1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Bağımlılık kavramı felsefede, iktisadî/politik düzende bağımlılık, epistemik veya bilme düzeninde bağımlılık, kavramsal veya anlama düzeni açısından bağımlılık ve ontolojik ya da varlık düzeninde bağımlılık anlamına gelecek şekilde farklı bağlamlarda kullanılır. Bağımlılığın söz konusu farklı anlamlarının ortak paydası, bağımlılık ilişkisinin sadece tek bir doğrultuda gerçekleştiğini imâ eden ve dolayısıyla bağımlılık ilişkisini bir öncelik ilişkisine indirgeyen anlayıştır.​
İktisadî / Politik Bağımlılık
Bağımlılık kavramı, politik anlamıyla özellikle Latin Amerika Sosyal bilim düşüncesinde 1960'ların sonlarına doğru gelişen Yeni-Marksist düşüncenin temel bir kavramı olarak karşımıza çıkar. Terim elbette Lenin öncesi Marksist yazılarda yer almaktaydı. Bununla birlikte, o esas, kapitalizmi her ne kadar yıkılmaya mahkûm olsa da, temelde ileriye doğru tarihsel bir yönelim olarak gören Marx'tan sonra, onu özellikle emperyalist evresinde, ekonomik ve toplumsal ilerleme için bir engel teşkil eden asalak ve çürümüş bir süreç olarak gören Lenin'de ortaya çıkar. Bu anlamda bağımlılık kuramı, özü itibariyle, Lenin'in "kapitalizmin geç evresi olarak" emperyalizm anlayışının, (Lenin'in kısmen atladığı bir husus olarak) dikkatleri onun azgelişmiş ekonomiler üzerindeki etkilerine çekecek şekilde yeniden canlandırılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla, bu açıdan bakıldığında, bağımlılık düşüncesinin Latin Amerika ülkelerinin İktisadî azgelişmişliği üzerine ikici yorumlara bir tepki olduğu söylenebilir. Buna göre, modernleşme teorisinden türeyen ikicilik, ekonomi ve toplumun modem, ilerici sektörlerini, prekapitalist diye nitelenen durağan, geleneksel dal ya da bölgelerinden ayırmak için kullanılmaktaydı. Oysa bağımlılık kuramı, gelişme ve azgelişmeyi tam tersine, bir evrim merdiveninde yer alan ardışık evrelerden ziyade, dünya ekonomisi içindeki işlevsel konumlar olarak yorumlar. Buna göre, azgelişmişlik veya geri kalmışlık, iktisaden gelişmiş merkezin periferisinde bulunmayı ve ekonomik bakımdan geri bölgelerin ileri kapitalizmin İktisadî tutsağı olmasını ifade eder. Az gelişmişliğin gelişmişliğinden söz eden bağımlılık kuramcılarına göre, gelişme ve azgelişme sadece, göreli ve niceliksel kavramlar olmayıp, yapısal olarak farklı oldukları için, ilişkisel ve niteliksel kavramlardır. Söz konusu bakış açısından, aynı kapitalist mekanizmalar, hem merkezde gelişmeyi hem de periferide azgelişmeyi yaratır.​
Epistemolojik Bağımlılık
Bilme düzeninde bağımlılığa gelince, söz gelimi bir A sınıfındaki olguların epistemolojik olarak başka bir B sınıfındaki olgulara bağımlı olduğunu söylemek, Â'daki bir olgunun, söz konusu olgu için delil ya da temel olma işlevi gören B'deki bir olgunun bilgisine sahip olmadan bilinemeyeceğini söylemek anlamına gelir. Söz gelimi, bir kimsenin fizikî çevresiyle ilgili bir olgunun bilinebilmesi için, ilgili kişinin duyumsal deneyiminin yapısı, karakteri ya da yapısıyla ilgili kimi olguların bilgisine, temel, veri ya da delil olarak sahip olmak gerekir. Bu ise, fizikî dünya ile ilgili olguların epistemolojik olarak duyumsal deneyim ile ilgili olgulara bağımlı oldukları anlamına gelir. Söz konusu bağımlılık ilişkisinin iki yönlü olmaması, yani kişinin duyumsal deneyimiyle ilgili olguların fizikî dünya ile ilgili olguların bilgisi olmadan bilinebilmesi durumunda, ilk olguların sonraki olgulardan epistemolojik olarak önce oldukları, ayrıca söylenir.​
Söz konusu epistemolojik bağımlılığın modem bilgi teorisinde sıklıkla söz konusu edilen belli başlı örnekleri arasında, hiç kuşku yok ki, başkalarının zihin halleriyle ilgili bilginin kendi zihin hallerime ilişkin bilgiye epistemolojik olarak bağımlı olması ya da epistemolojik öncelik bakımından ifade edildiğinde, gözlemlenebilir nesnelerle ilgili olguların fizik tarafından varoluşları öne sürülen görünmez parçacıklarla ilgili olgulardan epistemolojik olarak önce olmaları ve tekil olguların genel olgulardan epistemolojik bakımdan önce gelmeleri sayılabilir.​
Buradan hareketle, bütün bir bilgi binasının kökünde veya temelinde birtakım olgulardan, yani bütün diğer olguların kendilerine epistemolojik olarak bağımlı oldukları, ama kendileri başka hiçbir olguya bağımlı olmayan bir olgular sınıfının olup olmadığı epistemoloji tarihinde sık sık tartışılmıştır. Temelciler diye bilinen filozoflar, işte bu çerçeve içinde, bütün diğer olgulardan epistemolojik olarak önce olan temel bir olgular düzeyinin varlığını öne sürerler. Nitekim, bütün diğer bilgileri temellendirmek için bir imtiyazlı olgular tabakasına ihtiyaç bulunduğunu imâ ederken, temel olgular düzeyinin dolayımsız duyumsal deneyimlerle ilgili olgulardan oluştuğunu iddia eden en azından klâsik deneyimciler, temelciler olarak geçerler.​
Düşünce tarihinin kimi problem durumları ya da tartışmaları veya en azından döngüsel argümanları dikkate alınacak olursa, iki önermeden veya önerme sınıfından her biri diğerine epistemolojik olarak ama döngüsel bir biçimde bağlıymış gibi görünür. Yani Â'yı bilmek için B'yi bilmek ve B'yi bilmek için de A'yı bilmek zorunluymuş gibi görünmüştür. Bu türden bir döngüselliğin söz konusu olduğu argümanlarda, açıktır ki şüpheye düşülür ve ikisinden ne biri ne de diğeri bilinebilir. Buna göre, Kartezyen döngü olarak bilinen meşhur problemde Descartes Tanrı'yı bilmesinin kendi bilgi ve inançlarına dayanmak dışında hiçbir yolu olmadığını bilmesine rağmen, kendi bilgi ve inançlarının güvenilirlik ve doğruluğundan, Tanrı'nın varolduğunu ve aldatmayan bir varlık olduğunu bilinceye kadar emin olamayacağına inanmıştı. Hume tarafından ortaya konan meşhur tümevarım problemine gelince, burada da aynı döngüsellik söz konusu olur; yani, tümevarımın meşru veya geçerli bir çıkarım tarzı olduğunu bilebilmek için, önce geleceğin de geçmiş gibi olacağının bilinmesi gerekir, oysa, bu ikinci olgu sadece tümevarım yoluyla ortaya konabileceğinden, onu ancak tümevarımın geçerli bir çıkarım tarzı olduğu bilindiği takdirde, bilmek mümkün olabilir.​
Kavramsal Bağımlılık
Bağımlılığın bir diğer türü olan kavramsal veya anlama düzeni açısından bağımlılık söz konusu olduğunda, Â'ların B'lere kavramsal olarak bağımlı olduğunu söylemek, bir Â'nın ne olduğunu anlamak için, bir B'nin ne olduğunu anlamamız gerektiği veya bir A kavramının, sadece bir B kavramı yoluyla açıklanabileceği veya anlaşılabileceği anlamına gelir. Buna göre, örneğin teyze kavramının anlaşılabilmesi veya açıklanabilmesi için, dişi kavramının anlaşılmasına ihtiyaç vardır.​
Deneyimciler, tıpkı epistemolojik bağımlılıkta olduğu gibi, burada da bir ağaç ya da bir sandalye gibi dışsal bir şeyin ne olduğunu, ancak onun bizde neden olduğu deneyimleri bilmek suretiyle anlayabileceğimizi, dolayısıyla fizikî şeyler için kullandığımız kavramların deneyimlerimize uyguladığımız kavramlara bağlı olduğunu savunurlar. Deneyimciler yine, bu bağımlılığın karşılıklı olmadığını, bu nedenle deneyimsel kavramların fizikî kavramlardan kavramsal olarak önce geldiğini öne sürerler.​
Ontolojik Bağımlılık
Bağımlılığın hiç kuşku yok ki en önemli türü, belli bir şeyin varoluşunun olmazsa olmaz veya gerek koşullarını ifade eden ontolojik bağımlılıktır. Buna göre, belli bir türden kendiliklerin, diyelim A'ların başka bir türden kendiliklere, söz gelimi B'lere ontolojik olarak bağımlı olduklarını söylemek, bazı B'ler varolmadıkça, hiçbir A'nın varolamayacağı, yani bir A'run varolması için, bir B'nin varolmasının mantıksal ya da metafiziksel olarak zorunlu olduğunu söylemek anlamına gelir. Öte yandan, sadece A'lar B'ye ontolojik olarak bağımlıysa ve bunun tersi bir ontolojik ilişki hiçbir şekilde geçerli değilse, B'lerin A'lardan ontolojik olarak önce oldukları söylenebilir. Aristoteles tarafından "var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan şey" diye ve ontolojik öncelik yoluyla tanımlanan tözle ilgili klâsik anlayış, söz konusu ontolojik bağımlılığı en iyi şekilde ifade eder. Gerçekten de, söz konusu ontolojik bağımlılığa göre, başka şeylerin tözler olmadan varolamadıkları yerde, tözler başka şeyler olmadan da varolabilirler.​
Maddî veya tinsel atomculuğa göre de, bileşik kendilikler atom ya da monad gibi basit kendiliklere ontolojik olarak bağımlıdırlar. Söz gelimi, Demokritos ve Epiküros'un antik atomculuğu, maddî nesnelerin varoluşunun basit kendilikler olarak atomların bir araya gelmelerine bağlı olduğunu öne sürmüştü. aynı şekilde Leibniz de bileşik bir nesnenin ancak, belli şekillerde düzen kazanan birtakım basit öğelere sahip olduğu için varolabileceğim öne sürmekteydi.​
Oysa Berkeley, J. S. Mill ve daha pek çok fenomenalist, fizikî nesnelerin ontolojik olarak duyumsal deneyimlere bağlı olduklarına, yani bir sandalye ya da ağacın varoluşunun, duyumsal deneyimlerin birtakım düzenli kalıplar içinde zuhur etmelerinden oluştuğuna inanmaktaydı. Varolmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan şey olarak töz tanımına uygun düşen yegâne varlığın Tanrı olduğunu savunan panteist Spinoza'ya göre ise, bütün sonlu varlıkların ontolojik olarak Tanrı'ya bağlı oldukları yerde, tek töz olan Tanrı, ontolojik olarak başka hiçbir şeye bağımlı olmayıp, ontolojik bakımından her şeyden önce gelir.​
R. AUDI, The Cambridge Dictionary of Philosophy, Cambridge, Cambridge University Press, 1995; W. OUTHWAITE T. BOTTOMORE, The Blackwell Dictionary of Twentieth Century Social Thought, Oxford, 1993.​
Aynca bkz., ATOMCULUK, BAĞIMLILIK OKULU, BERKELEY, DENEYİMCİLİK, EMPERYALİZM, EPİSTEMOLOJİ, KAPİTALİZM, LENİN, MILL, ONTOLOJİ, SPİNOZA.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Felsefe 0
Benzer Konular
Bağımlılık Okulu

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst