1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Arkeoloji Ve Tarih Öncesi, insanın geçmişini maddî kalıntılar yoluyla araştırıp, yazdı kayıtlar öncesi dönemle ilgili olan göreli olarak yeni iki disiplindir. "Arkeoloji" terimi on sekizinci yüzyılda, antik dünyanın, özellikle de Yunan ve Roma'nın maddî kültürüne ilişkin araştırmayı tarif etmek için kullanılmaya başlanmıştır. O, uzmanlık ve veri toplamayla çok yakından ilintili olan ve büyük ölçüde açıklama için metinsel veri ya da delillerin varoluşuna bağlı olan, sanatsaltarihsel bilgi ve araştırmacılığın bir şeklini göstermekteydi. Kitabı Mukaddes kronolojisinin zaman cetveli yazılı kayıtlar öncesine yayılmış dönem için oldukça sınırlı bir kapsama izin vermekteydi. Her ne kadar Aydınlanma filozofları, çiftçilik ve uygarlığın kökeni türünden, oldukça geniş soruları tartışmış olmakla birlikte, onlar bunu çok büyük ölçüde karşılaştırmalı etnografya temeli üzerinde ve arkeolojiye gönderimde bulunmadan yaptılar. Ancak Romantik hareketle birlikte, eski kültürlerin kalıntıları, çoğunluk kuzey Avrupa uluslarının kökenlerine yönelik ilgi bağlamında, bizzat kendi başlarına ilginç hale geldi, Maddî veri ve delillerin birikimi İskandinavyalI antikçağ araştırmacılarına Akdeniz uygarlıklarıyla büyük ölçüde çağdaş olduğuna inanılan ve taş, bronz ve demir aletlerini kullanımıyla karakterize olan teknolojik evrelerin ardışıklığını öne sürme imkânı vermiştir.​
Arkeolojinin kapsamı ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, jeolojinin gelişimi, Kitabı Mukaddesin kronolojisinin yadsınması ve nihayet biyolojide evrimci düşüncelerin saygınlık kazanmasıyla belirgin hale gelmiştir. Tarih önce (prehistorya) düşüncesi, şu halde, antropolojinin gelişimiyle yakından ilişkili olan, göreli olarak yeni bir gelişmedir. Yunanistan ve Türkiye'deki kazılar (özellikle de, antik mitolojide ünlü olan Mikene ve Truva harabelerindeki kazılar) her ne kadar buradaki klâsik uygarlıkların Bronz çağından seleflerinin varoluşunu açığa çıkarmış olsa da, klâsik arkeoloji büyük ölçüde ayrı bir disiplin olarak varlığını sürdürdü. Taş çağının, insanın evriminin, insanlığın avlanmaya bağımlı olmuş olduğu, ilk evrelerine (Palaeolitik veya eski Taş Çağı) ve çiftçiliğin ilk aşamalarına tekabül eden, oldukça uzun bir dönem olduğu görüldü. Bundan böyle karşılaştırmalı etnografya maddî kayıtlarla ilişkilendirilebildi ve yeni konuya (biraz da talihsiz bir biçimde), diğer Avrupa dillerindeki prehistoire, Vorgeschichte (prehistory) eşdeğer karşılıklarıyla birlikte, "tarih öncesi" adı verildi. Onun yöntemleri, konuya her ne kadar Avrupalı veriler tarafından hâkim olunmuş olsa da, uygulama yönünden küreseldi.​
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinin liberal bilimsel ve evrimci yorumu, bununla birlikte, yirminci yüzyılın başlarında yerini, kendisine arkeolojik düşüncenin antropolojik düşünceden kopuşunun eşlik ettiği, yeni bir milliyetçi vurguya bıraktı. (Almanya'da, tarihsel halklarla olan sürekliliğini vurgulamak amacıyla urgeschichte terimiyle karşılanan) tarihöncesi, ya tikel halkların göçleri ya da kültürün Mısır gibi merkezlerden yayılımı aracılığıyla yorumlanmaktaydı, Antropoloji ise tarihsel yeniden inşadan, işlevselci yorumlara dönük bir ilgiyle birlikte, ilk elden gözlem ve betimlemelere döndü. Diğer kıtaların arkeolojik keşfi yeni deliller yönünden büyük bir zenginliğe yol açmış olmakla birlikte, tek tek her bireysel alanla ilgili araştırma içine kapanık bir ihtisaslaşma olarak gelişme yönelimi gösterdi. Daha geniş kapsamlı bir görüşü benimseyip savunmaya kalkışan çok az sayıda arkeologdan biri, Avrupa ve yakın doğu tarih öncesine ilişkin araştırmaları, çağdaş Alman arkeolojisinin büyük bir bölümüne damgasını vurmuş olan milliyetçi vurgudan, Marksist modellerin keşfi yoluyla kaçma arzusuyla harekete geçirilen V. Gordon Childe (1892-1957) oldu. O önem bakımından Endüstri Devrimiyle kıyaslanabilir İktisadî devrimler olarak gördüğü ve sırasıyla Neolitik Devrim ve Şehir Devrimi adını verdiği çiftçiliğin ve uygarlığın kökenlerine dönük ondokuzuncu yüzyıl (ve gerçekte, Aydınlanma) ilgisini yeniden canlandırdı. Bu düşünceler o zamanlar konunun dışındaki sosyal teorisyenlerin dikkatini arkeolojik verilere çekmeyi başaran birkaç eser arasında bulunan Man Makes Himself [Kendini Yaratan İnsan] (1936) ve What Happened in History? [Tarihte Ne oldu?} (1941) adlı, iki eserde serimlendi.​
Childe'in politik bakımdan Marksizmin benimsenmesine ve tarihsel materyalizmi büyük bir güçle vurgulamasına rağmen, onun kuramları diğer çağdaş İngiliz Marksist tarihçilerinden, olaylara ilişkin çatışmacı yorumdan ziyade, mutabakatçı yorumlarıyla farklılık göstermekteydi. Teknolojik ilerlemeyi engelleyen belli başlı güç olarak dinle birlikte, seküler seçkinlere İdarî bir rol yükleyen Childe, ilk şehir topluluklarını yaratan yeniliklerin oradaki politik merkezîleştirme tarafından bastırıldığı fakat yine de, bu teknikleri toplumsal bir bedel ödemeden ele geçiren toplumlarda bundan sonraki gelişmeler için bir temel sağlayan karmaşık bir toplumsal model ortaya koymak amacıyla, Doğu, klâsik ve Batı uygarlıklarının ardışık rolleriyle ilgili Hegelci bir vizyonu teknoloji tarihine ilişkin yayılımcı bir görüşle bir araya getirdi. Japonya'nın endüstrileşmesi gibi çok daha yeni örneklerden etkilenen bu model onun gözünde, Batı Avrupa toplumlarınm biricik karakteristiklerine bir açıklama getirmekte ve "Batı" kültürünün "Doğu" kültüründen ayrılığını Bronz Çağma kadar geri götürmekteydi. Bütün bu düşünceler esas itibariyle bir ondokuzuncu yüzyıl çeşnisi taşısalar dahî çağdaş arkeolojik söyleme hakim olan, millî ya da ırksal özelliklere ilişkin özü itibariyle metafiziksel açıklamalar karşısında çok önemli bir ilerlemeyi temsil etmekteydi.​
Arkeolojiyi verilerinin sağladığı potansiyeli sosyal teorinin daha geniş alanlarına katkı yapacak şekilde sömürmekten alıkoyan etmenlerden biri, onun üniversitelerdeki marjinal konumuydu. Alanın icracı veya pratisyenleri yüzyılın ilk yarısında, ya müzelerde ve antik abidelerle ilgili birimlerde çalışan resmîgörevliler ya da kendi hesabına çalışan kazıcıydılar. Yüksek eğitimin İkinci Dünya Savaşından itibaren yaygınlaşması, şu halde, kazı kayıtları ve temel malzemeye ilişkin tartışmalar kadar, ilk kez olarak çok önemli bir teorik ve metodolojik bileşen ihtiva etme durumuna gelen arkeolojik söylemin doğası üzerine çok büyük bir etki yapmıştı. Metinsel delillere erişmenin fazlasıyla mümkün olduğu alanlar ve dönemlerin arkeolojisi çok büyük ölçüde tarih bölümleriyle klâsik araştırma veya oryantal çalışmalar üzerinde yoğunlaşan bölümlerde hayata geçirildiği için, karşılaştırma analiz başlangıçta, çoğunlukla (ve Amerika Birleşik Devletlerinde tamamen) antropolojinin himayesi altında sürdürülen tarihöncesinden geldi. Geç 1960'lardaki, "yeni arkeoloji" adıyla bilinen, hareket, her ne kadar entelektüel maceraperestliğin savaş sırasındaki deneyimler tarafından engellendiği Almanya'da (ve Japonya'da) hemen hiç görünmemekle birlikte, İngilizce konuşan dünyanın diğer bölümlerinde ve Kuzey Avrupa'da yankılanan, Kuzey Amerikalı ve İngiliz bir fenomen oldu, söz konusu hareketin klâsik arkeolojide de en azından bir on yıl süreyle yansıması görüldü. Birtakım benzer yenilikler, her ne kadar politik ortodoksinin değişen ihtiyaçları tarafından sınırlansa da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde ortaya çıktı; Fransa'da da bununla kıyaslanabilir yeni bir gelişme, başlangıçta daha geniş harekete pek fazla sempatiyle bakmayan, oldukça farklı bir biçim aldı.​
Yeni arkeoloji konunun yakin disiplinlerine yönelik daha geniş kapsamlı ilgilere açık olma ve onların tartışmalanna katılmada sergilenen sabırsızlık tarafından karakterize olmaktaydı. Çoğunluk birtakım önemli metodolojik gelişmelerle irtibatlandırılmakla birlikte, kendi teorilerini oluşturmaktan ziyade yakın disiplinlerin kuramlarını özümseme ve yeniden yaratma eğiliminde oldu. Söz gelimi, ekoloji ve demografiye dönük ilgilerinde olduğu gibi, tarih ve ekonomideki çağdaş hareketlere karşısında duyulan coşkuyu her yönüyle paylaştı. Bilgisayarlar ve sistem teorisi onun lingıta francası olmuştu. Braudel'in tarih anlayışı gibi, o da, olaydan ziyade, süreç üzerinde yoğunlaştı; bundan dolayı, onun alternatif ismi süreç arkeolojisiydi. Biricik ve tikel olandan sakınırken, daha dakik ve özellikle de niceliksel yöntemlerin tarih öncesiyle ilgili yalın teknolojik bilgiyi olduğu kadar sosyakbilgiyi de yeniden inşa edebileceğini öne sürdü.​
Bütün bu çaba ve teşebbüsler tarih öncesiyle ilgili olarak muazzam bir bilginin oluşumuna yol açmakla birlikte, elde edilen bu bilginin yorumu çoğunluk oldukça naif bir düzeyde sıkışıp, Herbert Spencer'a çok şey borçlu yeni-antropolojinin hâkim paradigmalarının oldukça güçlü etkisi altında kalmıştır. Açıklamalar çok tipik bir biçimde (Esther Boserup'un gelişme ekonomisindeki düşüncelerini yankılayacak şekilde) nüfus baskısıyla tarımsal yoğunlaşmayı, yeni sömürgeleştirmeyle yayılımı, İktisadî ihtisaslaşmayla sosyal hiyerarşilerin oluşumunu, ve ("yenicoğrafya"daki temaları yansıtacak şekilde) merkezî yerlerin ortaya çıkışını vurgular. Bu ortak temaların çiftçilik ve kentlerin zuhurunun ve dünya genelinde insan toplumlarının gelişiminin temelinde bulunduğu düşünülmekteydi.​
Yüksek teknolojilerine, yeni istatistiksel karmaşıklıklarına ve yeni malumatlarının zenginliklerine rağmen, bu yorumlar (arkeolojiden yana hiçbir bilgisi olmayan) Adam Smith gibi Aydınlanma yazarlarının görüşleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Evrim düşüncesine dayanan karşılaştırmalı bir model benimseyen bu tür çalışmalar, yerel gelişmenin özerkliğini varsayarken, Gordon Chİlde tarafından öne sürülen türden daha büyük yapılara duyarsız kalan bir dizi alan araştırmasına yol açmıştır. Yayılma eğilimi anlayışı, onu nicesel terimlerle ifade etmek neredeyse imkânsız olduğu ve paradigmada onun bir yeri olmadığı için, bu çerçeve tarafından yasaklanır. Yeni arkeoloji bu bakımdan 1960'ların gelişme ekonomisine benzer ve 1970'İİ yıllarda bu türden çalışmalar, modernleşme teorisine Andre Gunder Frank ve Immanuel Wallerstein'in adlarıyla irtibatlandırılan Marksist azgelişme ve dünya sistemi teorileri tarafından meydan okunulduğu şekilde eleştirilir. Azgelişme kavramının daha önceki bağlamlara uygulanamaz olduğu ortaya çıkmakla birlikte, merkez çevre ilişkisinin şehir nüfuslarıyla cahil hinterlandleri arasındaki ilişkilerle ilgili çalışmalara ve özellikle de onlar arasındaki asimetrik ticari ilişkileri —söz. gelimi Romalıların Keltli komşularıyla olan şarap ticareti— konu alan araştırmalara hayat verir. "Tarih-öncesi" kavramının bizatihi kendisinin, "uygarlaşmış" toplumlarla "barbar" toplumlar aynı ekonomik sistemin parçalarını oluşturduğundan, sonraki maden çağları için yanıltıcı olduğu görülür.​
Çok daha temel olarak da, 1980'ler boyunca maddî kültürün kendisinin temeldeki çevresel farklılıkları ve soyut toplumsal yapıları yansıtmak yerine, bizatihi kendi içinde önemli olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Zira eşya ya da metalara sahip olma arzusu, değişme için sosyal baskı kadar güçlü motivasyon olabilmekteydi. Sahra altındaki Afrika bölgelerinde dolaşımda bulunan Avrupa kökenli "prestijli eşyalar", besin ve malzemelerin tüm kaynaklarını kendi tekeline alan ve onları otoritelerini meşrulaştırmak için kullanan yerli reislerin iktidarının etkin bir bileşeni olmak durumundaydı. Bundan dolayı, tarımsal üretimin tarih öncesi Avrupa'nın sonlarına doğru yoğunlaşması, Akdeniz kökenli ticarî eşyalara kolayca erişilebilir olması olgusu tarafından harekete geçirilmiş olabilir. Hayırsever tedarikçiler ya da İktisadî işletmeciler olmaktan hayli uzak olan şefler ya da reisler, sadece temas durumlarında değil, fakat seyrek bulunan ve pahalı maddelerin teminini ihtiva eden metalürji gibi zenaatlann doğuşunda da, sömürücüler ve tekelciler olarak görülebilirdi. Fakat toplumsal yapılar soyut hiyerarşiler olmayıp, daha ziyade azınlıkların İzleyicilerini kabul etmeye iknada başarılı oldukları yanılsama türlerinden oluşuyorsa, nasıl olur da karşılaştırmalı araştırma diye bir şeyden söz edilebilir? Her toplumsal yapı, hem ilişkilerinde, hem de sembolleri ve maddî unsurları açısından gerçekte biricik midir? Yorumlar bu kadar uçucu ya da gelip geçici ve bağlamsal olarak bağımlı iseler eğer, acaba nasıl bir kesinlik mümkün olur? Yoksa arkeolojik teoriler geçmişten ziyade günümüzle ilgili olarak daha çok şey söylüyor olmasınlar? Arkeoloji işte bu şekilde sosyal bilimlerin, 1960'11 yılların emin karşılaştırmaklığı ve determinizminden 1980'lerin güreciliği ve yapıbozuma uğratılmış postmodernist içekapanışa doğru olan klâsik döngüsünü takip etmiştir.​
Bununla birlikte, bu türden kaygılar hiçbir şekilde evrensel değildirler. Dünyanın hemen her yerinde, mevcut siperlerinde, oturmuş laboratuvar incelemesi için, tarihleri biraz daha kesinleştirmek, korelasyonlar tespit etmek, bulmuş olduklarını anlamlı kılacak fikirlere sahip olmak amacıyla, yerkabuğu katmanlarının düzenini kaydeden, ürünleri ve çevresel delilleri keşfeden erkek ve kadınlar vardır. Bu düşüncelerden bir kısmı yeni, bir kısmı eskidir: Klâsik arkeologlar, bugünlerde merkezî bir yer teorisini keşfetmiş olup, tarihöncesi teorisyen ve araştırmacılarının 1960'larda oynamış oldukları oyunları oynamaktadırlar. Şimdiye dair nihaî bir kavrayış olmazsa, geçmişle ilgili olarak hiç olmaz.​
R. Binford, In Pursuit of the Past, 1983.​
G. Daniel A. C. Renfrew, The Idea of Prehistory, 1988.​
I. Hodder, Reading thePast, 1990.​
C. 5carre(ed.), Past Worlds: The Times Atlas of World Archeology, 1980.​
R. Wenke, Pattern of thePast, 1989.​
Ayrıca bkz., ANTROPOLOJİ, AYDINLANMA, EVRİM, KENT, MARKSİZM, POZİTİVİZM, TARİH FELSEFESİ, WALLERSTEİN.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst