1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Batı felsefesinde kullanılagelen terimlerin büyük çoğunluğu gibi, bu terimin Batı dillerindeki karşılığı olan 'analysis' (ανάλυση) de Grekçe'den geliyor, 'analysis'in sözce analizi; "ανά" ufaltmak, küçültmek, basite indirgemek; "λύω" çözmek. Birlikte 'çözüp ufalamak', 'düğümlerini çözüp basitleştirmek', günümüzdeki kullanımıyla 'çözümleme'. "κατάλυση" (kataliziz) de 'örmek', 'derip çalmak' demek, "διάλυση" (dializiz, çözüp ayırmak, 'süzmek' demek, kronik böbrek hasarlıların, ne yazık ki, öğrenmek zorunda kaldıkları gibi). Balık akınlarının nisan gibi Ege'den Karadeniz'e çıkmalarına 'kata-basis', ekim sonu gibi tekrar kuzey Ege'ye inmelerine "Ανάβαση" (ana-bazis) denir, Bizans'tan kalma sözlerle. Demek analiz çözüp ayrıştırma demek, kataliz yapıp çatmak, örüp toplamak.​
Bu kadar ayrıntıya girmenin kafamızca bir gerekçesi var: Bu yapılan yarenlik 'analiz' sözü anlamının bir tür anlam analiziyle anlatılması oldu. Bunun gibi bir yaklaşım benimsiyor felsefe çözümlemesi: Zor anlaşılır söz anlamları daha sıradan, alışılagelmiş sözlerin anlamlarına dayanılarak açıklanıyor, belirleniyor; işte 'analiz'in basitleştirme, ayırıp öğelerinin serimlenmesi olarak anlatılması gibi. "Neyin öğelerinin sayılıp dökülmesi?" sorusuna önerilen cevaplar muhtelif: İlk örneğinin Sokra tes diyaloglarında görüldüğü geleneksel felsefe çözümlemeleri için bu soruyu cevaplamak kolaydır: Kavramların. Her kavramın kimi oluşturan, yapı taşı işlevi gören alt kavramların belli yapıdaki bileşiği olduğu varsayılır: Analiz ya da çözümleme bu bileşenlerin sayılıp dökülmesi, aralarındaki özel bağıntıların açık seçik anlatılması sürecidir. Descartes'in analitik geometrisi de Euklides geometrisinin çok sayıdaki farklı geometrik şekil kavramını koordinat sıralıları cinsinden dile getirerek analitik yaklaşımın bir başka unutulmaz başarısını ortaya koymuştur.​
Bu anlayışa göre, analiz veya felsefe çözümlemesi bir düşünce çevresinde benimsenen kavram örgüsünün bir(kaç) öğesinin, tanıtılıp yöresindeki öğelerle olan bağıntılarının açıkça belirlenmesi yoluyla, düşünsel kimliklerin açıklanması, belirlenmesidir. Anlatılan örgünün zaten var olan bir nesnel durum olduğu, felsefecinin bu nesnel durumu öğrenmek, keşfetmekten öte gidemeyeceği benimsenir. Zoolog nasıl olan hayvan türlerini yaratıp değiştir(e)meden incelerse, felsefeci de hazır bulduğu kavram örgülerini öylece nesnel olarak, bozmadan, inceler. Bu yerleşmiş nesnelci anlayış, anlaşılacağı gibi, analitik yaklaşımla kökten bağlıdır. Hegel gibi yeni kavram örgüleri kurup çatmak peşinde olanlar olsa olsa katalizis peşine gidebilirler, tiyatro yazarları gibi.​
Din köleliğine düşen Ortaçağ felsefesi ürettiği düşünceleri çözümlemeye, alışılmış terim anlamlarını açığa çıkarmak yaklaşımına, dayandıramazdı. Kabul edilebilir tek açıklama Kilise'nin önerdiği, zorla benimsettiği, açıklama olacaktı: Alışılmış anlamlara uymuyorsa bu otoriter açıklama, ne yazık alışılmış anlamlara! Ortaçağ felsefesinin analitik felsefeye belirgin bir benzerliği vardı gene de: Tartışmalar olanla, ontik konularla değil, anılanla, sözler ve anlamları ile ilgili olarak yürütülüyordu. İngilizcede "the linguistic turn" diye nitelenen yaklaşım sanıldığı gibi yirminci yüzyıla özgü bir yaklaşım değil: 9 ila 14. yüzyıl ilahiyat ağırlıklı, tartışmaları "şöyle mi demek caizdir, yoksa kutsal metinlerde anlatılmak istenen böyle mi söylenmelidir?" diye tezahür eden Ortaçağ tartışmalarında bıktırasıya tekrarlanan bir yaklaşımdı. Amaç farklıydı, ama yaklaşım, yöntem farklı değildi: Şeylerin özellikleri değil, ifâdelerin anlamları irdeleniyordu. Bilim ile felsefe arasındaki bu en önemli farklılığın temelleri Ortaçağda belirmişti. Bu yaklaşımın önemli bir sakıncası da ortaya çıkıyor böylece: Sözü edilen tartışma alanının, kavram çerçevesinin, değişmesine, yenilenmesine hacet yok; şeyler rahatsız etmediklerinden hep aynı bildik dolapta dönüp durmanın içten bir asfalyası, önlemi olmuyor. Ortaçağ felsefesini yeni, bilgi alanını ufak alanlara bölüp tümden evren bilgisi idealinden vazgeçen, o anlamda analitik bilim denmesi yersiz olmayan, deneyci bilim yaklaşımını yenileşmeye zorladı. 20. yüzyılın analitik yaklaşımını da bir tür 'varlığa dönme' eğilimi kurtaracakmış gibi görünen muğlak belirtiler çıkmıştır bile.​
Analitik geometriden sonra düşünce sahnesini matematiksel analiz, sonsuz küçükler hesabı aldı. Newton bu yöntemin —hayli de sezgisel— bir biçimini kullanmış, filozof Leibniz ise düşünsel temellerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Burada yapılan dahiyane iş kimi sonsuz sayıda terimli dizinin toplamlarının bir üst limiti olacağı, yani kaç terim toplanırsa toplansın hep daha yaklaşılan bir limit değerin aşılamayacağının saptanmasından sonra "tutalım ki bu dizinin bütün terimleri toplanmış olsun, toplamın değeri limite eşit olur(du)" diyebilmek olmuştur. Bunu Arkhimedes on yedi yüzyıl önce yapabilseydi, denir, [Psammites de] Ortaçağ hiç olmazdı. Burada çözümlenen (analisandum) sonsuz terimli yakınsak dizi, çözümleyen (analizans) o dizinin üst limiti olan tek bir sayıdır. Eşit midir bunlar? "Aynı değil besbelli, ama sayıca eşittirler." Bir anlam çözümlemesi daha, hayli basite indirgeyen bir analiz. İşin hesaplama bölümünün hamallığını yapmış olma onuru büsbütün Newton'a bırakılabilir. Sonsuz küçüklerle hesap yapmanın akla uygun kuralları Leibniz'den yaklaşık iki yüzyıl sonra Cauchy, Weierstrass ve Dedekind adlı Alman düşünürler tarafından ortaya kondu, matematik -(bir tür) felsefe yakınlaşması da bu düşünce ortamında filizlendi. Analiz, felsefede Platon kadar eskidir gerçi, ama çağdaş yazında ilk ağızda kastedilen analitik felsefe Gottlob Frege ile başlar.​
Frege'ye çağdaş Anglo-Sakson felsefesinin başlatıcısı denmesinin nedenleri birden çok olmakla birlikte, analizle ilgili olarak şu iki konuyla eğilmek yeterli olur: (a) Onun geliştirip önerdiği mantık hesabı çok bileşenli formüller yerine daha basit, mantıkça eşdeğer formüller konulmasına dayanır, örneğin aritmetik hesaplamalarında, cebirsel çözümlerde yapıldığı gibi. Oysa Aristotelesçi tasım kuramı uygun tasım biçimleri taşıyan önerme üçlü dizileri çatılmasına, bir türlü sentez edilmesine dayanmaktaydı, (b) Geliştirdiği çok değişkenli niceleme mantığıyla buna koşut olarak, Cauchy ve Dedekind tarafından kullanılan kümeler hesabının mantıksal temellerini ortaya çıkartmak için önerdiği, kümeler kuramının ilgisini anlatırken kullanıp, sonradan kendi payına önemli bir çalışma alanı olarak benimsediği, anlatımın (meaning) anlam (sense) ve gönderim (reference) boyutlarını ayırt ederken öne sürdüğü anlamlılık çözümlemesi yirminci yüzyıl (‘Anglo-Sakson' ön ekini hep varsaymak okur Frege bağlamında) felsefesinin en çok ele alman, geliştirilip tartışılan, konusu haline gelmiştir.​
On dokuzuncu yüzyıl ortalarında iyice yaygınlaşan, gündelik dilin anlam muğlaklıklarından olabildiğince sıyrılmak amacıyla benimsenen, kimi bakımlardan matematik diline benzeyen, özel dillerin yaygınlık kazanmaları mantıkta da etkili olmuştu. Boole doğrudan cebir dilinin bir biçimini kullanmıştı, tasım mantığını hayli genişleten cebirsel mantığında: Cebirde olduğu gibi bu hesaplama tekniği de genel-geçerliği denetlenecek ifâdenin ağırlığının, onu oluşturan işlem —işareti— sayısının, yapılan işlemlerle birer birer azaltılmasına dayanıyordu, öyle ki sonlu bir dizi adım sonunda hiç işlem işareti kalmıyor, yalnız —sınıf veya önermeleri temsil eden— değişkenler kalıyordu. Yoruma göre her değişkenin hem yadsımasızını, hem yadsımalısmı kapsayan değişken harflerine indirgenebilen ifadelerin geçerli ifadeleri, olmayanların ise getirmedikleri, anlaşılıyordu. Bu yöntemle yapılan mantık denetimlerinin kusursuz birer çözümleme örneği oldukları besbellidir.​
Boole mantığının çoklu niceleme (multiple quantification) sorununa yaklaşımı, tasım mantığı gibi ancak kümeler ve alt kümelerinden söz edebilen bir yaklaşıma bağlı kaldığından, genel kümeler kuramı, sayılar kuramı ve matematik analiz gibi alanlarda eksikli kalabiliyordu. Örneğin Frege niceleme sistemi olmadan "Her doğal sayı için, o belli sayıdan daha büyük bir başka doğal sayı daha vardır" —doğru— önermesiyle "Öyle bir doğal sayı vardır ki her doğal sayıdan büyüktür (doğal sayıların üst limitidir) —yanlış— önermesinin farkını belirtmek mümkün değildi. Frege bu kadar ince anlam çözümlemelerine emek vererek hem matematik mantığın, hem matematik felsefesinin en önde sayılan temsilcisi kimliğini kazanmıştır.​
"Her doğal sayıdan büyük bir doğal sayı vardır." Doğru mu, yanlış mı? "Tek kerede cevap vereceksiniz!" diye ısrar edilirse hiç açıklama vermeden, yanlış cevabı vermek hemen de kaçınılmazdır: "Doğru" denecek olsa sorulacak: Nedir bu sayı? Doğal sayıların temel kurunum kuralları arasında yer alan "her doğal sayıya bir eklenerek bulunacak sayı da bir doğal sayıdır" kuralı 'doğru' cevabının doğru olamayacağını gösterir: En büyük doğal sayı diye bir doğal sayı —hiçbir çeşit sayı— yoktur. Yok mudur öyleyse her doğal sayıdan büyük bir doğal sayı? Daha demin söylendi hemen, vardır diye! Eeee!!?? Paradoksun hası böyle oluşur işte. Aklınızın altındaki söylemi dile getirmek, paradoks görüntüsünü çözümlemek için daha titiz olmalısınız, 'her' sözünü iki bağlamda iki ayrı anlamda kullandığınızdan düşülüyor bu güçlüğe. "Her sayı"dan büyük: Teker teker her bir sayı için, hangisi olursa olsun o belli bir sayı, işte o bir belli sayıdan, daha büyük bir başka doğal sayı vardır; doğru olan bu söylem. "Bütün sayıların hepsinden de büyük": İkinci ifâdede bu kavram anlatılıyor; bu anılan kavram artık bir doğal sayı kavramı değil. Büyük olan var ama, doğal sayı değil artık, 'aşkın' bir sayıdır, doğal sayılar kümesinin limiti olan aşkın sayıdır. İşte bu analiz düşünce tarihinin olabilir ki, ilk bilinçli çözümlemesidir: Tek düşünce var sanılarak yaklaşılıp paradoksa dolanılan bağlamda iki ayrı anlam ayırt ederek gereken anlam çözümlemesi yapılınca hem paradoks çözülüyor, hem de karmaşık iken akil karıştırmaktan başka işe yaramayan iki bağımsız doğruluğun ikisinin de tadına varılıyor.​
Frege bunun gibi dile getirilmesi niceleyici, doğru sırada yerinde gereken türlü niceleyici kullanılmasını gerektiren ifâdeleri ayırt edebilmek amacıyla tümel ve tikel niceleyici diye İki özel simge geliştirmişti: Özellikle basılması pek karmaşık bu ilk sistemi etraftan onlarca yılda türlü kolay basılır kolay okunur tipografik sistemlere dönüştürdüler. Matematik metinlerinde de artık olağan olarak kullanılan bu tipografik sistemi göstermek için birkaç örnek verilebilir. Tümel niceleyici 'B', —bütün—, tikel niceleyici 'V' —var'— ile gösterilirse şu ifâdeler yazılabilir: (1) Çift asallar hep eşittir: BxBy [ Asaldır x & Çift sayıdır x & Asaldır y & Çift sayıdır y] İSE Eşittir (x,y)J (Bu masum ifâdenin doğru mu, yanlış mı olduğu hâla bilinmiyor, her ne kadar ayıp olsa da|; (2) Vx( Asaldır x & (By (Büyüktür (y, x) İSE DĞL (asaldır (y))) -yâni en büyük bir belli, sonlu asal vardır. Sayılar öğretisi değil dersimiz, Fregeci kavram çözümlemesinin orijinal lezzetini, kullanımını, okurun önüne getirmekti amaç. Gündelik dilde nicelenen değişkenler yerine adılları, zamirleri kullanmaya çalışıyoruz, iş azcık çarpaşıklandımıydı yaya kalarak.​
20. yüzyılın başlarında B. Russell ve A. N. Whitehead yirmi kusur yıllık bir emek ürünü olarak Principia Mathematica'yı yayınladıklarında Frege'nin niceleyicilerini ve onlarla gösterilebilecek incelikleri de kamuoyuna duyurdular. Matematik Mantık dışındaki en iyi bilinen uygulama bizzat Russell'ın tikel betimler öğretisi oldu.​
Betim konularıyla ilgili sorunu Russell kendisiyle eşzamanlı olarak düşünen ve tasarlama edimlerine yönelik ilginç yeni araştırmalar üretmekte olan Brentano Meinong Husserl okulunun öne sürdüklerinden daha gerçekçi bir çözüm olarak öne sürmüş, ilk yaygın başarısını burada kazanmıştır. Russell'ın önerdiği yaklaşımın öne çıkması bir yandan dilsel felsefenin, Frege'den alınan düşünme yaklaşımının ağırlık kazanmasına, bir yandan da, bu yüzden, Husserl Meinong'da gelişen zihin edimleri odaklı felsefe söyleminin kamuoyunun gözünden uzak kalmasına yol açmıştır.​
Var olmayan konu nasıl bilinir? İç açıları toplamı iki dik açıdan farklı üç Euklides'çi doğru ile sınırlı yüzey var mıdır? Her Euklides'çi üçgeninin iç açıları toplamının iki dik açıya eşit olacağı ispat edilirken o aynı ifâdeyle iç açıları toplamı iki dik açıdan farklı hiçbir Euklides'çi üçgen olmadığı da ispat edilmiş olur. Demek bilmek, Hamlet'ten farklı olarak, olup olmamak karşısında duyarlı değil, bildiğimizin hemen yarısı olmayan üstüne: Hele "Bütün A'lar B'dir" gibi her genellemeye karşılık bir de olmayanla ilgili genel bilgi birimi vardır: "B olmayan A yoktur." "En büyük asal sayı yoktur", "Sonlu rakam dizileri ile ifâde edilebilen uzunlukları, oranları, olmayan doğru parçası çiftleri vardır" hep olmayanı konu alan saygı değer, kanıtlanır bilgi birimleridir. İlkin Brentano'nun sözünü ettiği bir bilgi konusu ayırımına dayanılarak açıklanabilir bu bağlamda ortaya çıkan felsefi gerginlik: Günlük yaşamda ilgilenilen konuların büyük çoğunluğu yayılımlı veya kaplamlı konulardır, mekân ve zamanda belirli konumu olan tek nesneler veya bunların dağılımlarıdır: Her bir hurmanın yer zaman koordinatlarını bilmek uygulamada mümkün olmasa bile, ilkece böyle belli konumlu olmayan hiçbir hurma tanesi, bunların öbeği olmayacağını hurmalarla ilgili en temel bilgimiz olarak benimseriz. Yüz gramdan —diyelim— ağır hurma tanesi olmadığını ise mekân ve zamandaki hurmalarla ilgili bilgilerimizden istidlâlen, çıkarsamayla ediniriz. Yayılımlı konuların soyut olarak olmayışını değil, şu ya da bu niteliği tnşınını/ışını, bilebiliriz. Olmayan hurmadan değil, şu büyüklükte olmayan hurmadan söz ederiz.​
Bütün düşünce konuları yayılımlı konular değildir, felsefecilerin uğraştıklarının haylisi içlemli, konulardır. Matematikçilerin uğraştıkları da içlemli konulardır: Bunların mekân ve zaman içinde konumları yoktur, zihin edimlerinin yöneldikleri, kavradıkları —ya da kavrayamadıkları— fizik evrenden ayrı, dilsel ifâdelerle zihne sunulan konulardır, betim konularıdırlar. "Re majör 4. derece üzerinde akor'un ilk evirmesi" ilgili dili öğrenmiş herkesin aynı şey olarak kavrayacağı bir konudur, kimliği betimiyle belirlenir, ama — örnekleri değil de kendisi— hiçbir mekânzaman konumunda değildir, aranıp bakılarak değil, anlaşılıp tasarlanarak tanınır, duyumlarla değil, zihin tasarımı ile tanınır. "Barbara modusunda tasım", "Bakara Sûresi", "Kılıklar Öğretisi" birer büyükçe içlemli konu örneğidirler.​
İçlemli konular için var olmama besbelli mekân ve zamanda olmama demek olmayacak, zaten .olmadıkları öne sürülüyor: Anlatımlarının kimi sonuçları benimsenen önerme örgüleriyle çelişen içlemli konuların o anılan düşünce örgüleri bağlamında, var olmadıkları söylenir -intentionale ine.xistens. Böyle varlık kurama uygunluk, olamazlık ise içinde tanımlı olduğu, kavranması için başvurulan kuramla bağdaşmazlık demektir. Benzetmeye izin verilirse, bir kart destesinde beş papaz olamaması içlemsel olmazlığa örnektir. Şu kart demetinde beş papaz varsa o demet doğru bir kart destesi örneği değildir, ama bizzat anlama konusu olan, soyut, destede olamaz beş papaz -tanım gereği!​
'Soyut' sözü tam içlemli konular için yapılmış adetâ: Mekân ve zamanda yer almadıklarının daha alışılmış bir ifâdesi. Kendi tanımlarıyla, ya da kimliklerinin belirlendiği kuram içinde, tutarsızlıklar taşıyanların somut örnekleri olamıyor, tutarlı betimlerle betimlenenlerin örnekleri olabiliyor somut doğa ortamında, hazır bulunmasa bile akil etkinliğiyle oluşturulmaları mümkün. Tıpatıp bütün özelliklerini yansıtamıyor tabiî fizik nesneler içlemli konuların, ama içlemli konunun andığı kaplamlı konuyu zihne sunması olağan bir durum. İçlemli konunun olmadığını öne sürmenin ilk, yüzeysel, anlamı bu anlamda, gerçel bir örneğinin olmaması demek: Yoktur (1) =dk örnekten yoksundur, betiminde anılan niteliklerin hepsini birden, aynı nesnede, örnekleyen bir somut nesne yoktur; anılan betim örneksizdir. Russell tikel betimler öğretisini işte zihin edimi metafizikçilerinin bu anlatımını tikel niceleyicilerden yararlanarak dile getirir: "Şu betimde anılan yüklemlerin hepsini birden örnekleyen bir konu yoktur" diye yorumlanır örneksiz tikel betimler: Böylece olmayandan söz etme görüntüsü izâle olur, kimi betimlerin imlemsiz olduklarını öne sürme gibi -alışılmış olmasa bile metafizik bir güçlük serimlemeyen, bir açıklama şablonu, güçlüğü güç olmayanla açıklayıp götüren bir anlatı, bulunur.​
Bu açıklama "İki'den başka çift asal yoktur"un anlamına uygulanabilir mi? Hangi farklı nitelikler söz konusu, hiçbir şeyin birlikte örneklemediği? 'Asal olmak' ve 'çift sayı olmak'; "örneklenebilir" ne demek peki? Bu nitelikleri birlikte taşıyan tek konu 'iki sayısı'dır, o da bu nitelikleri, diyelim nesne çiftlerinin örnekledikleri anlamda, örneklemez, taşır bu nitelikleri, ilgili yüklemleri doğrular. Demek, söylediğimizi ciddiye alacaksak, (1) diye verilen "yoktur" analizi böyle, içlemli konuların konu alındığı, bağlamlarda eksiktir; yüklenebilirliğin farklı anlamlarının ayırt edilmemesi yüzünden eksiktir. Analizin felsefece tam olması için 'yükleme uygulanabilirlik' bağıntısının ikinci, doğrulama, kullanımı için de, yapıca aynı, ama anlamca hayli farklı, bir tanımının verilmesi gerekmektedir. Anılan ayırımı Frege de vurgulamamış, yüklem konu bağıntısını tek 'niteleme' sözüyle karşılamıştır. Bundan dolayı Frege'ye sadık kalan Russell gene de zihin edimleri öğretisine oranla eksikli kalmıştır. Günlük dilin felsefenin gerektirdiği incelikleri geliştirmemiş olduğu durumlarda gene de, basitlik uğruna, gündelik dile bağlı kalmak ısrarı Russell çözümlemesinden bu yana çok tartışılmıştır.​
R. Carnap, Meaning and Necessity, Chicago, IL: University of Clticago Press, 1947​
M. Davies, /Meaning, Quantification and Necessity, London: Routledge, 19S1.​
Frege, 'Über Sinn und Bedeutung', Zeitschrift für Philosophic und philosophische Kritik 100: 25-50; trans. 'On Sense and Reference', in Translations from the Philosophical Writings of Gottlob Frege, trans, and ed. P.T. Geach and M. Black, Oxford, Blackwell, 3rd edn, 19S0.​
P. Grice, 'Vacuous Names', in D. Davidson and J. Hintikka (eds) Words and Objections: Essays on the Work of W.V. Quine, Dordrecht: Reidel, 1969, pp. 118-45.​
B. A. W. Russell, 'On Denoting', Mind 14(1905), pp. 479-93.​
B. A. W. Russell, 'Knowledge by Acquaintance and Knowledge by Description', in Mysticism and Logic, London: Routledge, 19S6.​
W. S. Sellars, 'Presupposing', Philosophical Revtew 63(1954), pp. 197-215.​
P. F. Strawson, 'On Referring', Mind 59(1950), pp. 320-44.​
P. F. Strawson, Subject and Predicate in Logic and Grammar, London: Methuen, 1972.​
A. N. Whitehead and B. A. W. Russell, Principia Mathematica, Cambridge: Cambridge University Press, 3 vols, 1910-1913.​
Routledge Encyclopedia of Philosophy, Version​
0, London: Routledge​
Ayrıca bkz., ANALİTİK FELSEFE, ANLAM, ANLAMBİLİM, ANLAM KURAMLARI, BETİMLER, DESCARTES, DİL FELSEFESİ, FENOMENOLOJİ, FREGE, GÖNDERME, MANTIKÇI POZİTİVİZM, RUSSELL, STRAWSON.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst