1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Çin felsefesini incelerken gözümüze çarpmış olan kimi özellikleri sıralayalım:​
1. Çin felsefesinin özellikleri arasında en başta «uyum» düşüncesini saymak gerekir. Özellikle Konfüçyüsçülükte, ama yalnız onda değil, hemen hemen bütün akımlarda hep, uyum içindeki bir denge durumunu anlatmaya yarayan «ölçü», «denge», «altın orta» gibi kavramlarla karşılaşıyoruz.​
2. Bütün Çin felsefe akımlarında «insanın ve evrenin uyum içinde olduğu» düşüncesine yer verildiğini görüyoruz.​
3. Ayrıca, ve en çok Lao Tse'de, «insan ve doğanın uyum içinde olması» düşüncesi de işleniyor.​
4. Uyumlu ve yumuşak olma eğilimindeki Çinlilerin her türlü aşırılıktan ve tek yanlı oluştan kaçındıkları söylenebilir. «Ya şu ya bu»nun yerini her yerde «hem o hem bu» almıştır. Karşı uçlara yönelme bir dengeleme çabası olarak görülmüş ve her şeye yukarıdan bakılarak tüm karşıtlıkların bir bütünlük ve denge içinde bir arada durduğu anlatılmış ve gösterilmiştir.​
5. Buradan da birbirini karşılıklı etkileyerek dengeyi kuran iki ilkenin varlığı düşüncesine ulaşılır. Etkin «Yang» ile edilgen »Yin»'e, biçimleyen «Li» ile biçimlenen «Çi»'ye neredeyse tüm akımlarda yer verilmiştir.​
6. Karşıtlıkları yok etmeden uzlaştırma, ve barışa ulaşma eğilimi Çinlileri öyle hoşgörülü kılmıştır ki Batılılar bunun enginliğini anlamakta güçlük çekmişlerdir.​
Bir Çin atasözü şöyle der: "Üç din, bir aile." Bu söz, üç dinin (ya da - din ve felsefe ayrımı Hindistan'da olduğu gibi burada da kesin olmadığına göre - üç felsefenin) yani Konfüçyüsçülük, Taoculuk ve Budacılığın bir arada, barış ve uyum içinde yaşadıklarını belirtmektedir. Bu üçünün bir ailenin bireyleri gibi yan yana yaşamaları, aralarında görüş ayrılıkları olmadığı anlamına gelmez, görüş ayrılıkları pek çoktur, tartışmalar da olmuştur. Ancak bir kaç olay dışında zorla, baskıyla görüşleri ve inançları dayatma girişimleri görülmemiştir. Görüşleri zorla ve baskıyla kabul ettirme gibi bir uygulamanın Çin'de pek görülmemiş olmasının bir nedeni de Çinlilerin bir tek dinle yetinmemeleridir. Yalnız Konfüçyüsçü, Taocu ve Budacı din adamları dinlerine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır, halk ise, işi​
ne geldiği gibi ve duruma göre, bir ona bir buna başvurmuş ve özellikle üzücü durumlarda Budacıları seçmiştir.(61)​
7. Bu kadar aşırı bir hoşgörüyü adamsendeci bir tutumdan ayırt etmek güçtür. Buradaki hoşgörünün niteliği Hindistan’dakinden de değişiktir. Hindistan'da, herkes kendi yolundan giderek kurtuluşa varabilir - şu ya da bu yol yüce gerçeğe götüren yollardan yalnızca biri olabilir, biçiminde bir görüş ve hoşgörü yaygındır ama, her Hintli yalnız bir dine bağlanır.​
Eski Çinlilerde görülen türdeki bir hoşgörü ve anlayış ancak yaşamın amacını - Hintlilerde olduğunun tam tersine - bu dünyada gören ve arayan esnek bir tutumun ürünü olabilir. Çin düşüncesi dünyaya dönüktür.​
8. Bu son özellikle ilgili olarak Çin düşüncesinin insancıl (hümanist) olduğu da görülmektedir. Hiç bir Çinli düşünce sistemi yoktur ki insana ağırlık vermemiş olsun. Bu durum başka başka biçimlerde de olsa aynı ölçüde, eski Çin düşüncesinin iki ana akımı olan Konfüçyüsçülük ve Taoculuk için de geçerlidir. Her ikisinin de ağırlık verdiği konu insan yaşamıdır: Burada aralarındaki fark, Konfüç- yüs un insanın kendi kendini geliştirerek, eğiterek olgunlaşmasını istemesi, Lao Tse'nin ise anlamlı bir yaşam için doğaya, doğa yasalarına uymaya önem vermesidir. Batılı araştırmacılar bu iki akım arasında derin ayrılıklar görmeye ve göstermeye çalışırken Çinli bilgeler hep ortak yönleri vurgulamışlardır.​
9. Azla yetinme, ölçülü olma, iç barış, ve iç rahatlığı Çinlilere göre insan mutluluğunun vazgeçilmez öğeleridir.​
10. İnsan doğasının niteliği bakımından Meng Tse'nin (Mensiyüs un) şu sözünü onaylayabilecek düşünürler çoğunluktadır: «İnsan doğuştan iyidir.»​
11. Bilmek uğruna bilmek, salt bilgiye ulaşma çabası pek önem kazanmamıştır. Çin felsefesi daha çok kişiyi doğru davranış ve tutuma yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu bakımdan daha çok ahlak konusu (ethik) ağırlık kazanmıştır.​
12. Çin düşünürleri insanı yalnız doğal çevresiyle birlikte değil ailesi, toplumu ve devletiyle bir bütün olarak gördüklerinden Çin felsefesi aynı zamanda siyaset felsefesini (Politik) ve toplum felsefesini (Sozialphilosophie) ilgilendirir.​
13. Çin kültürü gibi Çin düşüncesi de kapalı bir ortamda gelişmiş ve kendi yağıyla kavrulmuştur. Son zamanlara dek Budacılık, yabancı bir ülkeden gelip de Çin'de tutunarak yayılabilmiş olan tek düşünce akımı olarak kalmıştır. Bu kapalılığın ve kendi kendine yetme özelliğinin Çin'in tarihinden ve coğrafyasından mı kaynaklandığı, yoksa Çinlilerin kişilik özelliği mi olduğunu belirlemek kolay değildir. Yalnız bu içe kapanıklık ve dışa açılamama genel bir özellik olarak sayılagelmiştir. Ne var ki, Batı'da yaşayan ve çalışan Çinlilerin değişen koşullara şaşılacak bir kolaylıkla uyum sağlayabildikleri de gözlemlenmiştir.​
Çindeki devrimin ve köklü değişimlerin Çin düşünce ve felsefesini nereye götüreceğini, bu ülkeyi yakından tanıyan önemli uzmanlar bilemediği gibi her halde Çinlilerin kendileri de bilemiyorlardır. Ancak, yukarıda saymış olduğumuz ve Çinlilerin içine işlemiş olan özelliklerle bağdaşmadığı sürece yabancı bir ideolojinin, ne denli tutarlı ve etkili olursa olsun, etkisini çok uzun bir süre sürdüreceğine inanmak güçtür.​
Çin felsefe ve Çin kültürünün önemini Batılılar oldukça geç anlamaya başlamışlardır.​
Ünlü gezgin Marco Polo Venedikli tüccarlarla birlikte 13. yüzyılın sonlarına doğru Ön Asya üzerinden Çin'e gitmiş, Çin İmparatorunun huzuruna bile çıkmıştır. Uzunca bir süre Çin'de kaldıktan sonra ülkesine dönmüş ve bu uzak ülkeyi, oradaki kalabalık kentleri, ilginçlikleri, ileri kültürü anlatmıştır, ancak anlattıkları deli saçması, uydurma diye alaya alınmış, önemsenmemiştir. Verdiği bilgiler uzun süre kültür tarihinde bir aralık aralanıp kapanan bir perde gibi kalmıştır.​
Leibniz, bu uzak ülkenin yüksek ve gelişmiş bir kültürü olduğunu anlayan ilk önemli Batılı düşünürdür. Çin ve Avrupa arasında bir kültür alışverişinin başlatılması ve bu amaçla Çin'e giden bir yol açılabilmesi için Rus Çan katında girişimlerde bulunmuştur. Batı ve Çin'in ahlak anlayışını birbiriyle karşılaştırmış ve şu sonuca varmıştır: "İşte içinde bulunduğumuz durum. Ahlakın çöküşü artık o ölçülere vardı ki bize bir an önce Çinli misyonerlerin gönderilmesini gerekli buluyorum. Ve şu kanıdayım: Halkların hangisinin üstün olduğunu​
belirlemek üzere bilge bir kişi hakem seçilse, altın elma Çinlilere verilirdi. "​
18. yüzyılda Batı'da Çin bahçe düzenlemesi, porselenleri ve benzeri Çin sanatları - Chinoiserie - yoğun bir ilgi görünce Çin yazını ve felsefesi üzerine de bilgi toplanmaya başlandı.​
Hallen’li filozof Christian Wolff, Diderot, Voltaire ve Goethe, Çin felsefesini incelemişler ve hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Diderot şöyle yazıyor: "Bu halk yaş, ahlak, sanat, bilgelik ve siyaset bilgisi bakımından öteki halkların hepsinden üstündür " Voltaire'in yargısı ise şöyle:​
"İnsanın Çin'in gerçekten de dünyada bugüne dek görülmüş en üstün düzeni kurmuş olduğunu anlaması için Çin hayranı olması gerekmez...."​
Çağımızın çok yönlü ve açık fikirli düşünürlerinden biri olan Graf Herrmann Keyserling şunları yazmıştır: "Bugüne dek, doğallıktan uzaklaşmayan en yetkin insanı, Çin doğurmuştur. Çağdaş Batı, bir «yapma etme» kültürü yaratmışsa, Eski Çin de bugüne dek bilinen en yüksek «olma» kültürünü yaratmıştır..."​
Bu kültüre, Çinli düşünürlerin katkısı büyük olmuştur.​
Kaynakça:
İlkçağ Felsefesi / H. J. Störig​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst