İyonya Okulu’nun sonuncu filozofu Anaksimenes’tir. Hayatıyla ilgili olarak günümüze pek fazla bilgi ulaşmayan Anaksimenes (MÖ 585-525) de tıpkı Thales ve Anaksimandros gibi bir bilim adamı –ya da astronom– filozoftur.​
HAYATI VE ESERi
Anaksimenes, Milet Okulu'na mensup filozofların sonuncusudur.​
Onun Anaksimandros'tan hiç olmazsa bir kuşak daha genç olduğu anlaşılmaktadır. İÖ 585-528 yılları arasında yaşamış olduğu hesaplanmaktadır. Anaksimandros gibi onun da Doğa Üzerine adını taşıyan bir eser kaleme aldığı bilinmektedir. Ancak onun da bu eserinden zamanımıza sadece birkaç cümle kalmıştır.​
Anaksimenes hakkında ana kaynaklarımız başta onun hakkında özel bir monografi yazmış olduğu söylenen Teophrastos -ancak bu monografinin kendisi elimizde değildir; yalnızca ondan diğer biyograf ve doksografların yapmış oldukları bazı alıntılar elimizde mevcuttur, Aristoteles, Diogenes Laertius, Simplicius ve Hyppoliteos'tur. Anaksi mandros'un şiirsel düzyazısına karşılık Anaksimenes'in "gereksiz süslemelerden kaçmarak basit bir düzyazı üslubunu benimsemiş olduğu" anlaşılmaktadır (DL. Il, 3).​
Anaksimenes'in astronomisi genel olarak Anaksimandros'unki ne göre bir gerilemeyi temsil eder. O, Anaksimandros'un boşlukta duran silindir şeklindeki dünyası yerine "havada bir yaprak gibi yüzen" bir masa kapağı şeklindeki dünyayı geçirir (DK. 13, A 7, 4, 20). Yine Anaksimandros'un Güneş'i dünyanın altındaki boşluktan geçirtip ertesi gün doğudan yeniden doğdurmasına karşılık Anaksimenes, Thales'in görüşüne geri döner ve onu ve diğer gök cisimlerini akşamları yandan dolaştırarak ertesi günü doğudan doğdurur.​
Buna karşılık, başka bakımlardan Anaksimenes'in astronomisinin Anaksimandros'unkinden ileri olduğunu kabul etmek gerekir. Örneğin, ilk defa sabit yıldızlarla gezegenler arasında ayrım yapan Yunan filozofu veya bilgini, Anaksimenes'tir. Öte yandan, ay ve güneş tutulmaları hakkında doğru bir açıklama veren ilk Yunanlı düşünür de odur. Anaksimandros'un gök cisimlerini hava tarafından çevrelenen yassı silindir veya tekerlekler şeklinde ateş kütleleri olarak gördüğünü ve ay ve güneş tutulmalarını, ay ve güneşin "ağız"larının tıkanması sonucunda ışıklarını kaybetmeleriyle açıkladığını biliyoruz. Buna karşılık Anaksimenes, Güneş ve Ay ile diğer yıldızlar arasında bir ayrım yapmaktadır. Ona göre, Güneş, bizzat kendisi ışığa sahip olan bir cisimdir, ama Ay ve diğerleri sadece Güneş'in ışığını yansıtırlar. O halde Ay'ın Güneş'le Yer arasına girerek Güneş'in ışıklarının yeryüzüne gelmesine engel olması güneş tutulması, Güneş'in Dünya ile Ay arasına girerek Ay'ın yansıyan ışıklarına engel olması da ay tutulmasıdır.​
Sonra Anaksimenes'in Güneş, Ay ve diğer sabit yıldızlar arasında yaptığı ayrımın bir sonucu olarak Güneş ve Ay'ı hava tarafından taşınan ve Yer'in etrafında hareket eden gezegenler olarak kabul etmesine karşılık, sabit yıldızları birtakım "kristal kürelere çakılı çiviler" gibi düşünmüş olduğu haber verilmektedir (DK. A 14). Eğer bu haber doğru ise ilerde Aristoteles'le birlikte ün kazanacak ve ikibin yıl boyunca gerek Doğu İslam dünyasında, gerekse Batı'da varlığını sürdürecek olan kristal, yani şeffaf kürelere çakılı gök cisimleri öğretisinin başlangıçlarında bulunuyoruz demektir.​
Anaksimenes'in kar, dolu yağması; şimşek, yıldırım düşmesi; gök kuşağının ortaya çıkması gibi meteorolojik olaylar hakkında da bazı özel açıklamalarının olduğu rivayet edilmektedir. Örneğin ona göre gök kuşağı, güneş ışınlarının yoğunluğu fazla olan bir bulut üze rine düşmesi, ancak bu yoğun bulutun o ışıkları geçirmeyip yansıtması sonucunda ortaya çıkar. Meteorolojik olaylar yanında depremlerin meydana gelişiyle ilgili bir açıklamasının olduğu da söylenmektedir (DK. 13 A 21).​
Bütün bu olaylarla ilgili Anaksimenes'in çabasının ve açıklamalarının değerini teşkil eden şey, Anaksimandros için de işaret ettiğimiz üzere, getirilen bu açıklamaların "doğruya uygun" olup olmamalarından çok "efsanevi" açıklamalar olmayıp doğal nedenlere dayanan doğal açıklamalar olmalarıdır.​
Bu aynı değerlendirmeyi, ana madde olarak kabul ettiği havanın yoğunlaşmak ve seyrekleşmek suretiyle soğuk ve sıcak olanı meydana getirdiği görüşünü desteklemek üzere yaptığı ileri sürülen ilkel deneyiyle ilgili olarak da ileri sürebiliriz. Sözkonusu ilkel deney şudur: Söylendiğine göre Anaksimenes dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimizde ağzımızdan çıkan havanın soğuk, dudaklarımızı veya ağzımızı mümkün olduğu kadar açıp avucumuza üflediğimizde ise ağzımızdan çıkan havanın sıcak olduğunu gözlemlemiştir. İşte bu gözleminden veya deneyinden hareketle de yoğunlaşan havanın soğuk, seyrekleşen havanın sıcak olması gerektiği veya daha fiziksel bir şekilde söylersek, havanın yoğunlaşması durumunda soğuk olanı, yani suyu ve toprağı, seyrekleşmesi durumunda ise sıcak olanı, yani ateşi meydana getirmesi gerektiği sonucuna varmıştır (DK. 13 B 1) Şimdi bu gözlemin ne kadar ilkel veya çocukça olduğu bellidir. Ama öte yandan ne kadar ilkel olursa olsun Anaksimenes'in varlıkların havadan nasıl meydana geldiklerini ilişkin öğretisini böyle bir gözleme dayandırarak temellendirme çabası veya düşüncesinin kendisi değerlidir; çünkü bu ilkel de olsa bir doğal-bilimsel açıklama denemesi anlamına gelmektedir.​
Anaksimenes'in bilimsel başarıları arasında belki de en önemlisi, havayla su buharı ve boş uzay arasında kesin bir ayrım yapmış olması ve havayı daha öncekilerin, hatta kendisinden sonrakilerin düşündüğü gibi sıcaklığın etkisiyle buharlaşan sudan, yani su buharından veya buğudan ve boş uzaydan tamamen farklı cisimsel, somut bir varlık olarak ortaya koymuş olmasıdır.​
ÖGRETİSİ
Onun felsefi ve bilimsel düşüncede, bir anlamda geriye dönüşü temsil ettiği söylenebilir. Bunu, onun astronomisinde olduğu kadar, arkhe olarak havayı seçiminde de görmek mümkündür. Buna göre Anaksimenes, Anaksimandros’un boşlukta duran silindir şeklindeki dünya anlayışı yerine, havada aynen bir yaprak gibi yüzen, bir masa kapağı şeklindeki dünya anlayışını geçirmiştir. Yine, Anaksimandros’un evrendeki çokluğu açıklamak üzere doğası itibariyle belirsiz bir töz, soyut bir arkhe öne sürdüğü yerde, Anaksimenes bir anlamda Thales’in bütün bir kozmosu tek bir bildik maddeye dayandırma düşüncesine geri dönmüştür.

Gerçekten de Anaksimenes, görünüşün gerisindeki akledilir gerçeklik, çokluğun arkasındaki akıl yoluyla kavranabilir birlik, kozmosta varolan her şeyin kendisinden türediği töz olarak aer ya da havayı öne sürmüştür. O, ilk madde olarak havayı seçerken, hiç kuşku yok ki sadece çokluğun veya görünüşün gerisindeki birlik ya da gerçeklikle değil aynı zamanda birlikten çokluğa geçiş veya daha genel olarak evrendeki değişme olgusuyla da ilgilenmekteydi. Buna göre, onun felsefe alanında gerçekleştirdiği en büyük yenilik, birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, varolan her şeyin havadan nasıl varlığa geldiğini açıklama işinde ilk kez yoğunlaşmış olmasından meydana gelir.

Anaksimenes, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, havadaki sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına başvurmuştu. Bu bağlamda, çok muhtemelen dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimiz zaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp, avucumuza üflediğimizde de ağzımızdan çıkan havanın sıcak olması gözleminden yararlanan filozofa göre, hava seyrekleştiği zaman ateş, sıkıştığı zaman da rüzgâr, bulut, su ve toprak haline gelebilir. Bu çerçeve içinde; Anaksimenes, havanın seyrekleştiği zaman daha sıcak hale geldiğini ve böylelikle de ateş olma yoluna girdiğini, buna karşın sıkıştığı zaman daha soğuk olup katılaşma yoluna girdiğini düşünmüştü.

Anaksimenes’teki seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaramalarının dışında, her tür niteliği niceliğe veya bütün niteliksel farklılıkları niceliksel farklılıklara indirgeme teşebbüsünü temsil eder. Daha sonra farklı filozoflarda değişik versiyonlarıyla karşılaşacağımız bu teşebbüs, bu yönde atılan ilk adım olmak durumundadır. Buna göre, maddenin bütün niteliksel farklılıklarının tek temel madde ya da dayanak olarak havanın değişen sıklaşma ve seyrekleşme dereceleriyle açıklanabileceğini düşünen Anaksimenes, bir anlamda modern fiziğin temelinde yer alan “fiziki fenomenlerin matematiksel denklemlerde ifade edilebildikleri zaman ancak bilimsel olarak açıklanmış olacakları” kabulünü öncelemekteydi.
Daha dar veya asıl anlamında felsefesine geçelim. Ancak bunun için önce eski yazarlardan bize intikal ettiği biçimde Anaksimenes'in görüşlerine ait bildirilerin bazılarını oldukları gibi aktaralım:​
"Eurystratos'un oğlu ve Milet'li Anaksimandros'un arkadaşı olan Milet'li Anaksimenes, Anaksimandros gibi tözün (arkhe) bir ve sonsuz olduğunu söylemekteydi. Bununla birlikte o Anaksimandros gibi onun belirsiz olduğunu değil, tersine belirli olduğunu ileri sürmekteydi... çünkü o, onun hava olduğunu söylemekteydi" (DK. A 5; krş. Metafizik 985 a 5)… "O (şimdi) varolan, (geçmişte) var olmuş olan ve (gelecekte) var olacak olan her şeyin, tanrıların ve tanrısal şeylerin havadan doğmuş olduklarını söylemekteydi" (A 7, 1)… "Nasıl hava olan ruhumuz bizi tutmaktaysa, soluk ve havanın da bütün dünyayı çevrelediğini söylemekteydi" (A 3, B 2) ... "Havanın şekliyse şudur: O kendisine en eşit olduğu zaman, gözümüz tarafından görülemez. Ancak sıcak ve soğuk, nem ve hareket onu görünür kılarlar. O her zaman hareketlidir; çünkü eğer hareketli olmasaydı, değişip varlıkları meydana getiremezdi" (A 7, 2)... "O seyrekleşmek ve yoğunlaşmak yoluyla tözlere ayrılır" (A 5 )..."Seyrekleştiği zaman ateş olur. Öte yandan rüzgarlar, yoğunlaşmış havadırlar. Bulutlar da tokaçlama yoluyla havadan meydana gelirler. Onlar daha da yoğunlaşınca su olurlar. Su, yoğunlaşmaya devam edince toprak olur ve mümkün olan en büyük ölçüde yoğunlaştığında da taş olur" (A 7, 3).
Ana Madde veya Arkhe Havadır
Bu bildiriler Anaksimenes'in varlık felsefesini tümüyle özetlemektedir. Anlaşıldığına göre Anaksimenes, Anaksimandros'un apeiron'undan vazgeçerek töz olarak havayı kabul etmiştir ve onun havayı kabul etmiş olması da bir bakıma yine Anaksimandros'tan bir geriye gidiş olarak kabul edilebilir. Çünkü bu durumda Thales için yaptığımız veya Anaksimandros'un yaptığını düşündüğümüz eleştiri, yani belirli bir tözden, yine belirli farklı ve zıt şeylerin nasıl çıkabileceği eleştirisi tekrar ortaya çıkmaktadır.​
Ancak konuya daha dikkatli bakalım: Anaksimenes bir taraftan tözün veya ana maddenin "belirli" olduğunu kabul ederken öte yandan onun sonsuzluğunu tasdik etmektedir, yani Thales'ten aldığı tözün belirli bir varlık olduğu öğretisini Anaksimandros'tan aldığı onun sonsuz olduğu öğretisiyle birleştirmektedir. O halde onun bütünüyle Thales'e bir geri gidiş olduğunu söylemek pek doğru değildir.​
Öte yandan, Thales'in suyu yerine Anaksimandros'u apeiron'u töz olarak ortaya atmaya götüren neden neydi? Bir önceki bölümde işaret etmeye çalıştığımız gibi bu muhtemelen belirli bir şeyin nasıl olup da farklı, hatta zıt şeyleri meydana getirdiğini açıklama güçlüğüydü. Eğer Anaksimenes'in bu güçlüğün hakkından gelmek üzere Anaksimandros'unkinden farklı, ama başka bakımlardan daha ikna edici ve daha verimli bir varsayımı ortaya attığını görürsek, onun Anaksimandros'a göre bir geriye gidiş olduğu iddiamızdan vazgeçmemiz mümkün olabilir.​
Hava, Yoğunlaşma ve Seyrekleşme Yoluyla Diğer Varlıkları Meydana Getirir
Bu varsayım nedir veya onda böyle bir varsayım var mıdır? Evet, Anaksimenes'te böyle bir varsayımın olduğunu söyleyebiliriz ve bu varsayım, yoğunlaşma ve seyrekleşme varsayımdır. Eğer tözün veya ana maddenin yoğunlaşmak ve seyrekleşmek suretiyle farklı varlıkları meydana getirmesi mümkünse veya böyle bir görüş makul ise o zaman artık tözü Anaksimandros gibi belirsiz bir şey olarak almak zorunda değiliz. Çünkü bu durumda veya bu varsayımda, bir aynı şeyin, yani havanın sıkışınca su, daha fazla sıkışınca toprak, en fazla sıkışınca taş veya kaya, buna karşılık seyrekleşince ateş olduğunu söylemek veya düşünmek mümkündür. Bu varsayımı veya açıklama tarzını kabul ettikten sonra, artık tözün belirli bir şey olduğunu kabul etmekte bir sakınca yok gibi görünmektedir.​
Sonra Anaksimandros'un tözü belirsiz bir şey olarak kabul etmesine rağmen dünyayı meydana getirtmekte apeiron'dan bir parçanın ayrılmasını, bu parçanın zıtlara bölünmesini veya zaten zıtlar olarak ortaya çıkmasını varsaymakta bir güçlük görmediğini biliyoruz. Ancak bu açıklama gerçekten tatmin edici midir? Çünkü bu "çokluk" ve "çeşitlilik" tözün birliğiyle uyuşmakta mıdır? Başka deyişle o, tözden, apeiron'dan bir şeyin ayrılması, bu şeyin "farklılaşma"sı, zıtlar olarak farklılaşma"sı ile ilgili olarak yeterli bir açıklama vermekte midir?​
Oysa Anaksimenes yukarıda da belirttiğimiz gibi, töz veya ilke olarak belirli bir şeyi almış olsa bile bu yoğunlaşma ve seyrekleşme mekanizması sayesinde ondan farklı ve zıt şeyleri meydana getirtebilir. Günümüzde bütün varlıkların temelde aynı şeyden, yani atomlardan meydana geldiğini kabul etmekle birlikte, onlar arasındaki farklılıkları atom ağırlıkları arasındaki farklılıklara indirgemiyor muyuz?​
Aristoteles de herhalde Anaksimandros'un açıklamasında yukarıda işaret ettiğimiz mahzuru gördüğü içindir ki, yine geçen bölümde belirttiğimiz gibi bazı başka yerlerde Anaksimandros'un apeiron'unu tam belirsiz bir şey olarak almaktan çok bir tür karışım olarak yorumlamak ihtiyacını duymuştur. Çünkü bir "karışım"dan, yani bütün varlıkların içinde birbirine karışmış olarak bulundukları bir şeyden, bu farklı varlıkların çıktığını anlamak daha kolay, daha akıl saldır. Aristoteles'in bu ikinci yorumunda evrende farklı, hatta birbirine zıt olduklarını gördüğümüz şeyler zaten daha önce apeiron'da birbirlerine karışmış bir halde mevcut bulunmaktadırlar. O zaman yapılması gereken şey sadece bu karışımdan, onu oluşturan şeyleri çıkartmaktan ibarettir.​
Özetleyerek söylersek, belirsiz bir şeyden ayrılan bir parçanın, ondan ayrılmasından ötürü nitelik bakımından farklılaştığını düşünmek, belirli bir şeyden ayrılan bir şeyin, yoğunlaşma ve seyrekleşmeden, yani bir aynı uzay parçası içindeki miktarının çoğalması ve azalmasından ötürü farklı şeyleri meydana getirebileceğini düşünmekten daha az anlaşılır bir şeydir. Bu anlamda Anaksimenes'in Bir olan'dan Çok olan'ın çıkması konusunda gerek Thales'ten, gerekse Anaksimandros'tan daha açık ve seçik, daha başarılı bir açıklama verdiğini kabul etmek gerekir.​
Ana Madde Olarak Havanın Seçilmesinin Nedenleri
Peki acaba Anaksimenes bu belirli şey olarak neden havayı seçmiştir? Yoğunlaşma ve seyrekleşme mekanizmasını kullanacak olduktan sonra belirli olan herhangi bir şey, örneğin Thales'in suyunun kendisi, ateş veya toprak da aynı ilke veya töz ödevini göremez miydi? Bazı felsefe tarihçileri bu soruyu cevaplandırmak için haklı olarak ana maddenin yerine getirmesi gereken diğer işlevine, bu işlev için de onun sahip olması gereken diğer bir niteliğine işaret etmek ihtiyacını duymuşlardır.​
Milet Okulu'na mensup bütün filozofların değişenin altında değişmeyen bir ana madde veya töz aradıklarını ve bu tözün de kendi değişimleri sayesinde diğer varlıkları meydana getirdiği ana varsayımını kabul ettiklerini biliyoruz. O halde onlar, bu tözü dinamik, kendinden hareketli, ezeli-ebedi olarak canlı bir şey gibi görüyorlar; onun kendi kendisine değişme gücüne sahip olmasını istiyorlardı. Başka deyişle Milet Okulu'na mensup filozoflar "madde" ile "kuvvet" arasında bir ayrım yapmıyorlardı. Öte yandan varolan şeyler arasında canlılar ve insanın olduğunu da görüyorlardı. Canlılar ise en fazla hareket ve değişme kabiliyetine, gücüne sahip varlıklardı. O halde seçilecek ilkenin mümkün olduğu kadar bu özellikleri taşıyabilecek bir şey olmasında yarar vardı.​
Öte yandan Aristoteles'in de haklı olarak dikkatimizi çektiği gibi bu filozoflar içinde hiçbiri töz olarak "toprağı" almayı düşünmemiştir. Bunun nedeni hiç şüphesiz toprağın bu tür bir değişme ve hareket kabiliyetine sahip olmayan bir varlık olması veya böyle algılanmasıydı. Su, akıcı, içine girdiği kabın şeklini alıcı, ısındığı zaman buhara dönüşebilen, donduğu zaman buz şeklini alması mümkün olan bir varlıktı. Buna karşılık toprağı ne yaparsanız yapın topraktı. O ısıttığınızda da topraktı, dondurduğunuzda da. O, böylece önümüzde olduğu gibi, hiçbir değişme kabiliyetine sahip olmayan bir varlık biçimi olarak durmaktaydı.​
Öte yandan su ile karşılaştırıldığında havanın suya göre daha hareketli, daha akıcı, daha fazla her tarafa nüfuz edebilir bir şey olduğunu görmek zor değildir. Ayrıca hava yoğunlaşma veya seyrekleşmeye sudan daha müsait bir varlık gibi görünmektedir (Suyun sıkıştırılamayacağı en sıradan bir gözlemci için bile açık bir olgudur). O halde, havanın bu özellikleri bakımından da suya tercih edilmiş olması mümkündür. Öte yandan, ateşin kendisinin de bu özelliklere sahip olduğu düşünülebilir. Nitekim de düşünülmüştür. Gerçekten Anaksimenes'ten hemen sonra gelen Herakleitos, bazı başka nedenler yanında yukarıda işaret etmeye çalıştığımız nedenlerle Anaksimenes'in suyu yerine ateşi koyacaktır.​
Anaksimenes'in dünyanın altında bir boşluk olmadığı görüşünü kabul ettiğini belirtmiştik. Thales'in dünya tasavvurunda dünya su üzerinde yüzmekte, ancak suyun kendisinin neye dayanmış olduğu açıklanmamaktaydı. Bu ise anlaşılmaz bir şeydi. Oysa Anaksimenes'in varsayımında havanın destek olmayınca aşağı düşen suyun tersine kendi kendine yeten, daha doğrusu kendi kendisiyle ayakta duran bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen bu varsayımında da Anaksimenes, gündelik deneylerinde bir kaptan boşaltılan suyun aşağıya doğru düştüğü, buna karşılık bulut, rüzgar gibi su buharından veya havadan meydana gelen şeylerin kendi kendilerine "hava"da durdukları gözleminden veya düşüncesinden yararlanmıştır.​
Öte yandan hava, sonsuz bir yayılma gücüne sahiptir. Sonra dünya ve diğer varlıklar (hatta tanrılar), havadan meydana gelmişlerdir. O halde Anaksimenes'e göre dünyanın "havada yüzen bir yaprak gibi" havanın üzerinde durması veya hava tarafından sarmalanmış olarak taşınması mümkündü. Sıkıştırılmış hava olan su, toprak, taş gibi ağır unsurları içeren dünyanın, kaldırma gücü sayesinde onun tarafından sarmalanmış olarak öylece durması mümkündü. Başka deyişle bu varsayımda dünyanın altında boş uzay olması gerekmezdi. O, bir şeye dayanmaktaydı ve bu şey de havaydı.​
Bununla birlikte Anaksimenes'i töz olarak havayı kabul etmeye götüren en önemli neden, muhtemelen, havayla ruh arasında gördüğü benzerlik olmuştur. Yunanca'da ruh anlamına gelen psykhe kelimesinin aynı zamanda soluk, nefes, solunan hava anlamına geldiğini biliyoruz (Benzeri bir durum nefs, yani ruh anlamına gelen kelimeyle nefes, yani soluk anlamına gelen kelimenin aynı kökten çıktığı ve birbirleriyle çok yakın bir anlam ilişkisinin olduğu Arapça için de geçerlidir). Şüphesiz ki nefes veya soluk kelimesinin nefs veya ruh kelimesiyle bu anlam akrabalığı bir tesadüf değildir. Hayat veya canlılık ilkesi olan ruhla, nefes alma veya soluk arasındaki ilişki en ilkel insanlar tarafından bile kolayca gözlemlenmiş olması gereken bir olgudur: İnsanlar, hayvanlar nefes aldıkları sürece canlıdırlar ve nefes almaktan, solumaktan herhangi bir nedenle kesildiklerinde artık canlı değildirler. O halde nefes, nefstir veya ruhtur.​
Öte yandan ruhun bir nefes veya solunan hava, soluk olduğu düşüncesinin Yunanlılardan başka birçok ilkel kavimde de varolduğunu onlar üzerinde yapılan araştırmalar doğrulamaktadır.​
Muhtemelen Anaksimenes'in havayı, yani soluduğumuz şeyi ana madde olarak kabul etmesinin temelinde bu gözlem ve bu gözlemin telkin ettiği düşünceler de vardır. Anaksimenes'in aradığı ilke, değişerek bütün diğer varlıkları meydana getirme gücüne sahip olması gereken il kedi& Dünyadaki canlılarda, yani en hareketli, en dinamik, en değişken varlıklarda ise onların bu hareket, değişme ve dinamizmlerinin kaynağı, bir madde olan soluk, yani havadır. O halde aradığımız sürekli değişme ve her şeye dönüşme kabiliyetine sahip olması gereken arkhenin hava olması gerektiğini düşünmek çok makul olacaktır.​
Bu düşünce tarzımızın doğru olduğunu gösteren önemli bir kanıt, Anaksimenes'le ilgili olarak yukarıda verdiğimiz alıntılar içinde rastladığımız şu cümledir: "Nasıl ki hava olan ruhumuz bizi tutmaktaysa, soluk ve havanın da bütün dünyayı çevrelediğini söylemekteydi." O halde bizi bir arada tutan, birliğimizi sağlayan ruhumuzla evreni bir arada tutan, onun birliğini sağlayan hava bir ve aynı şeydir veya aynı türdendir. Burada daha sonraları özellikle Pythagorasçılardan itibaren önem kazanacak ve bütün düşünce tarihi boyunca kendisiyle karşılacağımız çok kalıcı bir düşünce karşısında bulunmaktayız, bir küçük evren (mikrokozmos) olan insanla, bir büyük evren (makrokozmos) olan dünya veya evren arasındaki benzerlik düşüncesiyle. Bu, ilerde Platon'u, Stoacıları ve bazı başkalarını insan ruhu yanında bir evren ruhu veya alem ruhu inancına götürecektir.​
Nihayet burada Milet filozoflarında ilk defa olarak ruh üzerine ilkel de olsa bir öğretiyle karşılaşmaktayız. Başka bir ifadeyle, burada Yunanlılarda varlık ve doğa öğretisinin yanında ilk kez felsefi bir ruh öğretisinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu öğreti Pythagorasçılar, Herakleitos, Empedokles tarafından geliştirilecek, daha sonraları Sokrates, Platon ve Aristoteles'te en mükemmel, en işlenmiş biçimini bulacaktır. O halde bu konuda da, Anaksimenes'in görüşünü dikkate değer bir ilerleme olarak kaydetmemiz gerekir.​
Anaksimenes'in havanın yoğunlaşması ve seyrekleşmesiyle, çeşitli varlıkları nasıl meydana getirdiğine ilişkin olarak yukarıda söylediğimiz şeylere başka bir şey eklemek veya onun kozmolojisinin ayrıntılarına girmek istemiyoruz. Ancak burada bu açıklama tarzının kendisiyle ilgili iki önemli nokta üzerinde durmak istiyoruz.​
Varlıklardaki Nitelik Farklılıkları, Nicelik Farklılıklarının Sonucudur Birinci olarak vurgulamak istediğimiz; Anaksimenes'in bu öğretisinde ileri sürdüğü, varlıklarda görünen bütün niteliksel farklılıkların aslında nicelikel farklılıklardan ileri geldiği veya onlara indirgenebileceği görüşünün olağanüstü Öneme sahip bir görüş olduğudur. Çünkü modern doğa bilimi, hatta genel olarak bütün bilimsel yöntem, elinden geldiğince bunu yapmaya çalışmakta, yani nitelik farklılıklarını nicelik farklılıklarıyla açıklamak veya ona indirgemek istemektedir. Örneğin bugün biz, sıcaklık veya soğukluğu nitelik olarak birbirinden tamamen farklı iki varlık özelliği olarak almayıp, birer ısı farklılığı, yani niceliksel bir farklılık olarak görme ve anlama eğilimindeyiz. Bizim için fizikte soğuk olan veya sıcak olan diye bir şey yoktur; ısı derecesi düşük olan veya yüksek olan vardır. Soğuk, ısı derecesi düşük olan; sıcak, ısı derecesi yüksek alandır.​
Buna karşılık ilerde göreceğimiz gibi, Aristoteles tam tersi bir görüşle nitelikleri birbirlerinden yapısal olarak farklı şeyler gibi görme eğilimindedir. Örneğin o fizikte cisimlerin ağırlık ve hafiflikleri arasında kategorik bir ayrım yapmakta veya daha doğrusu cisimleri ağır ve hafif cisimler olarak birbirlerinden kategorik olarak ayırmaktadır. Ona göre, bizim için bugün olduğu gibi bütün cisimler ağır değildirler, tersine bazıları hafiftir ve ağır olanların yerin merkezine doğru gitme yönünde bir eğilimleri olmasına karşılık hafif cisimler, örneğin ateş çünkü ateş Aristoteles için de bir cisimdir yerin çevresine doğru gider, yani yukarı doğru yükselir. Böylece Aristoteles'in bu nitelik fiziğiyle bilimlerin, özellikle doğa bilimlerinin gelişme seyrini uzunca bir süre için olumsuz olarak etkilemiş olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık Yunan felsefesinde bunun tersi bir bakış açısına sahip olanlar vardır ve Demokritos bu bakış açısının en mükemmel temsilcisidir. Anaksimenes'in yukarıda sözünü ettiğimiz görüşü de, Yunan düşüncesinde nitelikleri niceliklere indirgemek yönündeki bakış açısının ilk bilinçli örneğini temsil etmektedir.​
ANAKSİMENES'İN ÖNEMİ VE KENDİSiNDEN SONRAKiLER ÜZERİNE ETKİLERi
İkinci olarak vurgulamak istediğimiz, Anaksimenes'in bu öğretisinin İlkçağ'ın en tutarlı, en bilimsel kuramlarından biri olan atomculuk kuramını hazırlaması bakımından taşıdığı önemdir. Anaksimenes'in görüşüne göre hava, kendisine en eşit olduğu durumda, görünmez. Sıkışınca, yani bir aynı yerde daha çok miktarda hava olduğunda su, daha sıkıştığında, yani aynı yerde daha da fazla miktarda hava olduğunda veya aynı hava miktarı uzayda daha küçük bir yer işgal ettiğinde, toprak ortaya çıkar ve bu böylece devam eder.​
Şimdi bu ne demektir? Bir aynı yerde bir aynı şeyden daha fazla veya daha az miktarda şeyin olması demek değil midir? Bunun olabilmesi için ise ortada bir şeyin olması, ama ayrıca bu şeyden başka bir şeyin, ister birinci şeyin kendi içinde, isterse onun dışında bir şeyin, yani söz konusu ilk şeyin kendisi sayesinde sıkışabileceği veya seyrekleşebileceği bir şeyin olması gerekmez mi? Bu ikinci şey, yer, uzay veya daha doğru bir ifadeyle boşluktur. Birinci şey ise bu boşlukta yer alan, onda az veya çok miktarda veya yoğunlukta bulunması mümkün olan şey, yani atom olacaktır.​
O halde Anaksimenes'in varsayımı mantıksal sonuçlarına götürüldüğü takdirde son derece açık olarak atomculuk kuramına giden yolun başlangıcını oluşturmaktadır. Şüphesiz bununla Anaksimenes'in Yunan felsefesinde Demokritos'tan önce atomcu felsefeyi ortaya attığına ilişkin herhangi bir şey söylemek istemiyoruz. Anaksimenes'in atomcu öğretiyi ortaya atmadığını biliyoruz. Eğer onun öyle bir görüşü olsaydı, ifade ederdi. Bizim söylemek istediğimiz, mantıksal sonuçlarına götürüldüğü takdirde ondan atomculuğun çıkmak durumunda olduğudur. O halde ilerde atomculuğu ortaya atacak olan Demokritos'un ve Leukippos'un, Anaksimenes'in manevi çocukları olduğunu söylemek hiç te yanlış olmayacaktır. Nitekim her iki filozofun Anaksimenes'i büyük bir saygıyla anmış oldukları haber verilmektedir.​
Sonuç olarak diyebiliriz ki; metafizik düşünme cesareti bakımından veya astronomik tasavvurları itibariyle Anaksimandros'tan ne kadar geride olursa olsun Anaksimenes, Milet Okulu'nun ana öncüllerine dayanan bir felsefe sisteminin daha üst bir noktasıdır. Bu bakımdan o haklı olarak Anaksimandros'tan daha ilerde ve daha önemli kabul edilir. Nitekim gerek çağdaşları, gerekse daha sonrakiler tarafından o her zaman Anaksimandros'tan daha önemli bir düşünür olarak görülmüştür. Onun takipçileri arasında Pythagorasçılar, Anaksagoras, Atomcular vardır. Apollonia'lı Diogenes gibi bazıları ise doğrudan doğruya Anaksimenes'in görüşlerine geri dönmeyi önermişlerdir. O halde Anaksimenes, Thales'ten hareket eden entelektüel geleneğin bir doruk noktası ve bütün Milet Okulu'nun tezlerini en iyi bir biçimde temsil eden insandır.​
Anaksimenes'le birlikte Milet Okulu ortadan kalkacaktır. Bunun en önemli nedeni ise şüphesiz İÖ 494 yılında Milet'in Persler tarafından yakılıp, yıkılması olmuştur. Bundan sonra varlığını başka yerlerde, özellikle Büyük Yunanistan diye adlandırılan Güney İtalya ve Sicilya'da şürdürecek olan İonya felsefesi, Anaksimenes'ten de bazı tezler alarak yoluna devam edecektir.​
Kaynakça:
Felsefe Tarihi / Ahmet Cevizci​
İlkçağ Felsefe Tarihi / Ahmet Arslan​
İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig​
İlkçağ Felsefesi Tarihi / W. K. C. Guthrie​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Batı Felsefesi Tarihi / Bertrand Russell​
Entelektüelin Kutsal Kitabı - Biyografiler / Noah D. Oppenheim, David S. Kidder​
Not: 1000Fikir.com web sitesinde yayınlanan yazı, derleme, makale, animasyon, fotoğraf ve grafikler, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz, değiştirilemez, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, yeniden yayımlanamaz. Telif ve fikri mülkiyet hakları saklı kalmak koşuluyla, kişisel ve ticari olmayan kullanım amaçlarıyla bu sitenin olanaklarından yararlanılabilir.​
 

1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Miletos üçlüsünün sonuncusu olan Anaximenes, Anaximandros ölçüsünde ilginç değil. Felsefesi, birtakım ilerlemelerin nedeni olmuştur yine de. Yaşadığı tarihler belli değilse de kesinlikle Anaximendros’tan sonra yaşamış ve yine kesinlikle İ.Ö. 494’ten önce yetişmiştir. Çünkü o yıl Miletos’un Persler yönünden, Ionya isyanının bastırılması sırasında yıkıldığı yıldır.​
Anaximenes, temel tözün hava olduğunu söyler. Tin havadır. Ateşse süzülmüş hava. Hava yoğunlaştığında önce su olur, yoğunlaşması arttıkça, toprak ve sonunda taş durumuna geçer. Bu kuram, değişik tözler arasındaki bütün ayrılıkları, yoğunluk aşamasına dayandırma ve nicel sayma üstünlüğüne sahiptir.​
Filozof, yerin yuvarlak bir masa biçiminde olduğunu ve havanın her şeyi kuşattığını düşünmüştür. “Tinin, hava olduğu için vücudumuzu bir arada tutması gibi, soluk ve hava bütün dünyayı kuşatır.” Dünyanın soluk aldığı anlaşılıyor bu sözlerden.​
Anaximenes, modern çevrede nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, eski dönemde Anaximandros’tan daha çok saygı görmüş. Pythagoras ve sonraki Grek düşüncesi üzerine, önemli etki yapmıştır. Pythagorasçılar, yerin küresel olduğunu ortaya koyar. Atomcular onun disk biçiminde olduğu görüşüne bağlanmıştır.​
Kaynakça: Bertrand Russell - Batı Felsefesi Tarihi #1 - Antikçağ​
 

1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Anaximenes İyonya veya Milet Okulu'nun üçüncü ve sonuncu düşünürüdür. Milattan önce 585-525 yıllan arasında yaşadığı hesaplanan, hayatıyla ilgili olarak günümüze hiçbir bilginin ulaşmadığı Anaximenes, tıpkı Thales ve Anaximandros gibi bir bilim adamı —ya da astronom—filozoftur.​
Anaximandros'un felsefi ve bilimsel düşüncede, Thales'e göre bir ilerlemeyi gösterdiği yerde, onun en azından bilimsel düşünce açısından bir anlamda geriye dönüşü temsil ettiği söylenir. Bunu, örneğin onun astronomisinde görmek mümkündür. Söz gelimi, Anaximenes Anaximandros'un boşlukta duran silindir şeklindeki dünya anlayışı yerine, havada aynen bir yaprak gibi yüzen, bir masa kapağı şeklindeki dünya anlayışını geçİrmiştir. Yine, o gökkuşağına ilişkin olarak da oldukça tuhaf bir açıklama getirmiştir. Anaximenes'in açıklamasına göre, gökkuşağı, güneş ışınlarının, içinden geçemedikleri bir bulut üzerine düşmelerinin sonucu olarak ortaya çıkar. Fakat Anaximenes'e haksızlık etmemek için, bir yandan da onun astronomisinin Anaximandros'unkinden bazı bakımlardan daha ileri olduğunu söylemek gerekir. Çünkü, o Güneş ve Ay ile diğer yıldızlar arasında ilk kez olarak bir ayırım yapmış, Güneşin kendi ışığına sahip olduğu yerde, Ay da dahil olmak üzere, diğer gök cisimlerinin Güneşin ışığını yansıttığını söylerken, Güneş ve Ay tutulmalarına ilişkin olarak da doğru bir açıklama getirmiştir.​
Anaximenes'in, Anaximandros'un nicelikçe sınırsız, nitelikçe belirsiz bir töz olarak aperionundan sonra, Thales'in belirli tözüne geri dönmek suretiyle İlk madde olarak aer ya da havayı öne sürdüğü için, felsefe bakımından da, Anaximandros'un gerisine düştüğü söylenebilir. Bununla birlikte, onun felsefi düşünüşe yaptığı katkının mahiyetini göz ardı eden böyle bir eleştirinin, bugün meselenin özünü bir şekilde gözden kaçıran bir eleştiri olduğu kabul edilir. Thales ve Anaximandros'tan her ikisi de başka şeylerin sudan ya da apeirondan nasıl çıktığını özgül olarak pek açıklamamıştı. Oysa Anaximenes diğer madde tipleri ya da türlerinin havadan yoğunlaşma ve seyrekleşme yoluyla türediğini öne sürdü. Thales için sadece bir başlangıç olmuş olan bu şekilde, bütün dönüşümleri veya geçişleri boyunca özde aynı kalan temel bir ilke olup çıkmıştı. Dolayısıyla da, önceleri sadece "başlangıç" anlamına gelmiş olan arkhe terimi, felsefede o günden bugüne kadar önemli bir yer tutan, ya da daha doğru bir deyişle vazgeçilmez bir rol oynayan bir terim olarak, "ilke" anlamını kazanmıştır. Bu, birçok dönüşüm veya geçiş boyunca aynı kalan bir şeyi tanımlayan ilke kavramı, dahası hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağı ve insanların gözlemledikleri bütün varlığa geliş ve yokoluşların özde, ezelî-ebedî olarak aynı kalan bir şeyin dönüşüm veya geçişlerinden başka hiçbir şey olmadığı düşüncesinin önkabulü olmak durumundadır. O bir yandan da, fiziğin gelişiminde çok önemli bir rol oynamış olan bütün korunum —maddenin, gücün ve enerjinin korunumu— yasalarının temelinde bulunur.​
Anaximenes'i ilk madde ya da maddî tözün hava olduğunu söylemeye götüren nedenler, şu hâlde, ikiye ayrılabilir. Birincisine göre, Anaximenes, sadece çokluğun veya görünüşün gerisindeki birlik ya da gerçeklik ile değil, fakat aynı zamanda evrendeki değişme olgusuyla da ilgilenmiştir. Başka bir deyişle, onun felsefe alanında gerçekleştirdiği en büyük yenilik veya kaydettiği en önemli gelişme, ilk kez olarak birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, varolan her şeyin havadan nasıl varlığa geldiğini açıklama işinde yoğunlaşmış olmasından meydana gelir. Birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, havadaki sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına başvuran Anaximenes bu bağlamda, muhtemelen dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimiz zaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp, avucumuza üflediğimizde de, ağzımızdan çıkan havanın sıcak olması gözleminden yararlanmıştır. Ona göre, hava seyrekleştiği zaman, ateş, sıkıştığı zaman da, rüzgar, bulut, su ve toprak hâline gelebilir. Bu çerçeve içinde, o havanın seyrekleştiği zaman, daha sıcak hâle geldiğini ve böylelikle de ateş olma yoluna girdiğini, buna karşın sıkıştığı zaman, daha soğuk olup katılaşma yoluna girdiğini düşünmüştür.​
Anaximenes'teki seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaradıktan başka, her tür niteliği niceliğe veya bütün niteliksel farklılıkları niceliksel farklılıklara indirgeme teşebbüsünü temsil eder. Daha sonra farklı filozoflarda değişik versiyonlarıyla karşılaşacağımız bu teşebbüs, bu yönde atılan ilk adım konumundadır. Buna göre, maddenin bütün niteliksel farklılıklarının tek temel madde ya da dayanak olarak havanın değişen sıklaşma ve seyrekleşme dereceleriyle açıklanabileceğini düşünen Anaximenes, bir anlamda modern fiziğin temelinde yer alan "fizikî fenomenlerin matematiksel denklemlerde ifade edilebildikleri zaman ancak bilimsel olarak açıklanmış olacakları" kabulünü öncelemektedir. Fakat, varolan her şeyi tek tözün farklı görünüm ya da tezahürleri olarak değerlendiren Anaximenes'inki gibi maddî bir monizm, bütün farklılıkları zaten niceliksel farklılıklar olarak görmek zorundadır. Çünkü ilk tözün birliğini korumanın biricik yolu, farklılıkların sadece onun, mekânın ayrı yerlerinde farklı miktar ya da ölçülerdeki mevcudiyetine bağlı olduğunu söylemektir.​
Anaximenes'i arkhe olarak havayı seçmeye götüren ikinci etken, havayla soluk, nefes ve canlılık olgusu arasındaki ilişkidir. Zorunlu hilozoist açıklamaya ek olarak, insan varlığındaki nefes alma olgusundan yola çıkan filozof, insan nefes aldığı sürece yaşadığı gözleminden, havanın evrendeki hayat, canlılık ve dolayısıyla en temel varlık ilkesi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Buna göre, Anaximenes maddî töz olarak havayı öne sürünce, ruh kavramına giden yolda ilk büyük adımı atmıştır. Havayla ruh arasında bir benzerlik kuran Anaximenes'e göre, tıpkı evreni kuşatan havanın onu sarıp sarmalaması, ayakta tutması gibi, içimizdeki nefes, aldığımız soluk olarak ruh da, bize can verir.​
A. Arslan, İlkçağ Felsefesi Tarihi, İzmir, 1995.​
W. K. C. Guthrie, A History of Grek Philosophy, vol I, Cambridge, 1963.​
G. S. Kirk J. Raven M. Schofield, The Presocratic Philosophers, Cambridge, 1983.​
W. Kranz, Antik Felsefefcev. S. Baydur), Istanbul, 1976.​
LaeorBos, Ünlü Filozofların Yaşamları ve öğretileri(çev. Candan Şentuna), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.​
Zeller, Grek Felsefesi Tarihi(çev. A. Aydoğan), İstanbul, 2001.​
Ayrıca bkz., ANAXIMANDROS, ANTİK FELSEFE, ARKHE, THALES.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst