1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Kapalı, tutucu ve egemen düşünce yapıları yeni ve güçlü akımların baskısıyla karşılaşınca çoğu kez sarsılıp yıkılır. Ancak, eski yapı yeterince dayanıklı ve esnek ise, yeni düşüncelerin olumlu bir etkisi olur ve eski yapı kendisini yenileyerek, direncini arttırarak eskisinden daha da sağlam ve pekişmiş olarak ayakta kalmayı başarır. Daha önce Hindistan’da Budacılığın ve öteki geleneğe karşı sistemlerin ortaya çıkışıyla eski Veda geleneğine dayanan Brahman dininin kendini toparlayarak yeniden bir yükseliş dönemine girdiğini görmüştük. Avrupa'da da Reformasyon hareketinin getirdiği sarsıntıdan sonra Katolik Kilisesinin kendisine çeki düzen vererek yeniden güçlendiğini biliyoruz. Budacılığın Çin'de de yine böyle bir etkisi olmuştur. Çin halkı artık yerleşmiş, oturmuş, kendine özgü kişiliğiyle - gerçekte ve özünde kendisine yabancı - bu yeni akımı kendisine benzetmeyi ve kendi kültürüne katarak özümsemeyi başarmıştır. Ne var ki Konfüçyüsçülük de, Budacılığa keskin eleştiriler yöneltmekten geri durmamış ve 20. yüzyıla dek süren, sürekli bir gelişme ve yenilenme süreci içinde kendisini geliştirmiştir. Yeni Konfüçyüsçülük Ortaçağdan sonra gelen ve 1911 devrimine dek süren Yeni Çağ Çin felsefesidir; ve bu konunun başında sözünü ettiğimiz senfoninin üçüncü bölümünü oluşturur.​
Konfüçyüsçü kafa yapısı, Budacılığa yöneltilen eleştirilerde açıkça belli oluyor: Budacılık dünyaya sırt çevirdiği için yanılgı içindedir: çünkü insan ailesiyle bağlarını koparsa bile ayağını bu dünyaya bastıkça toplumun etkisinden kurtulamaz. Nitekim, Budacıların da toplum içinde yaşamaktan kurtulamadığı görülmüyor mu? Yurtlarını ve yakınlarını bırakıp gitseler de manastırlarında, örgütlerinde bir toplum düzeni kurmuyorlar mı? Usta çırak ilişkisine girmiyorlar mı?- - Budacıların ölümden ve genedoğumdan korkusu da bencil olduklarını gösterir, topluma karşı yükümlülüklerden ve sorumluluklardan kaçmak korkakça ve kınanacak bir davranıştır. - İçinde yaşadığımız dünya gerçeğini yadsımak çok saçmadır: Budacılar yiyecekleri, giyecekleri ve yaşam gereksinimlerini önemsemiyorlarmış, ama her gün bunlara gerek duyuyorlar. - Her şeyden önce, Budacılığın yaratılmış her şeyin boş olduğunu söylemesi dünya gerçeğini iyi anlayamadığını gösterir. Bu eleştirilerden Çin insanının eğiliminin öbür dünyaya değil de bu dünyaya doğru olduğu açıkça görülüyor. Uzun süren Yeni Konfüçyüsçülük akımı Çin imparator soylarının hüküm sürdüğü dönemlere göre bölümlere ayrılır.​
Sung (söng) hanedanı zamanında (İS 960- 1279) en ilginç ve aynı zamanda Yeni Konfüçyüsçülük akımının en önemli düşünürü olan Çu Hsi (zhû xi), 1130 ve 1200 yılları arasında yaşamıştır. Çu Hsi, Yeni Konfüçyüsçülüğün önde gelen kaynaklarından birini oluşturan çalışmasında, Konfüçyüsçülükle ilgili eski yeni tüm yazını ve klasikleri gözden geçirmiş ve sağlam bir yapı kurarak yeniden değerlendirmiş ve geliştirmiştir. Bu bakımdan o, Hintli Şankara'ya (Shankara) ya da Aquina'lı Thomas'a benzetilir.​
Çu Hsi'nin felsefesinin iki ana kavramından biri, evrenin içindeki akıl, Li (li"), öteki bunun karşısındaki madde/enerji Çi'dir (jı). Bu karşıtlık Yin ve Yang ilkesiyle de bağdaşır. Li ve Çinin sürekli bir etkileşim ve birbirinden kopmaz bir ilişki içinde olduğu düşünülür.​
"Yer ve Gökte Li vardır, Çi vardır. - Li’yi ele alırsak, biçimler açısından o üstteki ölçüdür, varlıkları türeten köktür. - Çi'yi ele alırsak, o biçimler açısından alttaki varlıktır, varlıkların türediği özdür. - Li, Çi'den hiç bir zaman ayrı olamaz. Yine de biçimler açısından Li üstte olandır, Çi ise altta olandır. - Şunu söylemek gerekir, başlangıçta Li ve Çi'nin öncesi ve sonrası yoktu; ancak hangisinin daha önce olduğu araştırılırsa, şunu söylemek gerekir, Li daha önce olandır. - Yine de, Li bir başına var olabilen ayrı bir varlık olamaz, o Çi'nin içinde içe- rilmiştir. Çi olmasaydı, Li tutunacak bir yer bulamazdı. - Bu Li oldukça, yer ve gök de olur. Yine Li olmazsa her şeyin biçimini borçlu olduğu Çi olamayacağı gibi yer gök de olmaz. - Yer gök olursa, o zaman yer gök içinde bu ikisi vardır, varlıklar olursa, o zaman varlıkların hatta ayrı ayrı her birinin içinde bu ikisi vardır."​
Çu Hsi'nin yanında başka düşünürlerin de boy gösterdiği Sung dönemi felsefesi akılcı (rasyonalist) akım diye adlandırılır.​
Yeni Konfüçyüsçülüğün ikinci dönemi olan Ming (ming) dönemi, adını 1368-1644 yılları arasında hüküm sürmüş olan Ming hanedanından alır. Bu dönemin başı çeken düşünürü ise 1473 ve 1529 yılları arasında yaşamış olan ve Çu Hsi’ye karşı çıkan Vang Yang Ming'dir (wâng yang ming, ya da ıvâng sho..u ren). Yeni Konfüçyüsçülük onunla birlikte maddeci görüşlere ağırlık vermeyi bırakmıştır.​
1644’ten 1911'e kadar olan Çung (qing) dönemi Yeni Konfüçyüsçülüğün üçüncü ve son dönemidir. Bu dönemin en ünlü düşünürü ise Tai Tung Yüan dır (dâi döng yuan, 1723-1777). Bu akım, Konfüçyüsçülüğün eski yeni görüşlerini başarılı sonuçlara ve uygulamalara yol açması açısından değerlendirmiş ve bu nedenle de «uygulamacı» akım diye anılmıştır.​
Konfüçyüsçü felsefenin son gelişmelerine bir göz atan bu kısa ve sıkışık özetin sonunda Çung Yung’un yazarının ve Konfüçyüs'ün torununun Atasını göklere çıkaran şu parçasına burada yer vermeden geçemeyiz.​
"O, her şeyi kavradığı, sardığı, desteklediği ve içinde barındırdığı için yer gök gibidir.​
Sürekli ilerleyen ve dünyayı değiştiren dört mevsim gibidir. Birbiri ardından parlayarak ortalığı aydınlatan güneş ve ay gibidir. Gök gibi her şeyi kucaklar, uçsuz bucaksızdır. Gür bir kaynak gibi gürül gürül akar, bitmez tükenmez.​
Uzaktan görüldü mü, herkes saygıyla selam durur: konuştu mu, herkes sözüne inanır; bir iş yaptı mı, herkes beğenir.​
Bunun için, ünü Ortanın Ülkesinin her köşesine yayılmıştır, yaban illere bile ulaşmıştır işte bunun için: O, Gök gibidir."​
Kaynakça:
İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst