Fransız tanrıbilimci ve bilge. Platon ve Aristoteles felsefelerine dayanarak Hıristiyan düşüncesine, us ilkelerinden kaynaklanan yeni bir yorum getirmiştir.
Nantes dolaylarında Palais’de doğdu, St. Marcel’ de öldü. (1079-1142) Soylu bir aileden gelen, asker ocağından yetişen, bilimi, yazını seven bir babanın en büyük çocuğuydu. Babasının etkisiyle, daha küçük yaşlarında, bilime karşı büyük bir ilgi duymuştur. Çağın ünlü filozofu, adçılık (nominalizm) çığırının öncüsü Ros- celinus’dan öğrenim görmüş, sonra Paris’e giderek, o dönemin en ünlü tartışmacısı, Champeaux’lu Guil- laume’un öğrencisi olmuştur. Guillaume ile arasında çıkan görüş ayrılığı nedeniyle önce Melun’da sonra Corbeil’de bir okul açmış, bir süre sonra Paris’e dönmüştür. Daha 22 yaşında bilgisinin genişliği, konuşmalarının etkisi, yönteminin sağlamlığı ile büyük bir ilgi uyandırmıştı. Ününün doruğuna ulaştığı bir dönemde papaz Fulbert’in yeğeni Heloise ile arasında geçen gönül serüveni onu yazın tarihinde birçok yapıta konu olan acıklı sona götürdü. Olaya öfkelenen Fulbert’in tuzağa düşürüp hadım ettirdiği Abaelardus, Saint-Denis Manastırı’na kapanmış, Heloise ise bir daha çıkmamak üzere Argenteuil’de rahibe olmuştur.
Manastırda kendi içine kapanan Abaelardus De Umtate et Trinitate Divina adli kitabını yazınca kilisenin afarozuna uğradı; kilisenin baskısı sonucu kitabını kendi eliyle yaktı (1122). Noget-Sur Seine’de Üçleme ve Kutsal Ruh’a adadığı küçük bir tapınak yaptırıp bir süre sonra Heloise’e bıraktı. Bernard de Clairvaux onu çapkınlıkla suçlayıp yargılatınca Cluny Manastırı’nda Petrus Venerabilis’e sığındı; bir süre daha çalışmalarını sürdürdükten sonra öldü.
Abaelardus, felsefeye, çağının yaygın bir geleneğine uyarak kavramların yorumuyla girer. Kavramların yorumu da Platon ve Aristoteles felsefelerinin Hıristiyan inançlarıyla uzlaştırılması çabasından kaynaklanır. Kavramlar tümel ve tikel olmak üzere ikiye ayrılır. Tümel kavramlar, belli bir varlık alanının bütününü kapsayan türler ve nitelikler gibi genel geçerlik taşıyan kavramlardır. Tikel olanlar ise, bir türün ya da bir varlık alanının bütününü değil de belli bireylerini içeren kavramlardır. Bu iki kavram türü gerek geçerlilik, gerekse içerik bakımından birbirlerinin karşıtıdır. Felsefenin konusu tümellerle tikellerin bilgisidir. Felsefe kavramı altında toplanan bütün bilgilerin kaynağı bu tümellerle tikeller arasında, us ilkelerine göre kurulan bağlantıdır. Abaelardus’a göre, tümeller, bireysel olanda, tikelde vardır. Bu bakımdan gerçek olan tikeldir. Tümeller tikellerden türemiştir. Tikelin dışında tümel ancak bir kavram olarak bulunabilir. Bireyde yani tikel olanda tümelin varlığı bir öz olarak değil bu bireyin durumu olarak söz konusudur. Tikeller bildiğimiz gerçek nesnelerdir. Tümel kavramlar bu tek tek nesnelerdedir (uni- verselia sunt in re). Bunlar, genellikle nesnelerin özleriyle bağlantılı biçimler (formae), bu nesnelerin durumlarıdır (status).
Abaelardus’a göre tümellerin tanrısal varlıklar olduğu görüşü doğru değildir. Anselmus, Champeaux’ lu Guillaume, gibi bilgelerin tümelleri tikelden önce gelen, gerçek ve genel varlık olarak yorumlamaları gerçeğe aykırıdır. Bu düşünürlerdeki Universalia sunt ante rem savı, kavramlara dayanan ve gerçek birer varlık olan tikelleri, nesneleri dışlayan bir görüştür. Bu nedenle sorunun çözümüne elverişli değildir. Abaelardus’un tek tek nesneleri (indıviduum) gerçek sayarak temel kavramları (ttniversalia) onlardan türetmesi Roscelinus’un başlattığı adçılık akımının yumuşatılmış bir biçimi olan kavramcılıktır (conceptualism).
Abaelardus’a göre Yunan felsefesi, töre bakımından, İsrail’in Kutsal Kitap\nAxa daha üstündür. Us ilkelerine dayanan bir töre anlayışı, kapsamı içine giren bütün eylemler için doğrudur, geçerlidir. Bu nedenle Hıristiyanlık’ın ortaya çıkışından önce yaşamış kimseleri, İncil’i bilmiyorlar veya İsa’yı tanımadılar diye inançsız say arak, suçlamak doğru değildir. İncil bir töre yasasının yeniden düzenlenmesinden öte bir anlam taşımaz. Töre ilkeleri, gerçekte, insanın yaşadığı sürece uyma gereğinde kaldığı davranışlar bütünüdür.
İnanç konularında, araştırmalarda olduğu gibi, öze inme ve özde yatan değeri kavrama gereği vardır.
İnceden inceye düşünmeden, ayrıntılara inen araştırmalara girişmeden, inanmak yeterli değildir. İnancın da us ilkelerine dayanması gerekir. Karşılaştırmadan, bir inceleme yapmadan inanmak, doyurucu olmadığı gibi, güven verici de değildir. Öte yandan inanmanın yalnız düşünce evreninde kalmaması, eylemlerde de, davranışlarda da etkisini göstermesi gerekir. Abaelardus, inançla töreye dayanan eylemi uzlaştırma konusunda Aristoteles etiğinin genel kurallarına uymuştur.
Gerçek, iki türlüymüş gibi görünürse de, brrdir. Tanrı’riın bildirdiği (vahy ile gelen) gerçekle, usun kurallarına uyan, kaynağını usta bulan gerçek özdeştir. Us kurallarına uymayan gerçek Tanrı’nın bildirdiğine de uymaz. Bu nedenle gerçeği iki ayrı varlık diye düşünmek yersizdir.
Tanrı, en yüksek aşamada bulunan en olgun ve yetkin, yüce, bütün eksikliklerden arınmış, kendi kendine yeten, yaratıcı varlıktır. Onun bütün eylemleri kendi varlığıyla bağlantılı olduğundan, gereklidir. Yapılması iyi olan bir işin yapılmaması, karşıtını içerdiğinden, kötüdür. Bu nedenle yapılması gerekenin yapılmaması tanrısal nitelikle bağdaşamaz. Tanrı’nın bütün eylemlerinde, kendi özü gereği bir kaçınılmazlık vardır. Öte yandan, Tanrı’nın bütün eylemlerinde tanrısal us egemendir. İnsanların, birer yaratık olarak, bütün eylemleri tanrısal istence bağlıdır. Kişi kendi davranışlarında tanrısal usun, istencin gerektirdiği doğrultunun dışına çıkamaz. Tanrı, kendi yüce bütünlüğü içinde, salt nedendir, salt diriliktir, salt devinimdir, salt varlıktır. Bütün erkimizin, istencimizin kaynağı odur. Bütün eylemlerimizin gerçek yaptırıcısı Tanrı’dır. Tanrı varolmadan olamaz, yaratmadan yapamaz. Varolmak da, yaratmak da Tanrı’nın özü gereğidir.
Bizim suç dediğimiz olay eylemin biçiminde vardır, gerçekte suç kötülüğe eğilim olmadığı gibi eylemin kendi de değildir. Suç (günah) kötü bir isteği yerine getirmek, bir tutkuyu doyurmak düşüncesiyle yapılan tasarlamadır. Tasarlamanın yerine getirilmemesi günahı ortadan kaldırmaz. Suç söz konusu olduğunda tasarlayanla yapan özdeştir.
Bütün eylemlerin yapıcısı ve nedeni Tanrı olduğuna göre, kişi, elinde olmayan, Tanrı istencine bağlı davranışlarından dolayı sorumlu tutulmaz, suçlu sayılamaz. Kötülüğe eğilim duymak kişinin uyması gereken yazgı olduğuna göre, suç (günah) değildir.
Biçim (form), öz, töz ve tümeller gibi komşu felsefe kavramlarıyla yakından ilişkili bir var- lıkbilim ilkesidir. Biçim nesnelerin tümel yönüdür (aspect). Tikel nesnelerin nitelikleri birara- da bu nesnelerin biçimini oluşturur. Platon* biçimi geniş bir anlamda kavrayarak bundan tikellerde ortak olan bütün tümel özellikleri anlamıştır. Platon’a göre, tümeller kavram olarak zihnimizde doğuştan (innata) vardır ve bu kavramların karşılıkları olarak da nesnel bir gerçeklik taşır. Öyle ki, tikellerin bilgisi bir kani niteliğini aşmazken tümel gerçeklikler, yani form ya da idealar, gerçek bilgi nesneleridirler. Tikellerin özü tümel formlardır. Tikellerin sürekli değişim içinde bulunmasına karşın formlar soyut, saltık, kalıcı ve gerçektir. Tümel formlar gerçek tözleri oluşturur; nesnelerin evrensel örnekleridirler. Nesneller formlardan pay alarak, onlara benzeyerek varolur; formların yetkin olmayan kopyalarıdırlar. Nesnelerin, ilişkilerin, niteliklerin, eylem ve değerlerin formları, birarada, bir aşamalar bütünlüğü içinde evrenin gerçek ve evrensel varlığını ortaya koyar.Aristoteles biçimin tikelden bağımsız ve ona öncel bir varlık taşıdığı düşüncesini yadsımıştır. Ona göre biçim Platon ’un dediği gibi nesnelerin özüdür, ancak tözle özdeş değildir. Biçim tikel olan tözden ayrılamaz, özdek ile birlikte tözü oluşturur. Biçim kazanmış olan töz bir tikel nesnedir. Form bir tikel nesnenin, bu anlamda, ondan ayrılmaz bir yönünü oluşturduğundan onun, tikelden soyut olarak, varlığından sözedi- lemez. Tanrı dışında salt form söz konusu değildir. Bir başka deyişle, biçim, bir nesnenin niteliklerini ve buna bağlı olarak, özünü oluşturur; ancak nesnenin kendisindedir, ondan ayrılamaz. Böylece Aristoteles soyutu somuta bağlamıştır.Biçimin tümelkavramıyla olanmantıksalilişki- si, Orta Çağ skolastiğindeki gerçekçilik-adcılık çekişmesinde özgün görüşler ortaya koyan Ros- celinus*, Anselmus*, Abaelardus* ve Occam’lı William * gibi filozofların bu konudaki tutumlarını belirler. Modem felsefenin ilk döneminde Francis Bacon*, biçimden nesnelerin doğasına temel olan yasaları anlamıştır. Nesnelerin, ya da özdeğin, bu anlamda biçimini bulmak, onların nedenini bulmaktır. Bunun yöntemi de tümevarımdır.Biçim Kant’ta ve ondan etkilenen felsefe sistemlerinde öznel bir ilke durumuna dönüşmüştür. Kant için biçim, anlığın duyuma uyguladığı bir düzen yapısıdır. Karmaşık bir çeşitlilik olarak anlığa giren duyum, burada “sezgi biçimleri” ile uzay-zaman içinde, “anlık biçimleri” ile de temel kategoriler çerçevesinde düzen bulur. Salt duyumun algı durumuna gelmesi ancak bu anlamda biçim kazanmasıyla olur. Böylece Kant’a göre, bilgi içeriğimizdeki biçim dış dünyanın bir yansısı olmak yerine anlığa özgü bir olgudur.Çağdaş filozoflardan Wittgenstein için de bir nesnenin biçimi bir nitelikler kümesidir, ancak biçim aynı zamanda nesnenin başka nesnelerle biraraya gelerek durumlar oluşturabilme yetisidir. Nesneler biçimlerine bağlı olarak başka nesnelerle sınırlı sayıda durumlar oluşturabilir. Tümeller de bu nedenle nesnelerden bağımsız bir varlık taşımaz.
Öte yandan erdemler söz konusu olduğunda, bütün erdemler birer savaştır, bütün savaşlar da bir düşmanı dilemek, istemektir, öyleyse savaş erdemin gereksinimidir.
Yunan felsefesiyle Hıristiyanlık arasında, belli bir konu özdeşliği vardır. Yunan felsefesinde önemli bir yer tutan erk-bilgelik- iyilik üçlüsünün Hıristiyan dinindeki karşılığı, üçleme (trinitate) adı verilen Baba-Ruh-Oğul bağlantısıdır. Erk-bilgelik-iyilik, ayrıca Hıristiyanlık’ta üç tanrısal varlığın (Baba-Ruh- Oğul’un) üç niteliğini gösterir:
- Dilediğini yapan,
- Bilen,
- İsteyen
Dilediğini yapan “erk”tir, gücü neye olsa yeter. Bilen, “bilgelik”, isteyen de “iyilik”tir. Üçlemede dile gelen tanrısal varlık birliğini kuran bu nitelikler inancın başlıca konusudur, üstelik us ilkelerine de aykırı değildir.
İnsan için başlıca erdem kendini bilmektir. Kendini bilmenin yolu, bilgi edinmekle ve edinilen bilgiyi aklın kurallarına uygun duruma getirmekle bulunur. Kendini bilen kişi tanrısal varlığın yüceliğini kavrama olanağı bulur.
Abaelardus’un “kendini bil” anlamına gelen Scito te Ipsum sözleriyle dile getirdiği düşüncenin kaynağı Sokrates-Platon gibi Yunan bilgelerinin, ilke edindiği felsefe anlayışıdır. Kendini bilmek, ahlakın birinci koşuludur, varlığın anlamını kavramanın da tek yoludur. Tanrı en yüce bilge, en yüce bilgin olduğundan, kişinin kendini bilmesinde tanrısal bir nitelik, kendini anlama vardır.
Yöntem bir düşünme kuralıdır, us ile tanrısal bildiriş (vahy) arasındaki bağlantıyı ve inanç sorunlarını kavranabilir duruma getirmeyi sağlar. Yöntem uygulamasında, temel ilke tanrısal bildirişin içerdiği gerçeklerdir. Tanrısal bildirişi yalnız akla dayanarak eleştirmek olumlu sonuca götürmez. Yöntemin sağlıklı çalışmasında tanrısal bildiriş ile usun bağdaşması kaçınılmazdır.
Yöntemin gerçek görevi, kilise büyüklerinin Kutsal Kitap‘tein kaynaklanarak Hıristiyanlık’ın temelini oluşturan görüşleriyle Platon-Aristoteles felsefesi arasında bağlantı kurmaktır. Abaelardus, bu bağlantıyı kurabilmek için Aristoteles mantığının temel kurallarını olduğu gibi alarak, Hıristiyan ; anlayışına ve bu anlayış doğrultusunda düzenlenen sorunlara uyguladı. Böylece inanç sorunlarını ussal araştırma alanına soktu.
Abaelardus yalnız yaşadığı çağda değil, daha sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmüş, Hıristiyan felsefesi alanında çalışmalara ışık tutmuştur. İnanç sorunlarına getirdiği akılcı yorum, akla değer' vermeyen, ve yalnız inaç verileriyle konulara çözüm bulmaya çalışanlara karşı sarsıcı eleştirileri yeni bir çığır açtı ve böylece Aristotelescilik’e yeni bir anlam kazandırdı. Özellikle Hıristiyanlık’ın tartışılmaz sayılan Tanrı, vahy, günah, kişisel suç, suça verilecek ceza gibi önemli sorunlarına akil ölçüleriyle yaklaşması yeni bir bakış açısı getirmiştir. Heloise ile geçen mutsuz serüveni yüzünden, yazın alanında da geniş ilgi görmüş, birçok yapıtın konusu olmuştur.
YAPITLAR: De Unitate et Trinitate Divina (“Birlik ve Tanrısal Üçleme Üstüne”),Scito teIpsum (“KendiniBil”), Sic et Non (“Evet ve Hayır”) Intro duetto ad Theologıam (“Tanrıbilime Giriş”),Epistulae (“Mektuplar”).
KAYNAKLAR: E. von Aster, Geschichte der Philosophie, 1951; A. Weber, Felsefe Tarihi($ev.TA. Vehbi Eralp), 1948; I.Z. Eyuboğlu, “Hıristiyan Felsefesi” (yayımlanmamış inceleme).
BAKINIZ: AUGUSTINUS.
Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansklopedisi, 1. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983