1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Veda geleneğini tanımadıkları için Hintlilerin «Nastikas (Hayır Diyenler)» diye adlandırdıkları biraz önce anlatılan sistemlerin karşısında da Brahmanizm'e dayanan ve Vedalardaki düşünceleri ele alarak geliştiren sistemler vardır. Bunlara da «Astikas (Evet Diyenler)» denmiştir.​
Felsefe, güçlü ve tartışılmaz bir geleneğin bulunduğu bir ortamda eğer yapılabiliyorsa, çoğu kez eski metinlere eklenen yorum, ek, açıklama kılığına girer ve yorum yapma, bir konuya açıklık getirme görünümü altında yeni şeyler söylenebilir.​
Nastika'ların Hint düşünce yaşamına girmesi, Brahmanizm'in toparlanarak yeniden dirilmesine ve güçlü bir karşı atılım başlatmasına yol açtı. Kendisini yıkıcı eleştirilere karşı savunmak ve varlığını sürdürmek için uğraşan Brahmanizm Upanişadlardaki düşüncelere sarıldı ve bunları derinlemesine işleyerek eski parlaklığına yeniden kavuştu. Özellikle Budacılıktan çok etkilendi ve yararlandı.​
O dönemin Hindistan'ında birbirleriyle boy ölçüşen, tartışan düşünce akımlarıyla gelişen düşüncelere, ortaya konan görüşlere, sorunlara, belki hiç bir çağda ve hiç bir toplumda görülmemiş yoğun ve yaygın bir ilgi gösterilmişti. Her yanda öğrencilerin ünlü öğretmenlerin önünde diz çökerek öğrenim görebileceği felsefe okulları açılmıştı. Büyük bir izleyici topluluğu önünde yapılan felsefe tartışmalarına beyler, krallar da ilgisiz kalmıyor, tartışmayı kazanan konuşmacılara değerli ödüller veriyorlardı. (76) Tartışmalara açık olma gereği özellikle mantıklı düşünme, etkili konuşma, bir görüşü iyi savunma ve kanıtlama sanatının çok gelişmesini sağladı. Belki de daha çok bu gelişmelerin etkisiyle dil konusuna da bu dönemde çok önem verildiğini Pannini'nin (İÖ 5. yüzyıl) ünlü Sanskrit dilbilgisi kitabından anlıyoruz. Bu dönemdeki Hint felsefesinin kaynaklarının başlıcaları şunlardır:​
1. Upannişad'lar. Bunların özellikle daha sonraki dönemlerde yazılmış olanları.​
2. Sutra'lar, bunlar bir sistemin ana düşüncelerini özetleyen ve böylece bir öğrencinin bir konuyu kolayca belleyip unutmamasını sağlayan özlü sözlerdir. Aşağıda ele alınacak sistemlerin her birinin birkaç yüz sutra’sı vardır. Bunlar bir öğretiyi, bilmeyenlerin öğrenmesine değil, bilenlerin kolayca akılda tutulabilmesine yaradıklarından ilk bakışta anlaşılmayan ve bir yorum gerektiren kısa ve özlü sözler ve deyişlerdir.​
Sutralarla ilgili yorumlar pek çoktur: Sutralara yorum yazmak yeni görüşler ortaya atmak ve geliştirmek için uygun bir yoldu. Bu yorumlara da yeni yorumlar, eleştiriler eklenince sonunda içinden çıkılmaz bir yazın karmaşası, karışmış bir düşünce yumağıyla karşılaşılırdı.​
Şu dizeler bu gibi yorumlardan yakınıyor:​
"Hiç bir anlam çıkmıyor mu bundan​
Deyin: Her şey besbelli apaçık.​
Anlam açık seçik mi o zaman​
Hiç durmayın atın tutun, artık... "(77)​
Bu sözler yalnız Hint yorumlan için değil baş- kalan için de geçerli...​
3. Yüz bini aşkın beyitten oluşan ve Hindistan'ın ele geçirilmesi sırasında ikiye bölünen bir Arya boyunun çekişmelerini, savaşlarını konu alan Hint destanı Mahabharata ve bunun bir bölümü olan ünlü Bhagavad-Gita (Tanrının Şarkısı) felsefe konusu olabilecek öğretiler içermektedir.​
4. «Manu’nun Yasası», Bhagavad-Gita’daki düşünceleri birçok bakımdan tamamlar.​
Geleneğe bağlı sistemlerin altısı büyük önem kazanmıştır. Yüzyıllarca yan yana yaşamış ve karşılıklı etkileşim içinde gelişmiş olan buradaki düşünce sistemleri bir tarih sırasına konamaz. Bunların pek açıkça belirlenemeyen gelişme sırasını bir yana bırakarak en önemlilerini kısaca tanımaya çalışacağız. İkişer ikişer birbirleriyle ilişkilendirilen bu altı düşünce sistemi şunlardır:​
1. Nyaya 2.Vaişeşika​
2. Sankhya 3.Yoga​
5. Parva Mimansa 6. Vedanta​
Bunlar içinde de Sankhya, Yoga ve Vedanta Hint düşüncesi içinde en önemli olanlardır. Bu altı sistemin her biri yüzyıllar süren bir gelişim ve değişim evresi geçirmiştir. Bunları aşağıda en özgün yönleri ve ana düşünceleriyle anlatmaya çalışacağız.​
1. NYAYA VE VAİŞEŞİKA
Kanıt ya da kural anlamına gelen Nyaya adından bile, bu düşünce sisteminin daha çok mantık ve diyalektik konularına yönelmiş olduğu anlaşılır. Gautama adında bir bilgin'in yazmış olduğu ve bu sistemin dayandığı temel metinde, mantıklı sonuçlar çıkarma sanatının (usavurmanın) ilk önemli klasik denemelerinden biri yer almaktadır. Bu çalışma Hindistan'da mantıkla ilgili tüm incelemelerin kaynağını oluşturmuştur. (78) Ayrıca zengin bir felsefe terimleri dağarcığının oluşmasına da yol açmıştır ki(79) Sanskritçenin bu bakımdan bütün gelişmiş Batı kültür dillerinden üstün olduğu görülüyor. (8°)​
Öte yanda, en büyük Hint düşünürlerinden biri olan Kanada'nın geliştirmiş olduğu Vaişeşika (Vaisheshika) sisteminde, evrenin açıklanışına: doğa felsefesi ve metafiziğe (fizikötesine) ağırlık verilmiştir. «Ayrım (fark)» (81) gibi bir anlama gelen «Vaişeşika», adından da az çok anlaşılacağı gibi, daha çok, varlıklar arasındaki ayrılıkları, benzerlikleri bularak gerçeği tanımaya çalışan bir sistemdir. Gerçekten de; bilgi edinmek, her şeyi birbirinden ayırt etmekle başlamaz mı?​
Bu doğa felsefesinin çekirdeği bir tür atom öğretisine dayanır. Bolüne bolüne bir yere gelindikten sonra artık bölünüp parçalanamayan, ve dünyadaki değişim süreci içinde birbirleriyle birleşerek sonra yine ayrılabilen küçücük parçacıkların var olduğu ileri sürülmüştür.(82)​
Nyaya Vaişeşika'nın metafiziğinden, Vaişeşika’ysa Nyaya'nın mantığından yararlanmış, her iki sistem de birbirini tamamlamıştır. Sonraları bu iki sistem tek bir sistem olarak birleştirilmiştir. Bu sistemlerin yukarıda belirtmiş olduğumuz ağırlıklı konularına bakarak, birinin yalnız mantık, ötekinin yalnız doğa felsefesiyle kendisini sınırlamış olduğunu sanmayalım. Her ikisi de kendi içlerinde bütünlüğü olan tutarlı düşünce yapılarıdır ve her ikisi için de gerçeği anlamak, - gerçek konu budur, - acılardan, genedoğumdan kurtuluşa, bütün Hint düşünce sistemlerinin yöneldiği son amaca götüren bir yoldur.​
2. SANKHYA VE YOGA
Sankhya felsefesi geleneğe bağlı altı sistem içinden Vedanta gibi ilginç ve özgün oluşuyla sivrilmektedir. Sankya felsefesini geliştiren kişinin adı Kapila'dır. Sayıdan ya da sayı saymaktan türemiş olan «Sankhya» sözcüğü (83) varlıkların ve kavramların sayılarak belirlenmesi anlamını çağrıştırır. Sank- hya felsefesi, Upanişad’lardaki felsefeden - ve Upa- nişad'larla doğrudan ilişkili olan ve bir sonraki bölümde değineceğimiz Vedanta felsefesinden - daha baştan, «tekçi (monist)» değil de «ikici (dualist)» olu- şuyla ayrılır, Buna göre yaradılış bir ilkeye değil birbirinden ayrı iki temel ilkeye dayanmıştır. Bu iki ilkeden biri, doğanın özü, sürekli etkin ve devingen, ancak cansız ve bilinçsiz bir maddi ilke olan Prakriti, öteki ise canlı ve bilinçli olmakla birlikte etki altında kalabilen edilgen Puruşa dır (Puru- sha).​
Yalnız Brahman’ın biricik gerçek olduğunu ve dış dünyanın aldatıcı bir görüntüden, maya'dan başka bir şey olmadığını ileri süren Upanişad öğre- tisinden yola çıkan Sankhya felsefesi, Upanişad’la- rı yıkmaya çalışmadan, aşama aşama ilerleyerek akla daha yakın gelen bir yaklaşımla, dış dünyayı bilinçten bağımsız bir gerçeklik olarak algılamıştır. Böylece, «maya»’nın aldatıcı görüntüsü, kendi kendine yeterli bir ilke olan doğa gerçeğine, «Prakri- ti »ye dönüşmüştür .(84) Cansız doğanın karşısındaki ve ötesindeki canlılık ya da ruh yani «Atman» da şimdi «Puruşa» diye adlandırılmış ve bu yolla önce her şeyi kapsayan bir tüm bilinçliliğe, bir tür tanrı kavramına, «Büyük Puruşa»ya ulaşılmış, bundan sonra, (artık Büyük Puruşa'ya benzer yanı kalmamış olan) ayrı ayrı, sayısız «Küçük Puruşa»lar, yani «kişilikler (ruhlar)» bulunduğu ileri sürülmüştür.​
Daha sonra da «Büyük Puruşa» kavramı bütün bütün bir yana bırakılıp geriye «Küçük Puruşa»lar kalınca klasik Sankhya felsefesi tanrıtanımaz (atheist) bir öğretiye dönüşmüştür. Tam bu noktada Sankhya felsefesi Budacılıkla kesişmektedir, ancak karşılıklı etkileşimin nasıl ve ne oranda olduğu, hangi görüşün daha önce ortaya atıldığı, kimin kimden etkilendiği tartışmalıdır.​
Önce Prakriti’yi görelim. Prakriti üç durumun (gunas) bileşiminden oluşur; açıklık ve aydınlıkla ilişkilendirilen uçucu, hafif olma durumu; karanlık, çökücü, ağır ve engelleyici olma durumu ve bu iki durum arasındaki karşılıklı alış veriş ve dönüşme durumu. Prakriti'nin hamurundan bütün varlıklar ortaya çıktığı gibi, düşünme, duyma ve davranma gibi yetenekler de oluşmuştur, Bizim ruh dünyasıyla ilişkilendirmeye çalıştığımız, ve madde ötesi diye nitelediğimiz pek çok şey Prakriti'nin maddi dünyası içindedir.​
Doğada hepsi Prakriti'yle ilgili toplam 24 ilke vardır, bunlar şöyle sıralanır:
1. Prakriti'nin kendisi; yaratır.​
2. Akıl, ayırt etme yeteneği; yaratıcıdır.​
3. "Ben-oluş" (Aha-kara), benlik, kişilik duygusu, ben'i dış dünyadan ayıran duygu. Bu duygudan bir yanda duyular ve duyu organları; öbür yanda da dış dünyanın türlü türlü öğeleri türemiştir.​
Duyular şunlardır:
4. Görme​
5. İşitme​
6. Koku alma​
7. Tad alma​
8. Dokunma​
Beş duyuya Hindistan'da hep şu duyu da eklenir:
9. Anlama, düşünme, kavrayış Bunu beş duyu organı izler:​
10. Göz​
11. Kulak​
12. Burun​
13. Dil​
14. Deri​
Bundan sonra davranışlarla ilgili beş organ gelir:
15. Gırtlak​
16. Eller​
17. Ayaklar​
18. Boşaltma organları​
19. Üreme organı​
Dış dünyanın beş öğesi şunlardır:​
20. Uçucu en hafif öz, «eter»​
21. Hava​
22. Ateş ve ışık​
23. Su​
24. Yer​
Bu 24 öğeye karşı son olarak sayılan,
25. Puruşa,​
ile birlikte Sankhya felsefesinde yirmi beş «ilke» vardır.​
Yaradılış süreci ise şöyle açıklanır. Prakriti üç «guna»'nın sürekli ve karşılıklı ilişkisiyle başı sonu olmayan bir döngü içinde (2'den 24'e) kadar olan bütün «madde» evrenini sürekli yeniden yaratır - yaradılış - ve sonra yeniden içine alarak eritir - yok ediliş.​
Pekiyi, bu arada Puruşa ne yapıyor? Prakriti'yle nasıl bir ilişki içine giriyor? Oluşumları etkiliyor, yönlendiriyor mu?​
Canlı ve bilinçli olma niteliğiyle Puruşa, maddi olaylardan derin ve aşılmaz bir uçurumla ayrılmıştır. En öz ve bozulmamış durumunu ve sonsuz saflığını koruyarak maddeye karışmadan, bulaşmadan, olan bitenin ötesinde durur. Bir bakıma, madde ve ruha benzetebileceğimiz Prakriti ve Puruşa, canlılarda sıkı bir bağ ile birbirine bağlanmıştır. Bir Sankhya filozofu bu durumu bize şöyle açıklayacaktır: Bu bağ yalnızca bir sanıdır, aldanmadır. Arkasındaki kırmızı bir çiçek yüzünden renksiz ve berrak bir kristal parçası, nasıl kırmızı görünürse, sonsuz ve pırıl pırıl Puruşa da, bunun gibi kendisini barındıran vücutta dış etkilerden etkileniyormuş, acı çekiyormuş gibi görünür.(85)​
Bizim bildiğimiz beden ve ruh ayrımına pek benzemeyen, Sankhya öğretisinin ayrımında, birbirinden apayrı iki gerçek karşı karşıya gelmektedir: bir yanda hiç değişmeden, bozulmadan duran sonsuz öz, Puruşa, öbür yanda da Prakriti ve Prakriti'nin dünyası içindeki türlü türlü düşünceler, düşler, duygular...​
Niçin, diye sormaktan kendimizi alamıyoruz, sonsuz ve tertemiz bir öz olan Puruşa'lar Prakriti'nin geçici ve aldatıcı dünyasıyla ilişkiye girmek gereğini duyuyor?​
İşte bu soru, acı, genedoğum ve kurtuluş (moksha) gibi Hint düşünce sistemlerinin hep yinelenen kavramlarından yararlanan bu öğretinin de özünü açığa çıkarmaya yarayabilir. Sankhya filozofları da acı ve tutku üzerine kurulu çıkmazdan yola çıkarak (zevk alarak, eğlenerek değil), son gerçeğe yönelerek tutkulardan ve acılardan kurtulmak, kurtuluşa ermek gerektiğini söylerler.​
Peki biz niye acı çekiyoruz?
Biz dış dünyadaki bin bir türlü ilişki ve olayın etkisi altında bir tutsak, bir oyuncak gibi oradan oraya sürüklendiğimiz için acı çekiyoruz. Kendimizi ayrı bir gerçek, ayrı bir kişilik olarak gördüğümüz sürece de acı çekeceğiz. Bu durum bir yanılgıdan kaynaklanır; çünkü kendi özümüz, Puruşa, gerçekte her türlü olayın, etkinin dışında, ötesinde değişmeden, dokunulmadan, bozulmadan öylece durur.​
O'nun bu yanılgıyı görmesi, gerçeği anlaması sağlanmalıdır! Gerçek anlaşılınca, yani bu dünyanın günlük gerçeklerinin o kişinin özüne gerçekte dokunamadığı, erişemediği öğrenilince her türlü acı, bağımlılık ortadan kalkar. Puruşa kurtulur. Böylece madde de, yani Prakriti de kurtulur! Puru- şadan sıyrılan Prakriti'nin de artık bir özü (ruhu), duygusu, bilinci kalmayacağına göre o da artık acı çekmeyecektir. Ayrı ayrı canlılar için olduğu gibi varoluşun tümü için de kurtuluş Puruşa'nın gerçeği görebilmesine bağlıdır. Olumlu olumsuz ya da dişil eril ikiciliği içinde, - niçin dişi olduğunun tutarlı bir açıklaması yoksa da - dişi bir ilke olan Prakriti doyum ve uyum için kendi dışında olan Puruşa'ya karşı istek duyar ve kendisini göstererek, sergileyerek Puruşa'yı kendine çekmeye, onu seyirciler önünde raks eden çekici bir dansöz gibi büyülemeye çalışır; Puruşa ise kendisini bu çekimden ancak kendine gelebilir, kendini bulabilirse kurtarabilir. Sankhya öğretisinde de gerçeği anlamanın ve kurtuluşa er- menin yolu sıkı bir düzen içinde dış dünyanın çekimine kapılmadan erdemli bir yaşam sürmekten geçer. Kurtulan Puruşa yine dingin, kendi kendine yeterli, lekelenmemiş, dokunulmamış temiz bir öz olarak kendini bulur; şimdiki kurtulmuş durumu ise "içine artık hiç bir görüntünün yansımadığı" bir ayna' ya benzetilir.(86) Bütün bu olan bitenler bir giz örtüsüyle hep gözlerden saklı kalır.​
Bu tanrıtanımaz felsefenin bile geleneğe aykırı görülmemesi Brahmanların yeni düşüncelere karşı olan hoşgörülü tutumunun kanıtıdır. Kapila dış görünüşü kurtarma çabasıyla, düşüncelerinin yapısı ve gelişimi bakımından pek bağlı kalmadığı Vedaların yüceliğini tanımıştır, ama yine de, bu öğretinin niçin geleneğin dışına itilmediğini açıklayabilmek için, iki ayrı neden sayılabilir: İlk neden; Hint düşüncesinde, bir yanda Vedalarda adı geçen çok sayıdaki tanrının varlığının, bir yanda da yaratıcı ve buyurucu bir tanrının olmayışının uzlaşmaz iki ayrı görüş, bir çelişki olarak değerlendirilmemesidir; ikinci neden ise Sankhya öğretisinin toplumun temelini oluşturan Kast düzenine dokunmaması- dır. Özellikle bu son koşula uyulduğunda Brahmanların Hindistan'ında bir düşünürün neredeyse sınırsız bir düşünce özgürlüğü olduğunu görüyoruz.​
Yoga denince Batı'da eskiden ilk akla gelen şey, para toplamak amacıyla seyircilerin ilgisini çekmeye çalışan, ciddiye alınamayacak ve gerçeği aramakla bir ilgisi olamayacak türlü türlü şaşırtıcı gösteriler ve canbazlıklardı. Bugün artık, Yoganın da bu bölümde ele alınan öteki düşünce yapıları gibi kurtuluşa yönelik yollan ve araçları gösteren, ancak daha çok uygulamaya ağırlık veren bir öğreti olduğu bilinmelidir. Yoga öğretisi Sankhya'nın kuramından yararlandığı ve Sankhya filozofları da Yoga'yı kendi öğretilerinin uygulama bakımından bütünleyicisi olarak gördükleri için Sankhya sistemiyle Yoga birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmıştır. Ancak, Yoga öğretisi önemli bir noktada Sankhya felsefesinden ayrılır. Yoga kişiliği olan bir tanrıya inanır. Sankhya'ya göre yaradılış iki karşıt ilkenin, Prakriti ve Puruşa'nın karşılıklı ilişkisi olarak açıklandığına göre Yoganın tanıdığı tanrının yaratıcı ve buyurucu bir tanrı olmaması gerekir. O, en üstte ve en ötede, başı sonu olmayan bir zamandan beri dokunulmadan, Prakriti'ye bulaşmadan an ve duru kalan ve her şeyi sonsuz bir duyarlıkla duyan ve bilen Puruşa’ya benzer. Bu bakımdan Yoga öğretisinde tanrı kavramı önemli bir yer tutmaz.​
Yoganın temel metnini dört kitapta toplanmış olan ve Patanjali adında bir bilgenin yazdığı söylenen 194 Yoga Sutra oluşturur.​
Boyunduruk anlamındaki (Almanca) «Joch» - ve İngilizce «yoke») - sözcüğüyle aynı kökten gelen Yoga, anlam genişlemesiyle sıkı düzen, kendi kendini denetleme, dizginleme anlamlarına erişmiştir. Arayan kişinin belirli bir düzen içinde, sıkı ve düzenli alıştırmalarla, içe dalım (meditasyon) ve yoğunlaşma (konsantrasyon) gibi uygulamalarla en derindeki gerçeği anlamayı, arınmayı ve kurtuluşa varmayı başarabileceği görüşü yalnız bu öğretiye özgü, yeni ve özgün bir görüş olmayıp, pek çok Hint öğretisinde ve hatta Upanişadları da içine alan Veda yazınında bile üzerinde önemle durulmuş, işlenmiş olan bir konudur.​
Yogi'yi bekleyen ise, Yoga’ya özgü türlü türlü uygulamalar sonunda kurtuluşa götüren uzun ve zor bir yolculuktur. Yoginin yıllar süren bir kendini yenme, nefsini alt etme çabasıyla şu sekiz basamağı çıkması gerekir (87):​
1. Dışa yönelik tutum (yama): Yaşama zarar vermemek (Budacılık ve Caynacılık'ta de bulunan «ahimsa» ilkesi), özü sözü doğru olmak, uçkuruna sağlam olmak, maddi çıkarlar peşinde koşmamak.​
2. İçe yönelik tutum (niyama): Bu basamak şu beş buyruğu kapsar. İçi (gönlü) ve dışı temiz olmak, azla yetinmek, sıkıntılara katlanmak, bilgiyi aramak, kendini yola (tanrıya) adamak.​
3. Duruşlar (oturuşlar, asanas): Burada içe dalım (meditasyon) için en uygun oturuş ve duruş biçimleri ve türleri en ince ayrıntılarına kadar gösterilir.​
Bhagavad Gita'nın bir yerinde şunlar yazılı:​
"Oturmak için temiz bir yer seçsin​
Bu yer ne alçak ne de yüksek olsun​
Yere ya bez ya post ya «kuşa» otu sersin​
Böyle bir yerde oturup içe yönelsin​
Duygularını ve düşüncelerini toplasın​
Gövde, baş ve boynunu dik ve rahat tutsun​
Oynatmadan gözlerini burnunun ucuna diksin​
Bakışını başka bir yere kaydırmasın "(88)​
4. Soluk alış verişinin düzenlenmesi (pranayama): Soluğun doğru alınıp verilmesi ve tutulması için bir dizi yöntem...​
5. Duyuların geri çekilmesi (pratyahara): Doğal olarak dışa yönelik olan duyuların bu kez içe yöneltilmesi...​
6. Yoğunlaşma (konsantrasyon, dharana): Düşüncelerin yalnız bir şeye yöneltilerek orada yoğunlaştırılması...​
7. İçe dalım (meditasyon, dhyana): Yoğunlaşmanın derinleştirilmesiyle ve güçlenmesiyle düşüncenin üzerinde yoğunlaştığı şeye kendiliğinden kayması, akması.​
Bu arada kutsal «Om» hecesinin sürekli zikredilmesi de önerilir.​
8. Esrimelerine (samadhi): Bu en üst basamaktır. Yogi kendisini ayrı bir varlık ayrı bir benlik ve ayrı bir bilinç olarak görmekten kurtulur ve mutluluğa ve tanrılara yaraşır bir tutuma kavuşur. Bu durumu yaşamamış olan kişiye anlatmaya sözcükler yetmez.​
Bu yolda giden yogi doğaüstü güçleri, olağanüstü yetenekleri, üzerinde durulmaması gereken bir yan kazanç gibi elde eder. Hint yazınında bunların neler olabileceği üzerinde uzun boylu durulmuştur. Eski Yoga Sutralarda şunlar sayılıyor:​
Geçmişi ve geleceği bilmek​
Tüm hayvanların dilinden anlamak​
Daha önceki yaşamları anımsamak​
Görünmez olabilmek​
Bir fil kadar güçlü olmak​
En küçük en gizli ve en uzak olanı bilmek​
Tüm evreni bilmek​
Vücudun düzenini bilmek​
Açlığı ve susuzluğu yenmek​
Su, çamur ve dikenlerin değmemesi​
Havada yürüyebilmek​
Doğa öğelerine hakim olmak​
Çok sağlıklı olmak, genç ve dinç kalmak​
Duyulara hakim olmak​
Her şeyi duyumsayarak her şeyin üstünde​
olmak​
Tüm bu olağanüstü yeteneklerin ve becerilerin elde edilebileceğine körü körüne inanmak gerekli değil; bunlar yolda ilerleyen yoginin karşılaşabileceği olası olağanüstü durumların, yaşantıların, bakış açılarının neler olabileceğini belirtmek için Yoga yazınında sayılmakta, yorumlanmaktadır. Yukarıda sayılanların yorumlarını irdelemek, doğruluğunu sınamak, bize düşmez, zaten bunun için yerimiz de uygun değil. Yalnız yogileri küçümseyip, alaya alanlara ve üstün yeteneklerine kuşkuyla bakıp adam sende deyip geçenlere şunu hatırlatmak gerekir: Yakın geçmişte yapılan pek çok deney insanların içinde, ne olduğunu bilemediğimiz ve anlayamadığımız, belki de çok eski çağlardan kalıtım yoluyla bize gelmiş, gizli ve uyuyan birtakım güçler ve yetenekler olduğunu göstermiştir. Belki de, dikkatini belirli bir yere yöneltme yeteneğini çok geliştirmiş olan bir kimse kendi içindeki o gizli yetenekleri uyandırıyordur.​
Yoganın kolları ve türleri burada bizi ilgilendirmiyor. En güvenilir ve tutarlı Yoga öğretisine göre bütün bu üstün güçler ve yetenekler üzerinde durulmaması gereken bir yaşantı, bir bakış açısı ve yolda işe yarayan bir araç olarak yogiye gelebilir, ancak bir yogi bunları elde etmeyi amaç edindiği anda yolda kalır, kurtuluşa eremez.​
3. MIMANSA VE VEDANTA
Geleneğe bağlı altı düşünce sistemi içinde önemli bir yenilik getirmediği için üzerinde pek az durulan Mimansa, bizim açımızdan da bir önem taşımamaktadır. Mimansa'nın, daha çok Vedalar döneminin sonunda ortaya çıkan sapkın akımları, en çok da Sankhya felsefesini eleştirerek kutsal metinlere dönmeyi ve onlara sıkı sıkı bağlı kalmayı öneren ve dinin gereklerini yerine getirmeye büyük önem veren bir düşünce akımı olduğunu belirtmekle yetinelim ve hemen Vedanta sistemine geçelim.​
Vedanta, «Vedaların sonu» demektir; ve ilk önceleri Vedalardan en çok da Upanişadlardan çıkarılan dini ve felsefi öğretilerin tümüne bu ad veriliyordu. Daha sonraları Upanişadlardaki Brahman'ın ve Atman'ın birliği düşüncesini en tutarlı biçimde geliştiren öğretiye «Vedanta» dendi ve bu ad bu anlamda yerleşti.​
Vedanta'nın pek çok kolu vardır. «Klasik Vedanta» diye adlandırılan öğretinin kurucusu olan Şankara (Shankara) İS 800 yıllarında yaşamıştır. Demek ki, Şankara yorumlarını Upanişadların ortaya çıkışının üzerinden aşağı yukarı bin yıl geçtikten sonra yazmış. Hindistan'ın en büyük filozofu olarak nitelenen Şankara 32 yıl süren kısa yaşamında Upanişad öğretilerine yeni bir boyut, açı ve derinlik kazandırmış ve 1200 yıl boyunca Vedaları hiçe sayan Budacılığın ve Vedaları tanısa da onları bağlayıcı olarak görmeyen Sankhya felsefesinin yanında sönükleşmiş olan Veda geleneğine yeni bir soluk getirmiştir.​
Şankara, öğretisini, eski Vedanta düşüncesini aktaran 555 Sutra'ya yazdığı yorumlarla ortaya koymuştur. Aşağıda yalnız Şankara'nın öğretisinden söz edilecektir.​
Öğretinin çıkış noktasını şu eski özdeyişler oluşturur:​
"Tat tvam asi" (Sen O'sun)​
"Aham Brahma asmi" (Ben Brahman’ım) (89) Bundan şu anlam çıkıyor: Var olan her şeyi doğuran ve her şeyi içinde barındıran Brahman gerçekte bizim kendi özümüzdür. Bu öz, yani Atman, doğası gereği sözcüklere sığmaz ve anlatılamaz. («Atman»ın anlatılamayacağını daha önce Yagnavalkya da öğretmişti.) Yalnız tek bir gerçek vardır, o da özünde Brahman olan Atman'dır. Bu söz ilk bakışta anlamsız ve çelişkili gibi görünebilir. Çünkü günlük yaşamımızda, bir tek gerçek olmadığını, tam tersine bin bir türde ve biçimde, elle tutulur, somut gerçekler bulunduğunu ve bu arada bu değişen, ölümlü dünyanın içinde yaşayan kendi varlığımızın da apayrı bir gerçek olduğunu görüyoruz.​
Bu durumda bize gerçeği bin bir kılıkta gösteren algılarımızı eleştirici ve kuşkucu gözlerle sor-​
gulamamız gerekmektedir. Bilmek ne demek? Niçin bilebiliyoruz? Bilgimiz neye dayanıyor? Ne zaman geçerli oluyor ve kuşkuya yer bırakmıyor? Şankara burada 18. yüzyılın Avrupa'sında Kantin sormuş olduğu sorulan soruyor ve az çok onunkilere benzeyen sonuçlara ulaşıyor. Bütün bilgilerimizi ve deneyimlerimizi duyularımızın aracılığıyla elde ediyoruz. Bilgi, duyularımızla algıladıklarımızın işlenmesinden başka bir şey değildir. Bu yolla gerçeği yakalayabilir miyiz? Şankara diyor ki: "Ha- yır!"​
Daha sonraları Kant'ın da açıkladığı gibi, Şankara varlıkları gerçek öylesilikleriyle algılayamadığımızı, ancak duyulanınıza yansıyan biçimleriyle, yani görüntüleriyle tanıdığımızı belirtiyor. Bu yolla bulunabilecek gerçek, olsa olsa bir aldatmacadır, «maya»'dır.​
Her zaman geçerli gerçek bilgiye, tüm varoluşun kavranışına, «vidya»'ya ise «maya»'nın aldatıcı örtüsü aradan kaldırılabilirse, duyulanınızın sınırlı ve yetersiz olduğu sezilebilirse varılır. O zaman açıkça anlaşılır ki kişiliğimiz tüm dış görüntülerden değişik, bağımsız, bambaşka bir şeydir, - burada Şankara’nın yolu Kant'ınkinden ayrılıyor -, ve o, Brahman'dır. Gerçek bilgiye, «vidya»'ya yaşam deneyimleriyle ve düşünmeyle değil, sezgiyle erişilebilir ve bu tür bilgi de yalnızca Vedaların sonsuza dek geçerli kutsal açıklamalarından ve özellikle on- ların son bölümü olan Upanişadlardan çıkmaktadır.​
Ne var ki Şankara Vedalara dayanmakla bir yerde çıkmaza girmiştir. Vedalarda Atman'la Brahman'ın birliğinin tek ve son gerçek olarak bildirildiği ileri sürülünce şu çelişki beliriyor: Her şeyin birlikten doğduğu ve bir olduğu görüşünü, yani tek-gerçeklik görüşünü savunan Upanişadlar olduğu gibi, çok kez - Vedaların eski olanlarında - çoğulcu (pluralist) bir görüş açısıyla, gerçeğin çokluğunu, hatta Brahman'ın bile ayrı ayrı kişilikleri ve biçimleri olduğunu bildiren bölümler de bulunmaktadır. Şankara'ya göre ise ayrım yapılmaksızın bütün Vedalar tartışılmaz kutsal metinlerdir.​
En önce bu belirttiğimiz güçlüğü yenmek için Şankara, - Upanişadlarda izlerine rastlanan bir düşünceyi - biri yukarı ve biri aşağı olmak üzere «İki Basamaklı Kavrayış» öğretisini geliştirmiştir.​
Aşağı basamakta, dışa yönelik (egzoterik, exoterique) algılayışla varlık ve tanrı bin bir biçimde görülmektedir. - Oysa Şankara, tanrıyı varlığın özü olarak tanımlamıştı. Bu durumda bu ikisinin, yani tanrının ve varlığın, aynı özden olduğu, birbirine eş olduğu anlamı çıkmaktadır <90> - Aşağı basamakta tanrı İşvara (Ishwara), tüm varlığın yaratıcısı olarak saygı görmekte, her türlü üstün nitelik ona yakıştırılmaktadır. Halk da ona çeşitli uygulamalarla tapınmaktadır. Yüksek bir kavrayışı içermese de bu basamağın aşağı görülmesi doğru olmaz, çünkü bu tür görüşler insanın doğal kavrayış yeteneğine uygundur ve bu bakımdan da gerçek bilgiye ermeye bir hazırlıktır.​
Daha yüksekteki öze yönelik (ezoterik, esoterique) kavrayış basamağına çıkabilen kimse bilge kişidir. Bu kişi aldatıcı «maya» görüntüsünün ardındaki hiç bir nitelemeye sığmayan, akılla kavranamayan Brahman'ın bulunduğunu sezmiştir. Gerçek bilge, kavrayışın aşağı basamağını kesinlikle aşağı görmez, o her tapınakta tanrısına yönelebilir ve her tanrının önünde eğilebilir, çünkü bu tür tapınış biçimlerinin akılla kavranamayanı, gözle görülemeyeni insan düşüncesine ve kavrayışına yaklaştırdığını ve uydurduğunu bilir, ve tüm bunların ötesindeki ve ardındaki birliği sezerek gerçeğe sığınır ve gerçeği esenler.(91) Bu yüzden de Şanka- ra'ya göre Brahman'ın iki görünüşü ve dolayısıyla iki ayrı tapınılış biçimi vardır, öyle ki, bu ikisinin birbirinden apayrı gerçekler olduğu sanılır.​
Bütün öteki Hint düşünce sistemlerinde olduğu gibi Vedanta için de en önemli soru şudur: İnsan kendi varoluşunun dar kalıbından, ki bu acıdır, nasıl kurtarılabilir? Yanıt besbellidir: Kurtuluş içimizdeki Atman'a ermektir. Böylelikle yaşamımızın kısalığının ve dışa bağımlılığının bizi artık sınırlamadığı, bağlamadığı bir aşamaya geliriz, içinde ayrım, değişim, zaman olmayan, yalnız barış ve erinç olan o uçsuz bucaksız varoluş okyanusuna dalarız. (Adlarını ve biçimlerini yitirerek denize kavuşan eski akarsular benzetmesi burada yine karşımıza çıkıyor.) Vedanta şu davranış ilkelerini koyar:​
— Sonsuz olanla sonsuz olmayanı fark etmek.​
— Bu dünyada ve öbür dünyada kazanç ve ödül beklememek.​
— Yolda 6 gerekli araç: İç barış (huzur), kendine hakim olmak, zevkler peşinde koşmamak, sıkıntılara katlanmak, kendi içinde yoğunlaşmak (konsantrasyon), inançlı olmak.​
—Dünyaya bağımlılıktan kurtulmayı özlemek.​
Bu ilkelere göre büyük işlerle uğraşmak, yücelmenin en uygun yolu olarak görülmez. İş yapmak da, hiç bir iş yapmadan çile çekmek de gerçeğin önünde duran engelleri, kuşkuları ve saplantıları kaldıran bir hazırlık aşaması olabilir. Ancak kurtuluşa giden yolda bir kişi çalışıp çabalayarak, kendini sıkarak yol alamaz. Doğru tutum ve doğru kavrayış gereklidir. Bu da ancak kendini vererek içe dalmakla (meditasyon) ve Veda öğrenimiyle olur. Bilge kişinin gözünde insan işi olan yapıtlar, ürünler yüce bir anlam taşımaz, çünkü o, görünüşteki yapıtların gerçek yapıtlar olmadığını, gerçeği yansıtmadığını bilir.(92)​
"Yüceler yücesini görenin​
Gönlünün düğümleri çözülür​
Kuşkuları uçar gider kesin​
İşleri yokluktan çıkar yürür'(93)​
Vedanta öğretisinin özünü halkın güçlük çekmeden anlayabileceği bir dille anlatan bir metinde şunlar yazılı: "Delilik etme! Varlığa susamışlığı bırak! Gönlünden her türlü kuşkuyu çıkar at! Zenginliğine, arkadaşlarına ve gençliğine güvenme! Zaman her şeyi silip süpürür. Tüm bu yanıltıcı geçici şeylerle oyalanma, Brahman'a kavuş! Yaşam bir lotus yaprağı üzerinde titreyen bir su damlası gibidir... Zaman akar gider, yaşam solar biter... Umut dolu soluk bitmesin!... Gönül ferahlığı yitmesin!... "(94)​
Vedanta öğretisinin etkisi günümüze dek sürmektedir. Çeşitli Brahman düşünce sistemleri incelenirken en büyük yer Vedanta’ya ayrılır. Batı, Ortaçağda yaşarken, bir Hintli yazar Vedanta sut- raları üzerine şunları söylemiştir:​
'Bu eğitici kitap tüm öteki kitapların en önemlisidir. Öteki kitaplar bunun yanında ancak bir tamamlayıcı, hazırlayıcı ya da yardımcı kitap sayılır. Bunun için kurtuluşa yönelenler, bu kitabı, aydınlanmış Şankara’nın yorumuyla birlikte değerlendirsinler...” (95)​
Kaynak: İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst