1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Apolojetik, amacı Hıristiyan dinini açıklamak ve savunmak olan bir teoloji disiplinidir. Yunanca savunma anlamına gelen απολογητικός'tan türeyen apolojetik, öncelikle Hıristiyanlığı, bu dine karşı yöneltilmiş kişisel, sosyal, politik ya da dini saldırılar karşısında savunma amacı güder. Bununla birlikte, o söz konusu savunma hizmetini gerçekleştirebilmek için, vahye dayalı dinin akli başında her Hıristiyan müminin onayını talep eden iddialarının bilimsel bir tarzda ortaya konmasını amaçlamıştır. Başka bir deyişle, apolojetik suçlamasını çürütme amacıyla doğrudan doğruya hasmın kendisine yönelmek yerine, öncelikle hakikatin peşinde koşan mümini, Katolik Kilisesinde tezahür ettiği veya gerçekleştiği şekliyle Hıristiyan vahyinin makûliyetini, doğruluğunu ve güvenilirliğini tanımaya davet eder. Savunduğu kesinlik mutlak olmadığı için imana zorlamamakla birlikte, Hıristiyanlığın temel inançlarının, imanın rasyonel bir edim olduğunu gözler önüne sermek için fazlasıyla yeterli olduğunu göstermeyi amaçlar.​
Apolejetik, dogmatik teolojiyle birlikte, Hıristiyan teolojisinin iki temel dalını oluşturur. Bunlardan dogmatik teoloji, öncelikle ya da temelde Katolik inancını zaten benimsemiş olanlara hitap ettiği için, inancı varsayar. Oysa apolojetik, Hıristiyan inancını benimsememiş veya ona karşı çıkmakta olanlara hitap ettiği için, en azından teoride inanca sevketmeyi amaçlar. Başka bir deyişle, dogmatik teoloji ancak apolojetiğin bittiği yerde başlar, öte yandan, dogmatik teolojinin daha ziyade felsefi, ve, İlâhî otoritenin ortaya koyduğu verileri kendisine öncül olarak alan, dedüktif bir disiplin olduğu yerde, apolojetik pozitif ve tarihsel bir disiplin olmak durumundadır. O, sırasıyla genel olarak dine ve teistik inanca ilişkin bir araştırma, vahye dayalı dine ve Hıristiyan inancının temellerine ilişkin bir inceleme ve nihayet Katolik inancının temelleriyle ilgili bir çalışma olmak üzere, üç ayrı bölümden meydana gelir.​
Apolojetiğin tarihine gelince. Onun tarihi dört ayrı döneme ayrılır. Hıristiyanlığın başlangıcından Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar olan döneminde, apolojetik bir yandan paganizmle diğer yandan da Musevilikle karşı karşıya kalır. îslamiyetin doğuşundan Reformasyona kadar olan ve neredeyse bütün bir Ortaçağı kaplayan dönemde, apolojetiğin bu kez hedefi ya da hasmı İslâm dini ve felsefesidir. Üçüncü dönem ise, Reformasyonun başlangıcından bir hayat tarzı ve felsefe olarak akılcılığın on yedinci yüzyılın ortalarında Avrupa’da ve özellikle de İngiltere'de doğuşuna kadar olan dönemi kapsar. Apolojetiğin bu dönemi, Katolisizm ile Protestanlık arasındaki mücadele dönemidir. Apolojetiğin dördüncü dönemi ise, on yedinci yüzyılın ortalarından günümüze kadar olan akılcılık dönemini kapsar. Apolojetiğin buradaki hasımlan ise, elbette deizm, panteizm, materyalizm, agnostisizm ve doğalcılıktır. Apolojetiğin savunma ve açıklamadan oluşan iki ana teması söz konusu olduğunda, bu dört dönemden özellikle ilk üçünde ağır basan savunmadır, buna mukabil son ikisinde daha fazla gündeme gelen açıklamadır.​
Apolojetiğin birinci dönemi, bir yandan Musevîliğe, bir yandan da gnostisizm ya da paganizme karşı Hıristiyan inancını savunma gayretlerinden meydana gelir. Nitekim, ilk apolojistlerden olan Aziz Justin 155 yıllarında kaleme aldığı apolojide, Eski Ahit'teki pasajlardan yola çıkarak Yahudi peygamberlerin Mesih olarak İsa'ya işaret ettiklerini, Musevîliğin kaderinin ve bir dünya dini haline gelme şansının sadece Hıristiyanlıkta bulunduğunu, İsrail'in hakikî çocuklarının İsa'nın takipçileri olduğunu savunmuştur.​
Birinci döneme bununla birlikte, esas Hıristiyan düşünürlerin teistik inancı pagan felsefe ve putperest saldırılar karşısında savunma ve gnostiklerin felsefi spekülasyonlarına karşı koyma çabaları damgasını vurmuştur. Ortodoks Hıristiyanlık için önemli bir tehlike meydana getiren gnostisizm, Hıristiyanlığın kutsal kitabıyla Yunanlı ve Doğulu inanç ve düşünüşlerin garip bir karışımını gerçekleştirerek, inancın yerine gnosis ya da ezoterik bir bilgiyi geçirmiş, belli bir Tanrı, yaradılış, ve kurtuluş öğretisiyle, kötülük problemine ilişkin bir açıklama ortaya koyarken, bazen nihilizmin, bazen de çileciliğin savunuculuğunu yapmıştır. Başka bir deyişle, kadın ve erkeklerin kendilerinde tanrısal bir kıvılcım taşıdıklarını, fakat kaderin, doğum ve ölümün hüküm sürdüğü bir dünyaya düşmüş olduklarını, insanlardaki bu kıvılcımın ezoterik bir bilgi sayesinde yeniden canlandırılacağını ve böylelikle de, insanın Tanrı'ya yeniden ulaşacağını savunan gnostikler, önemli bir kollarını meydana getiren Manişeistler gibi, Tanrı ile maddenin belirlediği bir düalizmin savunucusu olmuşlardır. Gnostikler söz konusu düalizmin bir sonucu olarak, Tanrı'yı yüceltirken, maddeyi ve insan bedenini kötülemişler, Tanrı ile madde arasında oluşan büyük boşluğu Tanrı'dan başlayıp maddeye dek uzanan bir dizi türümle kapatmaya çalışmışlardır. Türüm süreci, Gnostiklerin sisteminde, Tanrı'ya dönüşle belirlenen bir kurtuluş yoluyla tamamlanır.​
Kilise babaları, daha ilk dönemden başlayarak, Hıristiyanlığa yöneltilen saldırıları savuşturmak yanında, bir tür sapkınlık olarak değerlendirdikleri gnostisizme ve gnostisizmin temelinde yer aldığına inandıkları antik Yunan felsefesine ve hatta pagan mitolojisine şiddetle karşı çıkıp, eleştiri yöneltmişler ve bu eleştiri çerçevesi içinde, Hıristiyan inancının üstünlüğünü savunan denemeler kaleme almışlardır. İstisnasız hepsinin paganizmin karanlık olduğu yerde Hıristiyanlığın ışık, paganizmin zayıflık ve zavallılık olduğu yerde Hıristiyanlığın kudret olduğunu, sadece Hıristiyan dininin günahın kölesi olan insanı özgür bir manevî varlık haline dönüştürme gücüne sahip bulunduğunu göstermeyi görev bilen bu Kilise babalarından, söz gelimi Aristeides Yunan ve Mısırlıların tanrılarını, Yunan ahlâk anlayışını eleştirip, bir doğal teolog tavrıyla Hıristiyanlığın temel unsurlarını, güçlü yanlarını gözler önüne sermeye çalışmıştır. Hıristiyanlığın tüm diğer doktrinlerden eski ve üstün olduğunu öne süren Tatianos'a göre ise, Yunanlıların bilim, felsefe ve sanatları kendilerinin bulmuş ya da kurmuş oldukları şeklindeki iddiaları dayanağı olmayan görüşlerdir. Yunanlılar tüm bildiklerini başkalarından öğrenmiş olup, bilimleri, hele felsefeyi geliştirip yetkinleştirecek yerde, tahrif etmiş, yanlış kullanmışlardır. Yunanlı filozofları çelişik düşünceleri nedeniyle eleştiren Tatianos, örneğin Aristoteles'in Tanrı'nın inayetini inkâr edişine, Stoalıların ebedî dönüş öğretileriyle, yazgıcılık ya da determinizmin savunuculuğunu yapmış olmalarına şiddetle karşı çıkmıştır. Athenagoras ise, özellikle Hıristiyanlara yöneltilen ateizm ya da putperestlerin tanrılarına inanma, ziyafetlerde çocuk yeme ya da yamyamlık ve ensest ithamı ya da akrabayla cinsel ilişkide bulunma gibi suçlamalar karşısında, Hıristiyan inancıyla Hıristiyanları savunmuştur.​
Eserleri pagan felsefeye duyduğu tiksintiyi ifade eden satırlarla dolu olan Tertullianus da, Tanrı'nın İsa'dan, İsa'nın da Kutsal Ruhtan ayrı olarak bilinemeyeceğini öne sürdüğü için, içindeki kutlu ses tarafından yönlendirilen Sokrates'in bilgeliğinin bile bir işe yaramayacağını belirtmiştir. Mutlak bir felsefe karşıtlığı ve tam bir anti-rasyonalizm savunuculuğu içinde olmuş olan Tertullianus, Platon'un evrenin babası ve yapıcısını bulmanın zor olduğunu söylediği yerde, Tanrı'yı en sıradan bir Hıristiyanm bile kolaylıkla bulduğuna işaret etmiştir.​
Apolojinin ikinci dönemini belirleyen Hıristiyan inancını İslâm dini ve felsefesi karşısında savunma çabalarında ise, Hristiyan apolojistleri genel bir strateji olarak, Hristiyanlığın temel unsurlarını gösterme, rasyonalitesini savunmadan ziyade, doğuşundan sonraki bir yüzyıl içinde, Kuzey Avrupa yoluyla Endülüs'e doğru yayılarak Hristiyanlığı tehdit etmeye başlayan İslâm dinine hücum etmeyi benimsemişlerdir. Başta Şamlı Aziz John, Aziz Peter ve Martinili Raymond olmak üzere, sekizinci yüzyıldan itibaren bütün Hristiyan düşünürleri, Muhammed'in açımladığı, kendilerine göre kati ve kaderci olan Tanrı telakkisine karşı Cisimleşme dogmasının savunuculuğunu yaparken, İslâm peygamberinin yaşayışı ve öğretisindeki kusur ve hatalara işaret etmeye, Kuran'ın en iyi bölümleriyle bile, Hıristiyan kutsal yazınının zayıf bir kopyası ya da taklidi olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Apolojistler için, İslâm diniyle kıyaslandığında, İslâm felsefesinin göreli olarak biraz daha kolay bir hedef olduğu söylenebilir. Başta Aquinali Thomas olmak üzere, Hıristiyan apolojistleri, özellikle on üçüncü yüzyıldan itibaren, Aristoteles felsefesini panteizm ve akılcılıkla çarpıttığına inandıkları İslâm felsefesine saldırmış, özellikle İbn Rüşd'ü kendilerine en büyük hedef yapmışlardır.​
Üçüncü döneminde apolejetik, on altıncı yüzyıldaki protestan reformuyla birlikte, bir bütün olarak Hıristiyanlığın değil, fakat esas itibariyle Katolikliğin savunulması şeklini almış, öne çıkan daha ziyade mezheplerin savunulması olmuştur. Apolojilerin yerini zaman zaman da polemiklerin aldığı bu yüzyıl boyunca, İsa'nın kilisesinin özünü ve neliğini savunmak, otoritesini yeniden tesis etmek, onun Papalığın önceliği altında İlâhî olarak teslim edilmiş hiyerarşisini temellendirmek, Katolisizmin bâtıl itikat diye horlanan öğreti ve pratiklerinin birliğini, doğruluğunu ve yanılmazlığını gözler önüne sermek en temel görev kabul edilmiştir. Dönemin önemli apolojileri arasında, Robert Bellarmin'in her yönüyle abidevî bir çalışma olan Disputations de Controversüs Christianae Fidei (1581-92) adlı eseri, Robert Stapleton'un Principioritim Fidei Doctrinalium Demonstratio (1579) başlıklı, polemik amacı güden bütün eserlerin şahı olduğu kabul edilen çalışması, ve nihayet Martin Becon'un De Ecdasia Christi (1633) adlı kitabı sayılabilir.​
Hıristiyan apolojetiğinin tarihinin dördüncü dönemine damgasını vuran karşıtlık ise, Hıristiyanlığın akılcılıkla olan çatışmasıdır. Başka bir deyişle, Hıristiyanlığın on yedinci yüzyıldan itibaren günümüze kadar olan modem dönemdeki yeni hasmı, sırasıyla deizm ve bilimcilik şeklinde tezahür eden akılcılık olmuştur. Buna göre, deneyim, akil ve felsefi düşünüm yoluyla kanıtlanamayan hiçbir dini öğretinin, bir değeri olmak bir yana, bilimsel araştırmaya, hakikatin aranmasına engel teşkil ettiği düşüncesinden yola çıkan deizm, dünyaya aşkın veya dışsal bir Tanrı'nın varlığını kabul etmekle birlikte, her tür İlâhî müdahaleye karşı çıkmış ve bu arada vahyi, mucizeleri ve peygamberliği reddetmiştir. On yedinci yüzyılda Hobbes, Locke ve Hume ile İngiltere'de başlayıp, sonradan bütün bir Avrupa'ya büyük bir hızla yayılan bu hareketin Hrıstiyanlık için büyük bir tehlike meydana getirdiği açıktı. Böyle düşünen Hristiyan düşünürler, nitekim, yine İngiltere'den başlayıp, Kıta Avrupası'na yayılacak şekilde, deizm tehditi karşısında Hıristiyanlığı savunan apolojiler kaleme almışlardır. Bu apolojilerin en ünlüsü, Hıristiyanlığın en az bilim kadar mantıksal ve muhtemel olduğunu savunan Joseph Butler'in Analogy of Religion Natural and Revealed to the Constitution of Nature (1736) adlı eseridir. Aynı şekilde Joseph Campell da, Dissertation on Miracles (1766) adlı eserinde, Hume'un mucizelere karşı olan argümanlarına güçlü bir karşılık vermiştir. Evidences of Christianity (1794) ve Natural Theology (1802) adlı eserleri İngiliz teolojik literatürünün klâsikleri arasında bulunan William Paley ise, tıpkı saatin bir saat yapımcısını düşündürmesi gibi, düzen içindeki evrenin de bir düzen vericiyi gerektirdiğini öne sürmüştür. Kıta felsefesinde ise Leibniz meşhur Teodise'siyle (1684) akil ve imanın uygunluğunu gözler önüne sermeye çalışmıştır.​
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, Hıristiyanlığın akılcılıkla çatışması, âdeta paradoksal bir biçimde, bir yandan hafiflerken, bir yandan da ağırlaşmıştır. Antik dillerin yeniden keşfi ve bunun eski Musevî halkların kendilerini çevreleyen halklarla olan ilişkilerine tuttuğu ışık, İncillerin tarihsel güvenilirliğinin tartışıldığı bir çağda, Incil öyküsünün doğruluğuna güçlü bir destek sağlar. Fakat başta astronominin güneş sisteminin gerçekte bulut şeklinde bir madde yığınından ileri gelmiş olduğu hipotezi, ve biyolojinin evrim teorisi olmak üzere, bilimsel gelişmeler bilim ile din arasındaki çatışmayı en ileri düzeye taşımaktaydı. İşte böyle bir durumda ve bilim adamlarının dine yönelttikleri saltoların arttığı sıralarda, Kant'ın Hristiyanlığm olabilecek en aydınlık ve felsefi yorumuna tekabül eden ahlâk teolojisi büyük bir önem kazanmıştır. Yüzyılın özellikle son çeyreğinde, Nietzsche'nin görüşlerinden, Marksizm ve psikanalizden hareketle Hıristiyanlığa yöneltilen başkaca itirazlar karşısında, apolojistler ya bu görüşlere temelden karşı çıkmışlar ya da eleştirilerin kimi yönlerini Hıristiyanlık lehine yeni delillere dönüştürme mücadelesi içine girmişlerdir.​
Yirminci yüzyıl ise, gerçekte apolojetiğin bir anlamda son bulduğu bir çağdır. Zira bu yüzyılda önce Rudolph Bultmann ve Paul Tillich gibi Alman teologları, Hıristiyanlığı insanın ihtiyaçlarına ve sorduğu sorulara verilen, olabilecek en iyi yanıt olarak göstermeye çalışırlar. Diğer teologlar ise daha ziyade, materyalist ideolojilerin egemen olduğu günümüzde, Hıristiyanlığın öykü ve sembollerini günümüz insanı için daha derin bir anlam ifade eden bir şekle dönüştürmek gereğine dikkat çekerler. Bununla birlikte, apolojetiğin sonunu getiren hareket, yüzyılın en etkili teologlarından Alman Kari Barth'm Hıristiyanlığın yalnızca imana dayandırılması gerektiğini bildiren görüşü ve dolayısıyla, apolojetiğin gerekliliğiyle ilgili ciddi şüpheleri olmuştur.​
C. F. Aiken, "Apologetics", The Catholic Encyclopedia, Volume I, London, Robert Appleton Company, 1907 (Online Edition, ed. by K. Knight, 2003.)​
A. Cevizci, Ortaçağ Felsefesi Tarihi, Bursa, Asa Yayınlan, 2. baskı, 2001.​
E. Gilson, History of Christian Philosophy in the Middle Ages, New York 1954.​
Ayrıca bkz., AHLÂK TEOLOJİSİ, ALMAN FELSEFESİ, AKILCILIK, ANTİK FELSEFE, AQUINALI THOMAS, ARİSTEİDES, ATHENAGORAS, BUTLER, DEİZM, DİN VE BİLİM, DİN FELSEFESİ, GNOSTİSİZM, HUME, JUSTIN, KANT, LOCKE, MANİŞEİZM, MATERYALİZM, SOKRATES, TEOLOJİ, TERTULIANUS.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst