1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
AÇIK TOPLUM kavramı demokrasiyle birlikte kullanılagelen bir kavramdır. Bu kavrama genel olarak vatandaşın katılımına açık şeffaf yönetimi savunan düşünürler vurgu yapmışlardır. Kavramı demokratik bir sisteme işaret etmek üzere kullanan ilk düşünür Fransız filozof Henri Bergson (1859-1941) olmuştur. Ancak demokratik sisteme işaret etmesi anlamında kavramı popüler hale getiren düşünürlerden biri Kari Popper'dir. Popper Açık Toplum ve Düşmanları adli klâsik eserinde Platon'dan başlayarak açık topluma karşı fikir geliştiren düşünürleri sert bir şekilde eleştirir. Genel olarak devletçi, merkeziyetçi, totaliter ve otoriter düşünce sistemlerini "açık toplum"un karşıtı olan sistemler olarak kabul eder ve bu tür sistemleri savunan düşünürleri felsefî düzeyde yoğun bir eleştiri bombardımanına tutar. Popper, açık toplumun ancak mükemmel olmayan bilgi temeli üzerinde bina edilebileceğini savunur. Ona göre hiçbir kimsenin mutlak anlamda bir hakikate ulaşması, hele bunu tüm topluma hâkim kılması mümkün değildir.​
Popper'den sonra bu kavrama katkıda bulunan çok sayıda liberal demokrat düşünür içinde George Soros'un ayrı bir yeri vardır. Soros, Açık Toplum adli eserinde açık toplumu ideal bir toplum modeli olarak ortaya koyar. Bu idea! modelin siyasal ayağını demokrasi oluştururken, ekonomik ayağını serbest piyasa ekonomisi meydana getirir. Açık toplum kavramının vurgusu topluma olmasına rağmen, aslında kavram toplumdan çok devlete işaret bir kavramdır. Açık toplum, toplumun yaygın katılımına açık, toplumsal talepleri göz önünde bulunduran, topluma hesap veren, politikalarını herkesin görebileceği şeffaflıkta formüle eden, hukukun üstünlüğü altında kalan, serbest piyasa ekonomisine dayanan, temel hak ve hürriyetleri esas alan bir yönetim yapısı ve anlayışını ifade eder. Demokratik bir yönetim biçimi ancak açık bir toplumda mümkün olabilir. Açık olmayan bir toplumda, demokratik kurumlar bulunsa bile, demokrasinin ruhunu tesis etmek mümkün değildir, Açık toplumda sistemin varlık nedeni insanların temel hak ve hürriyetlerini sağlamak ve onları mutlu etmektir. Bu bakımdan temel hak ve hürriyetler tam anlamıyla ancak açık toplumda garanti altına alınabilir. Yöneticilerin topluma hesap vermeleri, tüm politikaları şeffaflık ilkesine göre yürütmeleri ancak açık toplumda söz konusu olabilir. Ekonomik, sosyal ve siyasal sonuçlarını göz önünde bulundurduğumuzda, aslında açık toplumun "liberal" bir topluma karşılık geldiğini söyleyebiliriz.​
Açık toplumun karşıtı olarak, genelde "kapalı" toplumlar kabul edilir. Karşımıza değişik isimler altında çıkabilen kapalı toplumlar farklı kaynaklardan beslendikleri için, farklı görüntüler alırlar. Onlar bazı toplumlarda sınıf ideolojisinden, bazı toplumlarda dinî ideolojilerden, bazı toplumlarda milliyetçi ya da ırkçı ideolojilerden beslenerek karşımıza farklı görüntüler altında çıkabilirler. Hatta bazı toplumlarda kapalı kabile ya da kast sistemi şeklinde ortaya çıkabilirler. Bu bakımdan kapalı toplumların şekillerinin ve görüntülerinin farklı olduğu söylenebilir. Oysa açık toplumlar her yerde aynıdır. Açık toplumların değerleri, simgeleri, hedefleri aşağı yukarı aynıdır. Açık toplumlar en fazla kurumlan bakımından birbirlerinden ayrılabilirler. Ancak bu kurumların dayandığı ve beslendiği değerlerin de ayni olduğunu unutmamak lâzımdır. Açık toplumu savunan düşünürler açık toplumların hedefinin bireyleri devletin tahakküm ve baskısından kurtarmak, haklarını garanti altına almak ve özgürlüklerini sağlamak olduğunu savunurlar.​
Genelde kapalı toplumların kendi varlıklarını meşrulaştırmak için değişik gerekçeler ürettiklerine şâhit olunur. Oysa, kapalı toplumlarla karşılaştırıldıklarında açık toplumlar gerekçelerden çok amaçların peşinde giderler, Açık toplumlarda sistem genelde ideolojilere ya da inançlara değil, insana dayanır. İnsana dayandığı için açık toplumların nihaî hedefi "insan mutluluğunu" sağlamaktır. Mutluluğu sağlayan tüm dinamikleri insanların bizzat kendilerine verir, Dolayısıyla, devleti ve siyasal otoriteyi mutluluk kaynağı haline getirmez. Aksine, onun insanlar üzerindeki hâkimiyetine olabildiğince sınırlama getirerek insanı mutlu etmenin yollarını kendisine bırakır. Açık toplum insana belli başlı birtakım mutluluk yolları sunmaz. Aksine, her insanın kendine özgü nedenlerle ve şekillerde mutlu olabileceğini düşündüğü için, insanların yakasından elini çeker. Kısaca, açık toplum, devleti toplum üzerinde bir ihsan kaynağı haline getirmez, Devletin gölgesine son vererek, ihsanı bireylerin kendilerine bırakır.​
Kapalı toplumlarda yönetimin altında bulunan her şey, onun için bir kaynak oluşturur. Ekonomi, din, kültür, nüfus, sanat ve edebiyat, kısacası her şey devletin tabiî kaynakları haline gelir. Devlet toplumun umumî yararı gibi genel geçer bir söylemle bütün toplumu kendi altına alır. Kapalı toplumlarda, toplum devletin rahatlıkla müdahil olabildiği bir araçtır. Toplum eksik, eğitilmesi, dönüştürülmesi, yeniden yaratılması gereken bir objedir. Oysa, devlet kutsal ve yüce bir varlıktır. Bu bakımdan devlet toplumun hizmetine girmez, onu kendi hizmetine alır. Toplum, devletin şahsında hiçbir zaman somut olmayan "yüce" varlık için kendi yaşamını, emeğini, malını, mülkünü feda eder. Bu varlık bazen devlet, bazen millet, bazen din, bazen vatan olabilmektedir. Kapalı toplumlarda yönetimin, toplumu motive emek için kullandığı kavram "fedakârlıktır. Toplum yüce ve aşkın değerlere şartlandırıldığından, her şeyini somut karşılığı olmayan yüce varlıklar için feda eder. Eğitim, din, kültür, kısaca tüm kurumlar toplumu buna koşullandırmak için seferber edilir. Bu fedakârlıktan doğan şeyleri toplayan daima devlet otoritesine hükmeden, devlete yakın olan kesimler olmaktadır.​
Kapalı toplumun yöneticileri ya "aslan" gibi baskı ve zora başvurarak yönetir; ya da "tilki" gibi kurnazca, Aslında her ikisinde de durum aynıdır. Mutlak yetki yöneticilerin elindedir ve bu yöneticiler toplumlarını sonuçta istedikleri gibi sevk ve idare ederler. Kapak toplumlarda devlet toplumun siyasî, İktisadî, kültürel ve dinsel tüm güç kaynaklarını ele geçirmiştir. Güç kaynağı oluşturan alanlar toplumun elinden alındığı için, toplum devlet karşısında zayıf bir konumdadır. Devletin yüce azameti ve kudreti karşısında titreyen, korkan, sinen daima toplum olmaktadır. Bir dev gibi büyüyen devletin tüm imkânları devlet yönetimini üstlenmiş olan yöneticilerin inisiyatifine ve merhametine terkedilmiştir, Bu tür toplumlarda devlet halkına hesap vermek zorunda değildir. Halkın da devlete hesap soracak nitelikte bir örgütlenme içinde bulunmasına müsaade edilmez.​
Kapalı toplumlarda kaçınılmaz olarak büyük bir toplumsal eşitsizlik ortaya çıkar. Piyasa dinamikleri gelişmediği için sermaye ve ekonomik kaynaklar rekabet şartlarına göre el değiştirmek yerine, devlet yöneticilerinin inisiyatifine bırakılır. Böyle olunca devlet yönetimini elinde bulunduranlara yakın olanlar aynı zamanda ekonomik kaynaklara da yakın olmaktadırlar. Devletin ekonomik kaynaklar (mülkiyet ve üretim) üzerindeki mutlak hakimiyeti ve yüksek orandaki vergilerle genel olarak toplumların yoksul ve geri kaldığı söylenebilir. Devlet, kapalı toplumlarda vergiler yoluyla üretilen emeğin önemli bir kısmını kendi elinde tutar. Bunu da kendisine yakın olan gruplara dağıtır. Bu kaynaklar genel olarak ihale, ruhsat imtiyazı, teşvik, kota ve yolsuzluk şeklinde olmaktadır. Devlet kurumlan toplumsal, hatta siyasal denetime açık olmadığı için, bu konuda bir şeffaflık da söz konusu olmaz.​
Ahlâkî dejenerasyon kapalı toplumların en önemli sosyal maliyetidir. İki yüzlülük, korkaklık, yağcılık, kısaca sahici olmayan kişilikler bu sistemin ürettiği insan tipidir. İyi bir ekonomik durum, statü, makam ve mevki devletin elinde yoğunlaşan lütuf kaynaklan olduğu için, oraya ulaşmanın yolları devlet yönetimini elinde bulunduranlara yakın olmaktan geçer. Böyle olunca bu tür toplumlarda bireyler kendi emeklerine, piyasadaki rekabet güçlerine, kısaca kendilerine güvenmek yerine; devletten başlayıp aşağıya inen otorite zincirinin değişik halkalarına güvenir. Ürettiği ekonomik değer üzerinden piyasa içinde varlık göstermek yerine, devletin yüce kanatları altına sığınmaya çalışır. Bu kaynağa ulaşmak için sahici olmayan bir kişilik sergilemek zorunda kaldığı gibi, rüşvet ve yolsuzluk benzeri araçları da kullanmak durumunda kalır. Kısaca, kapalı toplum, bireylerini öyle bir duruma getirir ki, birey "muhtaç olduğu kuvvet ve kudreti kendisinde değil, devlette arar" duruma gelir.​
İnsan sınırsız bir varlıktır. Değişik arzuları, istekleri ve fantezileri vardır. Sosyal aktivitelerine paralel olarak bu arzu ve fanteziler farklılaşır, gelişir ve zenginleşir. Bunların yaşanma alanıyla siyasal otoritenin hükümranlık alanı birbirine taban tabana zıttır. Siyasal otorite, alanını genişlettiği zaman, biteylerin özgürlük alanı tersi istikametle azalır. Altındakileri zapt-ü rapt altına almak siyasal otoritenin tabiatındandır. Onun beslenme kaynağı sınırlama, daraltma, yasaklama, kısıtlamadır. Siyasal otorite bu değerler üzerinde yücelir. O bu yönüyle Hobbes'un ifade ettiği gibi, bir Leviathan'dan (canavar) farksızdır. Üzerimizdeki siyasal otoriteyi genişletmemiz kendimizi canavarın merhametine terk etmemiz anlamına gelir. Canavarla birlikte mutlu olma şansımız ne ise, geniş yetkili siyasal otoritelerle birlikte o kadar mutlu olma şansımız vardır.​
Siyasal otorite bir güç merkezidir. Buraya giren insan bu güçle donandığı zaman kendisini bir Tanrı gibi hisseder. Andre Michel "otorite deli gömleği gibidir", der. Onu sırtına geçiren kişi gerçekten delirir duruma gelir. Sınırsız bir otorite ile bütünleşen yöneticinin bir Tanrı'ya dönüşmemesi için hiçbir neden yoktur. Yöneticilerin iyi niyetli, karakterli, dürüst ve düzgün olmaları fazla bir şey değiştirmez. Hükmetme arzusu ve ihtirası insanı gıdıklayan doğal güdülerdir. Bu güdüyle donanmış insanı sınırsız yetkiye sahip siyasal otoritenin içine yerleştirdiğiniz zaman, bu insanın delirmemesi için hiçbir neden kalmaz. Unutulmamalıdır ki, aşırı otorite tarihteki diktatörlerin büyük bir kısmını gerçekten delirtmiştir. Yakın tarihimizde bu tür diktatörlerden çok sayıda örnek vermek mümkündür. Dolayısıyla, aşırı siyasal otorite bir toplumdaki barışı bozduğu gibi dünya barışının da temeline yerleşmiş bir dinamittir.​
Açık toplumu savunan düşünürler, siyasal sistemin insan üzerine bina edilmemesi gerektiğini savunurlar. Başka bir deyişle sistemi yöneticilerin merhametine, şefkatine, inisiyatifine terk edemeyiz. Açık toplumcular insanların en kötü özelliklerini göz önünde bulundurarak sistemi dizayn etmemiz gerektiğini savunurlar. Böylece sistem insanlardan, başka bir deyişle yöneticilerden kurtulmuş olacaktır. Yöneticiler sadece kurallara göre hareket eden sınırlı sayıda yetkiyle donatılmış kişiler olmalı. Sistemin işleyişini yöneticilerin emir, irâde ve buyrukları değil, yasalar sağlamalıdır. Bu yasalar da bütün toplumun vicdanını tatmin edecek şekilde açık, yalın olmalı ve şeffaf mekanizmalarca hazırlanmalıdır. Böylece sistemi yöneticilerin değil, kuralların yönelmesini sağlamalıyız.​
Açık toplumu savunan düşünürlere göre açık toplumlar barış ve huzurun ortamını oluştururlar. Açık toplumlar her tür yaşam biçimine açık oldukları gibi müzakere ve diyaloga da açık rejimlerdir. Böyle olunca açık toplumlar barış ve diyalog platformu haline gelebilmektedir. 1815 Viyana Antlaşması, 1648 Westfalia Antlaşması’ndan sonra bugünkü Avrupa'nın temelini atan bir antlaşma olmuştur. Bugünkü Batılı siyasal değerlerin temeli büyük ölçüde bu antlaşmaya dayanır. Bu antlaşmadan sonra gerek Avrupa'da gerekse dünyanın herhangi bir yerinde demokrasiler arasında savaş yaşanmamıştır. Demokratik ülkeler dünya sistemi içinde bir "barış bölgesi" oluşturmuşlardır. Son iki yüz yıllık savaşların tümü otoriter ve totaliter rejimlerin doğurduğu savaşlardır. Bu rejimler ya birbirleriyle ya da demokratik rejimlerle savaşmışlardır. Açık toplum temeli üzerinde, barış bölgesinin yaygınlaşması bütün insanlık için barış ve diyalog ümidinin yaygınlaşması anlamına gelir. Başka bir deyişle yeryüzünde yaşamakta olan insanlık ancak açık toplumlar sayesinde diktatörlerin çizmeleri altından kurtulabilir ve dünya barışına kavuşabilir. George Soros'un, açık toplumu, ideal bir dünya yönetim modeli olarak görmesinin nedeni budur.​
İnsan siyasî bir varlık olduğu gibi aynı zamanda ahlâkî bir varlıktır da. Ahlâkî varlığımız, kendimize karşı sorumlu olduğumuz gibi her birimizin "insanlığa" karşı da sorumlu olmamızı gerektirir. Kendimiz dışında sorumlu olduğumuz yegâne varlık "insanlık"tır. Aile ve toplumumuza karşı olan sorumluluklarımız insanlık yüce değerine karşı olan sorumluluğumuz istikâmetinde anlam kazanır. Bir eser meydana getirirken, bir ürün verirken bunun bir bizimle ilgili olan boyutu vardır; bir de insanlıkla ilgili boyutu. Ürettiğimiz şeylerin maddî veya manevî karşılığını alırken, bunu aynı zamanda insanlığın ortak birikimine de kazandırmaktayız. Edebiyat, kültür, sanat, teknoloji veya tıp alanında bir teknik geliştirdiğimizde, bir buluş yaptığımızda maddî ve manevî haz alırız. Ancak bunların sağladığı esas değer insanlık içindir. İyi şeyler yaptığımızda aynı zamanda insanlık için de iyi şeyler yapmış oluruz; kötü şeyler yaptığımızda da bunun insanlığa olan bir maliyeti vardır. Bu açıdan bakıldığında kapalı toplumların ve rejimlerin insanlık için büyük bir maliyet yarattığını ve büyük bir tehlike arz ettiğini görürüz. Açık toplum kendisiyle ve çevresiyle uyumlu insanların yetişmesine imkân sağlar. Bu tür bireylerin insanlığa katkı sağlayan eserlere imza atmaları daha fazla mümkündür. O bakımdan insanlığa ancak açık toplumlarla hizmet sunulabilir. Kapalı toplumlar, kendi insanlarına olduğu gibi tüm insanlığa sonuçta zarar verirler.​
Buluşları ve icatları dâhiler yapar. Fizik, kimya, matematik dehaların işidir. Ancak kültür, sanat, edebiyat, siyaset ve felsefe toplumların işidir. Bu değerleri toplumun ortak bilinci ve gelişmişlik seviyesi meydana getirir. Kapalı toplumlar bu tür değerlerin üzerini örterler. Bunların ortaya çıkması, gelişmesi, farklılaşması, zenginleşmesi ancak sınırsız özgürlüklere açılan toplumlarda mümkündür. Yasaklarla dolu toplumlar, aslında toplumun ortak bilincini, yaratma kapasitesini ve üretkenliğini köreltir. Bu tür toplumların insanlığa bir katkısı yoktur. Bu bakımdan bu tür toplumları "insanlık" yüce değeri adına, deyim yerindeyse aşmak da insanlık aleminin ortak görevidir.​
Hayek, Kölelik Yoltıfgev. T. Feyzioğlu), Ankara, Liberte Yayınları, 1995.​
Jarvie - S. Pralong (eds), Popper's Open Society After Fifty Years: The Continuing Relevance of Kari Popper, London and New York: Routledge, 1999.​
J. W, Mirphy - D. L. Peck (eds), Open Institutions: The Hope for Democracy, Westport, Praeger, 1993.​
K. R. Popper, Açık Toplum ve Düşmanları (çev. M. Tuncay), İstanbul, Remzi, 1989.​
Soros, Open Society: Reforming Global Capitalism, London: Little, Brown and Company, 2000.​
A. Yayla, Liberalizm, Ankara; Liberte Yayınları, 2000.​
Ayrıca bkz., BARIŞ, BERGSON, BİREYCİLİK, LİBERALİZM, ÖZGÜRLÜK, POLİTİKA FELSEFESİ, POPPER.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst