1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Anlam teriminin tanımı ve anlamın tam olarak "nerede" bulunduğu konusunda, felsefi açıdan, pek büyük bir kuramsal uyuşma yok gibi görünmektedir. Bu uyuşma eksikliği, gerçekten de öylesine belirgindir ki, bazı filozoflar onun varoluşunu sorgulama durumuna gelmiştir. Bu uyuşma eksikliği belki en iyi terimin tarihsel gelişimine bakmak suretiyle kavranabilir.​
En önemli anlam teorilerinden biri ta antik felsefeye kadar geri gider. Bu, temelde, bir ismin ya da terimin anlamının onun yerini tuttuğu nesne olduğu düşüncesidir. Kuramı temellendiren kabul ise, bir dilde linguistik bir göstergeyle onun yerini tuttuğu nesne arasında özsel ya da doğal bir ilişki bulunduğudur. Platon'un Kratylas adlı diyalogunda tartıştığı öğreti, budur.​
Buna çok yakın bir görüş bugün halâ etkisini sürdürmektedir. Onun çağdaş destekleyicilerinden muhtemelen en iyi bilinenleri Bertrand Russell ve ilk dönemiyle Ludwig Wittgenstein'dir. "Mantıksal atomculuk" olarak bilinen bu görüş yaklaşık yirminci yüzyıla dönüldüğü sıralara kadar geri gider. Bu felsefenin merkezî düşüncesi, bir dildeki tümcelerin, sadece kendileri de anlamlarını dünyadaki durumlarla olan doğrudan ilişkilerinden türeten daha küçük anlam birimlerinden oluştukları takdirde, bir anlama sahip olabilecekleri düşüncesidir. Bu görüş "Viyana Çevresi"nin üyeleri tarafından desteklenen mantıkçı pozitivizmin habercisi olmuştur. Söz konusu felsefi teorinin herhalde en özlü ifadesi Alfed Julius Ayer tarafından ortaya konmuştur. Mantıkçı pozitivizmin merkezinde, bir tümce ya da önermenin anlamının onun doğrulanma yöntemi olduğunu öne süren "doğrulanabilirlik ilkesi" bulunmaktadır. Başka bir deyişle, bir tümcenin anlamı, onun doğruluğunu ya da yanlışlığını göstermeye yarayacak gözlemler tarafından tanımlanır. Teorinin tanımı gereği, bir tümce bu yollarla doğrulanabilir olmadığı takdirde, anlamsızdır. Buna göre, söz gelimi geleneksel metafiziğin önermelerinin, onların doğrulanabilme koşulları sağlanamadığı için, hiçbir anlamı yoktur.​
Mantıkçı atomculuğa tamamen karşıt olan görüş anlambilimsel bütüncülüktür. Bu görüşün kökleri Frege ve Saussure'ün eserlerinde bulunur. Analitik felsefenin bakış açısından, Frege dilin gerçeklik düşüncemizin veya kavrayışımızın inşasında etkin bir rol oynadığı görüşüne kapı açmıştır. Saussure de, bu kez yapısalcılığın nokta-i nazarından aynı şekilde benzer bir katkıyı gerçekleştirmiş kişi olarak görünür. Öte yandan, çağdaş bilim felsefesine oldukça büyük bir etki yapmış olan W. V. O. Quine, bir dilin bir parçası ya da kesiti yoluyla ifade edilebilecek tutarlı bir anlam kavramı olabileceği düşüncesine meydan okumuştu. Dil, ona göre, bunun yerine veya daha ziyade parçalarının anlamı bütüne bağlı olan bütünsel bir yapı olarak görülmek durumundaydı. Buna benzer bir görüş bilim filozofu Pierre Duhem tarafından savunulmuştur. Bu birleşik ya da ortak görüş daha sonra "Quine-Duhem" hipotezi olarak bilinmeye başlayan, bir fizikçinin, bir deney yaparken, hiçbir zaman tek bir hipotezi test etmediği, fakat daha ziyade bütün bir hipotezler öbeğini sınamakta olduğu görüşüdür.​
Bilim felsefesinde anlam konusuna bu yaklaşımın daha sıkı veya safkan bir versiyonu Thomas S. Kuhn tarafından geliştirildi. Kuhn bilimlerin onların içinde çalışan bilim adamlarına dünya görüşlerini temin eden bir dizi paradigma ihtiva ettiğini söylemekteydi. Bu paradigmaların kendileri de, bilim adamlarının o gün için veya fiilen doğru olduğuna inandıkları teorilerle kabulleri içermekteydi. Bu teorilerdeki terimlerden her birinin anlamı, onun paradigma içindeki diğer terimlerle olan ilişkisi tarafından tanımlanmaktaydı. Dolayısıyla, bir terim, tümce ya da deyimin anlamı paradigmaya içseldir, onun içinde tanımlanır. Bu nedenle, bir paradigma değiştiği zaman, ondaki terimlerin anlamları da değişir; buradan çıkan açık sonuç, farklı bilimsel paradigmaların üyelerinin farklı dünya görüşlerini paylaştığı sonucudur. Kuhn'un teorisi aynı zamanda "eşölçülemezlik" veya "mukayese edilemezlik" problemine götürür.​
Benzer bir görüş, bu kez gündelik dil bağlamında ikinci dönem Wiltgenstein'i tarafından savunulmuş ve özde onun "diloyunu" anlayışıyla ifade edilmiştir. Bu görüşe göre, bir terimin anlamı, onun tikel bir dil oyununda nasıl kullanıldığına bağlıdır. Söz konusu görüşün normal içerimi, belli birtakım sözcüklerini aynı gibi görünebilmek bakımından bir "aile benzerliği"ni paylaşabilseler de, anlamlarının dil oyunları boyunca değişeceğidir. Bu görüş ile aralarında birçok kuramsal farklılık bulunmasına rağmen, bu modelde anlamın bir dile ya da Wittgenstein için, bir dilin bir bölümüne içsel ve bağlı olması bakımından, Saussere'ün görüşleri arasında önemli birtakım benzerlikler vardır. Gerek Wittgenstein'in ve gerekse Saussure'ün postmodernizm ve postyapısalcılık okulları üzerinde oldukça önemli etkileri olmuştur.​
Bütüncü dil görüşünün, sadece doğa bilimleri için değil, fakat sosyal bilimler için de oldukça önemli ve temel birtakım içerikleri vardır. Anlamlar tikel bir dile ya da diloyununa içselseler eğer, bu takdirde bir dil ya da dil-oyunuyla diğer dil ya da dil oyunu arasındaki iletişim, ikisi arasında ortak hiçbir iletişim ortamının bulunmaması bakımından, problematik hâle gelir. Diller veya dil oyum ları ancak ve ancak tikel kültürlerle veya bir kültürün parçalarıyla birlikte var olursa, o zaman buradan kültürler veya bir kültürün parçaları arasındaki ilişki de aynı şekilde prolematik bir ilişki olup çıkar. Hal böyle olduğu için de, kültürler arası çalışma araştırma yapma imkânı, tanım gereği, sosyal bilimcinin tikel bir dilin veya dil oyununun sınırlan içinde sıkışıp kalacak olması nedeniyle, ortadan kalkar. Bu problematikten muhtemel bir çıkış yolunu Quine'm "radikal çeviri" anlayışı en azından vaad eder gibi görünmektedir ki, o Donald Davidson tarafından da benimsenip daha başarılı bir biçimde geliştirilmiştir.​
Anlama yönelik muhtemelen en yıkıcı meydan okuma Jacque Derrida'nın düşünce ve eserlerinden gelir. Bir anlam teorisinin merkezî kabullerinden biri, bir dilin anlamların bir imkân haline gelmesine yetecek bir süre boyunca bir istikrar ya da denge hâli içinde kalabilmesidir. Böyle bir kabul, Saussure'un dil teorisi için kesinlikle doğrudur. Onun teorisinin merkezinde, bir dilde dilsel bir göstergenin anlam ya da değerinin, onun dildeki tüm diğer göstergelerden olan farklılığından geldiği anlayışı bulunur. Her gösterge için anlamın istikrarı, "la langue" (dil) ile "parole" (söz) arasında kati bir ayırımın sürdürülebilmesi koşuluyla korunur. Derrida'nın yaptığı, gerçekte, Saussure tarafından kullanıldığı şekliyle bu ayırımın geçerliliğine meydan okumaktır. Derrida bu meydan okumayı Saussure'ün konuşmayla yazı arasındaki karşıtlığını yapıçözüme uğratmak suretiyle kurar. Saussure yazıyı bir dilin istikrarlı sözlü geleneğine temel bir tehdit oluşturma olarak görür. Bu tehditten sakınmak için de, bu karşıtlıkta ayrıcalıklı konumu konuşmaya verir. Derrida ise sadece bu karşıtlığın kutuplarını tersine çevirmekle kalmaz, Saussere'un karşıtlığı ima etmek için kullandığı mantığı, onun önlemeyi istediği dilbilimsel deformasyon türlerini yaratmak için de kullanır. Bunun net sonucu ise, bireysel göstergelerin anlamlarını bozulmadan korumak için ihtiyaç duyulan gerekli istikrar kaybıdır.​
Genel olarak, en azından analitik filozoflar tarafından "anlam" kavramıyla "gönderim" ya da "imlem" (referans) kavramı arasında yakın bir ilişki bulunduğu savunulur.​
A. J. Ayer, Language, Truth and Logic, London, 1946.​
J. Derrida, Writing and Dijferenceftr. A, Bass) London, Routledge and Kegan Paul, 1967.​
P. Duhem, The Aim and Structure of Physical Theory(tr. P. P. Wienner), New York, Athenatun, 1962.​
Frege, "On Sense and Reference", Meaning and Reference(ed. A. W. Moore), Oxford, Blackwell, 1993.​
R. Harris, Language, Saussure and Wittgenstein; How to Play Games With Words, London, Routledge, 1988.​
T. S. Kuhn, The Structure of Scientific Revolutions, Chicago, The University Press, 1970.​
W. V. O. Quine, " Two Dogmas of Empricism", From a Logical Point of View. Cambridge MA, 1980.​
F. de Saussure, Cours in General Linguistics (tr, R. Haris), London, Duckwort, 1983.​
L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (tr. by D. F. Pears B, F. Me Guinness), London, Routtedge and Kegan Paul, 1961.​
Ayrıca bkz., AİLE BENZERLİKLERİ, ANALİTİK FELSEFE, ANLAM KURAMLARI, ANLAMBİLIM, ANLAMLILIK, BÜTÜNCÜLÜK, DAVİDSON, DERRİDA, DİL FELSEFESİ, KUHN, QUINE, RUSSELL, SAUSSURE, WITTGENSTEIN.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst