1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
ALEGORİ, Yunanca allegoria'dan İngilizce'ye allegory şeklinde geçen bir terim olup, mesel (örnek alınacak öykü) mit (efsane) ve apologia (dini savunma) gibi terimlerle bir şekilde ilişkilidir. Genel olarak, teorik ya da soyut fikirler ile moral değerlerin sembolik bir biçimde anlatılması anlamına gelen alegori, kaynaklarda bir anlatım biçimi olarak ifade edilmektedir. Dil terimini geniş anlamı ile düşünürsek resim, heykel gibi güzel sanat dallarında da alegorik anlatımdan yararlanıldığı açıkça ortaya çıkar.​
Alegoriyi diğer anlatım tarzlarından ayıran en önemli özellik, onun soyut bîr varlığı somut olan bir şeyle açıklama yöntemine dayanıyor olmasıdır. Sözgelimi, adalet soyut bir kavramdır, fakat onu bir elinde kılıç, bir elinde terazi tutan bir insan biçiminde göstermek, ölüm olgusunu elinde tırpan tutan bir insan biçiminde sembolleştirmek de alegorik anlatımdır. Bu örneklerde gösteriyor ki alegoride en önemli husus, soyut olan bir şeyin veya doğrudan izah edilmesi güç olan bir durumun yazılı ya da görsel sembollerle somut hâle getirilmesidir. Meselâ, erken Hıristiyanlıkta İsa Peygamber'in bir kuzu ile birlikte resmedilmesi, onun masumiyetinin alegorik anlatımıdır.​
Her kültür ve medeniyette alegorik anlatım yöntemi ile karşılaşsak da, alegori Doğu kültürlerinde daha yaygın olarak karşımıza çıkan bir anlatım türüdür. Özellikle Hindistan, alegorik anlatım geleneğinin en zengin olduğu ülkedir; bu gelenek bugün bile hayatın her alanında bütün boyutlarıyla sürdürülmektedir. Öyle ki, bu ülkenin kültüründe zenginliğin, bereketin, zaferin, güzelliğin ve aşkın yani sıra ırmakların, dağların bile kişileştirildiği görülmektedir. Çin ve Japonya'da da ilk çağlardan beri simgesel anlatımdan yararlanılmıştır. Çin'de özellikle kozmolojik sembolizm yaygınlaşmış ve alegori, görsel sanatların yani sıra mimarlığı da etkilemiştir. Batı'da Doğu'daki kadar yaygın olmasa da alegorik anlatım vardır; fakat alegorik anlatım Batı'da bilhassa Rönesans'tan sonra sanat ve edebiyattaki gücünü iyice kaybetmiş, bunun yerine önce realizm sonraları da serbest çağrışım metodu kullanılmaya başlamıştır.​
Sembolik bir anlatıma dayandığı için yine doğu kökenli olan fobiler de alegorik anlatım içinde sayılmıştır. Çünkü, o hikâyelerdeki hayvanların her biri, aslında insana dair bir özelliği simgelemektedir. Meselâ, tilkinin kurnazlık, hile ve düzenbazlığı, yılanın sinsilik ve güvenilmezliği, koyunun masumluk ve saflığı simgelemesi gibi. Kısaca, semboller yolu ile gerek görsel sanatlar alanında gerekse sözlü ya da yazılı eserlerde bir şeyin mümkün olan en üst düzeyde anlaşılmasını sağlamak için somut simgelerle anlatma yöntemine alegori denmiştir.​
Türk kültürü açısından olaya baktığımızda, önemli dil yadigarlarımızdan olan Kutal gu Bilig’de, adalet, saadet, akil ve kanaat gibi soyut kavramların Küntoğdı, Aytoldı, Ögdülmüş, Odgurmuş gibi özel isimlerde somutlaştırılmış olduğunu ve bu soyut kavramların sanki birer yaşayan insanmış gibi anlatıldığını görüyoruz. Bunun gibi, Şeyh Galib'in Hüsn-ü Aşk mesnevisi de alegorik bir eserdir. Burada iki soyut varlık olan güzellik (Jıüsu) ve aşk, hem gerçek hem de mecaz anlamlarında kullanılmıştır. Hüsn-ü Aşk'ın en güçlü yönü, onun bu soyut varlıkları kişileştirerek tasvir etmiş olmasıdır. Bu eserden tasvir edilen güzellik ve aşkm gerçeklikte somut bir karşılığı olmadığı halde, okuyucu onları somutmuş gibi algılamaktadır. Bir anlatım biçimi olarak bilinen alegoriyi felsefede kullanılan hâli ile anlamak için, mecaz ile alegori kavramları arasındaki ilişkiyi iyi bilmek gerekmektedir.​
Dilde, eğer bir kelime asil anlamı ile kullanılırsa hakikat, ası! anlamından başka bir anlamı ifade etmek için kullanılırsa mecazî kullanım olur. Mecazî kullanım benzetme dışında bir amaca yönelikse miirsel mecaz; fakat benzetme amacıyla kullanılırsa istiare olur. Eğer istiaredeki benzetme sadece bir kelime (lâfız) üzerine kurulursa buna miifret istiare, yok eğer benzetme birden çok kelime üzerine kurulursa buna da birleşik istiare ya da temsilî istiare adı verilir. İşte edebiyatta geçen bu temsili istiare felsefi kullanımda alegorik anlatımın temelini teşkil eder. Kısaca, temsilî istiarenin silsile halindeki kullanımından alegori doğmuştur. Bu yüzden bu tarz alegorik anlatımın hakim olduğu eserlere temsilî veya alegorik eser denir. Meselâ, Yahya Kemal Beyatlı'nın Sessiz Gemi adli şiirinde, benzeyen (Sessiz Gemi) var, ama benzetilen (ölüm) yoktur; fakat biz şiirin bütününe baktığımızda, bunun ölümle ilgili bir eser olduğunu hemen anlayabiliriz.​
Alegorinin felsefede kullanılması ise bir amaca yöneliktir. Özellikle din ve ahlâk felsefelerinde geniş halk tabakalarına bazı popüler bilgileri açıklamak ve çok zor olan konuları anlaşılır kılmak için kimi filozof, din adamt ya da düşünür, alegorik üslûba yönelir. Özellikle kutsa! kitapları resim ve semboller yardımı ile yorumlayan bir popüler anlatım tarzı olarak alegori, hemen hemen her dinin tarihinde bir davet ve tefsir etme geleneği olarak varlığını sürdürmüştür. Alegorinin felsefede yoğun olarak kullanılması daha çok din ve felsefe yakınlaşmasının olduğu zaman ve mekânlarda olmuştur. Düşünce tarihinde, bunun örnekleriyle felsefe öncesi Yunan mitolojisiyle Helenistik felsefe ve Ortaçağ felsefesinde karşılaşıyoruz. Çünkü bu dönemlerde din ile felsefe arasında bir yakınlaşma, yer yer bir uzlaşma yaşanmıştır. Meselâ Homeros'un ortaya koyduğu mitoloji, bir çeşit alegorik anlatımdır; yarı Tanrı yan insan semboller ve bunların birbiri ile olan ilişkilerini destansı bir tarzda dile getiren Homeros, alegorik olarak yaratılış, günah, Tanrı, Tanrı insan ilişkisi ve varlığı anlama gibi temel felsefi ve dini hususları işlemiştir.​
Helenistik Çağ'da çok daha yoğun bir alegorik anlatım geleneği ile karşılaşıyoruz. Helenistik felsefe, özellikle Yunan felsefesinin (.esirinde kalan yerel putperest inançların gücünü kaybettiği ve henüz Hıristiyanlık ve Islâm gibi büyük dinlerin de ortaya çıkmadığı bir döneme rastlar. Bu dönemde aydınlar, gerçek bir din özlemi içinde bulunuyordu. İşte böyle bir ara dönem ancak alegorik anlatımlar ve felsefeye yakın din yorumlarıyla doldurulabilirdi. Helenistik dönemin en güçlü alegorik anlatım geleneği Yahudi Philon'un Tevrat'ı alegorik bir tarzda tefsir etmesi ile başladı. Burada Philon Yunan felsefesinin Tevrat ile uygunluk arz ettiğini göstermeye çalışmıştır. Yine ayni hususta Hıristiyan Origenes ve İskenderiyeli Aziz Bernardus da alegorik yorumları ile bu geleneği sürdürmüşlerdir. Aziz Augustinus da Incil'de bazı alegorik yorumlar olduğunu savunmak sureti ile Hıristiyanlıktaki alegorik anlatıma işaret etmiştir. Yine XVU. Yüzyılda yaşayan Thomas Woolston, Origenes'in alegorik İncil yorumunu kabul etmek gerektiğini ve bu yol takip edilmeyip de sadece sözel {lafzı} anlamlar dikkate alınırsa, Peygamberlik ve mucize kavramlarının reddedilmesi durumuyla karşı karşıya kalınacağını söylemiştir. Buradan hareketle, tolerans ve özgürlüğü öne çıkaran Woolston, kurumlaşmış din adamlığını da reddetmiştir.​
Alegorinin soyut olanı tasvir ya da hikâye etmesi, düşünürlerin felsefi hakikatleri halka anlatmak için seçtiği yollardan biridir. Bu vesile ile bazı zor meseleler, alegorik hikâyeler ve kinayelerle anlatılarak âdeta bir halk felsefesi oluşturulmak istenmiştir. Felsefede alegorik anlatıma yönelmenin bir sebebi de, tarifi mümkün olmayan ve ancak tecrübe ile bilinebilecek bazt hususların izah edilmesine yönelik durumlardır. Kelimelerle izahı mümkün olmayan bu hâller ancak bir aklî aydınlanma ve bireysel tecrübe gerektirir ki, bu da özellikle alegorik bir anlatımla gerçekleşir. Ama bu tarz anlatımın bir tehlikesi vardır: İnsanlar, zaman içinde bir metinde anlatılan felsefi hikâyelerin kinaye ile işaret edilen hakikatlerini unutup, sadece alegorik yönlerini gerçek saymaya başlarlar. Özellikle, cahil halk kitlelerinin işaret edilen soyut anlamlar yerine daha kolay akılda kalan temsili hikâyeleri öne çıkarmaları, zamanla bazı hurafelerin doğmasına sebep olmaktadır.​
Gerek Doğu, gerekse Bati kültüründe zaman zaman bu alegorik anlatımların bazı yanlış anlaşılmalara sebep olduğu tarihî bir gerçektir. Meselâ, Hz. Muhammet'in insan hayatının tarıma uygun yerlerde çiftçiliğe, deniz kenarlarında balıkçılığa dayandığını izah etmek için mecazî olarak bir seferinde dibıya öküzün strtındadtr, bir diğer seferinde de dünya balığın strtındadtr şeklindeki hadisleri, zamanla gerçekten dünyanın büyük bir öküz ve balığın üzerinde durmakta olduğu inancını doğurmuştur. Hatta depremin de bu öküzün kıpırdanmalarından oluştuğu gibi bir hurafe bile çıkarılmıştır. Mecazların hakikat zannedilmesinden doğan bu yanlış anlamaların en önemli sebebi, cehaletin yaygınlaştığı ve eğilim kurumlarınm gücünü kaybettiği dönemlere rastlamaktadır.​
Metafor ve Alegori
Bütün hâlinde bir benzetme ya da temsilî istiare olan alegori, felsefi anlatımda sık baş vurulan metaforlar örgüsünden oluşur. Bu yüzden olsa gerek, Aristoteles alegoriyi uzunca anlatılmış bir metafor olarak tanımlamayı yeğlemiştir. Bu açıdan bakıldığında alegori ile metafor ilişkisi büyük bir önem kazanır. Bunun için önce metafor teriminin özellikle felsefede ne anlama geldiği ve nasıl kullanıldığı etraflıca değerlendirilmelidir.​
Dilimize Fransızca'dan geçmiş olan metafor (metaphore) kelimesi, istiare, benzetme gibi anlamlara gelir. Birçok filozof, anlaşılması ve anlatılması oldukça güç olan bir meseleyi kolaylaştırmak amacıyla, bazen iki kavram arasındaki benzerliğe dayanarak bu anlatım usûliinden yararlanmaya çalışmıştır. Metaforla anlatma, felsefenin tarihi kadar eskidir; çünkü çok soyut olay ve konuları kendine konu eden felsefenin bunu mümkün olduğu kadar somut hâle getirerek anlatması gerekmektedir. Tarih içinde, metafordan kaçınan ve soyut fikirleri yine soyut unsurlarla anlatmakta ısrarcı davranan felsefeciler, soyut kalmakla ya da karanlık bir üslup kullanmakla eleştirilmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, felsefede metafor yardımı ile bir fikrin anlatılması felsefeyi kolaylaştırıcı temel ilkelerden birisi sayılmıştır.​
Yalnız burada belirtmek gerekir ki yazar için metafor kullanmanın şartları vardır. Belagat ya da Batı'daki adıyla retorik biliminde bunun şartları üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Herkesin kolayca anlayabileceği metaforlar, üslûpça sıradan; derin yapısı oldukça geniş metaforlar ise garabet ile suçlanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Fakat metafora baş vurmak ya da mecazlar yardımı ile bazı hakikatlerin anlatılması her zaman olumlu karşılanmıştır. Çünkü dilin canlılığı ve dinamizmi ancak bu yolla mümkün olmaktadır. Aristoteles'in Poetika' sından tutun da Fuzulî'nin Divanı'na kadar pek çok eserde, mecazlaştırmadaki söz konusu hususa dikkat çekilmiştir. Aristoteles Poetıka adli eserinde açıkça "başkasının yapması caiz olmayan dil yanlışları ya da tercihlerinin şairlerce yapılabileceğini ifade ederek, mecazlaştırmanın şairlerce dilin bir dinamik oluşumu olarak sürdürülmesi gerekliğini dile getirmesi bakımından dikkat çekicidir. Burada dilcilerin bütün dil düzleminin tamamını bir ölü metaforlar galerisi olarak tanımlamalarındaki isabeti de belirtmek yerinde olacaktır. Bizim şu an üzerinde durduğumuz metaforlar ise, henüz mecazlaşma sürecini yaşamakta olan kullanımlardır.​
Metafor ya da benzetme, insan aklının çalışma tarzına çok uygun bir anlatım biçimi olduğu için günlük dilde de çokça baş vurulan bir yöntemdir; çünkü bir insan bir şeyi iyi anlamak veya iyi anlatabilmek için, onu daima başka bir nesne ya da kavram ile kıyaslama ihtiyacı hisseder. İşte bu kıyaslama ya da karşılaştırmadan benzetme doğar. Yerinde kullanılmış bir metafor ya da alegorik anlatımlar, bazen bütün bir felsefi metni aydınlatabilir. Felsefede diğer bir kolaylaştırıcı ilke ise, misal vererek açıklama metodudur ki bu da bir benzetme olarak değerlendirilebilir.​
Gerek İlkçağ Yunan düşünürleri gerekse daha sonra yaşamış olan Müslüman ve Hıristiyan düşürürler, zor olan felsefi ve bilimsel konuların daha iyi anlaşılmasını sağlamak için hem alegoriden hem de metafordan yararlanmışlardır. Meselâ kullandığı bir metaforla bu dünya hayatını bir spor müsabakasına benzeten Pythagoras, filozofların hiçbir takımı tutmayan seyirciler gibi olduklarını ve dolayısıyla olup biteni daha nesnel olarak değerlendirebileceklerini ima etmiştir. Fakat metaforik anlatım denince aklımıza heman Plaron'un mağara metaforu gelir. Platon, Devlet adli eserinde insanların, İdealar Dünyası (Hakikî Varlık Alanı)m niçin kavrayamadığını anlatmak için şöyle bir metafora baş vurmuştur: İnsanlar bir mağarada elleri ve ayakları mağaranın zeminine zincirle bağlanmış, sırtları mağaranın çıkış kapısına dönük olarak oturmakta ve dışarıda bulunan varlıkların güneşin tesiri ile mağara duvarına yansıyan gölgelerini gerçek zannedip onları izletmektedirler. Hâlbuki onlar, dış dünyada bu gölgelerin asılları olduğunu bilmiyorlar. Bunun sebebi de onları el ve ayaklarından yere bağlayan zincirler, yani ihtiraslardır. Bir an için bu insanlar arkalarına dönseler gölgelerin asıllarını görecekler ve kendilerini mağaranın zeminine bağlayan zincirlerinden, yani ihtirasların kötülüğünden kurtulmuş olacaklardır. Bu metaforu bugün biz sinema örneği ile açıklayabiliriz. Sinemadaki bir insanın duyuları, onu beyaz perde üzerinde yaşanan hareketi gerçek zannetmeye itmektedir. Hâlbuki bu hareketin kaynağı film şeridinde arka arkaya gelen seri fotoğraflardır. Platon, bu metaforu insanın tam hakikati ancak kendisini dünyaya bağlayan ihtirasları terk etmekle yakalayacağını ve insanın gölgeler dünyası ile yetinmeyip idealar dünyasına yönelmeleri gerektiğini vurgulamak için kullanmıştır.​
Türk Islâm filozofları da metaforla anlatma geleneğine sık sık başvurmuşlardır. Meselâ Farabi, henüz potansiyel (kuvve) hâlinde olan insan aklının fiil haline gelmesi için Faal Akil denen bir üst akil (İlahî akıl)a ihtiyaç duyduğunu izah edebilmek amacıyla şöyle bir metafora başvurmaktadır. Faal Akil, adeta güneş; insan akli ise, göz gibidir. Nasıl ki güneş olmadığı zaman gözlerimizdeki görme kuvveti, sadece kuvve halinde kalıp aktif hale geçemiyorsa, aynı şekilde insan aklının potansiyel halde mevcut olan bilgisi Faal Akil sayesinde açığa çıkmaktadır. Burada güneş ve göz metaforu ile Farabi Faal Aklın insanın bilme melekesini harekete geçirdiğini ifade etmek istemiştir.​
Modern felsefenin başlatıcısı olarak kabul edilen Descartes, felsefeyi bir ağaca benzeterek ağacın köklerini metafizik, gövdesini fizik ve dallarını da öteki bütün bilim dalları olarak metaforik bir tarzda dile getirmiştir. Yine benzer bir metaforu Schopenhauer kullanmıştır; o bütün bilimlerin âdeta bir ağaç gibi olduğunu ve filozofların bilhassa ana dalları birleştirmeye çalıştıklarını, oysa diğer bilimlerle meşgul olanların sadece uçlardaki filizler arasında bağlantı kurmakla yetindiklerini anlatmıştır. Çağdaş filozoflardan Henri Bergson ve Bertrand Russell da metafora sıklıkla yönelen filozoflardandır. Kısaca, felsefede hiç metafor kullanmadan sadece soyut alanda kalarak eser vermek hemen hemen imkânsızdır. Filozoflar ancak metafora az ya da çok başvurmalarıyla sınıflandırılabilirler.​
Filozoflardan bazıları kullandığı metaforla neyi kastettiğini açıkça belirtirken, bazıları okuyucuyu metaforla baş başa bırakır. İşte alegori daha çok bu tür metaforlar örgüsünden oluşur. Hele felsefi bir eser, Aristoteles'in dediği gibi uzunca bir metafor olan alegoriden yararlanılarak yazılmış ise, okuyucunun işi daha da zor olacaktır. Ancak bu zorluk sadece alegorik anlatım yönteminin zorluğundan kaynaklanmaz, aynı zamanda ele alman felsefi konunun çetinliği de anlaşılmayı zorlaştırır. Zaten filozofu alegorik yönteme başvurmaya iten sebeplerin başında da bu, yani konunun zorluğu gelmektedir. İslam düşünce tarihinde İbni Arabi'nin Fususü'l Hikem'i ile Bati'da Dante'nin İlâhî Komedya’sı bu tür alegorik anlatımın iki tipik örneğidir.​
Her ne kadar Aristoteles "alegoriyi uzunca bir metafordan başka bir şey değildir" diye tanımlasa da, felsefede kullanılışları açısından bu iki anlatım yöntemi bazı farklılıklar içermektedir. Çoğunlukla felsefi yazılarda metaforlarla anlatılmak istenen konu açıkça dile getirilirken alegorik anlatımda bu açıklıkla karşılaşmak zordur. Metafor kullanan yazılara, "Bu hususu şöyle bir metaforla ya da benzetmeyle daha iyi anlatabiliriz; bu komi şuna benzer ki; bir benzetme yapacak olursak; nasıl ki şu şöyle oluyor ise bu da böyle olur" türünden uyarıcı ve işaret edici bir yöntemle metafor kullanmak istediğini açıkça ortaya koyar. Hatta zaman zaman, neyin hangi amaçla metafor olarak kullanıldığı da, yazar tarafından açıklanabilir.​
Alegoride durum bu kadar açık olmayabilir; yazar alegorik anlatımla ortaya koyduğu hususları tam olarak açıklamaz. Hatta bir eser baştan sona bir alegori üzerine kurgulanabilir. Bu durumda yazarın amacını tam olarak seçmek zordur. Meselâ, Hayy b. Yakzan adli eserinde İbn Tufeyl, tarifi kelimelerle mümkün olmayan ve ancak deneyim ile yaşanabilecek bazı dini ve tasavvufi hâlleri izah etmek için, daha uygun bir yöntem olan alegorik anlatımı seçmiştir. İssız bir adada kendi başına yaşamaya bırakılan çocuğun (Hayy) hayat hikâyesini anlattığı bu eserinde İbn Tufeyl, bir insanm duyularını ve aklını nasıl kullandığını bir süreç dahilinde ele alır. Yavrusunu kaybeden bir ceylan tarafından emzirilen Hayy, yavaş yavaş büyürken bir gün anne ceylanın ölmesi üzerine ölüm gerçeği ile yüzleşir ve onu anlamaya çalışır. Eserde, buradan hareketle Tanrı ve ruhun varlığına kapı aralanır. İşte tam bu noktada adada yaşayan ve bir peygamberin getirdiği dini ilkelere inanan bir insanla karşılaşan Hayy, kendi bilgilerini bu adamın bilgileri ile karşılaştırır ve sonunda görür ki, imana dayanan din ile akla dayanan felsefe ayni hakikatlere sahiptir. Zaten bu alegorik eserin yazılmasındaki asil amaç da budur; yani, din ve felsefenin ayni hakikatleri farklı dillerle anlatan iki bilgi dalı olduğunu, aralarında tam bir uyum bulunduğunu ispat etmek.​
Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, eserin tümüyle mecazlar silsilesine dayandığı ve baştan sona alegorik anlatım özelliği taşıdığı durumlarda, anlamı kavramak daha da zor olabilir. Alegorik bir anlatım, hem eseri veren kimsenin uygun metafor ya da alegoriyi seçip seçmemesine, hem de esere yönelen kimsenin eser üzerinde titizlikle düşünerek çağrışım unsurlarını yardıma çağırıp çağırmamasına bağlıdır. Teorisyenlerin sanat eserini, eseri verenle algılayanın müşterek üretimi saymaları, bu bakımdan önemlidir.​
K. Bilgegil, Edebiyat Bilgileri ve Teorileri, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1980.​
M. Fahri, İslam Felsefesi Tarihi(çov. K. Turan), İklim yayınları, İstanbul, 1992.​
Ted Honderichfed.) The Oxford Companion to Philosophy, Oxford University Press, Oxford, New York, 1995.​
N. Keklik, Felsefenin Tekniği, Doğuş Yayınları, İstanbul, 2002.​
R. McKeon, The Basic Works of Aristotle, Random House, New York, 1941.​
M. N. Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İnkılap ve Aka Yayınları, İstanbul, 1954.​
W. L. Ress, Dictionary of Philosophy and Religion, Humanities Press, New Jersey and London, 1980.​
Z. Ron a, Eczactbtift Sanat Ansiklopedisi, Yem Yayınları, İstanbul, 1997.​
Ayrıca bkz., ANALOJİ, BÖLÜNMÜŞ ÇİZGİ ANALOJİSİ, MAĞARA METAFORU, METAFOR.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 
Konuyu Başlatan Benzer Konular Forum Cevaplar Tarih
1000Fikir Felsefe 0

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst