1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Aynılık konusu, gündelik yaşamda sık rastlanan, gündelik konuşmalarda çok sözü edilen bir ilişki kavramı olmasına rağmen, felsefecilerin çok ilgisini çekmiş olan bir konudur. Bir nesnenin kimi bakımlardan değişmesi için kimi bakımlardan önceki ve sonraki durumlarında aynı kalması gerekir: Değişen durumların aynı kalan bir öğenin durumları olmaları gerekir. Değişme yenilenmeden bu bakımdan farklıdır: (a) nesnesi yenilenip yerine (a)'dan büsbütün başka bir (b) nesnesi konursa, (b) (a)'nın kimliğini artık sürdürmüyorsa, bu bir değişme olayı değil, bir oluşma olayıdır: Yeniden varlığa gelmiştir (b), (a)'da sabit kalmıştır. Ancak (a) ile (b)'nin aynı bir şeyin evreleri sayılabilmeleri durumunda, işte o şeyin değiştiğinden söz edilebilir.​
Düşünce tarihi içinde ilk ortaya çıkan sorun işte bu değişme ve aynı kalma —permenance— sorunudur. Buna bağlı olarak ortaya çıkan "hangi tür şeyler hangi değişim süreçlerinin başında ve sonunda aynı kalırlar, hangi özellikleri değişince yok olurlar?" sorusu da İlkçağ düşünürlerini hayli meşgul etmiştir: bir nesnenin artık göstermediğinde yok olmuş olacağı özellikler örgüsü) olarak tasarlanan "özgül özellik, kimlik" —eigeuschaft, identity—bu soruya verilen cevabı dile getiren kavramlardır. Pythagoras, Platon ve Parmenides değişmeyi büsbütün inkâr eden öğretiler öne sürerlerken Heraklitos gerçekliğin sürekli bir değişme süreci olduğunu, kalıcılık görüntüsünün bir yanılgı olduğunu öne sürüyordu. Aristoteles ve Demokritos ise hem değişmeyi, hem kalıcılığı gerçeğin görünümleri olarak uzlaştırmaya çalışıyorlardı. Aristoteles varlık türlerinin kimliklerini belirleyen doğal gelişim süreçleri, entellechia, olduğunu, bu doğal evreler içindeki bireylerin evreden evreye aynı kaldıklarını, ama bu doğal evreler dışında, ölüm veya akil hastalığı sonucu, kimliklerini yitirip yok olduklarını öne sürer. Demokritos öğretisi ise, hayli karmaşık biçimlerinde günümüz fiziğinde bile benimsenmektedir. Buna göre hiçbir özellikleri olmayacak kadar küçük, ancak uzay-zaman sürerliğindeki konumlan sonsuzca değişebilen, kendileri oluştan da yok oluştan pay almayan, bölünmez —atomos— şeyler vardır. Algılanabilir boyuttaki şeyler bu atomların türlü biçimlerde bir araya gelmelerinden oluşurlar. Oluşturan atomlarının biçimleri değiştikçe oluşan nesnelerin, başta biçim gibi, özellikleri de değişir. Buna göre değişenler büyükçe nesneler, değişmeden kalanlar teker teker atom taneleridir.​
Bir başka kullanıma göre iki yaprağın renginin aynı yeşil olduğu, yumurtaların hep aynı biçimde oldukları, kayısıyla şekerpârenin tadının aynı, ama kabuk üstlerinin farklı olduğu, v.b., söylenebilir. Bu bağlamda farklı olanlar nitelikler, aynı kalanlar bir nitelik yumağının taşıyıcıları olarak tasarlanan tür örnekleridir. Burada aynılık farklı evrelerdeki.bireyleri aynılık yumaklarına yoğuran bir ilişki olarak değil, farklı bireylerde tezahür eden nitelikleri aynılık yumaklarına yoğuran bir ilişki olarak anlaşılmaktadır. Birinci anlamdaki aynılık değişebilir nesnelerin temelinde olduğu gibi ikinci anlamdaki aynılık onları taşıyan bireyden ayrı tasarlanabilen genel, soyut nitelikler anlayışına temel olmuştur. "Nitelik" sözü olağan olarak böyle belli bireylerden soyut olan özellikler olarak anlaşıldığı içindir ki uzay-zaman konumları atomların niteliklerinden sayılmaz. Türkçe'de de kimileri "nitelik" sözünü bu genel anlamda kullanırken doğum tarihi, Gülperi'nin —örneğin— babası olması gibi ancak bir bireyde tezahür edebilecek belirleyicilere "özellik" ya da karakteristik diyorlar. "Her nitelik soyut, ama her özellik soyut değildir" diyebilmenin kavramsal-dilsel rahatlığına tevazûyla dikkat çekilir.​
Yeniçağda aynılıkla ilgili görüşleri en çok dikkat çeken felsefeci Leibniz olmuştur: Aynılığı "hiçbir özellikleri birbirlerinden farklı olmayan şeyler arasındaki bağıntı" olarak tanımlamıştı. Kendine özgü varlık öğretisine göre zaman-uzay belirlenimleri de monadların iç, kimliğini belirleyen, niteliklerinden sayıldığı düşünülürse buna daha az karşı çıkılır belki, ama öte yandan gündelik kullanım birbirlerinden hiç farksız yüzlerce, binlerce boncuğun, kalemin, yapılabileceğini tartışmasız benimserken Leibniz'in tanımını bilmeden tartışmaktadır. Eş yumurta ikizlerinin doğum zamanı dışında her bakımdan aynı olduklarını kabul edenler de Leibniz tanımına karşı çıkarlar.​
Çağımız felsefesinde geniş olarak tartışılan aynılık konusu dil-anlam konusuyla iç içe olarak ele alınmıştır, bu dilsel felsefenin piri Frege ise en çok aynılık sorununa getirdiği yeni' bakış açısıyla ünlenmiştir. Frege betimlerin göndergelerinin aynılığını ele alıyor: a = b yazılışının "a betiminin göndergesi, betimlediği şey, b betiminin göndergesiyle aynı şeydir" diye yorumlanması gerektiğini öne sürüyordu. Böyle görülünce a = a eşitliği aynını sözlerle belirlenen iki göndergenin besbelli aynı şeyler olacaklarını öne süren analitik bir önerme, oysa a = b eşitliği pekala yanlış da olabilecek, yeni bilgi sunan bir ö terme olacaktır. Frege böyle durumları açıklamak için betimlerin göndergelerine farklı özelliklerini dile getiren ifadeler kullanarak erişebileceklerine dikkat çekiyordu. Venüs gezegeni hem akşam, hem sabah ufkunda görüldüğüne göre hem "sabah yıldızı", hem de "akşam yıldızı" ifadeleriyle betimlenebilir. Ama bu anılan ifâdelerin eş-göndergeli oldukları anlamlarından anlaşılamaz, astronomi incelemeleri sonunda bulunmuş, üretilmiş sentetik bir doğruluktur. Bu yüzden "Sabah yıldızı ile akşam yıldızı aynı şeydir" eşitliği doğrudur, ama bu doğruluk "Sabah yıldızı sabah yıldızıdır" da olduğu gibi suratında yazmaz, ifadelerin dilsel anlamlarına bağlı değildir, betimlerin eş-göndergeli olmaları düşküsel durumuna bağlı olarak doğrudur. Frege betimlerin dilsel anlamlarına anlatımları —sense— diyordu: buna göre anılan iki betimin anlatımları farklı, ama göndergeleri aynıdır. Kimi betim çiftlerinin düşküsel olarak aynı şeyi betimlemelerinin açıklaması budur.​
Bilme, inanma gibi zihin işlemlerine dayanan etkinliklerde ortaya çıkan betim ikame engelleri de bu anlayış bağlamında açıklanabilir. İki ile üçün toplamı beşe eşittir; beş asal sayıdır, demek iki ile üçün toplamı da asal sayıdır. Eşit, aynı, olan şeyleri betimleyen betimlerin biri yerine öteki ikame edilirse ikameyle elde edilen ifadenin doğruluk değeri özgün ifadeninkinden farklı olmaz: buna eşgöndergeli betimlerin ikameyle değiş-tokuş edilebilirliği denir (inter-substitutability of identicals). Bu ilkenin her bağlam için geçerli olmadığının yüzyılımızın başlarında farkına varılması analitik felsefecilerin hayli ilgisini çekti: pek ender olduğu gibi çözümü elde hazır bir sorun bulmuşlardı. 5 = 2+3; "Ahmet beşin asal sayı olduğunu biliyor" doğru varsayılsın; ikame ilkesiyle yapılacak 5/2+3 ikamesiyle bulunan "Ahmet ikiyle üçün toplamının asal sayı olduğunu bilir" cümlesi doğru olmalı mıdır? Hayır, Ahmet ezberci bir ilköğretim öğrencisi ise beşin asal olduğunu ezberlemiştir, ama —olabilir ki— eşitlerin ikame edilebilirliği ilkesinin adını bile duymamış olduğundan, iki ile üçün toplamının asal sayı olduğunu pekâla bilmeyebilir.​
Eş-göndergeli betimlerin çözümsel olmayan bilgi verebilmeleri söz konusu betimlerin anlatımlarının, dilsel-kavramsal sunuşlarının, farklı olmasındandır, başka deyişle, eşgöndergelilik dilsel olmayan bir durumdur, ifadelerin bir sınırlı toplum çevresindeki kullanımı ile ilgili durumdur, o yüzden anlatımdan, sırf dil bilinmesinden, yararlanarak göndergeye erişmek mümkün değildir. Aynı dili bilenlerin kimisinin bilmemeleri mümkün olan dil-dışı durumlara göre belirlenir eş-imlemlilik. örneğin "İlk spastik Türk felsefecisi" ile "NB'nin büyük oğlu" betimleri de facto eş-göndergelidirler, ama bunun böyle olduğunu bilmek için Türkçe bilmek hiç yetmez, anılan kişiyi, hem de anasıyla babasıyla, tanımak gerekir. Betimlerin anlatımlarına dil aracılığıyla, ama göndergelerine anlatımlara uyan şey(ler)i tanımakla varılır, böyle tanımalar ise, kimi durumlarda, az kimsenin başına gelir. Şaşırtan bir durum böylece sıradan, beklenir bir duruma indirgenmiş olur: açıklama da bu değil mi?​
N. Chomsky, Aspects of the Theory of Syntax, MİT Press, 1965.​
Frege, G. (1892) "Über Sinn und Bedeutung", Zeitschrift fur Philosophie und philosophische Kritik 100(1892), pp. 25-50 [trans. M. Black as "On Sense and Reference", Translations from the Philosophical Writings of Gottlob Frege(eds. M. Black P. Geach), Blackwell Publishers],​
P. Martinich(ed.) The Philosophy of Language, Oxford University Press, 1985.​
Putnam, "The Meaning of ‘ıneaning'", Language, Mind and Knowledge(ed. K. Gunderson), University of Minnesota Press, 1975.​
Russell, "On Denoting", Mind 14(1905), pp. 479-93.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Aynca bkz., ANLAM, ANLAM KURAMLARI, ANLAMLILIK, ARİSTOTELES, BETİMLER, DEMOKRİTOS, MONADOLOJİ, LEİBNİZ​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst