1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Agnostisizm teriminin en genel kullanımı "bir Tanrı'nın varolup olmadığını bilmiyoruz" şeklindedir. Agnostisizmin tarihi bu genel anlamda kuşkuculuk ile beraber süregelmiştir. Bununla birlikte, o kuşkuculuktan çok kabaca salt metafizik konularda bir karara varılamayacağını dile getirmesi açısından ayrılır. Oysa genel olarak bir kuşkucu şüphesini eşyanın geneline yayabilmektedir.​
Kavramın anlamına yakından bakacak olursak; daha çok bir bilim adamı olan T. H. Huxley (1825-1895) okumaları sırasında İlâhî gerçeklik hakkında özel bir tinsel bilgi (gnosis) iddiasında bulunan Gnostiklerle de karşılaşmıştı. Gnostikler Tanrı hakkında insanların çoğunun iddialarından daha fazla bir bilgi iddiasında bulunuyorlardı. İşte Huxley bu konuda«kendisinin düşündüğü az bir bilgiyi a-gnostik (bilinmeyen) terimiyle dile getirdi. Danvin'in dostu olan T. H. Huxley tarafından 1869 yılında ortaya konulmuş olan bu kavram ve ayırıcı felsefi anlamı on dokuzuncu yüzyılda dinsel inanç üzerine tartışmalar bağlamında ortaya çıkmıştır.​
Bununla birlikte, agnostisizm kavramına Protagoras'ın "tanrıların varolup olmadığının bilinemeyeceği" iddiasının esin kaynağı olduğu da ileri sürülmüştür. On dokuzuncu yüzyılda tartışmaya katılanlar bu kavramı sıklıkla özel anlamı çerçevesinde kullanmışlardır: Agnostik olmak insan zihninin aşılamaz, doğal sınırlarından dolayı, Tanrı hakkında bilginin imkânsız olduğunu savunmaktı. Belirli ve anlaşılabilir sıfatları ile birlikte bir Tanrı'nın varoluşunu ya da varolmayışını kendinden emin bir şekilde iddia etmek, bu sınırları ihlal etmekti.​
Agnostisizmi etkileyen tarihsel gelişime göz atıldığında Kant'm bu noktada başat bir role sahip olduğu görülür. Buna göre, onun Saf Aklın Eleştirisi'nde (1781) idrak ya da bilgi sınırı "Transandental Diyalektik" kapsamı içinde ifade edilir. Kant şeylerin tümlüğü hakkında ortaya çıkan soruların sürekli olarak çekici olduğunu ifade eder. Bununla birlikte, bu sorular kanıtlanabilecek bir şekilde cevaplandırılamaz. Bu noktada, evrenin sonlu mu sonsuz mu olduğu ve bir olayın başka bir olayın nedeni olduğu söylenebilirken, bir bütün olarak İlk Neden kavramı bağlamında kullanılıp kullanılamayacağı gibi bazı konularda çelişkilerle karşı karşıya kalınabilmekte, antinomilere düşülmektedir. Çünkü bu "bütün" hakkında herhangi bir deneyim yoktur. Kant sonuç olarak teorik aklın Tanrı'nın varlığı için delil elde edebileceğini reddederken, ahlâkî deneyim açısından anlamlı olması için, Tanrı'yı bir postüla olarak kabul eder. On dokuzuncu yüzyıldaki agnostik argümanlarda ana çizgi, bir çok agnostik yazarın Kant'm titiz bir takipçisi olmamasına rağmen, onun söz konusu kozmolojik delil eleştirisini izlemiştir. Agnostiklerin ondan etkilenmiş olmalarına rağmen, bu çerçeve içinde Kantçı olmadıkları açıklıkla söylenebilir. Onlar metafiziksel spekülasyona karşı meşhur eleştirisini yönelttiği An Enquiry concerning Human Understanding [İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma] (1748) adli eseri bağlamında, Hume'un ana hatlarını çizdiği metafizik görüşlere sahip olmadıklarından, Humecu da değillerdi.​
Sir William Hamilton "Philosophy of the Unconditioned" [Koşulsuz Olanın Felsefesi] (1829) adli son derece etkili olan bir makalesinde şöyle der: "Zihin sadece sınırlandırılmışı ve koşullu olarak sınırlandırılmışı bilebilir." Genel felsefi duruşunda Reid'in takipçisi olan Hamilton'a Kant okumaları düşüncelerinde yol göstermiştir. Hamilton'a göre İlâhî Doğa bilinemezken İlâhî Varlık'a ahlâkî doğamız ve kutsal kitabın tanıklığıyla inanılabilir. Onun ne olduğunu bilmeksizin ona inanabiliriz. Hamilton'un takipçisi olan ve felsefesini Hıristiyan amaçlarının savunusuna adamış olan H. L. Mansel de The Limits of Religions Thought [Dini Düşüncenin Sınırları] (1858) adli eserinde Mutlak hakkında ileri sürülen bilginin birçok noktada kendisiyle çelişik olduğunu iddia eder. Bir kişinin Tanrı’ya kişisel kavramlar yüklemesi ve kişilik kavramı yoluyla sınırlandırma düşüncesi düşünememesi, buna iyi bir örnektir. Sınırlandırma sonsuz ve mutlak bir Tanrı ile bağdaşmaz. Fakat Mansel'e göre sonuç total bir şüphecilik de değildir.​
Herbert Spencer de First Principles [İlk İlkeler] (1862) adli eserinde, sınırlandırılmış bir insan zihni tasvirini, zihnin sınırlarının ve bu sınırların gerçek sınırlar olmadığının da farkında olarak, kabul eder. Bilim ve dinin gizemi ve keşfi imkânsız olan Mutlak'ı, kavram ve bilginin sınırlarının tamamen ötesinde gösterdiğini anlamak suretiyle uzlaştırılabilir. Dünyanın başlangıcı konusu ile de ilgilenen Spencer buradaki konuların güvenebilme değil fakat ihtimaliyet konusu olduğunu belirtir.​
On dokuzuncu yüzyıl agnostisizminin kaynakları —özellikle kurulu dinleri terk eden agnostisizmin— şimdiye kadar gösterilenden daha karmaşıktır. Bu dönemde fizikî bilimlerden elde edilerek gelişen teori ve bilgi kümesi kutsal kitap tarihi ve kozmolojisiyle uyuşmuyordu. Bu noktada J. S. Mili, mutlak yetkin bir varlığın böylesine acemice ve kararsızca bir yaratılışı, bu gezegende olduğu gibi, düzenlediğini iddia ederek, ibadetin en büyük amacının Cehennem hazırlayan bir varlık olmasında ve Tanrı'nın mahlukatın çekeceği acıları ezelde takdir ederek önceden bilmesinde "ahlâkî güçlükler" bulduğunu dile getirir (Three Essays on Religion, 1874). Bu noktada dini inançlarına bağlı birçok kişinin kendi dogmalarının sürekli bir kabulü gerektirdiği konusunda ısrar etmeleri birçok yazar için ahlâkî olarak daha az iğrenç değildi.​
T. H. Huxley açıksözlü bir şekilde Agnosticism and Christianity [Agnostisizm ve Hıristiyanlık] (1889) adli eserinde "ben, ve diğer agnostikler de, bu anlamdaki imanın iğrenç olduğuna inanırım", der. Onun agnostisizmi "bir inanç değil fakat bir yöntemdir." Huxley'in önemi tek bir ilkenin uygulanmasında yatar: "Akil seni 'götürdüğü yere kadar' takip edilmeli; fakat kanıtlanamaz sonuçlar sanki kesin sonuçlarmış gibi düşünülmemelidir. Böyle bir yöntem Doğaüstü varlığın inkârını temellendirmez; çünkü basit olarak şunun ya da bunun lehine ileri sürülen delilin geçerliliğini reddetmek doğaüstücülüğün en açık bir şeklini oluşturur." Huxley, "doğaüstüne ilişkin bilgi"nin tersine, doğa hakkında insan doğasını da kapsayacak tarzda, artarak genişleyen ve güvenilebilen empirik bilgi elde edebileceğimizi savunur. Agnostik olarak kalırken, bilimde "tinsel dünya" kuramının otoritesine karşı iyi temellendirilmiş ve köklü bir meydan okuma görür. Bu çerçevede Leslie Stephen de siyah bir böceğin yaratılışını tasvir etme konusunda çekingen olan mütevazı doğa bilginlerinden daha kesin bir doğrulukla 'kadir-i mutlak' olan 'Tanrı'nın doğasını' tanımlamaya cüret eden teologları eleştirir (Ah Agnostic's Apology, 1893).​
Huxley, entelektüel olgunluğa ulaştığında kendisine ateist mi, teist mİ, panteist mi; materyalist mi, idealist mi; Hıristiyan mı yoksa özgür bir düşünür mü olduğu sorusunu yöneltmiş ve en nihayetinde sonuncusunda karar kılmıştır. O, dini bütün birçok insanın üzerinde anlaştığı konuda onlardan ayrıldığını bilmektedir. Onlar az ya da çok varlık problemini çözen belli bir "grıosis"e ulaştıklarından emindirler. Huxley, onlardan farklı düşünmek suretiyle, Kant ve Hume ile hemfikir olduğunu belirtir ve sahip olduğu düşünceyi ifade için "agnostik" sözcüğünü uygun bulur. Bu kavram Huxley'in aklına, şeylerin kendisi hakkında onun cahili olduğu bilgileri açıkça veren "Gnostik Kilise Tarihi"ne aykırılığı ifade edercesine gelmişti.​
Huxley "insanın ölümsüzlüğünü ne kanıtlayabilirim ne de çürütebilirim. Ona inanmak için bir neden görmüyorum; fakat öte yandan onu çiirütemem de. Bu doktrin için a priori bir itiraza sahip değilim" der. "Bir önermenin geçerliliğinden emin olmak, bu güveni mantıksal olarak temellendirecek bir delil ortaya koymadıkça yanlış olur. Agnostisizmin iddia ettiği şey budur." W. K. Clifford, agnostisizmin bu ilkesini daha aşırı ve kışkırtıcı bir tarzda "daima, her yerde ve herkes için herhangi bir şeye yetersiz delille inanmak yanlıştır" diyerek ifade eder. Bu şekilde anlaşılan agnostisizm olumsuz bir terim veya yaklaşım olmasına rağmen, ateizmi içermez. Belki o teizmle bağdaşabilir; çünkü bazı teistler Tanrı'nın varlığının kanıtlanabileceğini savunurlar. Bu çerçevede Huxley'in agnostisizmi negatif ateizmi, Tanrı'nın varlığının ya da varolmayışmın delillendirilememesi durumunda içerir. Michael Martin agnostiğin inancını bilgiye dayandırmaması açısından teizmle bağdaşabileceğini ileri sürer. Martin, ateizmin pozitif ateizm anlamında kullanılırsa agnostisizme karşıt olabileceğini; fakat popüler anlamda agnostisizmin negatif ateizmle bağdaştığını düşünür. Çünkü negatif ateizm herhangi bir Tanrı kavramını kabul etmemektedir. Bununla beraber "bir Tanrı var mı yok mu bilmiyorum" şeklindeki görüşü agnostik ateizm olarak değerlendirenler de vardır.​
Öte yandan Huxley agnostisizmin dini bir felsefe olduğunu reddeder. O, bu kavramı muhalif teologlar tarafından ona verilen pozitif ve dar anlamda kullanır.​
Agnostisizm kavramının Huxley tarafından Aziz Paul'un "bilinmeyen Tanrı" ifadesinden hareketle ortaya konulduğu kanaatindedir R. H. Hutton. Fakat buna karşı, bu ifadenin "bilinmeyen Tanrı" olduğu, "bilinemez Tanrı" olmadığı ve "agnostik" kavramının dilsel olarak yanlış olduğu iddia edilmiştir. Kuşkuculuk gibi kendisiyle az çok eş anlamlı bir sözcük varken, yeni bir terim ortaya koymanın gerekli olmadığı da söylenmiştir; gerçi agnostisizm şüphelerini dar bir alana hasreder, yani bütün bilgi imkânını reddetmez sadece nihaî gerçekliğe dair herhangi bir bilgi imkânını reddeder. Bu iddiayı dile getirenlerden biri olan Alfred E. Garvie için kuşkuculuğun modern bir evresi olan agnostisizmi anlamak için Hume'dan daha fazla geriye gitmeye gerek yoktur.​
James Ward, Naturalism and Agnostisizm (1899) adli eserinde yukarıda görüşlerini kısaca aktardığımız Hamilton-Mansel-Spencer'in yaklaşımlarındaki temel önkabullere şiddetle karşı çıkar. Ward'a göre bilimler etraf) çeviren "bilgisizliğin" içinde yüzebilecek bir bütünlük oluşturamazlar. Bildiğimiz dünya ardında ya da ötesinde varolan "nihaî gerçekliğe" gizlenen "fenomenden" ibaret değildir. Mutlak bilgisizliğin olduğu yerde hiçbir şey söylenemez, ne daha fazla bilgi vardır ne de yoktur. Spencer ve onun gibi düşünen yazarlar da Mutlak hakkında bir çok gizemli şeyin tam olarak ifade edilemeyeceğini savunmuşlardır.​
R. Flint de Agnosticism (1903) adli eserinde dinsel agnostisizmi kaçamak yapmakla suçlar. Flint, Hamilton'u eleştirisinde, Credo quia absürdüm (saçma olduğu için inanıyorum) ifadesinin Tanrı'ya, kendisiyle çelişik olduğunu anlasak bile, inanabileceğimizi savunan filozoflara özgü olduğunu dile getirir.​
Şu anda düşünen bir insan için agnostik olmak mümkün mü? Mantıkçı Pozitivist "Hayır" der. A. J. Ayer, Dil, Doğrttlıtk ve Mantık (1936) adli eserinde "Tanrının doğası hakkında söylenen her şeyin anlamsız olduğunu" iddia eder. Agnostiğin Tanrı'yla ilgili söylemi teistinkinden daha az anlamsız değildir. Gerek agnostik ve gerek teistik tavır açısından "Aşkın bir Tanrı'nın varolup olmadığı sorusu gerçek bir sorudur." Oysa, pozitivizme ve postpozitivist mantıksal analize göre teolojik problem bir delil ve kanıt problemi değildir; fakat anlamlılık problemidir. Eğer "Tanrı" anlamsız bir sözcük ise "Belki Tanrı yoktur" cümlesi de aynı şekilde anlamsızdır.​
Genellikle kendisini agnostik olarak nitelendiren kişi, agnostisizme de Hıristiyan inancma da bağlı olmadığını düşünür. Öte yandan, on dokuzuncu yüzyıldaki belli başlı iddialar bir çeşit dini bağlılıkla bağdaşan Tanrı ile ilgili yüksek derecede bilgisizliği savunan yazarların "dindar agnostik"liği ile sonuçlanmıştır. Bu görüşe, çok seyrek dahi olsa, yirminci yüzyılda da rastlanır. 20. yüzyıldaki dinsel agnostisizmin temsilcisi Rudolf Otto (1869-1937)'dur. Çağdaş düşünürlerden Thomas McPherson da bu görüşü savunmuş ve onun pozitivizmle ilgisine değinmiştir.​
McPherson'a göre, Tanrı'nın bilinemeyişi ve dile getirilemeyişi, O'nun varlığı hakkında herhangi bir şüphe olduğu anlamına gelmez. Tanrı'nın varlığından emin olan bir insanın, O'nun doğasını kavrayacak ve anlayacak yeterlilikte olmaması da o kişinin inancında bir çelişki doğurmaz. Öyleyse dini agnostisizm bir yaşam tarzı olabilir. Çünkü o dinde en önemli olan şeyin "dile getirilemeyen inanç unsuru", yani Tanrı olduğunu belirterek teolojinin Tanrı hakkında spekülasyonlarda bulunmasını ve argümanlar geliştirmesini reddeder. Bu noktada McPherson pozitivistlerin din dilini eleştirmelerini ve teistik önermeleri "anlamsız" önermeler olarak değerlendirmelerini normal karşılar ve bunu inanca karşı düşmanca bir tavır olarak görmez. Hatta ona göre pozitivistler, teolojik dildeki tutarsızlıklara dikkat çektiklerinden dolayı dine hizmette bulunmuş ve yeniden dine dönüşü sağlamışlardır. Çünkü onlar dinin, ifade edilemeyen sahaya ait olduğunu göstermiş ve rasyonelleştirme çalışmaları esnasında bir kenara bırakılan yaşamsal unsuru tekrar keşfettirmişlerdir. Dolayısıyla, McPherson'a göre teolojinin düşmanı olan pozitivistler bir anlamda dinin dostları haline gelmişlerdir. McPherson açısından teoloji, Tanrı'yı tanımlamada yetersiz kalmaya mahkumdur. Zaten insanların çoğu teistik kanıtlardan dolayı Tanrı'ya inanmış değildir. Ancak Tanrı'nın argümanların ötesinde olması, onun deneyimin de ötesinde olduğu anlamına gelmez. Bu çerçevede ateistler, Otto'nun ve McPherson'un dini agnostisizmini tanımlanamayan ve kavranamayan bir şeyin anlaşılmaz olduğu gerekçesiyle eleştirirler.​
Agnostisizmin yirminci yüzyıldaki en önemli temsilcisi Bertrand Russell'dır. Russell felsefi olarak ateist olmadığını ve elinde Tanrı'nın yokluğunu kanıtlayacak yeterli delilin bulunmadığını belirtir. Fakat Russell felsefi açıdan kendisini agnostik olarak tanımlamakla birlikte, pratik (sıradan bir kişi olarak) ateist sayılabileceğini ifade etmiştir.​
Çağdaş din felsefesinde evidansiyalist agnostik olarak nitelenen Anthony Kenny şöyle der: "Tanrı'ya inanmak için nedenler yoksa ya da genellikle sunulduğu gibi bu nedenler yetersiz ise, herhangi bir iman nesnesi ya da İlâhî vahiy kitabı hakkında bilgi istemek anlamsızdır." Kenny'in evidansiyalizmi onu agnostisizme götürür. Rasyonalitenin üstünlüğüne, doğruluğuna inanan Kenny, kendisi için Tanrı'ya inancın bu doğruluğunun eksik olduğu sonucuna varır. Rasyonalitenin eksik olmasının nedeni bu inanç için onun delilinin yetersiz olmasıdır. Buna göre Tanrı'ya inanç diğer inançlara dayanması gereken bir inançtır; fakat Tanrı inancını desteklediği iddia edilen diğer inançları incelediğimizde, onların ya doğru olmadıklarını ya da teistik inancı desteklemede yetersiz olduklarını görürüz. Tanrı'ya inancın uygun bir şekilde diğer inançlara dayanmadıkça rasyonel olarak yanlış olduğu görüşünü savunan Kenny'nin argümanları şöyle ifade edilebilir: (1) Hıristiyan imanını kabul etmek (Hıristiyan imanını oluşturan inançları kabul etmek) rasyoneldir; eğer Tanrı'ya inanç (en azından, bir Tanrı vardır inancı) rasyonelse. (2) Eğer doğal teoloji başarıyla uygulanabiliyorsa Tanrı'ya inanç rasyoneldir. (Evidansiyalist Öncül) (3) Doğal teolojinin başarılı bir şekilde uygulanabileceği (ya da uygulanamayacağı) inancı benim için rasyonel (yani zihinsel olarak doğru) değildir. (4) Bundan dolayı, Tann'ya inanmak (ve Tanrı'yı reddetmek dahi) benim için rasyonel değildir. (5) O halde, Hıristiyan imanını kabul etmek (ya da reddetmek) benim için rasyonel değildir.​
Kenny'nin rasyonel inanç teorisi klâsik temelciliği reddetmesine rağmen farklı bir temelcilik türü olarak anlaşılabilir. Bazı teistler için Tanrı'ya inanç "temel bir inanç"tır. Oysa, Kenny geleneksel sıfatlara sahip Tanrı anlayışının —örneğin O'nun günahları önceden bilmesi fakat onların hiçbirini yaratmaması türünden— çelişkilerle dolu olduğunu savunur.​
Teologların kendi dillerinin, anımsatmaya eğilimli olmak yerine, betimleyici ve argümantatif olmadığını kabul edebilmeleri gerekir. Bu dil Tanrı hakkmdaki önermelerin bir gönderime sahip olduğunu gösterebilmiş midir? İnsanlar dini deneyime yatkındırlar; fakat onlar mantıksal ve eleştirel olarak dikkatli olmaya da eğilimlidirler. Bazıları bu iki alternatif arasındaki ayırımda kendilerine yardım edecek belli bir karara ulaşamadan kaygı ile sarsılabilirler. İşte bu kategorideki bir insan agnostiktir. Onun agnostisizmi yaygın din dili eleştirilerini dikkate alır. Dilbilim dışında dilsel bağlantı kurmayı zorunlu gören anlam üzerine düşünceleri sırasında onun bu probleme cevabı, kendisini en derin belirsizliklere daldıran, referans problemi olacaktır.​
Eğer bugün bir kişi ciddi olarak felsefi teoloji problemlerini ele alacaksa inananı olağandışı dil kullanmaya sevk eden hissiyatı görmek için inançsızlığını askıya almalı, en azından kuramsal olarak buna cüret etmelidir.​
Agnostik bazen, şairin yaptığı gibi, olağan dilin ihlal edilmeye ihtiyaç duyduğunu bilir. Yine o bilir ki, bizim dilsel araçlarımızın düzenini radikal bir tarzda ihlâl etmek tartışılabilir (ya da apaçık geçersiz) bir mantık açısından düşüncemizin bazı faaliyetlerini gizleyebilir. Bu ortaya çıkan özel anlamda bir teizm midir? Bu müphemliği araştıran agnostik böyle söylemez. Felsefe ve teolojinin sağlığı için onun aramaya devam etmesi olumludur. Bununla beraber William James'ınki türünden agnostisizmi bir felsefecinin incelemelerinde ortaya çıkabilecek en kötü şey olarak görenler de vardır.​
Agnostisizm kavramına yönelik tarihsel olarak geriye paralel bir okuma yapılmaya çalışılması, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan bu kuramın hinterlandının dışına çıkılması ile sonuçlanabilmektedir. Bu durumda, Batıda dindar agnostiklerin dini metinleri kullanışında olduğu gibi İslam dünyasında da Tanrı'nın agnostisizmde olduğu gibi bilinemeyeceğine yönelik, İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'dan ayetler kullananlar vardır. Oysa sonuçları zoraki olarak benzetilen bir düşünce, orijini ve resmin sınırları içindeki fonksiyonu dikkate alındığında, farklı bir amaca yönelik olarak orada durur. İşte bu çerçevede İslam dünyasında Mevlana vb. sufilerden hareketle, agnostisizm doktrinine yoldaş olabilecek bir argüman çıkarılmamalıdır. Sufilerdeki Tanrı'nın bilinememesi olarak da kabaca dile getirilen düşünce daha çok Tanrı'nın "künhüne vakıf" olunamamasıyla ilgilidir. Dolayısıyla, Tanrı'ya inanan ve fakat bununla beraber onu zihnin ihata edemeyeceğini söyleyen sufilerle bir Tanrı düşüncesine sahip olunamayacağını dile getiren agnostikler farklı temellerden hareket etmektedirler.​
E. A. Burtt, Types of Religious Philosophy, Harper & Brothers Puplishers, New York, 1951.​
A. E. Garvie, "Agnosticism", Encyclopedia of Religion and Ethics (ed. James Hastings), T&T.Clark L.T.D., Edinburg,1980.​
R. W. Hepburn, "Agnosticism", The Encyclopedia of Philosophy(ed. P. Edwards), Coller Macmillan Publishers, London, 1972.​
K. Konyndyk, "Evidentialist Agnosticism", Religions Studies, V.27, N. 3, Cambridge University Press, 1991.​
I. MacGregor, Introduction to Religious Philosophy, The Riberside Press, Cambridge, Boston, 1989.​
M. Martin, Atheism, a Philosophical justification, Temple University Press, Philadelphia, 1990.​
K. Nielsen, Philosophy & Atheism, In Defence of Atheism, Prometheus Books, New York, 1985.​
A. Topaloğhı, Tanrıtanımazlığın Felsefi Boyutları, Teizm ya da Ateizm, İstanbul, Furkan Kitaplığı, 2001.​
A. Wells, Cod, Mau And The Thinker, Philosophies of Religion, Delhi Books, NewYork, 1967.​
Ayrıca bkz. AGNOSTOS, ATEİZM, DİN FELSEFESİ, DİN FELSEFESİNİN PROBLEMLERİ, GNOSTİSİZM, HUME, KANT, MANTIKÇI POZİTİVİZM, METAFİZİK, MILL, POZİTİVİZM, SPENCER, SPINOZA .​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst