlemektedir.​
Anarşistlerin büyük kısmı toplumsal eşitlik ve adaleti savunmaları nedeniyle varolan kapitalist sistemi ve özel mülkiyete karşı olmuşlardır. Mülkiyetin olanaksızlığı, Proudhon'a göre, onun toplumsal eşitliğe karşı olumsuz işlevinden kaynaklanır. Proudhon'a göre toplumun esası çalışmadır, emektir; mülkiyet ise çalışmadan kazanç sağladığı için toplum düzenini bozar. Bu olumsuzluk, sonuçta adaleti engeller ve son olarak insanın en kutsal öğesi olan özgürlüğü engeller. Bu bakışla mülkiyet; "bir insanın bir şeyden yararlanmak hakkından çok başkalarını bu şeyden yararlanmaktan men etmek hakkıdır. Mülkiyet başkalarını yoksun etmek hakkıdır." Mülkiyet konusunda Proudhon Pazar Ayinine Dair adlı çalışmasında 'mülkiyet yanlış tanrıların sonuncusudur' der. Kapitalist sistemin toplumsal eşitsizliği kurumsallaştırması yanında insanı inkâr etmesi de anarşistlerin ona karşı çıkışının bir diğer nedenini oluşturur. Anarşistlere göre, varolan kapitalist sistem, işyerlerini örgütleme biçimiyle insanın entelektüel ve kültürel yönünü —kısaca beşeriyeti— İnkâr ederek insanı biyolojik bir türe indirgemekte ve insanı sadece gücü ölçüsünde değerlendirmektedir. Bu özelliğiyle kapitalizm toplumsal sömürünün bir yöntemi olmaktan öte, insanın İnsanî olan bütün yönlerinin reddedilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. însan, fabrika örgütlenmesinde, sadece gücünden faydalanan bir canlıya indirgenmiş, işin yapılması konusunda bilgisine asla başvurulmamış ve iş hayvanlarından bir farkı kalmamıştır. Anarşistlere göre, üretimin birinci hedef olduğu her sistem, insanın inkârıdır; çünkü bu sistemlerin her birinde mal ve hizmet üretiminin sayısal artışı, insanın aleyhine işleyen bir biçimde gerçekleştirilmektedir.​
Özgürlüğü ve adaleti amaçlayan birçok akımdan farklı olarak anarşist hareket, özgürlüğün gerçekleşmesinin toplumsal adaletin sağlanması yoluyla, toplumsal adaletin sağlanmasının ise toplumda varolan bütün ayrıcalıkların ortadan kaldırılması ya da başka bir ifadeyle sınıfsız bir topluma geçilmesiyle mümkün olacağını savunmaktadır.​
Görüldüğü üzere anarşist düşüncede eşitlik, bireysel özgürlüğün bir diğer gereğidir. Eşitlik, bireyler arası olmaktan öte bir anlam taşımakta bireylerle birlikte toplumsal gruplar ve uluslararası bir anlamı içermektedir.​
Anarşist düşünce eşitliğe büyük bir önem vermesine rağmen ekonomik eşitliği tek başına bir hedef olarak görmemektedir. Anarşistlere göre ekonomik eşitlik özgürlüğün bir koşulu olmasına rağmen, ekonomik eşitlik direkt olarak özgürlük sonucunu vermez. Rocker'in ifadesiyle: "Tek başına ekonomik eşitlik toplumsal kurtuluş değildir. Marksizm ve diğer tüm otorite yanlısı Sosyalizm ekollerinin anlamadığı da budur. Hapishanede, manastırda veya kışlada bile, içerideki herkes aynı ikametgaha, aynı yiyeceğe, aynı üniformaya ve aynı görevlere sahip olduğundan kişi oldukça yüksek derecede bir ekonomik eşitlik bulur. Peru'daki antik İnka devleti ve Paraguay'daki Cizvit devleti her sakinine eşit ekonomik standart getirmişti, ama buna rağmen buralarda en rezilinden despotizm hüküm sürüyordu ve insan, yalnızca kendi hayatı üzerinde kendisinin en ufak etkisi olmayan, yüksek bir irâdenin otomasyonu haline getirilmişti."​
Anarşizmin amacını özetleyen bu belirttiğimiz kavramların zıtları da anarşist düşüncede oldukça önemli bir yer tutarlar: Özgürlüğün engelleyicisi olarak baskı, baskının kaynağı olarak otorite, otoritenin düşünsel boyutunun ifadesi olan dogma, otoritenin ekonomik gücünün kaynağı olan mülkiyet ve son olarak anarşizmin önemli diğer kavramı; inşa edilmesi amaçlanan özgür bireylerden oluşmuş toplumun bir daha "efendilerin eline geçmesini engelleyecek tek araç olarak görülen federalizm.​
İstisnasız bütün anarşistler otoriteye karşı tavır almışlardır. Anarşistlere göre otorite, baskıyı zorunlu kılar ve insanları belirlenmiş kalıplar içinde tuttuğu için gelişimlerini engeller. Bu nedenle anarşist düşüncede otorite kavramına eşlik eden diğer kavram, otoritenin zorunlu sonucu ve özgürlüğün zıttı olan "kölelik"tir. Anarşistlere göre otoriter yapıların hüküm sürdüğü toplumlarda eşitlik mümkün olamaz. Bu toplumlarda ekonomik ve entelektüel birikim belirli grupların elinde toplanır ve bu onların gücünün temelini oluşturur ve devamla bu güç, diğer grupların baskı altında tutulmasını sağlayarak bir kısır döngü oluşturur. Gruplar bu gücü kullanarak birer otoriteye dönüşürler ve insan özgürlüğünün engelleyicisi durumuna gelirler. Kısaca otorite, sosyal bir yapı içinde kendini gösterir ve kendi araçlarını yaratır.​
Anarşizmde, otoriter bir yapıyı belirlemenin en basit yöntemi, bu yapının herhangi bir eylemi kişi veya gruba kanaat ve isteklerine rağmen dayatma yoluyla yaptırıp yatır madığıdır. Bireysel rıza yerine gücün etkisi ile gerçekleştirilen her uygulama, anarşistlere göre, otoriter ve bu nedenle köleleştirici bir uygulamadır.​
Anarşistlerin devleti her koşulda ortadan kaldırılması gereken bir varlık olarak görmelerinin temelinde de otorite karşıtı tutumları yatmaktadır. Anarşistlere göre devlet otoriter yapıların en güçlüsü olması nedeniyle insanları baskı altına almakta ve özgürleşmelerini engellemektedir. Ayrıca toplumun belirli bir merkezden yönetilmesi anlamına gelen devlet her türlü bireysel, kültürel ve sosyal farklılığı yok saymakta ve bu farklılıkları taşıyan birey ve grupların taleplerini göz ardı ederek bütün bu farklılıkları soyut bir kamu tanımı içinde cevapsız bırakmaktadır.​
Anarşistler, devletin biçimsel olarak değil tamamen ortadan kaldırılmasını savunurlar. Onlara göre devlet yönetimlerinin diktatörlük veya demokrasi olması özgürlükler açısından belirli bir farklılığa işaret etse de aslında bütün devlet biçimleri özünde aynı amaca hizmet ederler.​
"Ekmeğin Fethi" adlı çalışmasında devletin sömürücü ve köleleştirici doğasını açıklamaya çalışan Kropotkin'e göre, modern devlet yarattığı birçok kurumla insanları köleleştirmeyi mümkün hale getirmiştir. Ona göre, sosyal hayatın her noktasında sürekli devletsiz bir yaşamın mümkün olamayacağı tezi, insanlara onlar farkında olmadan, empoze edilmektedir. Ve bu süreç devleti düşünsel anlamda karşı konulamaz bir hale getirmekte, aynı zamanda devletin sömürü araçlarınm birey tarafından tespitini de zorlaştırmaktadır. Oysa Kropotkin'e göre, merkezî devletler topu topu son üç yüz yıl içinde yavaş yavaş ortaya çıkmış örgütlerdir.​
Bu bakış açısıyla anarşistler, devleti de İnsanî gelişmeyi engelleyen en kapsamlı aygıt ve bu nedenle egemenlerin denetimindeki eğitim, ekonomi, ordu ve bunun gibi bütün diğer alt yapıları içine alan bir şemsiye olarak görmüştür. Devlet bu kurumlardan ayrı ele alınamayacağından, anarşistler tek tek bu kurumlan eleştirmek yerine devleti eleştirmişler ve bu nedenle anarşizmin devlet karşıtlığı daha fazla ön plâna çıkmıştır.​
Anarşistler toplumdaki bütün otoriter kurumlara karşı olumsuz tavır içinde olmuşlardır. Anarşistlere göre tasfiye edilmesi gereken ve aslında birer dayatma yolu ile oluşan otoriter kurumlar, sosyalleşme süreci içinde insanları öyle yoğun bir biçimde sarmalar ki insanlar bu kurumlan toplumun temel yapıları olarak görme yanılgısına düçerler.​
Bu tür kurumların başında gelen din ise, Hıristiyan anarşistler dışında bütün anarşistler tarafından, insanın inkârının bir özeti olarak görülmüştür. Anarşistlere göre, insan üstü olan her şey içeriğinde insanın inkârını da barındırmaktadır. Bu kurumların olumsuz işlevlerinden biri ise insan toplu mlarının üretimlerinin insan üstü yapılar tarafından yaratıldığını empoze etmeye çalışmalarıdır. Anarşistler için, insanlıkta büyük, adil, asil ve güzel olan her şeyin kutsallığını ilan etmek, insanlığın bizzat kendisinin, bunları üretemeyeceğini zımnen kabul etmek anlamına gelmektedir.​
Anarşistlerin otorite karşıtı tutumları onların birer baskı aracı olarak gördükleri dogmalara da karşı olmalarını zorunlu kılmıştır. Aynı şekilde bilime de bu bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Anarşistlerin bilim karşısındaki tutumları iki ana başlık altında incelenmelidir; çünkü anarşistler, genel bir kavram olarak, bilime pozitif bir yaklaşım içindeyken, bir iktidar oluşturma potansiyeline sahip oldukları için bilim adamlarına yaklaşımları negatif, en iyi düşünceyle nötrdür. Bilim, anarşist düşüncede oldukça önemsenmiş, teorik olarak ortaya konulan özgürlük probleminin çözümünde, bilimsel keşif ve buluşların artması yanında, bunların halka açılmasının da etkili olacağı düşünülmüştür. Anarşistler, bilime karşı pozitif bir yaklaşım sergilemelerine karşın bilim adamlarına karşı kuşkulu bir yaklaşım içindedirler. Bu kuşkulu yaklaşımın temelinde bilim adamlarının topluma karşı ayrı bir elitler grubu tarzında örgütlenmeleri yatmaktadır.​
Ayrıca anarşistler toplumu bilim adamlarının yönetmesi fikrine de şiddetle karşı çıkmışlardır. Anarşistler için bilim adamlarından oluşmuş .bir iktidarın savunulmasının temel yanlışlığı, bu tarz bir yönetimin sadece topluma karşı değil bilime de karşı olmasıdır. Bakunin'in ifadesiyle "böyle mutlak egemenliğin sahibi bilimsel bir akademi, en değerli insanlardan oluşturulmuş olsa bile, fazla uzun olmayan bir süre sonunda, şaşmaz bir biçimde; hem ahlâkî hem de entelektüel açıdan çürümeye mahkum olur. Bugün bile, kendilerine pek az ayrıcalık tanınmış olduğu halde, bütün akademilerin tarihi bundan ibarettir. En büyük deha bile olsa, bir akademisyen, resmen lisansa bağlanmış bir bilgin haline gelir gelmez, kaçınılmaz olarak aptallaşmaya başlar; kendiliğındenliğini, devrimci cesaretini ve en büyük dehaların karakteristiği olan ve en sarsak dünyaları yıkıp yenisinin temellerini kurmaya davet eden, belalı ve vahşi enerjisini yitirir. Hiç kuşkusuz, düşünce alanında yitirdiklerini, kibarlıkta, yararcı ve pratik zekâ alanında kazanır; tek kelimeyle çürümüş hale gelir."​
Kısaca, anarşistler bilimin hayatı aydınlatmasını ama onu yönetmemesini ister, bilimin iktidar haline gelmesini engellemek içinse, bilimin belirli grupların tekelinden çıkartılarak toplumda yaygınlaştırılmasını amaçlarlar.​
Anarşist düşünürler, otoritenin insanlar üzerindeki kökleştirici etkisine dikkat çekmekle beraber otoritenin olmadığı bir toplumun hangi ilkelere göre oluşturulması gerektiği konusunda tezler geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bireyciler hariç bütün anarşistlere göre, otoritenin oluşmasını engelleyerek insanların özgürlüğünü güvence altına alabilecek tek sistem toplumun federatif ilkelere göre örgütlenmesidir. Anarşist düşünün temel argümanlarından olan federatif örgütlenmeyi ilk defa "atölyelerin karşılıklı örgütlenmesi" önerisiyle Proudhon savunmuştur. Anarşistler ortadan kaldırmayı amaçladıkları merkezî yapıların yerine konabilecek toplumsal örgütlenme yöntemi olarak, merkezî yönetimlerin en belirgin özelliği olan yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen işleyişi tam tersi bir biçimde sağlayabilecek olan federatif örgütlenmeleridir. Bu örgütlenme, Bakunin'in sık sık yinelediği gibi, yukarıdan aşağıya bir dayatma ile değil, aşağıdan yukarıya gönüllülük esasına göre oluşturulacaktır. Bakunin'in sıkça kullandığı "aşağı" ve "yukarı" terimleri belirli bir hiyerarşik ilişkiyi işaret etmek yerine basit ile karmaşık olanı, özel ile genel olanı, coğrafî olarak dar olan ile geniş olanı işaret etmektedir.​
Proudhon'dan itibaren anarşist hareketin ana gövdesini oluşturan toplumcu anarşistler gelecek tasarımlarında komünlere merkezî bir rol vermişlerdir. Dıştan gelen belirlenmenin olumsuzlanması ve somut insanı toplumsal varoluşu içinde özgür kılmaya yönelik bir yapılaşhrma yolu olan özyönetim ilkesinin işlevsel olabilmesi anarşistler için, ancak birbirini etkileyen ya da etkileme olasılığı bulunan bütün çerçevelerde geçerli olması koşuluna bağlıdır. Bu noktada anarşistler varolan özgür komünlerin özyönetimci ilkelerinin bütün topluma yayılması ve yeni hiyerarşik ilişkilerin oluşmasını engellemenin biricik yöntemi olarak federatif örgütlemenin kaçınılmazlığına vurgu yapmaktadırlar. Federatif sistemde, özyönetimin hakim olduğu bir meslek grubu, şehir ya da gönüllü yaşam birliği olarak ele alınabilecek komünler yine karşılıklı gönüllülük esası çerçevesinde birbirleriyle ilişki halinde olacakları birlikler oluşturmaktadırlar. Anarşistlere göre oluşturulacak özyönetimci komünlerin federatif bir tarzda yaygınlaştırılması insan özgürlüğünün ekonomik, kültürel ve sosyal açıdan güçlü bir biçimde savunmasını sağlayacaktır. Bireyciler, toplumcu anarşistlerden farklı olarak bu tarz gelecek tasarımlarına da soğuk bakmaktadırlar.​
Federatif örgütlenme ayrıca, komünlerin ürünlerinin toplum içinde dolaşımının sağlanması yoluyla ekonomik merkeziliğin ortadan kaldırılmasını, Kropotkin'in ifadesi ile "ekonomik desantralizasyon"un sağlanmasını da sağlayacak bir yöntem olarak görülmüştür. Bu yolla kapitalist sistemden farklı olarak, ekonomik üretim sonucunda oluşan değerin belirli toplumsal grupların elinde toplanarak bir güce dönüşmesinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır.​
Bu ilkenin ikinci önemli amacı ise komünlerin ve onları oluşturan bireylerin bağımsızlıklarının sağlanmasıdır. Ekonomik sistemde belirli bir grubun kesin kontrolünün varlığı durumunda, bu grubun bütün sosyal yapıyı da kontrolü altında tutacak güce sahip olabileceği ihtimali oldukça yüksektir. Egemen gruplar, ekonomik üretimi ellerinde tuttukları ölçüde bireyleri de kontrol altında tutabilmektedirler, çünkü yaşamak için ihtiyaç duyulan bütün mal ve hizmetler günümüzde bölünemez bir sistem tarafından üretilmektedir.​
Federalizm yoluyla anarşistler, merkezî devletin yerine, erkin tümüyle parçalara ayrılmış ve mümkün olduğunca bireyler ve küçük gruplar tarafından ele alınmış olduğu bir sistemi koymayı amaçlarlar. Anarşistler bu sistemde yukarıdan aşağıya doğru belirgin bir yönetim hattı veya bunun tersi olan aşağıdan yukarıya bir hat değil, birçok yatay ilişkinin oluşturduğu üst üste binmiş katmanların ilişkisinin söz konusu edildiği bir yapıyı öngörürler.​
Aslında, federal ilişkiler yoluyla ulaşmak istenilen amaç, oldukça basit bir ilkeye dayanır: Birey üstü yapıların güçlerinin azaltılması. Bu yolla birey bir tek gücün mutlak irâdesine mahkum edilmek yerine birçok kısmî güç sahibi yapıyla karşı karşıya kalmakta ve bu durum bireye hareket alanı ile birlikte alternatif çokluğu da sağlamaktadır, çünkü anarşizmin temel hedeflerinden biri bireyin seçeneklerinin artırılmasıdır.​
Ancak bu örgütlenmeler, en alttan en üste kadar tamamen gönüllülük ve karşılıklı anlaşmalar yoluyla oluşturulmalı ve anlaşmanın tek taraflı olarak feshi konusunda taraflar tamamen özgür olmalıdırlar. Böyle bir ilişkiler sistemi içinde bireyler ve komünler ilişkileri karşılıklı anlaşmalar yoluyla sağlayacaklarından ve anlaşmaların tek taraflı feshi mümkün olduğundan birey ya da komün ilişkiden yarar sağlamadığını düşündüğü anda yeni bir ilişki seçeneğini hazır bulacaktır.​
Ancak anarşistler ulaşmak istedikleri özgür bireylerden oluşmuş özgür federatif toplumların nasıl hayata geçirileceği, bu toplum biçiminin hayata geçirilmesinden sonra uygulamaların nasıl olacağı konusunda kesin reçeteler vermekten özenle kaçınmaktadırlar. Anarşistlere göre insan doğuştan sosyal bir varlıktır ve varlığının devamlılığı ile birlikte özgürlüğünü de ancak bir toplumsal sistem içinde koruyabilir. Godwin ile birlikte anarşist düşüncenin ana öğelerinden biri olan insanın gelişimi için birlikteliklerin ve toplumun gerekliliği fikri aynı zamanda devlet ile toplumu birbirinden ayrı görme anlayışını içermektedir. Godwin'le başlayan insanın sosyal bir varlık olduğu tezi Kropotkin tarafından daha da geliştirilmiş ve Kropotkin kendi özgün teorisi olan "karşılıklı yardımlaşmadı ortaya atmıştır. Ona göre insanlar arasındaki uyumu ve sosyal kurumlan oluşturan ve insanın evrim süreci İçerisinde farklı türlerden daha hızlı bir şekilde ilerlemesini sağlayan, diğer türlerden daha güçlü bir biçimde varolan karşılıklı yardımlaşma içgüdüsüdür.​
Anarşistlere göre insanlar, birlikte olma zorunluluklarından dolayı bu süreçleri kendi talep ve ihtiyaçlarına göre kendiliğinden gerçekleştirebilirler. Anarşistlerin gelecek ile ilgili sihirli reçeteler vermekten kaçınmaları onların dogma haline gelmiş her düşüncenin,​
insan özgürlüğü karşısında, maddî baskı süreçleri kadar etkili bir engelleyici olduğunu savunmalarından kaynaklanmaktadır.​
Anarşistler bu çerçevede, belirli bir fikrin diğerleri karşısındaki mutlak üstünlüğünü de kabul etmemektedirler. Dogma, zorunlu olarak bu dogmayı uygulayacak bazı grupları da gerektirdiğinden, bu da egemen grupların oluşmasını sağlamaktadır. Çünkü bir dogmanın varlığı, onun düşünsel güçlülüğünden çok onu savunanların gücünden kaynaklanır. Bu özelliğiyle fikirler birer dini inanca dönüşme eğilimi taşırlar. Anarşistlerin bu yaklaşımı onları plânlamacılar-kendıliğindenciler dikotomisinde kendıliğindenciler safına itmektedir.​
Proudhon'dan başlayarak bütün anarşistlerin ortak fikri, toplumsal düzenin kaynağının otoriteler değil tarihsel süreç içinde toplumlann kendiliğinden ortaya çıkardıkları toplumsal ilişkiler olduğu yönündedir. Bu noktada anarşistler, otoriter kurumların bireysel ve toplumsal özgürleşme yolundaki doğal yasa ve ilişkileri engelleyici yönüne vurgu yaparlar; yönetimler sanıldığının aksine düzeni sağlayan değil, toplumsal ilerlemeyi engelleyen yapılanmalardır. Anarşistlere göre bu sistemin değiştirilmesinin yöntemi, yönetimin gelecek tasarımının ya da başka bir ifadeyle yönetim mentalitesinin değiştirilmesi değil toplumsal yapıdaki en zayıfından en güçlüsüne her türlü egemenlik ilişkisinin ortadan kaldırılmasıdır.​
Görüldüğü gibi anarşizm çözümleme birimi olarak bireye merkezî bir rol vermekte ancak bireyi toplumdan soyutlanmış bir varlık olarak ele almak yerine birey ile toplumun ayrılmazlığı ilkesini benimsemektedir. Anarşizm, bu yaklaşımı ile bireyi hiçleştırici bir yalnızlığa hapsetmek yerine her bireyi bütün toplumsal yapının içindeki etkili aktörlere dönüştürme amacını taşımaktadır. Diğer yandan anarşizmin bireye verdiği önemin nedeni birçoklarının iddia ettiği gibi anarşist teorinin insanın doğası itibarıyla iyi olduğuna inanması değildir; anarşist düşünürlerden birçoğu insan doğasının iyi olduğundan çok bencil ve kötü olduğunu vurgulamışlardır. Anarşistlerin bireye ve bireylerin kendiliğinden düzen oluşturacağına İnanmalarının asil nedeni insanların akıllı ve bilinçli varlıklar olmaları ve bu nedenle talep ve ihtiyaçlarını kendi aralarında dayanışma ve uzlaşma ile giderebileceklerine inanmalarıdır.​
Özetle, anarşizm insanın, evrim içerisinde düşünsel, ahlâkî ve ekonomik her alanda kendisini daha da geliştirmesi sonucunda özgürleştiğini, insan özgürlüğünün temel engelleyicisinin insanın köleleşmesi sonucunu doğuran otoriter kurumlar olduğunu ve bu kurumların gönüllülük temelinde oluşturulmuş, yatay ilişkiler yoluyla ortadan kaldırılmasıyla insanların kendiliğinden özgür toplumlar yaratabileceğini savunan bir felsefi ve siyasal düşüncedir.​
Ward, Eylemde Anarşi(çev. H.D. Güneri), Kaos Yayınları, İstanbul, 2001.​
Woodcock, Anarşizm Bir Dtiştincc ve Hareketin Tarihi (çev. A. Türker), Kaos Yayınlan, İstanbul, 1998.​
J. Degen, Anarşizmin Bugüuü(çev. N. Ozan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999.​
J. Zerzan, Gelecekteki İlkel(çev. C. Atilla), Kaos Yayınları, İstanbul, 2000.​
M. Bakunin, Tanrı ve Devlet(çev. S. Ergün), Öteki Yayınları, Ankara, 2000.​
P. Marshall, Demanding The Impossible, A History of Anarchism, Fontana Press, London, 1993.​
P. Thomas, Marx ve Anarşistler(çev. D. Evci), Ütopya Yayınları, Ankara, 2000.​
P. Kropotkin, Karşılıklı Yardımlaşma(çev. I. Ergüden ve D. Güneri), Kaos Yayınları, İstanbul, 2001.​
P. Kropotkin, Anarşi, Felsefesi-İdeali (çev, I. Ergüden), Kaos Yayınlan, İstanbul, 2001.​
R. Rocker, Anarko-Sendikalizm(çev. D. Güneri), Kaos Yayınlan, İstanbul, 2000.​
V. Ridıards, Malatesta(çev. Z. Kiraz), Kaos Yayınlan, İstanbul, 1998.​
G. Crowder, Klâsik Anarşizm (çev. S. Albparmak), Öteki Yayınları, Ankara, 1999.​
Ayrıca bkz., BAKUNIN, BARIŞ, BOOKCHIN, EKO-ANARŞİZM, EŞİTLİK, FEMİNİZM, GODWIN, KROPOTKIN, MALATESTA, ÖZGÜRLÜK.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Felsefe 0
Benzer Konular
Anlam Anarşizmi

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst