1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Anlatı genel olarak, bilimsel bir argümantasyona dayandırılmadan ve bilimsel bir metot kullanılmadan, zaman içinde gerçekleşmiş ya da gerçekleşebilecek bir veya birden fazla olayın aktarıldığı öykü olarak anlaşılır. Köken olarak Latince gnanus (bilme) sözcüğünden türeyen anlatı kavramı, olayların anlamıyla uğraşmanın, bir aksiyonun dönüştürücü etkilerini anlamanın ve İnsanî olaylarda zamanın rolünü kavramanın belli bir yolunu dile getirir. Anlatı kavramı çoğunlukla, Batı dillerindeki karşılıkları dolayısıyla olay aktarımı olarak kabul edilmekle birlikte, kökensel anlamından da anlaşılacağı üzere, aynı zamanda bir bilgi aktarımını da ifade eder.​
Anlatılar, bilimsel bir kaygı taşımadan aktarılan öykülerdir, bu yüzden kanıtlanmaya, haklılandırılmaya ve herhangi bir gönderim tarafından onaylanmaya ihtiyaç duymazlar. Anlatıyı doğrudan veya dolaylı bir biçimde aktaran kişiye anlatıcı denir. Anlatıcı, olayı ya da bilgiyi aktarırken kendine özgü bir dil kullanarak, kendi mantık silsilesinde kurguyu yapar veya yeniden biçimlendirir; bu nedenle her anlatı metninin anlatıcının tarzıyla şekillendiğini veya şekil değiştirdiğini söylemek mümkündür. Buna bağlı olarak da anlatılarda yöntemden ziyade tarz farklılıklarının merkeze oturduğunu belirtebiliriz.​
Platon, mimetic ve diegtic olmak üzere anlatıyı ikiye ayırmıştır. Bunlardan mimetik olanı, anlatıcının karakterler aracılığıyla, 'sanki başka biriymiş gibi’ konuştuğu, 'öykünme aracılığıyla gerçekleşen anlatı'dır. Bu anlatı türü, tiyatroda olduğu gibi, bir olayın taklit edilmesi suretiyle sunumudur. Anlatıcı olay kahramanın söylemini, olay kahramanın karakterine bürünerek onun dilinden aktarır. Diyektik anlatı ise, anlatıcının bizzat konuşmacı olduğu, sadece aktarım işini yaptığı "yalın anlatı"dır.​
Batı dillerindeki karşılıkları dikkate alındığında anlatı, genellikle edebî bir form olarak öykü veya hikâye diye karşımıza çıkar. Fakat postmodern toplumlarda bilginin konumunu değerlendirmek amacıyla kaleme aldığı Postmodern Durum adlı metinde Lyotard, bu kavramı modernizm ve postmodernizm bağlamında ele alarak kavrama yeni boyutlar kazandırmış, postmodernizm tartışmasının odak kavramlarından biri haline getirmiştir.​
Lyotard, bilgiyi anlatısal ve anlatısal olamayan bilgi (bilimsel bilgi) diye ikiye ayırır. Modern toplumlarda merkeze oturan ve doğruluğu tartışmaya açılmayan bilgi türü, bilimsel bilgi olmuştur. Buna bağlı olarak da bilgi, bilimsel bilgiden ibaret görülmüştür. Oysa bilimsel bilgi bilginin bütünlüğünü temsil etmez. Buna karşın, bilimsel bilginin karşısında yer alan bilgi, anlatısal bilgidir. Anlatısal bilgi, popüler öyküler, söylenler, söylenceler, masallar benzeri anlatı türlerinden oluşur.​
Lyotard, anlatı formlarının özelliklerini şu şekilde Sıralar: (1) Popüler öyküler, kahramanın yaptıklarını, başarı veya başarısızlıklarını anlatarak söylendiği toplumun ehliyet ölçütlerini belirlerler; (2) anlatısal form, bilgi söyleminin gelişmiş biçimlerinin aksine büyük bir dil oyunları çeşitlemesine sahiptir. Örneğin, hayvanat ve nebatata ilişkin önermeler, anlatının kendi karakterini sergileyen bir bakış açısıyla düzenlenen bir ağ içerisinde sunulurlar. Anlatıcı anlatılarına daima belirli bir formülle başlar ve hikâyeyi yine değiştirilmez bir formülle sona erdirir. Anlatıcının hikâyeyi anlatmak için başvurduğu ehliyet ise, hikâyeyi kendisinin işittiği olgusudur, dinleyiciler de dinleme yoluyla anlatıya gizil bir giriş yolu elde ederler. (3) Anlatıdaki konuşma edimleri, konuşmacının kendisi, dinleyici, gönderme yapılan tarafından işler kılınmaktadır. Böylesi bir anlatı geleneği üç boyutlu bir ehliyet alanını da belirler. Bunlar, "nasıl yapılacağını bilmek" (know-how, savoirfaire), "nasıl konuşulacağını bilmek" (knowing how to speak, savoir-dire), ve "nasıl dinleyeceğini bilmek" (knowing how to hear, savoirentendre) şeklinde sıralanabilir. Bu üç edimsel alan, topluluğun kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkilerini düzenleyecektir. (4) Anlatısal bilginin diğer bir özelliği ise, onun zaman üzerindeki etkisidir. Anlatısal form bir ritm izler, düzenli periyotlarla zamanı vurgulayan bir ölçü ve bu periyotların belirlediği yükseklik veya genişliği tanzim eden aksanın sentezi olmaktadır.​
Geleneksel toplumlarda anlatısal bilgi ve anlatısal biçimin üstünlüğü söz konusudur. Anlatılar hem toplumsal kurumlara meşruluk kazandırırlar, hem de yerleşik kurumların bütünleşmesine yönelik olumlu ya da olumsuz örnekçeleri temsil ederler. Anlatılar yeterlilik ölçütlerini belirler veya bu ölçütlerin nasıl uygulanmaları gerektiğini gösterirler. İşte böylelikle söz konusu toplumun doğruluk ölçütü konumunda bulunurlar.​
Lyotard, anlatısal bilgi ile bilimsel bilginin bir çatışma içerisinde olduğunu ileri sürer. Ona göre, ananevi bir jargona dayanan anlatısal bilgi, bilimsel bilginin ölçütleri içerisinde değerlendirilmesi gereken işlerliğini yitirmiştir. Bilimsel bilgi ve anlatısal bilginin iki ayrı toplumsal şekli temsil ettiğini öne süren Lyotard'a göre, anlatısal bilgi geleneksel toplumu, bilimsel bilgi ise modern toplumu temsil etmektedir.​
Lyotard, yine bilimsel bilgi ile anlatısal bilginin birer anlatı kümesi olduğunu, anlatı önermelerinin ise genelde uygulanabilir kurallar çerçevesinde, oyuncular tarafından oynanan oyunlara tekabül ettiğini savunur. Söz konusu kurallar her tikel bilgi türüne göre değişirler; birinde "iyi" olarak yargılanan oyunlar, bir rastlantı olmadığı müddetçe bir diğerinde "iyi" olarak değerlendirilmezler. Bu nedenle bilimsel bilgi temelinde anlatısal bilginin, anlatısal bilgi temelinde de bilimsel bilginin geçerliliğini ve varlığını yargılamak mümkün değildir. İki bilgi türünün geçerlilik ölçütleri farklı olduğu gibi, söylemsel tarzları ve kaygıları da farklıdır.​
Lyotard, anlatı bilgisinin kendini meşrulaştırma sorununa öncelik vermediğini, tartışma ve kanıta başvurmaksızın aktarma pragmatiğinde kendini tasdik ettiğini ileri sürer. Buna bağlı olarak, anlatısal bilginin geçerliliğini sorgulayan bilim adamı, bunların hiçbir zaman argümana veya kanıtlamaya konu olamayacağı sonucuna varır ve onları farklı bir zihniyete ait olduğunu söyleyerek sınıflar: Yaban, ilkel, gelişmemiş, gerici, yabancılaşmış, farklı görüşlerden oluşturulmuş, gelenekler, otorite, önyargı, cehalet, ideoloji. Bilim adamının yargısına göre anlatılar, masallar, mitler, efsaneler olarak yalnızca kadınlar ve çocuklar için uygundur. En iyisi bu gericiliği medenileştirmek, eğitip geliştirmek için ışık tutmak, "aydınlatmak"tır.​
Lyotard'a göre anlatısal bilgi Aydınlanmayla birlikte tırmanışa geçmiştir. Bu dönemde, anlatısal bilgi, Batıda yeni otoritelerin: meşrulaştırma sorunu için araç olarak kullanıldığından bir yeniden doğuş yaşamıştır. Bu dönemin anlatıları büyük anlatılardır. Büyük anlatılar, küçük veya yalın anlatılardan farklı olarak buyurucu ve totaliterdirler, ve evrensel bir söylem oldukları iddiasıyla ortaya çıkarlar. Bu nedenle toplum için karar verme hakkını kendinde gören özneler de, bu dönemde artmıştır.​
Anlatısal bilgi, bilimsel bilginin en büyük dayanağı olan birikimsel ilerleme ve evrenselliğe ilişkin bir hak talebinde bulunmadan, sadece kurumsallaştırıcı müzakereye gereksinim duyar. Daha net bir ifadeyle, anlatısal bilgi kümülatif olmayıp evrensellik kaygısı da taşımaz, çoğunlukla yerel ve tekil anlatılardan oluşur.​
Bilimsel bilgi ile anlatısal bilginin temel karşıtlık noktası meşrulaştırma sorunundadır. Anlatısal bilgi doğrudan anlatıcının kendisini referans olarak alırken, bilimsel bilgi kanıtlamaya, meşrulaştırmaya gereksinim duvar. Pozitif bilim adı verilen bilimsel bilgi, Lyotard'a göre bir bilgi biçimi değildir ve spekülatif bilim onun aşılamasıyla beslenir, zira kendini meşrulaştırmamış bir bilim gerçek bir bilim değildir. Eğer bir söylem meşrulaştırmakla yükümlü sayıl ıyorsa, bilim öncesi bir bilgi biçimine ait gözükmekte, tıpkı "âvamî" anlatılar gibi, bir ideoloji gibi ya da bir güç aracı derecesine, yani en aşağı dereceye yerleştirilmektedir.​
Her iki bilgi türü de bir dile getirişler kümesidir ve anlatılardan oluşurlar, çünkü iki bilgi türü de bir anlatıcının aktarımına dayanır, fakat bilimsel bilginin kanıtlamaya gereksinim duyması, onu anlatı bilgisinden ayırır. Bilimsel bilgi ile anlatısal bilgi arasındaki temel fark, bilimsel bilginin gereksinim duyduğu bir dil oyunu ile düzanlamı alıkoyması ve diğerlerini dışlamasıdır. Çünkü bilimsel bilgi kanıtlamalara giderken dil oyunlarını kullanır.​
Bilgi her halükârda anlatının şahadeti tizerine temellenmiştir, bu yüzden bilimi başlatan Platonik söylemin bilimsel olmaması olgusu, açıkça bilimi meşrulaştırmaya girişmesi düzeyindedir. Bilimsel bilgi kendi bakış açısına göre hiçbir biçimde bilgi olmayan bir başka bilgi türüne, yani anlatısal bilgiye başvurmaksızın, doğru bilgiyi bilemez veya bilinir kılamaz.​
Bu müracaat olmadığında, bilimsel bilgi kendi geçerliliğini varsayma konumunda kalıp, lanetlediği şeyi, önyargıya dayanarak, sorun dilenerek durduruyor olacaktır. Ancak anlatıyı otorite olarak kullandığında, onunla aynı çıkmayacağı da kesin değildir. Bu noktada bilimsel bilgi anlatıya başvurmak zorundadır fakat burada Lyotard eleştirmenlerinin ifade ettikleri gibi anlatısalın bilimsel bilgi içerisinde tıkanması da söz konusudur.​
Bilim de, Lyotard'a göre, en nihayetinde bir anlatıdır. Bilim adamı da hikâyeler anlatan bir kişidir; onun herhangi bir anlatıcıdan tek farkı, hikâyeleri doğrulamakla mecbur olmasıdır. Modern dünyanın bilgisi, bilim adamının hikâyelerinin toplamı olan bilgilerden oluşur ve her bilim adamının da kendine göre ufak bir hikâyesi vardır.​
Anlatının edebî bir tür olmaktan çıkıp toplumsal analiz için anahtar görevi görmesini sağlayan Lyotard, anlatıların aktardığı bilgiyi merkeze taşır. O, toplumsalın analizinde bilgi ve bilgi türlerinden hareket eder. Bilgi türlerini de, daha önce ifade edildiği gibi, bilimsel bilgi ve anlatısal bilgi diye ikiye ayırır, zira bu iki tür bilginin de membaı anlatılardır. O halde, anlatı toplumsalın anlaşılmasında kilit noktada yer alır.​
Lyotard, direkt olarak bir ayırıma gitmese bile, anlatıları temelde ikiye ayırır: Büyük anlatılar ve küçük anlatılar. Büyük anlatılar modern zamanların anlatılarıdır, bunlar her şeyi açıkladıklarını dile getirip en doğru söylemin kendi söylemleri olduğunu savunan Marksizm, Kapitalizm, Hıristiyanlık benzeri anlatılardır. Küçük anlatılar ise yerel anlatılar olup, evrensel doğrulara sahip olduklarını savunmayan anlatılar olarak ortaya çıkarlar. Lyotard, modern ve postmodern karşıtlığını söz konusu anlatı türleri arasındaki karşıtlıkla başlatır; nitekim, ona göre, modernite büyük anlatılar çağı, postmodernite ise küçük anlatılar dönemidir. Büyük anlatılar, insanlığın özgürleşimi veya tinin diyalektiği gibi büyük söylemlere sahiptirler veya bütün evreni açıklama girişiminde bulunurlar; dinler ve ideolojiler bunun en iyi örnekleridir. Marksizm, Lyotard'a göre büyük anlatının en iyi örneğidir, zira Marksizm insanlığın özgürleşimini vaat ederken, her şeyi kendi ideolojik perspektifinden açıklamaya kalkışır. Ama postmodern dönemde, bütün büyük anlatılar gibi, o da çökmüş ve inandırıcılığını yitirmiştir.​
"İnandırıcılığını yitiren sadece Marksizm değildir, bütün büyük anlatılar inandırıcılıklarını yitirmişlerdir, bu yüzden artık büyük anlatılara müracaat etmiyoruz" diyen Lyotard'a göre, postmodernizm küçük anlatılar dönemi olacaktır, modern zamanların bilimi kutsayan ve bilimsel bilginin dışında hiçbir bilgiyi kabul etmeyen anlayışının yerine, postmodern zamanlarda, anlatı bilgisini de kabul eden ve bütüncül açıklamalar beklemeyen bir anlayış geçecektir. Böylesi bir anlayışın egemen olduğu toplum, hoşgörülü, pragmatik, çoğulcu, özgürlükçü bir toplum olacaktır. Böyle bir toplum, bünyesindeki ayırımlarla şenlenen, tekçi kesinliklerden kaçınan bir toplum olacaktır. Anlatıları küçük ve "yerel"dir, hiyerarşik olmayıp paralel bir düzene sahiptir.​
Lyotard, her şeyin birbirine bağlanmasını veya temsil edilmesini sağlayacak bir üst-dil, üst-anlatı ya da üst-teori olabileceği fikrini redderek Nietszche ve Foucault gibi isimlere oldukça yakın bir konuma yerleşir. Nietzsche, kutsanan her şeyin kutsallığını ve yegâne doğruluğunu inkâr ederken, Foucault da, Lyotard'ın büyük anlatılar diyebileceği, iktidarın her tarafa yayılmış kuruınlannın (hapishane, hastane, okullar vb.) inandırıcılıklarını yitirdiğini savunuyordu.​
Anlatıların Lyotard tarafından bugünün toplumsalının anlaşılması için merkeze taşınmasının sebebi, "dil oyunlarının toplum içerisinde sahip olduğu önemdir. Ona göre "toplumsal bağlar dilseldir", ama tek bir iplikten değil, belirsiz sayıda dil oyunundan dokunmuştur. Her birimiz bunların bir çoğunun kesiştiği noktada yaşarız. Dilin sadece bir iletişim aracı olduğunu savunmak, dili bir büyük anlatıya dönüştürmektir. Çünkü dil, bir takım adalar topluluğu olup bir bütünlüğe sahip değildir, sahip olduğu çeşitlilik ve farklılık dilin en önemli boyutudur.​
Lyotard, modern bilimi oluşturan ve ayakta tutan en önemli şeyin de anlatılar, meşruluk anlatıları olduğunu belirtir. Ona göre, bu meşruiyet anlatıları da artık inandırıcılıklarını yitirmişlerdir. Bu meşruiyet anlatılarının ilki, siyasal, devlete dayalı meşruluk anlatısı, bilimin halk adına yapıldığını, insanlar arasında eşitliği sağlayacağını ileri süren "eşitlik anlatısı"dır. İkinci meşruiyet anlatısı ise, daha çok Almanya kökenli, bilimsel etkinliğin üniversite temelinde, "bilim olarak bilimi" arama çabası olduğunu savunan "evrensel tinin tarihi" anlatısıdır. Anlatı kavramını pek çok şekilde kullanan Lyotard, net bir tanımlamaya girişmez, çoğunlukla, hikâye, popüler öykü, söylence ve herhangi bir aktarım için bu kavramı kullanır. Ancak Lyotard'ın emin olduğu nokta, anlatının geleneksel toplumda günümüz toplumunda sahip olmadığı derecede önemli bir konumda olduğudur. Anlatı ve anlatı geleneği geleneksel toplumda yeterlilik ölçütlerini belirler ve/veya bu ölçütlerin nasıl uygulanmaları gerektiğini gösterir. Bu yönüyle anlatılar, geleneksel toplumda neyin söylenilme ve yapılma hakkına sahip olunduğunu tanımlarlar.​
On dokuzuncu yüzyıldan itibaren anlatı bilgisinin yerine ikame edilen bilimsel bilgi kendisinin mutlakiyetini savunmak, anlatı ve anlatılar renkliliğinin üstünü örtmek suretiyle, tekdüze ve hiyerarşik bir bilgi anlayışını egemen kılmaya girişir. Modemite, anlatı yerine bilimin hakimiyeti eline aldığı çağdır, fakat anlatı yerine geçen bir diğer şey de büyük anlatılardır ki, bu anlatı türü bilimin söylemlerini de sahiplenmiştir. Büyük anlatılar, yegâne doğruların kendi doğruları olduklarını savunan ve kendi söylemlerinin dışındaki bütün söylemleri yok sayan anlatılar olarak farklı bir anlatıcılığın oluşmasına sebep olmuşlardır. Anlatıcılık, yalın anlamda hikâyeler nakletmektir. Bir öykünün, olayın veya olaylar örgüsünün nakledilmesidir. Fakat Aydınlanmadan itibaren ortaya çıkmaya başlayan büyük anlatılarla birlikte, anlatıcılar büyük anlatıların karakterine uygun bir biçimde her olay ve bilgi aktarımını kendi büyük anlatılarının perspektifinden aktarmaya başlamışlardır. Anlatıcılık bu boyutuyla ideolojilerin ve büyük anlatıların en belirgin özelliğidir. Kişiler büyük anlatının perspektifinin dışına çıkmayan bir anlatı tarzını benimseyip, her olay veya bilgiyi bu potanın içerisinden geçirerek nakletmeye başlarlar. Anlatı bireyin düşünüş şekline yön verdiği gibi aktarım biçimine de yön vermeye başlar. Anlatıcılığın klâsik bağlamdan koparak böyle bir konsepte taşınması, yani ozanlıktan ideoloji çığırtkanlığına dönüşmesi, bilimin ve büyük anlatıların sonucudur.​
Edebiyat bağlamında yaşam ve anlatı ilişkisini değerlendiren Brain Fay, anlatısal realizm ve anlatısal inşacılık ayırımı yaparak anlatıcılığı bu ikisi arasında tam orta yola yerleştirir. Fay'e göre anlatısal gerçeklik, anlatısal yapıların, öykülerin doğrudan yaşamın bir parçası olarak algılanmasıdır; anlatışa! yapılar insanların yaşamına içkindir, tarihçi veya edebiyatçıya düşen şey, bu öyküleri keşfetmek, bunlara ayna tutmaktır. Anlatısal inşacılık ise, bireylerin kendileri ve başkaları hakkındaki anlatısal yapıları öznel olarak inşa ettikleri anlatı türüne gönderme yapar. Anlatıcılık, her ikisindeki doğrulukları alma umuduyla orta bir yol seçer, ne bütünüyle anlatıların keşfini ne de anlatıların inşasını ön plâna çıkarır.​
Kısaca özetlemek gerekirse, anlatı kavramı klâsik bağlamları içerisinde değerlendirildiğinde bir aktarım biçimidir. Bir olay veya olaylar bütünün mantıksal ve dilsel bir bütünlük içerisinde sunumudur, fakat bu kavramı modemite ve postmodernite bağlamına taşıyan J. F. Lyotard, kavramı bir Söylem türü olarak konumlandırmıştır, bu bağlamdan hareketle türettiği büyük anlatı kavramını da tümel perspektifler sunan dinler ve ideolojiler için kullanmış, postmodemiteyi de büyük anlatılara olan inancın sona erişi olarak tanımlamıştır.​
S. Best D. Kellner, Postmodern Teori(çex’. M. Küçük), Ayrıntı yayınları, İstanbul, 1997.​
B. Fay, Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi (çev. İ. Türkmen), Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2001.​
Harvey, Postmodemliğin Durutm<(çev. S. Savran), Metis yayınları, İstanbul, 1997.​
M. Küçük(der. ve çev.), Modemite Versus Postmodernite, Vadi yayınlan, Ankara, 2000.​
J. F. Lyotard, Postmodern Durum (çev. A. Çiğdem), Vadi yayınları, Ankara, 1994.​
J. F, Lyotard J. Habermas F. Jameson, Postmodernizm (der. ve sun. N, Zeka), Kıyı yayınları, İstanbul, 1990.​
Mutlu, İletişim Sözlüğü, Ark yayınları, Ankara, 1995.​
M. Sarup, Post structuralism and Postmodernism, Harvester-Wheatsheaf, London, 1993.[(Türkçesi, A. B, Güçlü), Ark yayınları, Ankara, 1997],​
Ayrıca bkz., BİLGİ, BİLİM, BİLİMCİLİK, FOUCAULT, LYOTARD, MARKSİZM, MEŞRULAŞTIRMA, NIETZSCHE, MODERNİZM, POSTMODERNİZM.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst