1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Arketip lafzen ilkörnek anlamına gelirken, edebî eserlerde tekrarlanan imge, sembol, model veya evrensel deneyimi tanımlar. Arketıpler macera veya semavî yükseliş gibi motifleri, tanınmış karakter tiplerini, elma veya yılan gibi sembolleri, veya çarmıha gerilme gibi imgeleri içerebilir. Arketip kavramının ortaya çıkışı Platon'a dayandırılabilir; o, "başlangıçtaki, ilk" anlamına gelen arkhe (αρχή) ve "şekil" anlamına gelen typos (τυπως) kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Felsefe söz konusu olduğunda, arketip Platon'da, duyusal dünyadaki şeylerin, maddî olmayan, değişmeyen ezelî-ebedî modelini, yetkinlikten yoksun, gelip geçici şeylerin kendisinden pay aldıkları, kendisine göre biçimlendikleri örnek, model, ezelî ve ebedî ilkeyi, buna mukabil özellikle deneyimci felsefede, idelerimizin upuygun olabilmesi için, kendisine uymak durumunda oldukları modeli tanımlar. Malebranche ve Berkeley'de Tann'nın zihnindeki ideyi anlatan arketip kavramının yirminci yüzyıl edebiyat eleştirisinde ve edebî teoriler içinde önem kazanması, analitik psikolojinin İsveçli kurucusu Carl Gustav Jung'un ileri sürdüğü iddialar ve verdiği eserlerle başlar.​
1907-1912 arasında ünlü psikanalizci Sigmund Freud'un yakın çalışma arkadaşı olan Jung, bir müddet sonra, bilhassa Freud'un cinselliğe yüklediği önemli rol konusundaki görüş ayrılıkları yüzünden bu işbirliğini sona erdirir. Freud'un kişisel bilinçdışı kavramına ortak bilinçdışı kavramını da ekleyip arketip kavramını geliştiren Jung'a göre arketip, antik çağda bile kullanılan ve Platon'un "είδος"una, yani "ιδέα"sına eş bir anlam taşıyan bir kavramdır; çünkü Platon da "ιδέα"nın her tür fenomenin öncesinde ve üstünde olduğu fikrini savunur, örneğin Jung'un, Corpus Hermetic um'dan verdiği örnekte Tanrı'nın arketipik ışık olarak tanımlanması, Tanrı'nın tüm ışıkların öncesinde ve üstünde olan bir ışık ilkimgesi olduğunu ifade eder. Jung'a göre ilk kez Platon'un değindiği bir gerçek de şudur: Psişik olan her şey önceden biçimlenmiştir, böylece aklın özellikle bilinçdışı eğilimlerden kaynaklanan işlevleri önceden biçimlenmiş olur. Bu işlevlerin en önemlilerinden biri de yaratıcı fantezidir.​
Arketip kavramının özel uygulama alanı ise yaratıcı fantezinin ortaya çıkardığı ürünlerdedir. Fakat Jung kendi arketip anlayışının felsefi idealizmde olduğundan farklı olarak, daha empirik ve daha az metafiziksel olduğunu savunur. Jung'a göre her bireyde iki tür bilinçdışı vardır: "Kişisel bilinçdışı" ve "ortak bilinçdışı." Bilinçaltına itilmiş veya unutulmuş deneyimler kişisel bilinçdışmı oluştururken, ortak bilinçdışı da atalarımızdan bize kalıtım yoluyla aktarılagelmiştir. Ortak bilinçdışmda kişisel deneyimlerle ilgili olmayan ve ilk çağlardan beri insanlığı etkileyen, yani önceden varolan biçimler bulunur. Jung işte bu biçimlere arketip adını verir.​
Onun iddiasından yola çıkarak, ortak bilinçdışmın kişisel değil, evrensel bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Böylelikle arketiplerin de evrensel semboller olduğu sonucuna varabiliriz. Çünkü arketip olarak adlandırdığımız şey, ortak bilinçdışmı oluşturan unsurlar bütünü olarak, bir çok farklı mitolojinin karşılaştırılmasında bulunabilecek benzer motif veya temalardır; zaman içinde dünyanın farklı bölgelerine dağılmış olan insanların mitlerinde tekrarlanan bu imgeler ve motifler ortak anlama sahip olma eğilimini gösterirler, veya diğer bir deyişle kıyaslanabilir psikolojik tepkileri ortaya çıkarma ve benzer kültürel fonksiyonlara hizmet etme eğilimindedirler. Ortak bilinçdışının bireylerdeki tezahürü düş, inanç veya fantezidir. Kişisel bilinçdışmdan daha derinde, hatta bilincin kavrayamayacağı kadar derinlerde yer alır. Ancak içgüdüsel davranışlar incelenerek varlığı gözlemlenebilir. Bunu sadece insan davTanışlarında değil, hayvan davranışlarında da gözlemlemek mümkündür. İnsanlarda ise hayvanlarda olduğundan daha karmaşık zihni eğilimler kalıtsal olarak varlığını sürdürür.​
Demek ki Jung, on sekizinci yüzyıl Locke psikolojisinin aksine, dünyaya geldiğinde insan zihninin tabula rasa (boş levha) olmadığını İddia eder: Beden gibi zihnin de önceden belirlenmiş kişisel kesinlikleri, yani davranış biçimleri vardır. Bunlar zihnin işleyişinde sürekli tekrarlanan örneklerde görünür hale gelir. Bu yüzden Jung'un mit-oluşturan yapısal elementler olarak adlandırdığı olgu bilinçdışı W>p/de daima vardır; bu elementlerin tezahüründen Jung "motif", "ilkimge" veya "arketip" diye söz eder. Aynı zamanda arketİplerin kalıtımla gelmiş fikirler veya düşünce şekilleri değil, daha ziyade belli uyarıcılara benzer şekillerde tepki verme eğilimleri olduğuna dikkati çeker. Gerçekte bunların, içgüdülerin aktiviteler alemine dahil olduğunu ve bu bağlamda zihni davranışların kalıtımsal şekillerini temsil ettiklerini savunur, Dahası, mitlerin mevsimler veya güneş sistemi gibi dış etkenlerden değil, doğuştan gelen zihnî fenomenlerden kaynaklandığım ileri sürerek, bunların temelde bilinçdışı şekiller olan arketiplerin bilinç üstüne çıkmasını sağladığını vurgular, Ayrıca rüyalar, arketipler ve mitler arasında yakın bir İlişki kurarak, arketiplerin kişilerin rüyalarında açığa çıktığını ve böylece rüyaların kişileştirilmiş mitler ve mitlerin de kişileştirilmemiş rüyalar olduğunu belirtir. Jung sıklıkla miti, etnolojik seviyede, arketiplerin anlatı ifadesi olarak kullanır. Bu bağlamda arketipler ortak bılinçdışından kaynaklanan ve en normal ve en yaygın tezahürlerini rüyalarda bulan psişik enerji modelleridir. Zira arketiplerin varlığı İspatlanamaz, biçimsel-olarak belirlenmiş olsalar da bu belirlenme çok kısıtlıdır. Jung, kristalin eksen sistemiyle karşılaştırarak arketiplerin biçimine netlik getirmeye çalışır. Ana sıvıdaki kristal oluşumunu kristalin eksen sistemi belirler ama bu eksen sisteminin maddi bir varlığı yoktur. Bunun gibi arketipler de belirleyici özelliğe sahiptir ancak kendisi yalnızca biçimsel ve boş bir olgudur. Kalıtımla aktarılanlar ise, tasvirler değil biçimlerdir. Bu bağlamda arketiplerin gücü kendilerinden kaynaklanmaz, onların imgesi oldukları yer ve durumlardan kaynaklanan bir zorlayıcılıklan vardır. Arketipler alegoriler, simgeler ve motifler kadar kolaylıkla yorumlanamazlar. Bünyelerinde zıtlıklar barındırdıkları için anlamları karmaşıktır. Bulundukları yere göre değişen çok fazla sayıda anlama sahip olabilen arketipsel imgelerin bazıları ve işaret ettikleri anlamlar şunlardır:​
Su: yaratılış gizemi, doğum-ölümdiriliş, arınma ve kurtarılma, bereket ve büyüme. Jung'a göre su aynı zamanda bilİnçdışının en yaygın sembolüdür, (a) Deniz: tüm yaşamın anası, ruhsal gizem ve sonsuzluk, ölüm ve yeniden doğma, sonsuzluk, bilinçdışı. (b) Nehir: ölüm ve yeniden doğma (vaftiz), zamanın sonsuzluğa akışı, yaşam döngüsünün geçiş safhaları, tanrıların vücut bulması.​
Güneş (ateş ve gökyüzüyle yakından ilişkilidir): yaratıcı enerji, doğa kanunu, bilinçlilik (düşünme, aydınlanma, bilgelik, ruhsal vizyon), baba prensibi (ay ve dünya dişil veya anne prensibiyle özdeşleştirilir), zamanın ve yaşamın akışı, (a) Doğan güneş: doğum, yaratılış, aydınlanma, (b) Batan güneş: ölüm​
Renkler: (a) Kırmızı: Kan, kurban etme, şiddetli hırs, düzensizlik, (b) Yeşil: Büyüme, hassasiyet, ümit, bereket, olumsuz anlamında ölüm ve yıkılış, (c) Mavi: Genellikle oldukça olumlu; doğru, dini duygu, güvenlik ve ruhsal temizlikle özdeşleşir (Büyük Ana veya Kutsal Ana'nın rengi) (d) Siyah (karanlık): Kaos, gizem, bilinmeyen, ölüm, ilk bilgelik, bilinçdışı, kötü, melankoli, (e) Beyaz: Belirleyici, olumlu anlamlarında ışık, safiyet, masumiyet ve sonsuzluk; olumsuz anlamlarında ölüm, terör, doğaüstü, anlaşılmaz bir kozmik gizemin kör edici doğrusu,​
Daire (küre): Bütünlük, birlik, (a) Mandala: Birleştirici bir merkezin etrafında bir dairenin içine kare çizilmesine dayalı bir geometrik figürdür; Asya'daki klâsik formlarında mandala üçgeni, kareyi ve daireyi rakamsal eşdeğerleri olan üç, dört ve yedi sayılarıyla birlikte yan yana koyar, (b) Yumurta (oval): yaşamın gizemi ve üretimin gücü, (c) Yang-yİn: Eril prensibin, ışığın, hareketin ve bilinçli zihnin temsilcisi olan yang ile dişil prensibin, karanlığın, hareketsizliğin ve bilinçdışılığın temsilcisi olan yin'in karşıt güçlerinin birliğini İfade eden bir Çin sembolü, (d) Ouroboros: Kendi kuyruğunu ısıran eski bir yılan sembolüdür; yaşamın sonsuz döngüsünü, ezeli bilinçdışını ve karşıt güçlerin birliğini (yang-yin gibi) belirtir.​
Yılan (kurt): enerji ve saf güç sembolü (libido gibi), kötü, çürüme, şehvet, yokolma, gizem, bilgelik, bilinçdışı.​
Sayılar: (a) Üç: ışık, ruhsal bilinçlilik ve birlik (Kutsal Üçleme gibi), eril prensip, (b) Dört: Daire, yaşam döngüsü, dört mevsim, dişil prensip, yeryüzü, doğa, dört element (toprak, su, ateş ve hava), (c) Yedi: Tüm sembolik sayıların en güçlüsü, üç ve dördün birliğinin sembolü, bir dairenin tamamlanması, kusursuz düzen.​
Arketipsel kadın (Büyük Ana, yaşamın gizemleri, ölüm, dönüşüm): (a) İyi anne (Toprak Ana'nın olumlu yönlerini taşır): Yaşam prensibi, doğum, sıcaklık, beslenme, korunma, bereket, büyüme, bolluk (Demeter ve Ceres gibi), (b) Kötü anne (Toprak Ana'nın olumsuz yönlerini taşır): cadı, büyücü, siren, fahişe, baştan çıkaran kadın (şehvetle özdeş olarak), korku, tehlike, karanlık, vücudun organlarını kesip ayırma, hadım etme, ölüm, bilinçdışı. (c) Ruh dostu: Sophia figürü, Kutsal Ana, prenses veya güzel bayan, ilhamın vücut bulması ve ruhsal tamamlanma.​
Yaşlı bilge adam (kurtarıcı, mürşit): ruhsal prensibin kişileştirilmesidir, bir yandan bilgiyi, düşünceyi, kavrayış gücü, bilgeliği, zekayı ve sezgiyi ve diğer yandan da iyi niyet ve yardıma hazırlık gibi ruhsal karakterini yeterince sade hale getiren ahlâkî özellikleri temsil eder. Zekâsından, bilgeliğinden ve kavrayış gücünden başka, yaşlı bilge adam ahlâkî özelliklerinden dolayı da dikkate değerdir; dahası diğer insanların ahlâkî özelliklerini de sınar ve bu sınamaya bağlı olarak hünerler gösterir. Daima kahraman çıkmaza girip umutsuzluğa düştüğünde ortaya çıkar. Bu noktada kahramanı ancak sağlıklı düşünme veya işe yarar bir fikir kurtarabilir. Ancak iç ve dış nedenlerle kahraman bunu tek başına yapamaz. Bu eksikliği giderecek bilgi ise kişileştirilmiş bir düşünce biçimine girmiş olarak, yani anlayışlı ve yardımsever yaşlı adam kılığında gelir.​
Bahçe: Cennet, masumiyet, el değmemiş güzellik (özellikle dişil), bereket.​
Ağaç: en genel anlamıyla kozmostaki yaşamı, yani onun uyumu, büyümesi, çoğalması, üretkenliği ve yeniden canlanmasıyla ilgili süreçleri sembolize eder.​
Çöl: ruhsal verimsizlik, ölüm, nihilizm, umutsuzluk.​
Arketipsel motif veya kalıpların bazıları da şunlardır: (1) Yaratılış: Bütün arketipsel motiflerin en önemli olanıdır diyebiliriz.​
Ölümsüzlük: Genellikle iki temel anlatı tarzına sahip olan bir başka önemli arketiptir: (a) Zamandan kaçış: Cennete dönüş, kadın ve erkeğin günah işledikten sonra ölümlülükle cezalandırılmalarıyla son bulan trajik düşüşlerinden önceki mükemmel ve sonsuz mutluluk durumu, (b) Zamanın döngüsüne mistik dalış: sonsuz ölüm ve yeniden doğma teması. İnsanoğlu Doğa'nın sonsuz döngüsünün, özellikle mevsimlerin döngüsünün, engin ve gizemli ritmine boyun eğerek bir tür ölümsüzlük kazanır.​
Kahraman arketipleri (dönüşüm ve kurtarma arketipleri): (a) Arayış: Kahraman (kurtarıcı) uzun bir yolculuğa çıkar ve bu esnada krallığı korumak için imkânsız görevleri yerine getirir, canavarlarla savaşır, çözülmez gizleri çözer ve aşılmaz engellerin üstesinden gelir, (b) Üyeliğe kabul edilme: Kahraman cahillik ve toyluktan toplumsal ve ruhsal yetişkinliğe geçişte bir çok dayanılmaz acıya katlanmak zorunda kalır, olgunlaşır ve ait olduğu toplumsal grubun her yönüyle yetişmiş bir üyesi olur. Bu durum üç farklı evreden oluşur: ayrılma, dönüşüm ve geri dönüş. Arayış arketipi gibi bu da ölüm ve yeniden doğma arketipinin bir türevidir, (c) Kurbanlık günah keçisi: Kabilesinin veya devletinin refahıyla özdeşleşen kahraman, insanların günahlarının kefareti için ölmeli ve ülkesini böylece tekrar berekete kavuşturmalıdır.Bu arketipsel motif ve imgelerden farklı olarak Jung'un bireyselleşme kuramıyla ilgili olarak geliştirdiği gölge, persona ve anima arketipleri vardır. Bireyselleşme psikolojik bir gelişim sürecidir ve bu süreçte birey, kendisini türünün diğer üyelerinden farklı kılan özelliklerini keşfeder. Bu kendini tanıma süreci hem olağanüstü bir cesaret hem de dürüstlük gerektirir, çünkü tam dengeli bir birey olabilmek için kişi, benliğinin iyi ve kötü olan tüm özelliklerini bilinçli olarak tanımak ve kabullenmek zorundadır. İşte bu noktada Jung, bireyin bilinçdışının bazı arketipsel unsurlarıyla karşılaşmaktaki ve bunları kabullenmekteki başarısızlığının sonucunda nevrozların ortaya çıktığını ileri sürer. Nevrotik kişiler, özümsemek yerine bu bilinçdışı unsuru diğer insanlara veya nesnelere yansıtır.Kalıtımla kazanılan gölge, persona ve anima psikenin yapısal unsurlarıdır. Gölge, bilinçdışı benliğin karanlık tarafıdır ve insanın bastırdığı, kişiliğin istenmeyen özelliklerini barındırır. Jung gölgeyi, insanın halâ arkasında taşıdığı görünmez sürüngen kuyruğu olarak değerlendirir. Bu arketipin en yaygın türevi, kişiliğin ortaya çıkmamış karanlık yarısının tehlikeli tarafını temsil eden Şeytan'dır. Edebiyatta bu arketipin tanınmış temsilcileri Shakespeare'in Iago'su, Milton'ın Şeytan'ı ve Goethe'nin Mefistofeles'idir. Anıma İse Jung'un arketiplerinin en karmaşık olanıdır. Ruh imgesidir ve insanın yaşama gücüdür. Jung’a göre, ruh bağlamında anima insanda kendini yaşayan ve yaşama sebep olan canlıdır. Jung, anima imgesinin genellikle kadınların üstüne yansıtıldığını belirterek (dişil psikede bu arketipin karşılığı animus olarak adlandırılır) ona eril psikede dişil bir kimlik yüklemiştir. Bu anlamda anima, erkek psikesinin kontraseksüel karşılığıdır, yani erkeğin hem kişisel hem de ortak bilinçdışında taşıdığı karşı cins imgesidir. Anima arketİpiyle aşk fenomeni de, özellikle ilk görüşte aşk, şöyle açıklanabilir: karşı cinsten bizim iç benliğimizin karakteristiklerini yansıtan kişilere aşık oluruz. Animanm karşıtı ise persona arketipidir. Persona egoyla dış dünya arasında aracılık eder. Egoyu madeni bir para olarak düşünecek olursak, bir yüzündeki imge anima, diğer yüzündeki imge de personadır. Persona dünyaya karşı takındığımız maskedir, bazen kendi benliğimizden oldukça farklı olan toplumsal kimliğimizdir. Jung, psikolojik olgunluğa erişmek için bireyin, psişik yapısının diğer unsurlarıyla uyumlu olabilecek esnek ve uygun bir personaya sahip olması gerektiğini açıklar. Ayrıca personanın fazla yapay veya esnemez olmasının sinirlilik ve melankoli gibi nevrotik rahatsızlıklara ol açabileceğini de vurgular.​
Yirminci yüzyıl ortaları, Kanadalı eleştirmen Northrop Frye’ın katkılarıyla arketipler ve arkeiipsel eleştiri alanında yeni gelişmelere sahne olur. Temel kavramlar konusunda olmasa da pek çok noktada Jung'la fikir ayrılığı İçinde olan Frye, Jung ekolünün yaklaşımını sistematik bulmaz. Jung arketiplerin kökeni üzerinde dururken, Frye bunların analizine önem verir. Dahası Frye, edebiyat bağlamında tanımlama yoluna giderek arketipi "insanın edebî deneyiminin bir parçası olarak, edebiyatta hemen tanınabilecek kadar sık tekrarlanan bir sembol veya genellikle bir imge" olarak açıklar. Frye, miti de edebiyatla özdeşleştirerek mitin edebî biçimin yapısal düzenleyici prensibi olduğunu savunur. Böylece arketipler konusunda kuramlaştırmaya giderken Jung analitik psikolojiden ve Frye da mitolojiden yana bir tutum sergilerler. Jung ekolünde James Hillman, Henri Corbin, Gilbert Durand, Rafael LopezPedraza ve Evangelos Christou gibi isimler bulunurken, Frye ekolünde James Frazer, Joseph Campbell, Jessie Weston, Leslie Fiedler, Ernst Cassirer, Claude Levi-Strauss, Richard Chase, Philip Wheelwright ve Francis Ferguson yer alır. Frye'a göre mit, rİtüele arketipsel önem ve anlaşılması güç olana arketipsel anlatı kazandıran en önemli bilgilendirici güçtür. Bu yüzden mit arketiptir, ancak anlatı söz konusuysa "mit" ve anlam söz konusuysa "arketip" denmesi daha uygundur. Günün güneşle ilgili dönümünde, yılın mevsim dönümünde ve insan yaşamının organik dönümünde anlamın tek bir modeli vardır ve mit bu modelden kısmen güneş, kısmen bitkisel bereket ve kısmen de bir tanrı veya arketipsel bir insan olan bir figürün etrafında merkezî bir anlatı oluşturur. Frye’ın arketip sistematiği ise edebî türlere göre düzenlenmiştir:​
Romans arketipi: ilkbahar, şafak ve doğum evresi; kahramanın doğumunun, yenilenmenin ve yeniden doğuşun, yaratılışın ve karanlığın güçlerinin yenilgisinin mitleri; kış ve ölüm; yan karakterler olarak anne ve baba.​
Komedi arketipi: yaz, doruk ve evlilik veya başarı evresi; ilahlaştırmanm, kutsal evliliğin ve cennete girişin mitleri; yan karakterler olarak dost ve gelin.​
Trajedi arketipi: sonbahar, günbatımı ve ölüm evresi; düşüşün, ölen tanrının, ıstıraplı ölümün ve kurban olmanın ve kahramanın yalnızlığının mitleri; yan karakterler olarak hain ve siren (çıkardığı seslerle denizcilerin ölümüne sebep olan deniz perisi).​
Taşlama arketipi: kış, karanlık ve dağılma (ölüm) evresi; bu güçlerin zaferinin, sellerin ve kaosun geri dönüşünün ve kahramanın yenilgisinin mitleri; yan karakterler olarak gulyabani ve cadı. Yirminci yüzyıl edebiyatmda muazzam bir etki yaratan Altın Dal’ın yazarı İngiliz eleştirmen James Frazer’ın üzerinde durduğu en önemli motif ise çarmıha gerilme ve yeniden doğma arketipidir, özellikle "kutsal kralın öldürülüşümü tasvir eden mitlerdir. Pek çok ilkel toplumda kralın, yaşamı doğadaki ve insan varlığındaki yaşam döngüsüyle özdeşleşmiş kutsal veya yarı kutsal bir varlık olduğuna inanılırdı. Bu özdeşleşme yüzünden insanların, hatta dünyanın güvenliğinin tanrı-kralın yaşamına bağlı olduğu düşünülürdü. Sağlıklı ve güçlü bir kral doğanın ve insanların üretkenliğinin garantisiydi; oysa hasta veya sakatlanmış bir kral ülkeye ve ülke insanlarına ancak karmaşa ve hastalık getirirdi. Güçten düştüğü anlaşılan tanrı-kralın ise mutlaka öldürülmesi ve ruhunun daha güçlü bir halefe geçirilmesi gerekmekteydi. Gıdanın ve çocukların, insan yaşamının devamı için birincil ihtiyaçlar olduğundan hareketle, Frazer kanlı kurban ve arınma ritlerinin eski çağ toplumları tarafından yenilenmenin büyülü bir garantisi olarak algılandığını ileri sürer (bilindiği gibi bu ritlerin gerçekleştirilmesinde tanrılara yiyecek olarak sunulan kurbanlar çocuklardı).​
J. Campbell,İlkel Mitoloji: Tanrının Maskeleri. (çev. K. Emiroğlu), Ankara, İmge Kitabevi, 1992.​
N. Cobb, Archetypal Imagination: glimpses of the gods in life and art, Hudson, NY, Lindisfarne Press, 1992.​
J. Frazer, Altın Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri (Cilt I). (çev. M. H. Dogan), Istanbul, Payel Yayınevi, 1991.​
N. Freye, Anatomy of Criticism: Four Essays. London, Penguin Books, 1990.​
J. Jacobi, Complex/Archetype/Symbol in the Psychology of C. G. Jting, London: Routledge, 1999.​
C. G. Jung, Analitik Psikoloji(çev. E. Gürol), İstanbul, Payel Yayınevi, 1997.​
C. G. Jung, Dört Arketip, (çev. Z. A. Yılmazer), İstanbul: Metis Yayınları, 2003.​
C. G. Jung, Psyche and Symbol, Garden City, NY: Doubleday, 1958.​
C. G. Jung, Psychological Reflections, New York, Harper, 1961.​
C. G. Jung, The Archetypes and The Collective lIncoHscioüs(tran$. by R, F. C. Hull), Princeton University Press, 1989.​
Ayrıca bkz., ANALİTİK PSİKOLOJİ, ANİMAL SYMBOLICUM, BİLİNÇ, CASSİRER, EDEBİYAT, EDEBİYAT VE FELSEFE, FRUED, MİTOLOJİ​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst