1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Amerikan pragmatizminin seçkin temsilcilerinden biri olan John Dewey'in felsefi öğretisinin teorik görünümü araçsalcılık, ahlâkî görünümü ise iyimsercilik diye nitelenir. Araçsalcılık, Dewey'in sabırlı, eleştirel ve gayretli çabalarıyla pragmatizmi yeniden formüle etme girişimidir. Dewey, pragmatizmi yeniden formüle etme girişiminde doğrulukla ilgili geleneksel teorileri eleştirerek kavram, yargı ve çeşitli formlar içinde çıkarımlara dair bir mantık teorisi inşa etmeye girişir. Bu yüzden araçsalcılık, düşüncenin gelecekteki sonuçlarının tesis edilmesinde, düşüncenin özelliklerini deneysel belirlemeler içinde oluşturmayı deneyen ve onun nasıl işlev göreceği ile ilgilenen bir felsefedir. Dewey, araçsalcılığı oluştururken Peirce'ün deneysel doğrulama metodu ile James'in pragmatizminin popüler versiyonuna, psikolojik ve mantıksal iki unsur eklemiştir. Dewey, psikolojik unsur ile, zihnin amaçlarını gerçekleştiren bir araç olduğunu söyler. O, James gibi, fikirlerin, zihnin teleolojik silahları olduğunu kabul eder. Ona göre plastik ve uyarlanabilir olan fikirler, hizmet ettikleri hayatî işlevlere göre sağlamlığa sahiptir. Dewey'in pragmatizme mantıksal unsur ilavesi ile mantık, pozitif bilimin doğru faraziyelerine dönüşür ve böylelikle, araçsalcılık, bilişin farz edilen durumla(rla) uyuşan âlet veya ideal araçlardan oluştuğunu ileri süren bir anlayış olur.​
Dewey, araçsalcılığını geliştirirken pragmatik hareketin kendisinden önceki temsilcilerinden etkilendiğini itiraf eder. Ancak, bu etkilenme pek çok noktada incelikli eleştiriyi de içerir. O, Peirce Ün ortak araştırmanın önemine ilişkin vurgusuyla doğruluk anlayışından etkilenir. Peirce'e göre doğrular, devam etmekte olan araştırmanın ideal sının olarak tanımlanabilir. Ancak Dewey, Peirce'ün anlam teorisini belli sözcük veya kavramlara hasretmesini zayıflık olarak niteler ve bu zayıflığın pragmatik yöntemin alanını genişleten James tarafından giderildiğini söyler. Ona göre James, doğrulamanın kamusal forumunu oluşturarak pragmatizmi, çözümlenemez felsefi karşıtlıkların üstesinden gelecek bir âlet olarak geliştirir. James'in de ifade ettiği gibi pragmatizmin özü, onun sonu gelmez metafizik tartışmaların üstesinden gelmeyle ilgili bir yöntem olmasında yatar.​
James'e göre, herhangi bir felsefi önermenin etkin anlamı, onun bazı özel sonuçları ortaya koymasından kaynaklanır. O, pragmatizmin sadece anlam hakkında değil, anlamlılık ve felsefi önermenin doğruluğu veya yanlışlığına ilişkin bir şeyler söylemesi gerektiğine inanır. James'in doğruluk anlayışını araştıran Dewey, onun teorisindeki zayıf noktaları görür. Bu zayıf noktalardan ilki James'in bir felsefi sistemi seçmede formel akılyürütmeden çok içgüdüsel sempatiye önem ve değer vermesidir. James, bizi etkileyen güdüleri açıkça tanıyabildiğimiz takdirde, felsefi samimiyete büyük bir hizmet temin edeceğimizi düşünür. Dewey'e göre James'in düşüncesindeki diğer bir zayıf nokta, onun felsefi problemlerin büyük bir kısmının, özellikle de dini saha ile ilgili olanların, böyle ya da şöyle kesin delile sahip olmadığını savunmasıdır. Böyle bir anlayış, bir insanın inancını seçme hakkının kanıtlanamaz oluşu, hatta böylesi kanıtların mevcut olmayışı ile sonuçlanır.​
O, James'in düşüncelerinin yanlış anlaşılmalara ve hatta alaya sebep olduğunu zikrederek, James'in doğruluk anlayışının ayrıntılı analizini yapar. 1906-1909 yılları arasında doğruluk teorisiyle ilgili olarak bir dizi makale yayımlayan Dewey, bu makalelerde, pragmatik doğruluk teorisini pragmatizmin merkezi olarak kabul eder ve bu teorinin geçerliliğini hararetle savunur. O, James gibi, doğrulukla ilgili geleneksel mütekabiliyet teorisinde sorunun, bir fikrin gerçeklikle "mütekabiliyet içinde olmasının" ne anlama geldiği hususundan kaynaklandığını söyler. Dewey, bir fikrin gerçekliğe tekabül ettiği zaman doğru olduğunu, fakat bu mütekabiliyetin ancak insan eğilim ve gayelerinin tatminini amaçlayan eylemde gerçekleşeceğini savunur. Ona göre, deneyimsel doğrulama olmaksızın, yalın bir zihnî tutarlılık, bizi varsayımlar alanının ötesine taşımaz. Zira bir teori veya bir kavram, ancak eylem alanında somut gözlemlenebilir olgular ile test edilebilir. Dewey'e göre bir kavram eylemde ona etki eden veya onu talep eden olgulara bizi götürüyorsa doğrudur. Bir teori, deneyim vasıtasıyla teorinin sonuçları olan olgulara yöneldiğinde olgularla uygunluk arz eder. Bu yüzden pragmatik genelleme, kavram ve teorilerin uygulanışlarındaki ilk görünümleri denendikten ve doğrulandıktan sonraki durumları istisna, tüm bilginin sonuçlarıyla belirlenmesi olarak tasvir edilebilir.​
Bununla beraber Dewey, bu şekilde elde edilen doğrulama ve hakikatlerin bile mutlak olamayacağını ileri sürer. Onlar, gözlenen olgular veya görülmeyen ileriki sonuçlarca doğrulanmış olsalar bile, aslında pratik veya ahlâkî kesinliğe dayanır. Dewey'e göre doğruyla ilgili her önerme, bu önermelerden bir çoğu kullanılırken bizce mutlak doğruymuş gibi kabul edilmesine ve sık sık değerini yitirmeksizin doğrulanmasına rağmen, son tahlilde farazî ve geçicidir. Bu yüzden, mantıksal olarak mutlak doğru, tüm olgular kaydedildiğinde veya James'in dediği gibi, artık gözlem ve deneyleri yapmanın mümkün olmadığı zaman ortaya çıkan doğrudur. Bu ise, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir idealdir.​
Pragmatizmi tarihsel deneyimciliğinin uzantısı olarak kabul eden Dewey, tarihî deneyimcilik ile pragmatizm arasındaki temel farkın, pragmatizmin önceki fenomende değil sonraki fenomende, önceden vuku bulmuş olan şeyde değil eylemin imkânları üzerinde ısrar etmesi olduğunu söyler. Bu farkı, bir değişim olarak kabul eden Dewey, geçmiş ve tekrarlanan olguları içeren tarihsel deneyimciliğin özgürlüğe ve imkâna yer vermediğini ileri sürer. Yine, tarihsel deneyimcilikte akil ve genel düşünce, özel olayları özetleyen anlamından başka bir anlama sahip değildir. Oysa, pragmatizmde genel fikirler, kaydedilmiş ve nakledilmiş deneyimlerden daha farklı bir rol oynar ve gelecekteki gözlem ve deneyimlerimizin organize edilmesinde temel unsur olma işlevi görür. Bundan dolayı Dewey, pragmatizmin metafizik bir içerimi olduğunu ileri sürer. Aynı şekilde, sonuçların değeri doktrini, bizi, geleceği göz önüne almaya veya hesaba katmaya sevk eder. Geleceğin göz önüne alınışı ise, bizi, evrimi tamamlanmamış bir evren anlayışına, James'in terimi ile "yapılmakta olan", "oluşma sürecinde olan" hareketli, dinamik ve belli bir noktaya kadar da "plastik bir evren" anlayışına götürür.​
Dewey, yazılarında James'in teoriler ve kavramları, tamamen özel bir tarzda ileriki olguların yapılanmasına hizmet edecek aletler olarak kabul ettiğini ifade eder. James’in iyileştiricilik, ahlâkî idealizm ve duyusal değerler ile kendisini pragmatik teorinin ahlâkî görünümüne adadığına işaret eden Dewey, James'in "yapıların" veya formların ve bu anlayış üzerinde kurulan mantıksal işleyişlerin tam bir teorisini geliştirmeğe girişmediğini ileri sürer. Oysa araçsalcılık, çeşitli formları içinde çıkarımların, yargıların, kavramların ileriki sonuçlarının deneysel olarak belirlenmesinde öncelikle fonksiyonların nasıl düşünüldüğüyle ilgilenerek, kusursuz bir mantık teorisi kurmaya girişir. Denebilir ki araçsalcılık, evrensel olarak kabul edilen ayırımlar ve mantık kurallarını, akla yüklenen aracı fonksiyon veya yeniden kuruculuktan çıkararak yeni baştan inşaya girişir. Araçsalcılık, kendi bağlamı veya özel içerimleri ile ilgili bu ya da şu özel yargı veya kavramla değil, akılyürütme ve anlayışla ilgili genel formlar hakkında bir teori oluşturmayı amaçlar.​
Dewey, araçsalcılıgın gelişiminde deneyimsel doğrulamanın dışında, psikolojik unsurun da önemli olduğunu söyler. Ona göre, araçsalcılığa etki eden eğilimler psikolojik mahiyetten çok biyolojik mahiyettedir. O, araçsalcılığın, Doktor John Watson'un kurmuş olduğu davranışçılık akımıyla çok yakın bir ilişkisinin olduğunu beyan eder. Watson'un teorisi, beynin, etkin uygun motor tepkileri meydana çıkarmada (buna alışkanlıklar, bilinçsiz hafıza ve günümüzde "şartlı refleks" diye adlandırılan şey tarafından sebep olan değişikliklerde ilave edilmelidir) değişmeleri düzenleyen bir organ olduğu anlayışına dayanır. Organik gelişme teorisinin temelinde, aklın tahlil ve işleyişinin, bilinen biyolojik olgular düzenine uygun olduğu düşüncesi vardır. Akil, merkezî sinir sistemi, organizmanın ihtiyaçlarına uygun çevreye mümkün tepkiler vermesinden dolayı aracı bir durumdadır.​
Dewey, bu düşünceleriyle yaşadığı dönemde psikolojide hakim anlayış olan refleks ark teorisine karşı çıkarak, alternatif bir anlayış ortaya koymuştur. Ona göre, organizma, duyusal ve motor tepkileri birleştiren ve bütünleştiren faaliyet vasıtasıyla dünya ile etkileşime girer. Bu anlayışın bilgi teorisi ile ilgili ne gibi içerimlere sahip olduğu açıktır; dünya pasif olarak algılanmaz ve dolayısıyla bilinmez; çevrenin aktif yönlendirimi baştan sona öğrenme sürecinde içerilir. Dewey, bu etkileşimci doğalcılığı Studies in Logical Theory [Mantık Teorisiyle ilgili Araştırmalar] adlı eserde bilgi teorisine uygular.​
Dewey, etkileşimci doğalcılığında kastedilen araçların James'e büyük hizmeti olan düşünceler olmadığını, ama Principles of Psychology [Psikolojinin İlkelerimde bu düşüncelerin yoğun bir şekilde mevcut olduğunu ifade eder. Ona göre James, İlkeler'de iki ayrı tez geliştirmiştir: İlki, içsel psikolojinin tekrar yorumu, yani, duyguların, hayallerin ve fikirlerin farklılığını reddeden ve onların sürekli olarak değiştiği "bilinç ırmağı" teorisi; ikincisi, zihnin biyolojik mahiyette oluşu. Zihnin varlığını keşifte, James'in tesis ettiği ölçütün kendisini lüm gücüyle gösterdiğini beyan eden Dewey'e göre, James'in 'gelecekteki gayelerin tatbiki ve onların elde edilişlerinde araçların seçiminin, bir fenomendeki zihniyetin mevcudiyetinin ölçütü ve işaretidir' düşüncesi, İlkeler'in çeşitli bölümlerinde ayrıntılarıyla tartışılır.​
Dewey'in burada vurguladığı şey; algımızjn en önemli modlan ile duyusal nesneler dünyasının büyük bir bölümünün, özel deneyimin kümülatif ürünleri olmadığı, aksine somut deneyime uygulanabilirliklerinden dolayı muhafaza edilen kendiliğinden çeşitlilikler olan orijinal, biyolojik destekler oluşudur. Kavramların değerinin kökenlerinde değil, uygulanışında olduğu söyleyen Dewey, organizma tarafından yapılan intibakların biyolojik kökenli olduğunu söyler. Bu yüzden, Dewey, bilişsel özelliğin nihaî fonksiyonunun çevre koşullan ile ilgili muhtemel bir kontrol olduğunu ileri sürer. Söz gelimi, zekânın fonksiyonu nesnelerin suretini çıkarmak değil, bu nesnelerin daha etkin ve daha yararlı ilişkilerin yolunu bulmaktır.​
İnsanın varoluşuna dair psikolojik anlayış hususunda James ve Watson'dan etkilenen Dewey, araçsalcılığı sayesinde, insanın neliğiyle ilgili bir resim çizer. Bu resme göre eylem, organizmanın çevreye cevabı, onu kendisine uyarlaması ve benimsemesidir. Eylemler, olguları hayvani doğrultularda yeniden değerlendirme girişimleridir. Hayvanın acıktığında yiyecek araması, yorulduğunda dinlenmesi, üşüdüğünde ısınması gibi, insanlar da çevreye ancak adaptasyon göstererek varlıklarını sürdürebilirler. Bu adaptasyon daimîdir. Organizmanın başarılı faaliyetleri, gelecekle ilgili benimsenen değişmelere cevap vermedir. Bu yüzden, insan, sosyal yaşam süreci içinde oluşan varlıktır. Dewey'e göre, yaşamın zorluklarından kurtulmanın yolu, problem çözmektir. Problem çözmenin yolu ise, araştırmadır. Bu anlamda, araştırma belirsiz durumları kontrol edilmiş yönlere çevirmek, daimî dengesizlik durumunun dengeye dönüştürmek olarak tarif edilebilir.​
Dewey'in insanın neliğiyle ilgili araçsalcı analizi, onun hayatın anlamını çözümleme bağlamında insan için önerdiği rol ile yakından ilişkilidir: İnsan problem çözen hayvandır. İnsanın hayatı, aslen sosyal ve uyarlayıcı başarıya dayanır. Oluşumu tamamlanmamış bir dünyada yaşayan bizler, eski deneyimlerimizi yeni ve daha iyi bir gelecek için kullanırız. Dolayısıyla hayat, birbirini takip eden eylemler dizisinden başka bir şey değildir. Bilme ise, sorunlu durumda kontrolü elde eden, daha sonraki deneyimlerin değerini çoğaltan bir araçtır. Hayat, Tanrı'nın bu hediyesi ile daha değerli olur. Dewey'in insanın neliğiyle ilgili bu görüşlerine karşı birtakım itirazlar daima olagelmiştir. Bu itirazlar, onun insanı bilimsel keşiflerle uzlaştırarak yaratılışın merkezindeki onurunu ortadan kaldırdığı yönündedir.​
Dewey'in araçsalcılığının diğer görünümü, düşüncenin kaynağı ve uygun işlevine dair anlayışıdır. Ona göre, düşünce dünyada mevcut değildir; çünkü onu, sadece eylemler ve alışkanlıklar vasıtasıyla elde edebiliriz. Fikirler, eyleme geçip, düşünceyi bir şekilde organize ettiği ve oluşturduğu zaman değer kazanır. Bu yüzden, araçsalcılık, düşünceye olumlu bir işlev kazandırır; bir şeyi yalın bir şekilde bilmek yerine, eşyaların mevcut düzeninde onu yeniden inşa eder. Dewey'e göre, teemmülî düşüncenin işlevi, çevredeki eşyaları kopya etmek değil, gelecekte bu nesnelerle daha etkin ve daha verimli ilişkiler kurmaktır. Araçsalcılık teorisine göre, düşünce ve kelimeler, insanların olayları anlamada kullandıkları araçlar, aletlerdir. Diğer bir ifadeyle, onlar, çevreye intibakı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan aletlerdir. Bir alet olan düşüncenin doğruluğu ise, söz konusu düşüncenin işe yararlılığına bağlıdır.​
Dewey, geleneksel temelci epistemolojinin aksine bilginin, algı ve onun işlenmesi olan kavramdan oluştuğunu, fakat bunların birliğinin ancak eylemde bulunduğunu söyler. Ona göre, modern bilimin deneysel yöntemi bu gerçeğe işaret eder. O, felsefenin, bilgi problemi ile hakikatin orijinal çeşmesi olmadığını ileri sürer. Nitekim Dewey, geleneksel anlamda bir bilgi teorisi değil, yeterince iyi bir biçimde geliştirilmiş bir araştırma teorisi ortaya koymuştur. O, bilgiyi içeriğinden ayırması sebebiyle, epistemoloji endüstrisi adını verdiği şeye önemli eleştiriler yöneltmiştir. Dewey'e göre modern epistemolojinin hatası, düşünme sürecinin düzeylerini birbirlerinden soyutlaması ve bu düzeylerin unsurlarını (duyumlar, fikirler vs.), bilgiye kesin bir temel arayışında farazi unsurlar olarak kabul etmesidir. Ona göre, kesin bilgi ya da kanıtlanmış doğru inanç anlayışı ile yola çıkan epistemologlar, meseleleri geriye doğru götürerek böylesi bilgiyi nasıl kanıtlayacaklarını bulmaya çalışırlar. Oysa, Dewey (sözde ya da kanıtlanmış) bilgi yerine, araştırma sürecinin bir parçası olan bilme edimini vurgular ve bilginin nasıl mümkün olduğu sorusuna cevap verebilmek için, psikolojiye ve somut sosyal bilimlerle ilişkili olan sosyal etiğe bakmamız gerektiğini söyler. Dewey'in projesi, bir anlamda epistemolojiyi ve ahlâk teorisini doğallaştırmaktır. Temelciliği reddeden Dewey, pragmatist okulun özelliği olarak kabul edilen yanlışlamacılığı benimser; ve bilginin bir parçası olarak kabul edilen herhangi bir önermenin ancak geçici olarak doğru olabileceğini söyler.​
Araçsalcılık, şu halde, "epistemolojik problemleri" ve dolayısıyla, olgu-değer ayırımını reddeder. Dewey'in projesinin merkezi, olgu ve değer ayrılığını olumsuzlamadır. Zira, bu yanlış varsayım, epistemolojik problemlerin kaynağıdır. Dewey, Logic [Mantık] adlı eserinde, yaşadığı dönemde sosyal araştırmanın teori ve pratik ayırım ile şöhret bulduğunu ifade eder. Böylesi bir bilim anlayışının yanlış olduğunu söyleyen Dewey, bilimin tüm araştırmaların rafine edilmiş ve geliştirilmiş formu olduğunu iddiasındadır. Bu düşüncenin zorunlu içerimi, bilimsel bilginin, sağduyu kaynaklı rafine edilmiş teknik süreçler ve araçlarla kazanıldığıdır. Diğer bir ifadeyle, bilim, günlük hayattaki bilgimizden ancak verileri kontrol ve yanlış hipotezleri tasfiye etmeyle ayırt, edilir. Sağduyu ve bilim arasında ontolojik ya da metafiziksel bir ayırımın olmadığını söyleyen Dewey, farkın değişik mantıksal formları kullanmaktan kaynaklandığını belirtir. O, ister günlük hayatımızdaki bilginin, isterse bilimsel araştırmadan neşet eden incelikli bilginin ancak araçlar vasıtasıyla edileceğinde ısrar eder. Bu yüzden, araştırma, araçsız ve belli teknikleri içeren deneysel işleyişler olmadan gerçekleşemez. Bilimsel bilgi, pratik hayattan ayrı değildir. Dewey'e göre bilim, gizemli ya da normal hayattan farklı bir işleyiş olmadığı için, normal hayatta bilgi eyleme hizmet ettiği gibi, bilimsel bilgi de aradığımız şeye hizmet etmelidir. Dolayısıyla, bilimsel meseleler hayatın ve kamuoyunun sorunlarından ortaya çıkar.​
Dewey'e göre, bilimin anlaşılmasında anahtar kavramlar, "yasa" ve "nedenselliktir." O, bilimsel yasaların, olayların tekbiçimli formülleştirilmesi ve koşula bağlı olmayan sonuçları olduğunu kabul etmez. Ona göre, bilim, nesne ve olayları tanımlar. Biz seçici eğilimlerimiz ile bu (bilimsel) bilgileri birbiriyle irtibatlandırmaya çalışırız. Bu yüzden, Dewey, nedenselliğin ontolojik değil, mantıksal bir kategori olduğunu ileri sürer. Bu görüş, kendinde şeyleri bilemeyeceğimizi, ve dolayısıyla mevcut çevreden yola çıkarak genellemeler yapabileceğimizi ifade eden bir fikir olarak yorumlanan Kantçı düşünceye benzer. O, bu görüşü ile düzenli determinizmi reddederek, pozitivist anlayıştan uzaklaşır. Ayrıca, Dewey, bilimin, araştırmanın nihaî noktası olmadığını, sadece bir tarzı ya da kipi olduğunu, yani, bilimsel araştırmanın sadece bir şeyin araştırılması olduğunu söyler.​
Ona göre, bilim, bizi geleneksel gayelere esir olmaktan kurtarma yöntemi olmak durumundadır. Bu ise, sabit doğrulardan tümdengelimsel yöntemle analizler yapma yerine, tarihsel ve kültürel çalışmalara dayanan teemmülî araştırmaya dönüş anlamına gelir. Dewey, bilimin ürettiği olgulara aşırı anlam ve değer yüklemememiz gerektiğini söyler, zira bilim miras alınan mantığın ürünüdür. Dewey/Peirce gibi, bilimsel yöntemin ve tavrın toplumdan miras alındığını söyler. Nitekim, biz, bilimsel sıfatıyla miras alınan yönteme vurgu yaparız. Dewey, bilimsel yöntemin, şüphenin verimli kullanımı ile belli araştırma işleyişlerine girme tekniği olduğunu ileri sürer. Diğer bir ifadeyle bilimsel yöntem, en temelde akli hür ve etkin kullanmadır. Dewey, bilimsel yöntemin başarısızlıklardan başarıları öğrenerek kendini doğrulayan bilme yöntemi olduğunu ifade eder. Bilimin, "kendini doğrulaması ve geliştirmesi" araştırmacıların hatalarını fark etmesine bağlıdır. Bu gelişme, kendini doğrulama ve geliştirmenin uzun vadede, titiz araştırma ve hünerli uygulayıcılarla gerçekleşeceği anlamına gelir.​
Dewey'e göre bilim, özel sorunlarımıza kesin cevaplar veremez. Ona göre bilimin ürettiklerini ve özel işleyişlerini, nihaî kanıt ya da kesin sonuçlar olarak görmek yanlıştır. İnsan eyleminin pratik alanında hiçbir kesinlik yoktur. Zira, bilimsel eylemin sonuçları plaima karmaşık ve şüphelidir. Bilimin ortaya koyduğu her iyi şeyde kötülüğün olmaması imkânsızdır. Bununla beraber, bilimin gerçek sorunlarımıza cevap vereceğini düşünmek yanılsamadır. Bu temel sınırlama, bilimin nötr bir yöntem, edilgen bir araç olmasından kaynaklanır. Bilim, kesinlikle gayri şahsîdir. Bilimin gücü, bizatihi kendisinde değil, araştırmacının ona yüklediği rolde yatar. Zira bilim, temel insan değerlerine dair seçimlerimize dayanır. Bu temel değerler; milliyetçilik, özgürlük, itaat, iman, basitlik, imparatorluk ve demokrasi gibi bazısı olumlu, bazısı olumsuz değerlerdir. Bilimin uygulamalarını doğru ortaya koymak, ortak araştırma sürecinde temel değerleri tekrar tekrar değerlendirerek gerçekleşir.​
Dewey, insan bilimlerinin kendimizi anlamada bize yardım edeceğine inanır. Zira, nasıl düşüneceğimiz, araştırma yapacağımız, niçin ve ne zaman başarılı bir şekilde düşündüğümüz ve araştırma yaptığımız, insan bilimleri ile belirlenebilir. İnsan bilimleri, eğilimler, amaçlar ve onların ilişkilerine dair vukuflar sağlayabilir, bu vukuflar da kendimiz ve tertiplerimiz hakkındaki yanlış anlaşılmaları giderebilir ve böylelikle sosyal dünyamız arzu ve amaçlarımızla daha uyumlu hale gelebilir.​
Dewey'in daha sonraki yazılarında bilgi konusunda en önemli gelişme araçsalcılık ilkesini geleneksel kavramlara ve mantık teorisinin şeklî kısımlarına uygulaması olmuş-. tur. Nitekim, Essays in Experimental Logic [Deneysel Mantık Araştırmaları] adlı eserine yazdığı uzunca girişte, o entelektüel araştırmanın sürekliliğinin ancak, organizmanın ihtiyaçlarım gidermede çevresine adaptasyon eylemleri ile sağlanabileceğine işaret eder. Söz gelimi, entelektüel araştırmada ayırt edici olan şey, sembolik anlamlara ve işaret edici uzanımlara izin veren dilin kullanımı ve sorunsal durumların çözümünde aktüel, yaygın şartlar altında adapte edici davranışların farazi provası ile gerçekleşir. Bu yüzden Dewey, geleneksel mantığın pek çok konusunu yeniden değerlendirir. Ona göre, mantıksal formlar ve geleneksel mantığın özel meseleleri, orijinlerini rasyonel sezgiye borçludur, fakat onların işlevsel değeri, (1) araştırmanın açığa çıkardığı sorunsal durumla ilgili olgusal kanıt sağlaması, (2) hipotetik çözümlerin kavramsallaştırılmasında içerilen işleyişleri kontrol etmesine bağlıdır. Bu değerlendirmenin en önemli sonucu, önermelerle ilgili yeni teoridir. Geleneksel anlayışta mantık, önermelerin mantıksal değerini (onların) sentaktik biçimleri (sözgelimi, Tüm A'lar B'lerdir, Bazı B'ler derdir) ile değerlendirir. Oysa, Dewey, özdeş önermesel formlara ilişkin ifadelerin araştırma sürecinde farklı işlevsel roller oynayacağını ileri sürer. Bu yüzden araştırmanın olgusal ve kavramsal unsurları arasındaki ayırımı gözeterek, sentaktik anlama dayanan evrensel, özel ve tekil önermeler arasındaki ayırımın yerine, geleneksel sınıflamayı geniş oranda geçersiz kılan varoluşsal ve ideal önermeler arasındaki ayırımı koyar.​
Dewey, araştırma teorisinde davranışsal eylemin temel; odağın ise, eylemdeki ayırt edici entelektüel özellikler ve işleyişler olduğunu zikreder. Organik tepkiler ve uyum süreçleri, kavramsallaştırma için maddî ve durumsal olarak kabul edilir. Zira, işaretler, önermeler ve çıkarımlar yargının ürünleri olan araçlardır. Yargı, araştırmanın başarılı (ya da başarısız) olarak sonuçlandığı seviyedir. Dewey'e göre bir yargının öznesi, çevrenin cüzüne karşı yapılması gerekeni temsil eder; yüklem, çevreye karşı birinin davranış tarzı veya alışkanlığım veya mümkün tepkisini temsil eder; bağ ise, olgu ve onun işareti arasında kurulan ilişki vasıtasıyla organik ve somut eylemi temsil etmektedir; ve nihayetinde sonuç veya yargının belirleyici nesnesi, çevrenin kendisinde olduğu gibi, orjinal öznedeki değişikliği vurgulayan, basitçe, değiştirilen orijinal durumdur. Sonuç, süreç esnasında bir duruma sokulan özne ve kavramlarla, başlangıçta seçilen verinin taşıdığı doğrulamalara ulaşıldığını ortaya koyar. Aynı şekilde süreçte elde edilen veriler, kavramsal ilke ve teorilerin mantık açısından sadece hipotez olduğunu gösterir. Bu nedenle, Dewey için doğrulama ve olumsuzlama gerçekte mantık dışıdır.​
Dewey, demek ki, araştırmayı düşünen organizmanın adaptasyon vasıtasıyla istikrar kazanma arayışında temel bir araç olarak tanımlar. Araştırmanın zihinsel süreçlerin yani sıra psikolojik unsurları da içerdiğini kabul eden Dewey'in aslında, vurgulamak istediği, araştırmanın teemmülî organizmanın kendisini çevreleyen şartlara cevap oluşudur. Dolayısıyla, araştırma, zihin ya da bilince değil, aksine eylem ya da davranışa aittir, insanlar araştırma vasıtasıyla, alışkanlıklarını kontrol etmeyi ve dolayısıyla yeni aletler üretmeyi amaçlar. Bu araçlar, kısa vadede kurtulmak istediğimiz durumları geliştirmeyi sağlar; uzun vadede ise, evrimimizin aşamalarını etkiler. Araştırma, organik faaliyet olduğu için, daima test edilmeli ve yeni taahhütler ortaya koymalıdır. Başarılı bir yaşam deneyimlenmiş durumların aktif inşasını gerektirdiği için, araştırmanın yegâne gayesi, onları daha-, anlamlı kılacak malzemeleri ve uygun araçları inşa etmektir.​
Araştırma sürecinin ayrıntılı analizi, Dewey'in Studies'e yaptığı en önemli katkı olmuştur. O, araştırma sürecinin üç evresini birbirinden ayırır. Süreç, problematik bir durum ile başlar. Bu problematik durum, organizmanın çevresine içgüdü ve alışkanlığa dayalı cevaplarının ihtiyaç ve arzuları giderme faaliyetindeki yetersizliktir. Dewey, sorunsal durumun bilişsel olmadığını, aksine, pratik ve egzistansiyel bir durum olduğunu söyler. Araştırmada bilişsel unsur, sürece, biliş öncesi uyumsuzluğa cevap vererek girer. Araştırmanın ikinci evresi, başlangıç durumunun inşasındaki parametreleri tanıtan veri ya da konuların tecrit edilmesini içerir. Sürecin üçüncü evresinde, araştırmanın bilişsel unsurları (fikirler, hepotezler, teoriler vs.) sorunsal durumun engellerini ortadan kaldırmada varsayımsal çözümler olarak devreye girer. Bu çözümlerin uygunluğuyla ilgili nihaî test, onların fiilî olarak işlemesiyle oluşur. Eğer önceki bir durumun inşası başarılı bir eyleme sebep oluyorsa, o zaman çözüm hipotetik özellikte olmayı sürdürmez; dolayısıyla insan hayatının egzistansiyel durumlarının bir parçası haline gelir. Sonuçta Dewey, araştırmayı doğruluk ya da bilgiden çok mantığın özü haline getirir. Mantık, araştırmanın ne olduğu, hangi araçların bizi sonuca götüreceği, sonuçların nasıl değerlendirileceği hususunda bir analizden başka bir şey değildir. Bu düşünce ise, onun araçsalcı mantığıdır.​
Dewey'e göre, araştırma, varoluşun genel niteliklerini belirlemeli ve tasvir etmelidir. O, bu işe metafizik araştırma adını verir. Metafizik terimini sıradışı bir anlamda kullanan Dewey'e göre, varoluşun genel nitelikleri ancak deneyimin araştırılmasıyla keşfedîlebilir. Bir tür deneyim metafiziği öneren Dewey'in bu metafiziğinde deneyim, hem süreç hem de içeriktir.​
O, deneyimin temelde bilişsel olmadığını ileri sürer. Tam tersine, biliş, deneyimin bir tarzı, bir şeklidir. Deneyim ve bilginin özdeş olmadığı iddiası, deneyimin, düşünmenin önemli bir görünümü olduğunu reddetmez. Aksine, deneyim gerçekten ve iyi anlaşıldığında onun çıkarımlarla dolu olan düşünmenin bir görünümü olduğu anlaşılır. Açıktır ki tüm bilinçli tecrübeler çıkarımsız olmaz; teemmül doğal ve daimîdir. Dewey'e göre deneyimin ikinci görünümü, onun geçiş durumları meydana getirmesidir. Deneyimin geçişli görünümüne vurgu, organizma ve çevrenin ilişkisini gerektirir. O, deneyimi nefes alma ve verme ritmine benzetir. Bu yüzden Dewey, tüm problemlerin esnek ve işlevsel bir neliğe sahip olduğunu düşünür. Problemlerimiz için bir "geçiş metafiziği" öneren Dewey'e göre insan hayatı bir yerden diğer bir yere, komediden trajediye arayışta, seyahattedir. Uzun veya kısa dönemde sorunlar bütünüyle çözül(e)mez. Böylesi bir dünyada, açıktır ki nihaî kurtuluştan söz edilemez, ama ümitsiz olmaya da gerek yoktur. Dewey'in vizyonu, nihaî kesinliğin ve aşkın anlamın olmadığı insan varoluşudur. Bu vizyonda olumsuzluk yoktur, öte yandan nihilizm de anlamlı değildir. Bu arayışta, melyorizm ya da iyileştiricilik selamlanacak İnsanî yaklaşımıdır. Dewey, insanın en derin duygularını harekete geçirerek 'nektarın yolculukta', insan için nihaî amaçların hayal olduğunu, hayatın çeşitli zorluklarına rağmen günden güne daha iyiye doğru ilerlediğini söyler.​
Dewey, deneyim ile doğa arasında bir boşluğun, kesintinin olmadığını ileri sürer. Doğa ve deneyim arasında öncelik yoktur. Ancak, insan deneyiminin kökleri, doğal durumumuzda içerilir. Deneyimin doğal köklerinin farkına varmak, onun önemini azaltmaz, bilakis onun işlevini değerlendirmemizi sağlar. Dewey'e göre, ne deneyim ne de doğa bizatihi temeldir; biri olmadan diğeri anlaşılamaz. Bizler, doğada misafir ve konaklayıcılarız. Burada esas ve önemli terim "içinde" terimidir. Organizma, çevre içinde yaşamaz, çevre vasıtasıyla yaşar. Söz gelimi, "balık suda, kuş havada yaşar" dediğimizde bu hayvanların karakteristik işlevlerini belirtiyoruz. Balığın su içinde, kuşun havada yaşaması, çevrenin bir araç, vasıta olduğunu gösterir. Diğer bir ifadeyle bu durum, organizmanın çevre olmadan var olamayacağı anlamına değil, organizmanın ancak çevre vasıtasıyla yaşayacağı, var olacağı anlamına gelir-​
Varoluşun iki alanı arasında yarık olmadığını savunan Dewey, organizma ve çevre ilişkisinin birtakım geçiş ve kesintileri içerdiğinin farkındadır. Bu anlamda doğa, bizi hem destekleyen hem de engelleyen varoluşlar toplamıdır. Biz, sürecin kesilmediği, değişen ve risk sahnesi olan bir dünyada yaşıyoruz. Dewey'e göre biz, bu risk sahnesinde kendimize kesinlik ararız. Umudumuz, insan hayatının ihtiyaçlarını besleyecek, destekleyecek, değerlendirecek bir dünya yaratmadır. Bununla beraber o, ne kadar araştırma, plân yapılsa da, geleceğin tahmin edilemez oluşunun farkındadır. Gelecek konusunda, deneyimlerimize güvenmekten başka çaremiz yoktur. Onun bu noktada vurgulamak istediği şey, pragmatik duyarlılık, yani, sonuçların etkin olarak değerlendirilmesidir. Bu noktada felsefenin görevi, durumumuzun problematik karakterini gösterecek haritalar oluşturmaktır. Felsefe bu görevi, ancak kültür araştırması olmak suretiyle, kültürel sorunlarımızı dillendirerek gerçekleştirir. Bu noktada felsefenin, bir değerlendirme ya da eleştirme aleti olduğunu söylemek gerekir. Nitekim Dewey, felsefeyi, genelleştirilmiş eleştiri teorisi olarak nitelemiştir., Bir eleştiri teorisi olarak felsefe topluma hizmet etmelidir. Peki, felsefe topluma nasıl hizmet eder? Ona göre, felsefe ahlâkî iyiyi ortaya koyarak, davranışlarımızdaki doğru ya da yanlış olanı ayırt ederek topluma hizmet eder: Felsefenin pratik, yani ahlâkî bir işlevi olduğu için, felsefe araştırması, kaçınılmaz bir biçimde ahlâkî faaliyettir.​
Dewey düşüncesinde ahlâk, bilim ve akil birbiriyle içten alakalıdır. Ona göre, etik, davranışlarla ilgili bir bilimdir ve insan doğası ile ilgili bilgiyi içerdiği için, doğru davranışlar sergilememizde bilime yol göstermelidir. Diğer bir ifadeyle, etik, uygun insan eylemini besleme ve keşfetmede yöntemli ve niyetsel bir girişimdir. Bu nedenle Dewey, teemmülı seçimin dahil olduğu düşünceli eylem ya da davranışı ahlâkî diye niteler. Çünkü, bu noktada teemmülî seçimi devreye sokan daha iyi ve daha kötü sorunu gündeme gelir.​
Dewey'in araçsalcılığında ahlâk biliminin diğer bir özelliği, onun sosyal görünümüdür. Birey ya da benlik, sosyal grup içinde oluştuğundan sosyal çevrenin düzenlenmesi ve korunması insanın aslî görevdir. İnsan davranışı aslen sosyal olduğundan, ahlâk(lar) da sosyaldir. Dewey, burada sosyal ile ahlâkı eşitlemez, ama terimleri pek çok bakımdan birbiriyle alakalı hale getirir. Zira dünyada yalnız başına yaşayan birinin ahlâklı olmasına gerek olmadığı için, ahlâk başkalarıyla birlikte yaşadığımızda ortaya çıkar. Eylemlerimiz, başkalarını etkiler; onlar da bu eylemlere tepkide bulunurlar. Bu etkileşimde, eylemlerimizi başkalarının refahı için, değerlendirmek durumunda kalırız. Ahlâkı, daha yüksek seviyeye getirmek için eylemlerimizin değerlendirilmesi gereklidir. Bu değerlendirmeler, sosyal dünyanın yeniden inşasını mümkün kılar. Dewey'e göre araçsalcılığın temel işlevi, sosyal inşayı desteklemektir. Tıpkı, fizikî hayatın çevresiz mevcut olamaması gibi, ahlâkî hayat da ahlâkî çevrenin desteği olmaksızın mevcut olamaz. Öyleyse ahlâk reformcularının görevlerinden biri, ahlâkî çevrenin üretilmesini sağlamak, hayatın pratik ve teorik safhalarıyla ilgili söylemleri bir araya getirmektir.​
Dewey'e göre, hayatın zorlukları ilk plânda ahlâkî görülmese de derinlemesine analiz zorlukların arkasında duran yapının ahlâkî bir yönelimi gerektirdiğini gösterir. Ahlâkın yeniden inşası ise, sosyal meselelerde yeni yönelimlerin daimî olmasını gerektirir. Zira, ahlâkî meseleler, gelecekle ilişkilidir. Gelecek ise, açık uçlu, belirsiz imkânlarla doludur. Geçmişi geri getiremeyeceğimize göre, o göre, o halde geleceğe yönelmeliyiz. Bu nedenle, deneyimde daha iyi sonuçlar verecek olan kişisel alışkanlık ve sosyal kurumların gelişmesine odaklanmamız gerekir. Bu noktada geçmiş deneyimlerimiz, bize verilmiş entelektüel ar açlar olarak önem kazanır. Onlar, ulaştığımız sonuçlar değil, gerçekte araçlanmızdır. Burada sorun, geçmişin geçmiş olarak önemi değil; onun anlamının mevcut eylemlerimize rehberlik edip etmeyeceğidir. Bu durumun etik konusunda daima gözden kaçırıldığını söyleyen Dewey'e göre, o basit olarak eskinin yerine yeni ahlâkî kuralların konulması olamaz. Akil, geçmişte, hayatın yönlendiricisi olarak adet, görenek mevkiinde görüldüğü için, bu adetler değiştirilemez ve nihaî nitelikte görülmüştür. Oysa bu kuralların, test edilmesi ve onaylanması gereken entelektüel araçlar olarak görülmeleri gerekir. Aynı şekilde, ahlâkî ilkeler de, mevcut durumlara cevap vermede bir formül, özel bir durumu analiz etmede bir araç olarak görülmelidir. Ahlâk teorisinde bir teorinin işlevi, şahsî seçim için bir vekil koymak değil; daha etkili ve daha entelektüel düşüncenin elde edilmesinde bir araç olmaktır. Bu yüzden ahlâk teorisi, ahlâkî karışıklıklar için hazır çözümler olarak düşünülmemelidir.​
Dewey'e göre, ahlâk araştırmasını geliştirme yolu, hipotetik durumların benimsenmesi, teemmülî ahlâkın görüşlerinin farklı oluşunun sezinlemesidir. O, başkalarının ahlâkî hatalarına karşı zihnimizi açık tutmayı, farklılıkları ummayı, toplumu bu sonuçlara hazırlamayı önerir. Zira teemmülî ahlâk, farklılıkların oluşacağının ve bu farklılıkların, toplumun bağrına bastığı değerlere meydan okuyacağının farkındadır. Böylesi bir ahlâkî farklılık dünyasında yaşamak, büyük bir hoşgörü^ gerektirir. Dewey'e göre hoşgörü farklılıklara karşı tahammül değil, düşünme ve araştırmaya izin veren olumlu gönüllülüktür. Bizim fikirlerimizle uyuşsun ya da uyuşmasın, başkalarının samimî ahlâkî kararlarını hiç olmazsa geçici olarak kabul etmek gerekir.​
Dewey'in araçsalcılık düşüncesinde, demek ki deneyimcilik, çoğulculuk ve hoşgörü beraber ilerler. Ona göre, ahlâkî iddialar arasında büyük eşitsizlik, düşünmeyi büyük oranda ortadan kaldırdığı için, bizler diğerlerine karşı daha hoşgörülü olur (ve dolayısıyla, değerlerimizi daha az savunur) ve başkalarını ahlâkî ilkelerimizin tahripkâr failler olarak görmeyi bırakırsak; onların, ahlâkî sorunlarımızı en iyi şekilde çözmede bize yardımcı, yoldaş deneyimci ve eylemci olduklarını görürüz. Dewey'e göre düşünce özgürlüğü ve fikir özgürlüğü olmadan ahlâkî gelişim, raslanhsal ve gizli olacağı için, o, diğerlerinin kişilik ve aklına saygı gösteren demokrasi yönetimini tavsiye eder.​
Dewey'e göre ahlâk araştırmasının diğer bir özelliği, amaçlar ve araçlar arasındaki ilişkiyi bize göstermesidir. O, araç ve gayelerin aynı gerçekliğin iki adı olduğunu, terimlerin gerçeklikte bir ayırımı değil, yargıdaki farkı ortaya koyduğunu ve bunların birbiriyle uyumlu olduklarında, bize hayatı kontrol etme şansı verdiğini söyler. Araçlar ve sonuçlar tek, bölünmemiş bir durum inşa eder. (Arzu edilen) amaçlar ve kullanılan araçlar birbirlerine içten bağlıdır. Bir gayeyi başarmak, zorunlu araçlara yoğunlaşmakla gerçekleşir; aracı varoluşa getirmek için de amacı devreye sokmak gerekir. Hayatı uzun bir akış olarak düşünürsek, amaçlar ve araçlar birbiriyle örtüşürler ve birbirine nüfuz eder. Bunları birbirinden ayırmak, bizi sorunlara sokar. Dewey'e göre ne mutlak amaç ne de mutlak araç olamaz; amaçlar ancak araçlar, araçlar da ancak amaçlar zemininde değerlendirilebilir.​
Dewey, ahlâkın içeriğinin büyük bir kısmının toplumdaki âdetlere dayandığını görür. Aslında âdet ve gelenekler, kendimizi rahat hissettiğimiz ve geleceğe taşıdığımız davranış tarzlarıdır. Onlar, benliğin sosyal yönü için aslî ve temel olup, ahlâkın çekim merkezini meydana getirirler. Fakat, onlar değişen ve gelişen tecrübenin yükünü daimî olarak taşıyamazlar. Bu yüzden Dewey, ahlâkın bu çekim merkezini teemmülî ahlâk ile değiştirmeye girişir. Âdetsel, alışkanlığa dayalı ahlâktan teemmülî ahlâka geçiş, kesin kurallardan sosyal hijyeni sağlayacak kurallara geçiştir.​
Dewey'in düşüncesinde ahlâkî tercihlerimizi geliştirmede, bilimsel yöntemin kazandığı önem açık olmalıdır. Zira bilimsel yöntem, bize görünen iyiler ile gerçek değerler arasındaki farkı gösterir. Ona göre gelişme, ancak ahlâkî değere dair meşru ölçüt ile sağlanır. Bu ölçüt, Dewey'in insan doğası ve ihtiyaçları anlayışından ortaya çıkar. Doğal, sosyal ve problem çözücü özelliğimizin genişliği ile hayatın plastik ve uyarlayıcı niteliği, insan doğasının en temel özelliklerindendir. Aynı şekilde, insan ihtiyaçlarının çeşitliliği ve daima değişmesi ahlâkî görevin belirlenmesinde önemli özelliklerdir. Gelişmenin sadece ahlâkî gayeye yönelik olduğunu öne süren Dewey'in düşüncesinde, bu amaç bir bitiş veya varılacak bir sınır değil; mevcut durumları dönüştürecek aktif süreçtir. O, nihaî mükemmellik değil, hayatta devam eden mükemmelleşme, olgunlaşma, incelmedir.​
Dewey, gelişmenin sürekli oluşunun hayatın amacı ve gayesi olduğunu görür: Gerçeklik, gelişme sürecidir. Değer eleştirisi işi, bu gelişme sürecini basitleştirmek, açık kılmak ve genişletmektir. Deneyimin daimî inşası ve gelişmesi tek gayedir. Bununla beraber, gelişme hayatı farz edilen sabit şemalara göre kalıplara dökmek değildir. Gelişmenin ilk özelliği, kendini gerçekleştirme sürecinin daimi inşasını görmektir. Gelişme ve kendini gerçekleştirme, sonsuz bir süreçtir. îlkin, insan varoluşu bu dünyada istikrarsız kaldığı müddetçe, elde edilecek yeni güçler ve oluşturulacak yeni kontroller olacaktır. İkinci olarak, çoğulcu bir tarzda anlaşılan bir dünyada anlamın miktarı sınırsızdır, dolayısıyla aranması gereken yeni vukûfiyetler ve daha iyi anlayışlar vardır.​
Dewey'e göre gelişme ve hareket yeniden inşa sürecidir; alışkanlığa sahip benlik bu inşa sürecini az ya da çok acı ve sorunla yaşar. Bu yüzden her ahlâkî eylem, benlik üzerinde etkide bulunur. Ahlâkî seçimlerimiz, mevcut benliğimizi açımlar ve ilerideki benliğimizi şekillendirir; dolayısıyla seçimlerimiz, ne çeşit bir şahsiyet olduğumuzu ve olacağımızı belirler. Bireyler, eylemleriyle gelişmenin yönünü ve miktarını belirler. Her iyi eylem, şahsiyetin gelişmesine, her kötü eylem de şahsiyetin tahrip olmasına neden olur. O halde, ahlâkî seçimlerde anahtar mesele, eski, alışkanlığa sahip benliği yeni ve hareketli benlik kılmanın yolunun nasıl bulunacağı meselesidir. Dewey'e göre iki unsur; tecrübenin daimilik ve etkileşim ilkesi, daha sonra gelenlerin niteliğini belirleyeceği için, yaşadığımız deneyimler gelişmenin yönünü ve miktarını belirleyecektir. "Daimilik" ilkesi, şahsî gelişimin devamlılığını belirlerken "etkileşim" ilkesi sosyal yaratıklar olarak sosyal durumu ve değerlerin gelişmesini sağlar. Bu anlamda bu iki ilke, deneyimin enlem ve boylamını temsil eder. Eğer bir birey, durumdan duruma hareket ediyor, boyuna dünyasını, çevresini ve ilişkilerini genişletiyorsa, enine de hareket ediyordur. Dewey'in bu iki ilkeye müracaat etmesi, gelişmenin olumsuz, yani dejenere türünü açıklamak içindir.​
Dewey'in sisteminde "ne çeşit benlik inşa edileceği" meselesi aslında "ne çeşit dünya yaratılacağı" anlamına geldiği için, ahlâkî gelişme gerçekte sosyal süreçtir. Gelişmenin iki safhası, daha çok kontrol ve anlamın çoğaltılması, bireyi diğer üyelere daha da yakınlaştırır. Sosyal gelişme, insanların birbiriyle ve doğayla sonsuz ilişki içinde oldukları bilincini kazandırır. Bu yüzden ahlâkî hayatı, gelişme hayatı olarak tasvir etmek çabuk cevap olmaz. Dewey, bu gelişme hayatında iyi olarak nitelenen ahlâkî yargıyı tanımlamak için "lezzet" terimini kullanır. Bu lezzetin oluşturulması, entelektüel, estetik ve ahlâkî değerlerin oluşturulması ile gerçekleşir. Ahlâkî "lezzet" ya da ahlâkî "görü", demokrasi, bireyselcilik, özgürlük gibi temel ahlâkî değerlerin oluşturulmasıdır. Dewey için sorun, bu temel değerlerin kaynağı ya da kökeni değil, sonuçlarıdır. Demokrasi, bireyselcilik ve özgürlük gibi değerler, soyut ve kökensiz gayeler değildir; ortak deneyim bu değerlerin kaynağıdır. Bu yüzden, söz gelimi, demokrasi nihaî değer olmaktan ziyade insan deneyimini, sosyal hayatı geliştiren sosyal bir anlaşmadır. Bu noktada, Dewey'e yapılan itiraz, demokrasi, eşitlik gibi sosyal değerlerin pragmatizmin kendisinden neşet etmediğidir. Bu itiraz doğrudur, zira bu sonuç onun felsefi yönteminin sonucu değil, kabul edilmesi gereken durumdur. Tıpkı, bilimin gayri şahsî olup, ama bilimsel yöntemin uygulamasının nötr olmaması gibi, bu değerler de nötrdür ama başkaları tarafından yanlış kullanılabilir.​
'Dewey'in kültürel araçsalcılığı, insan yapıp etmelerini yeryüzündeki hayatın doğal ve tarihsel sınırlarına yerleştirir. Dewey'in kültürel araçsalcılık yöntemi iki seviyede işler; sorunların oluşturulması ve olası çözümlerin geliştirilmesi. İlk seviye, neliği itibariyle geniş ölçüde entelektüeldir. Söz gelimi bu sorunlar, şöyle sıralayabiliriz: Öngörülebilir bir gelecek için toplumdan hangi seviyede enerji beklenecek, bu işin asgarî bedeli nasıl sağlanacak, ne çeşit eğitim politikaları üretilecek vs. Özellikle karmaşık modern dünyada yeniden inşa, entelektüel birikim ve yetenek gerektiriyor. Ona göre sosyal inşa işi, cesaret, sabır, iyi niyetli insanların işbirliğini ve belirsiz uzun bir süreci gerektirir. İkinci seviyeyi, uzmanların ileri sürdükleri fikir ve önerilerin kamusal testi ve değerlendirmesi ile bu noktada etkin bulunanların eyleme dönüştürülmesini içerir. Sorunlarımızı çözerken, kurumlan ya da sosyal alışkanlıkları yeniden üretmek, onların yararsızlarını göz ardı etmek ve değiştirmek gerekir. Bu noktada, felsefecilerin sosyal inşa faaliyetine katkıları, kavramsal inşa olmalıdır. Bireyselcilik, toplum gibi temel kavramların farklı bağlamlarda farklı anlamları olduğu için, bu kavramların ideal anlamları ve statüleri entelektüel olarak ortaya konulmalıdır.​
Özetle, Dewey araçsalcılık ile, James'in metodunda kaybolan Peircecü yaklaşımı yeniden inşa etme girişimi olarak tanımlanabilir. Dewey'in araçsalcılığı, bir taraftan Peirce gibi eleştirel ve işbirlikçi; diğer taraftan James gibi ahlâkî, estetik, sosyal eğilimleri barındırır. Ona göre araçsalcılık, Amerikan yaşam ve medeniyetinin sabit olmayan ve ilerleyici karakteri ile, gerçek, yeni ve zorunlu olmayan bir gelecek için imkânların mevcut olduğunu gözler önüne serer ve dünyayı devamlı şekillenen bir varlık olarak kabul eden bir felsefenin doğmasına imkân verir.​
J. Dewey, The Ltit er Works of John Dewey (Ed. By J. O. A, Boydston), Carbondale: Southern Illinois University Press, 1981-1990.​
J. Mcdermott(ed.), The Philosophy of John Dewey, Illinois, 1973.​
H, S. Thayer(ed-), Pragmatism, The Classical Writings, Hackett Publishing Company, Indianapolis, 1982.​
J. R. Shook, Dewey's Emprical Theory of Knowledge and Reality, Nashville, Tenn: Vanderbilt University Press, 2000.​
M. Eldridge, Transforming Experience: John Deivey's Cultural Instrumentalism, Nasville: Vanderbilt University Press, 1998.​
R. B. Talise, On Dewey, Wadsworth, 2000.​
J. Campbell, Understanding John Dewey, Illinois: Open Court, 1995.​
L. Hickman(ed.), Reading Dewey: Interpretations fora Postmodern Generation, Indiana, 1998.​
Ayrıca bkz., AMERİKAN FELSEFESİ, ARAÇSAL AKİL, DEWEY, JAMES, PEIRCE, PRAGMATİZM.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst