1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Üzerinde duracağımız ikinci uygarlığın geliştiği yer olan Çin'de de felsefe olarak nitelenebilecek düşüncelerin aşağı yukarı Hindistan'daki kadar eski izlerine rastlıyoruz.​
Çin de, genişliği, kalabalık oluşu, kendine özgü coğrafyası, bölgeden bölgeye değişen iklimi, yer şekilleri, hatta değişik lehçeleriyle - Avrupa'nın her hangi bir ülkesine değil, tümüne benzetilebilecek olan - koskoca bir ülkedir. Okyanusların, sıradağların ve çöllerin kuşattığı bu ülke, binlerce yıl yaşayarak kesintisiz bir süreçle gelişmiş ve ancak tarihinin son dönemlerinde yoğun yabancı etkilerle karşılaşmış olan yüksek, değişik ve kendine özgü bir uygarlığın beşiğidir. Toplum yapısı, düşünce ve din gibi çeşitli alanlara damgasını vurmuş olan kökleri çok derin ve eski gelenekler de bu uygarlığın zengin dokusuna renk katmıştır. Çinlilerin pek çok alandaki buluşlarını ve insanlığın uygarlaşma yolunda ilerleyişine yaptığı katkıları yeri gelmişken anımsayalım. Toprağın işlenmesi, akarsuların düzenlenmesi, porselen, barut, pusula, kâğıt para gibi buluşlar, devlet yönetimi bilgisi, güzel sanatlar (özellikle resim ve seramik), edebiyat ve bu arada benzersiz lirik şiirler bu uygarlığın saymadan geçemeyeceğimiz özgün ürünlerinden yalnızca bir kaçıdır.​
Tarih öncesi çağlardan kalma arkeolojik buluntular bu topraklarda insanoğlunun kesintiye uğramamış bir kaç bin yıllık bir gelişme süreci yaşadığını göstermektedir. Çinlilerin yazıya geçirilmiş tarihi ise İÖ üçüncü bin yılda yaşamış imparatorlarla başlar. Efsaneleşmiş bu hükümdarların yazıyı buldukları, evliliği kurumlaştırdıkları, müziği geliştirdikleri, yemek çubuklarını kullanmayı öğrettikleri ve daha başka pek çok uygarca davranışı başlattıkları söylenirse de tüm bunların gerçekte, bir çırpıda değil, uzun, belki de bir kaç bin yıllık bir evrim sonunda yerleşmiş ve benimsenmiş gelenekler olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır.​
Çincenin ve Çin yazısının üzerinde biraz durmak gerekecek. Çince, yapısı bakımından Batı dillerine hiç benzemez, tek heceli ve «ayrışkan (yalınlayan, isolierend)» dillerdendir, yani çoğunlukla tek heceli, bir değişime uğramayan, bir kurala göre çekilemeyen, ön ve son ek almayan sözcüklerden oluşur. Bu yüzden, sonsuz sayıda çoğaltılamayan ve Çinceye özgü belirli söyleyiş biçimlerinin de sınırladığı bu tek heceli sözcükleri çoğaltmak için, aynı heceyi değişik vurgularla seslendirme yoluna gidilmiş ve böylece heceler yeni anlamlara kavuşturulmuştur. Çincenin kulağa bir şarkı gibi çalınmasının nedeni işte bu vurgu değişimleridir.​
Bazı hecelerin 50 dolayında, birbirinden değişik anlamı olabilir. (Bu duruma şaşıracak olan okuyuculara Batılı dillerde de pek çok sözcüğün - bir asıl bir de mecazi olmak üzere - iki anlama gelebildiğini, ayrıca birbiriyle ilgisiz birkaç anlama birden gelebilen pek çok sözcük bulunduğunu hatırlatalım.) Sözdiziminin kesin kuralları olduğu için bir sözcüğün ne anlama geldiği sözün gelişinden, o sözcüğün tümce (cümle) içindeki konumundan, belirli yardımcı sözcüklerin eklenmesinden anlaşılabilir. Yine bir sözcüğün ad mı, zamir mi (adıl mı), sıfat mı yoksa fiil mi olduğunu; diyelim ki "ta" hecesinin, "büyüklük" mü, "büyük" mü, "büyültmek" mi yoksa "çok" anlamına mı geldiğini sözün gelişinden çıkarmak gerekir.​
Çin dili gibi Çin yazısı da bizimkinden çok farklıdır. Bir tür resim yazısından türemiş ve resme benzeme özelliğini az çok korumuş olan Çin yazısında, bizim yazımızda olduğu gibi konuşulan dilin sesleri değil, kavramları gösteren biçimler (düşün- simgeler, ideogram lar) kâğıda çiziktirilir. Somut varlıklar, sözgelimi dağ, ev, ağaç, yer, güneş, ay vb. için, simgelediği varlığı çağrıştıran bir «düşünsimge (ideogram)» çizilir. Soyut kavramlar ise, mecazi anlamı olan varlıklarla, örneğin «ruh» kavramı «gönül/yürek» düşünsimgesiyle ya da başka düşün- simgelerin birleşimiyle gösterilebilir. Böyle bir yazının sağladığı kolaylık şudur: Düşünsimgelerin anlamını ve bunlarla ilgili kuralları bilen kimseler, Çin yazısını kendi dillerinde seslendirerek, konuşulan Çinceyi öğrenmeye gerek görmeden - tıpkı tüm dünyaya yayılmış olan Arap sayılarını okudukları gibi,- okuyabilir ve anlayabilirler. Bu nedenle bu yazı çeşitli ve birbirinden çok değişik Çin lehçeleri arasında bir bağ olmuştur. Ayrıca konuşulan dil zamanla sürekli değiştiği halde yazı pek değişmeden olduğu gibi kaldığı için eski metinleri bugün bile büyük güçlüklerle karşılaşmadan okumak ve anlamak mümkündür.​
Otuza yakın Latince kökenli harfe dayanan Batı dillerinin alfabelerini öğrenmenin kolaylığına karşılık Çin yazısını sökmek oldukça güç bir iştir. Çok karmaşık biçimlere giren binlerce ve binlerce düşünsimgeyi (ideogramı) iyice bellemek için uzun yıllar süren yoğun bir çaba gerekir. Günlük gereksinimleri karşılamak için kullanılan 2000 ile 4000 arasındaki düşünsimgenin kullanılışı ise birkaç yıl içinde öğrenilebilir.​
Kültür ve uygarlık alanındaki gelişmelerin yanı sıra dil ve yazı da, bilinç ve düşünceyi derinden etkileyen önemli etkenlerdir. Böyle bir dili ve böyle bir yazısı olan bir halkın, düşünce yapısının bizimkinden niçin çok farklı bir biçimde yapılanmış ve niçin başka yönlerde gelişmiş olduğunun bir parça anlaşılabilmesi için dil ve yazı konusu üzerinde burada biraz durmak gereğini duyduk. Hint Cermen kökenli dillerdeki birbirinden açıkça ayrılabilen özne, nesne, yüklem ve ad, sıfat, fiil (eylem) gibi dil öğelerinin belirlenmesi ve incelenmesiyle Yunanistan'da ve Batı'da gelişen dilbilgisinden (Grammatik) türemiş olan mantığın (Logik) Çin'de gelişmesi olanaksızdı ve nitekim orada mantık diye bir bilim gelişmemiştir.​
Çin dilinin yapısının çok değişik olması yüzünden Çinceden yapılan çevirilerde, hele bunlar felsefe konusuna giriyor ve çok sayıda soyut düşünsimgeleri içeriyorsa, büyük güçlüklerle karşılaşılır. Aşağıya da birkaçını koyduğumuz Çince metinlerin çevirileri, Çin dil ve kültürünün önde gelen uzmanlarınca yapılmış olmasına karşın birbirini yer yer tutmamaktadır. Konunun ne olduğu, neden söz edildiği az çok anlaşılmaktaysa da ayrıntılara ve kavramların inceliklerine girildiğinde karşılaşılan birbirinden değişik yorumlar ve güçlük, düşüncelerin dizilişiyle anıştırılan, açıkça belirtilmemiş olup konunun bağlamından ve sözün gelişinden anlaşılan kimi gizli anlamların ve çok yönlü çağrışımların düşünsimgelerde yoğunlaştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır ve bu anlamların bu yoğunlukta başka bir dil yapısına taşınması olanaksızdır. Çin, bir gün Latin alfabesine geçecek olursa Çin düşünce yapısının da uzun dönemde değişebileceğini söylemek pek yanlış olmaz.​
Bu kitaptaki Çince adların ve kavramların yazılışı üzerine de bir kaç söz söyleyelim: Çince sözcükleri Batılılar için, yani Latin harfleriyle yazmak için her Batı dili kendine göre ayrı bir «çevriyazı (transkripsiyon)» geliştirmiştir. İngilizce ve Fransızca için ayrı ayrı çevriyazılar oluştuğu gibi Almanca için de yine başka bir Çin çevriyazısı gelişmiş ve yerleşmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti Çincenin Latin harfleriyle yazılabilmesi için giderek bütün dünyada benimsenen ve yayılan, bilimsel, yeni bir çevriyazı sistemi önermiştir. Bu çevriyazının adı «Pin Yin»'dir. Bir Çin sözcüğünün anlamını değiştirebilen dört seslendiriliş biçimi bu çevriyazıda hecenin ya da seslinin (ünlünün) üzerine konan vurgu imleriyle (Diakritik) belirtilmiştir. Buna göre «ā», düz ve yüksek ses; «á», yükselen ses; «aˑˑ», önce az alçalan sonra yükselen ses; «à», alçalan ses.​
«I King» (ya da I Ging, İ Çing; Değişimler Kitabı), «Tao Te King» (Tao Te Çing) gibi eski Almanca çevirilerde sık sık geçen ve yerleşmiş olan Çince adlar korunmuş, ancak yanlarına gelecekte iyice yaygınlaşacağı anlaşılan Pin Yin çevriyazımına göre karşılıkları ayraçlar içinde verilmiştir. «I King» (yi jîng; okunuşu, i çing) gibi.​
Çağımızın önemli Çinbilim (sinoloji) uzmanlarından biri(1) Çin felsefesinin gelişimini üç bölümden oluşan bir düşünce senfonisine benzetmiştir.​
İlk bölümde üç ana tema, Konfüçyüşçülük, Ta- oculuk ve Mohizm ve bunun yanında da Yanıltmacılar, Yasakçılar ve Yeni Mohistler ve Yin- Yang öğretisinden oluşan yan temalar işlenir. Bu temalara yalnız bir kez duyulan ve sonra kesilen düşünceler eşlik eder ki bunlar ancak parça parça günümüze kalmış olan «Yüz Okul»un öğretilerinin kırıntılarıdır. İlk bölüm İÖ 6. yüzyıldan İÖ 2. yüzyıla dek olan süreyi kapsar.​
İkinci bölümde Ortaçağ Çin felsefesinin ağır akorları duyulur ve buna karşı Hindistan’dan gelen Budacılık bir karşı uç olarak sesini duyurmaya, tutunmaya, içeriye girmeye çalışır. Bu dönem İÖ 2. yüzyıldan İS 1000 yılına dek sürer.​
Üçüncü bölüm ise bu tarihten günümüze dek uzanan dönemdir. Çeşitli düşüncelerin karışımından oluşan bir ezgiyi Yeni Konfüçyüsçülüğün kendine özgü, kararlı ve yönlendirici ezgisi ezer.​
Sona doğru giderek artan gerilimin getirdiği patlamadan ve devrimden sonra Çin düşüncesinin önünde neler getireceği belli olmayan yepyeni bir çağ açılır.​
Gerçek yaşamda ise uyumlu seslerin yanında bağlamın dışına taşan uyumsuz, çatlak seslerin de çıkmış olabileceği belirtiliyor ve bu müzik benzetmesi burada kapanıyor.​
Biz ise, senfoninin başına eski çağların birikimini anımsatan ve gelişerek ilk bölümdeki üç ana temayı hazırlayan bir açılışın eklenebileceği görüşündeyiz. Eski çağların birikimi Konfüçyüs'ün klasik yazılarında işlenerek bize dolaylı yoldan aktarılmış olduğundan bunlara ayrı bir bölüm açmaya gerek görmeyerek Konfüçyüsçülük felsefesi içinde kısaca yer verdik.​
Bundan başka, yerimizin darlığı nedeniyle, Hint felsefesine ayırmış olduğumuz ilk bölümde olduğu gibi Çin felsefesinin de ilk dönemi üzerinde daha çok durduk; çünkü en büyük düşünürler bu dönemde ortaya çıkmışlar ve daha sonra gelenlerin dayandığı temel düşünceleri ortaya atmışlardır.​
Kaynak: İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst