Roland Barthes, gerek yirminci yüzyılda geliştirilmiş bilimler olan göstergebilim, psikanaliz alanlarında olsun, gerekse roman, tiyatro kuramı gibi daha edebiyata yakın alanlarda olsun, yadırgatıcı ama verimli kuramlar üretmiş çağdaş Fransız denemecidir. Tek bir kanıda demirlemediği, Montaigne gibi varlığı değil de geçişleri yakalamaya uğraştığı için deneme gerçeği, onun yazış biçimine tam uymaktadır. Bu gerçek sürekli değişen bir yapıya sahiptir; o, bu yüzden de dogmatik kişileri yıldırmıştır. Söz gelişi Fransa'da önceleri Brecht tiyatrosunu savunmuş, bu sıralarda Marksist sanılarak sosyalist düşünürlerin ilgisini çekmiş, ama ona bu açıdan hayran olanları, yeni roman akımını gündeme getirmek suretiyle kendisinden soğutmaktan çekinmemiştir. Birkaç yıl sonra ödün vermez bir yapısalcı yaklaşımla moda üzerine incelemelere kendini vermiş, oysa yine bir süre sonra bu tutumdan ayrılarak zevki, aşkı konu edinmiş ve yine ilk tarzının müritlerini hayal kırıklıklarına uğratmış, bu yüzden de genel olarak çelişkili bir yazar olarak değerlendirilmiştir.​
Aslında bu özelliği onu yirminci yüzyıl yazarı yapmaya yeter. Sürekli çalkantıların, beklenmedik çıkışların kaynaştığı bu yüzyıl, düşünürleri, çatışmalara, değişimlere götürmüştür. Kendisi Metnin Zevki adlı araştırmasında bu konuda şöyle yazar: "Öyle bir birey hayal edelim ki, içindeki sınırlamaları, sınıfları, dışlamaları yürürlükten kaldırmış olsun. ... bunu da bir birleştirme kaygısıyla değil de, mantık çelişkisi denilen şu eski hayaletten kurtulma amacıyla gerçekleştirmiş olsun; uzlaşılmaz zannedilen dilleri birbirine karıştırsın, sadık değilsin, mantıklı değilsin diye kendine yöneltilebilecek bütün suçlamalara sessizce katlansın, Sokra tik alayın onu kendi kendisiyle çelişkiye düşürerek çürütmesi karşısında duyarsız kalsın, hukuk teröründen de uzak dursun (birlik psikolojisine dayanan bir yığın ceza kanıtı vardır)! Toplumumuz böyle birini iğrenç bulurdu: Mahkemeler, okul, tımarhaneler, konuşma adabı onu dışlardı. Utanmadan arlanmadan çelişkiye kim tahammül edebilir? Oysa böyle kahramanlığa ters düşen bir kişi vardır: O da metni zevk alarak okuyandır. O zaman o eski Tevrat efsanesi tersine döner, dillerin karıştırılması artık bir ceza değildir, özne kendi içinde birçok dilin bir arada bulunmasıyla keyif duyar, içindeki diller yanyana çalışmaktadır, zevk metni, mutlu bir Babil'dir."​
1973 tarihini taşıyan bu metinde Barthes'ın genel tutumu, kendisine özgü bir dille açıkça sergileniyor. Barthes bir kahraman olmak istemez. Öncü bir tavırla ortaya çıkıp dünyayı, toplumu, bireyi kurtarmak değildir dileği. Dilini sorgulamak, bunu yaparken de insanın içinde birden fazla dil bulup, bu çoğulluğu vurgulamaktır. Kimilerine ağır, acı, aşılmaz gelebilecek böyle bir tutumu da neredeyse güle oynaya, eğlenerek, keyfine vararak gerçekleştirmesi, onun yazar olarak mutluluğudur.​
Hayatı ve Eserleri​
Roland Barthes, 1915'te Cherbourg'de ertesi yıl kaybedeceği deniz teğmeni bir babayla bir ev kadınının oğlu olarak dünyaya gelmişti. Teyzesinden piyano öğrenip, babaannesinin şehri Bayonne'da değişik okullara giden Barthes, 1924 yılında Paris'e taşınarak, Montaigne ve Louis-le-Grand liselerinde öğrenim görür. İlk metni, liseden mezun olduğu 1933 yazında, Platon'un Kriton'u üzerine kaleme aldığı küçük bir incelemedir. Vereme yakalanması, sol akciğerinin alınması, Pirenelerde sanatoryumda kalması, hem uzun uzun yalnız kalıp kendini okumaya vererek, o zamanki edebiyat çevrelerine hemen atılmamasını, hem de askerlikten muaf tutulmasını sağlar.​
1939 yılında Biarritz, sonra da Voltaire ve Buffon liselerinde geçici olarak çalışması, hastalığını nüksettirir. İkinci Dünya savaşı sırasında üç kere yeniden sanatoryumlara dönmek zorunda kalan Barthes, iyileştikten sonra, sırasıyla kütüphaneci yardımcılığı, Bükreş Fransız Enstitüsü okutmanlığı görevlerinde bulunur, Mısır İskenderiye Üniversitesi ve Sorbonne Üniversitesi'nde hocalık yapar. Bütün bu görevlerin ardından da CNRS'te (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) stajyerliğe başlar. Barthes'ın ününü sağlayan ilk metni olan Yazının Sıfır Derecesi'ni yayınlaması da bu sıralara rastlar, eser 1953'te yayınlanır. Ertesi yıl romantik dönemin Fransız tarihçisi Michelet üzerine araştırması çıkan Barthes'ın Arche yayınevinde edebiyat danışmanlığı yaptığı sırada, Albert Camus'nün Veba romanına yönelik eleştirileri, şiddetli tartışmaların doğuşuna neden olmuştur. 1960-1962 arası Fransa'nın önemli bir Yüksek Okulunda (Ecole Pratique des Hautes Etudes) başkanlığa atandı. Burada çıkardığı İletişim dergisindeki göstergebilim makaleleri Göstergebilim Öğeleri adı altında, 1965'te yayınlandı. Bu arada 1963'te Racine Üzerine'yi, 1964'te Eleştiri Denemelerîni ve Eyfel Kulesi adlı yazısını gün ışığına çıkardı. Fransız yazarı Racine üzerine incelemesi kimi tutucu çevrelerin şimşeğini üzerine çekince, 1966'da Eleştiri ve Hakikat adlı yanıtıyla sessiz kalmamayı tercih etti.​
Ertesi yılkı Moda sistemi'nde doğrudan doğruya yapısalcı ilkeleri savunan Barthes, bu akımın verip verebileceğinin doruğuna ulaşmasını sağlamıştır. Bir yıl sonraki Balzac incelemesi Sarrazine’de yapısalcılığın dışında kalan birtakım kavramlar da geliştiren Barthes, Japonya'ya yaptığı üç yolculuğun izlenimlerini Göstergeler İmparatorluğı/'nda, edebiyat incelemelerinin devamını Sade Foruier Loyola’yada ortaya koyar. Onun 1973'te yayınlanan Metnin zevki ile estetik bir alana yöneldiği görülür. 1976'da Fransa'nın en önemli eğitim kurumu olan College de France'a atanan Barthes'ın yönetiminde, burada Edebiyat göstergebilimi adlı bir kürsü kuruldu. Bu ünlü kuruma kabul edilirken yaptığı konuşma ayrıca yayınlanmıştır. Bir Aşk Söyleminden Parçalar adlı metni, 1977'de yeni bir dönemin başlangıcı olan Barthes, ne yazık ki bir trafik kazası sonucunda, okula gelirken kendisine çarpan bir süt arabasının darbesiyle ölür. Ölümünden sonra fotoğraf ve ses üzerine bir iki çalışması daha gün ışığına çıkarılmıştır: Ses Taneciği ve Aydınlık Oda. Bu iki denemede de o zamana kadar çok geliştirmediği bir alanda, "belleğimizin" geçmişi ve şimdiyi yoğurma özelliğinde odaklaşarak yeni bir inceleme alanına yöneldiği görülür.​
Görüşleri
Barthes'ın, önce Fransız bilim felsefecisi Bachelard doğrultusunda olduğunu varsaydığı Michelet incelemesine bir göz atalım. İncelemenin konusu ondokuzuncu yüzyılın romantik tarihçisi Michelet'dir. Tarihçinin temalarından yola çıkarak onun yazdıklarında bir birlik bulmaya çabalayan Barthes, böyle bir kesin birliğin tam gerçekleşemeyeceğinin de bilincindedir. Barthes, Marx'tan yola çıkarak Michelet'nin sınıf özelliklerini, küçük burjuva varlığının birtakım davranışlarını nasıl belirlediğini, tutumunun on dokuzuncu yüzyıldaki aynı sınıftan kişilerinkine hangi açılardan benzediğini belirlemeye çalışırken, o zamanki Fransız edebiyat eleştirisinde artık orta mali olmuş tematik araştırma özelliklerinden sıyrılmaya da başlamıştır. Freud'tan alıntılarla Michelet'nin takıntılarını bulma çabası da bu araştırmayı zenginleştirir.​
Bu arada yazı tarzı açısından, Barthes bir yandan Michelet'nin metnini parçalayarak onun değişik yerlerinden beklenmedik bölümlerinden yola çıkmakta, öte yandan bu yapıtı belirleyebilecek genel bir havayı bulmaya, irdelemeye çabalamaktadır. Bu genel hava, dönemi de belirleyecek şekilde, Michelet'nin yazdıklarının öncesinde de bulunabilecek, bütün yapıta dağılmış bir özellik taşımakta mıdır? Yoksa ancak Michelet'yi okurken karşılaştığımız bir lehçenin tadına vararak mı onu okumalıyız?​
Barthes'ın araştırması, sonuçta ortaya birçok Michelet çıkarır. Yüzen Michelet, Avcı Michelet, yürüyen Michelet, tarih hastası Michelet gibi alaycı küçük başlıklarla Michelet'nin çelişkilerini teker teker gözler önüne serer. Yürüyen Michelet şöyledir, örneğin: "Michelet nasıl tarih yer? Ot yer gibi yer, yani aynı zamanda tarihi kateder aynı zamanda da yutar. Bu çift işlemi en iyi gösteren vücut hareketi yürümektir; ayrıca unutmamak gerekir, romantik yolculuk çağdaş yolculuktan çok daha başka açıdan etkileyicidir; bir yolculuğa ancak gözlerimizle katılırız; atılışımızın hızı gördüğümüz her şeyi uzak ve kıpırdamayan bir duvarmış gibi gösterir; romantik yolculuğun fizyolojisi bunun tam tersidir; onda manzara yavaş yavaş zorlayarak fethedilir; manzara çevreler, kuşatır, tehdit eder, orda kendinize bir yer açmak zorundasınız, bu sadece gözlerle değil aynı zamanda kaslarla sabrederek olur; buradan da ortaya birçok güzellikler dehşetengizlikler çıkar, bugün bunlar bize aşırı gelir: Bu yolculuk insanın bütün vücudunun kendisini verdiği iki hareket tanır: Ya yol almanın verdiği rahatsızlık ya da panoramanın insana verdiği rahatlık."​
İşte alttan alta bu soruların da sorulduğu Michelet incelemesi, Roland Barthes'ı bir tavır almaya iter; o, bundan sonra bir yandan en nefret ettiği bir sınıfın, Fransız küçüklü büyüklü burjuvazisinin kendini aldatmak için kullandığı efsaneleri acımasızca çözümlemeye, öte yandan da en sevdiği Fransız yazarlarını Racine, Proust, Mallarme'yi incelemeye, bu yazarlarda hangi açılardan değişik bir dil kullanımı olduğunu araştırmaya yönelir. Zira, ona göre, bunların Michelet ile ortak bir özelliği vardır. Roland Barthes'a göre Michelet "imkânsız bir sözü" dile getirmeye çalışmış ve belki de çağdaş yazarların arasına bu "mutsuz bilinciyle" ilk olarak o katılmıştır.​
İşte bu aşamada Roland Barthes, o zamanki Fransa'da aynı çabalarda olan başka düşünürlere yönelir, çalışmalarında temel olarak iki önemli kavramı (1) yapı, (2) yazı kavramlarını merkeze alır. Bunlardan birincisi, bizi Levi-Strauss'a, yani Saussure'ün dil anlayışından hareketle toplumun genel özelliklerini dil yapısıyla birlikte incelemeye, ikincisi ise Fransız edebiyatçısı Blanchot'ya götürür.​
Michelet incelemesinden bir yıl önce yayınlanan, ama aynı anda "yazılmış olan" Yazının Sıfır Derecesi aynı konuyu bu kez bir yazarın değil bütün bir tarih döneminin, en altı çizilmesi gereken özelliği olarak almakta ve bu yazı bilincinin edebiyattaki yansımalarını tartışmaktadır.​
Roland Barthes, bu kitabında yazı gerçeğine dil ve sözden ayrı bir yer vermekte, onu kendi kapalılığında ele almak istemektedir. "Sıfır derece" dilbilimde kullanılan bir kavramdır. Söz gelişi Türkçe'de, Hint Avrupa dillerinde kullanılan sözcüklerin önüne gelerek onların belirlilik belirsizlik özelliklerini sergileyen bir article (belirtici harfi tarif) yoktur. Biz "kapı" derken bu belirliliği düşünür ve "bir kapı" derken belirsizliğe geçeriz. Oysa, Fransızca'nın da ait olduğu dil gruplarında kapı sözcüğünün başına belirliliği gösteren bir belirtici gelmesi gerekir. (Fransızca'da le veya la, İngilizcede the, Portekizcede o a gibi) Buradan yola çıkarak, Türkçede bu açıdan kapı sözcüğü belirlilik açısından sıfır derecesini gösteriyor diyebiliriz: Ek almama durumu kendiliğinden belirleyicilik taşımaktadır.​
İşte bu düşünce doğrultusunda yazıyı da herhangi başka bir gösterge sistemine aktarmadan kendi içerisinde, çekilmemiş olarak ele alabilir miyiz? Barthes'a göre 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Batı ülkelerindeki kapitalist gelişme bunu sağlamış, klâsik ve romantik burjuva dönemlerinden sonra söze gelemeyecek bir yalnızlığı, parçalanmayı anlatan yazarlar ortaya çıkmıştır. Michelet bunları sadece müjdelemiştir! 19. yüzyılın ikinci yarısında şiirde Mallarme, düzyazıda Flaubert bu dönüşümün habercileridir. Onlar bu yazı bilinciyle yeni bir edebiyat tarzı geliştirmişlerdir; işte bu yazıya dökmenin bütün ayrıntıları yirminci yüzyılda Blanchot, Proust, Celine, Char gibi yazarlarda sürmektedir. Barthes için bu gözlem hem tarihsel açıdan hem de edebiyat pratiği olarak önemlidir; çünkü tarihsel olarak bu dönemin sancılarını yaşamaktayız. Dil bir tür doğallık taşıyabilir, ama yazı her zaman her yerde tarihin kırıldığı bir alandadır. Yazıya Blanchot gibi metafizik ya da Derrida gibi Batı "metafiziğinin dönüşüm anı" gibi anlamlar yüklemeyen Barthes tarih, devrim gibi düşünceleri de unutmuş değildir. Kitabını şöyle bitirir: "Şu an günümüz yazısında hep ikili bir varsayım vardır. Bir yandan bir kopma öte yandan yepyeni bir şeyin gündeme gelmesi. Bu her türlü devrimci durumun çizgisidir. Devrim kendini, ele geçirmek istediğini yok ettiğinde, bulmak zorundadır. Bu da ortaya bir ikilik çıkartır. Çağdaş sanat kadar çağdaş edebiyat yazısı da aynı zamanda tarihin yabancılaşmasını ve tarih düşünü taşır. ... Yazıların çoğalması yeni bir edebiyat çıkartır ortaya; bu edebiyat, dilini sadece bir tasarı olarak yaratmaktadır: Edebiyat dilin bir ütopyasına dönüşmektedir."​
Kendisine ait birtakım ana kavramlar oluşturan ve artık kendisine somut bir hedef seçen Barthes, bundan sonra içinde yaşadığı toplumun inançlarını incelediği yazıdan çok, dile yakın bir takım ideolojilere yönelir. İşte bundan dolayıdır ki Mitoloji kitabında ele aldığı mitler Marx'taki ideoloji kavramına yakındır. Gerek Marx'a, gerek Roland Barthes'a göre, ideoloji gerçekten bir cemaatin kendini aldatmak için başvurduğu görünüşte tutarlı, çözümlemelere uğratılınca uyduruk özellikleri ortaya çıkan isteklerden oluşur. Barthes kitabına Baudelaire'den bir alıntıyla başlar: "Hayatın büyük anlarında jestlerin abartılı hakikatleri." Ancak Harcourt stüdyoları tarafından fotoğrafı çekilince oyuncu sayılan kişilerden, tatilini geçiren yazar imajına kadar, araya sabun detegan reklamlarını da katarak küçük burjuva sınıfının kendini aldatma ilkelerini açığa çıkarmaya çalışan Barthes, genel bir formül bulmuştur. Küçük burjuva sınıfı, "tarihi" bilmezlikten gelmekte, kendi özelliklerini ve değerlerini "her zaman aynı kalacak özler" olarak görmektedir. Hiç kuşkusuz bu bir yanılgıdır; daha da önemlisi bu efsaneleri doğruymuş gibi dayatarak sınıf özelliklerinin sürdürülmesini sağlamaya çalışmakta, kendini "ebedî"yen var olacak bir insanlık örneği kalıntısı gibi sergilemektedir. "Efsane, söz konusu ettiği nesneyi tarihten yoksun kılar" cümlesi bu tutumu açıklamaktadır.​
Bir yandan bir etik geliştirerek bu duruma karşı çıkan, küçük burjuva yanılsamalarının amansız takipçisi olmayı benimseyen Barthes, öte yandan da Saussure'den yola çıkarak geliştirilecek bir "göstergebilimin" bu tür aldatmacaların bilimini yapmamızı sağlayacağına inanmaktadır. Bu yüzden Saussure'ün düşüncesinde bir değişiklik yapmayı da önerir: Saussure, ileride serpilecek bir bilim olan "göstergebilim"in, dilbilime örnek oluşturacağını düşünmüş ve bu örnekten sonra dilbilimin daha da ilerleyeceğini öne sürmüştü. Roland Barthes'a göre bunun tam tersi geçerlidir. Dilbilim yapıyı inceleyen bütün bilimlere ömek olmalı, dilbilimde geçerliliği kanıtlanan ilkeler göstergebilime de uygulanmalıdır. (Sonradan Jakobson tekrar Saussure'ün önerisine dönecektir ama bu tavır Barthes'ın yapıları dil biçiminde ele alma ve bu doğrultuda çözümleme çabasını engellemeyecektir.) 1958 yılında ARCHE dergisinin bir anketine verdiği yanıtta, bu etik tutumunu şöyle belirler: "Uzun zamandan beri bilindiği gibi, sağ ve sol karışık kavramlardır. Taktik nedenlerden yerlerini bile değiştirmeye zorlanabilirler.... İdeoloji, politik saptamalarının bilinçdışı kaldığı bir genel dünya görüşüdür. Sağcı ideolojinin belirli bir takım inançları vardır: Tarihin inkâr edilmesi, değişmeyen bir insan doğasına inanılması, gücün geçerli bir değer olarak benimsenmesi, entelektüelliğe karşı olmak gibi.."​
Bu yıllarda Barthes, sinemaya ve Brecht'in yabancılaştırma kuramına yönelir. Bu alanlara dair çalışmalarında "doğa" kavramına bir saldırı başlatan Barthes, tarihin inkârını ilke edinen küçük burjuvaya karşı, göstergebilim çözümlemeleri sonucu, bu tarihi hep ortaya çıkartacak ve böylece efsanelerin iç yüzünü gösterecektir. Yapısalcı çalışmalarında doğaya hayranlığını hep gündeme getiren Levi-Strauss'un tersine, Barthes dilin doğal olmadığını savunacaktır. Fransız klâsik düşüncesi de bir "doğa" tutkunudur. Büyük yazarların "doğa ürünü" olduğuna inanır. İşte Roland Barthes bu yüzden altmışlarda Fransız edebiyatına da bu tür bir efsaneleri bozma (de-mitolojizasyon) uygulaması yapma zamanının geldiğine inanır. Racine'i örnek alır ve Racine Üzerine adlı göstergebilime dayalı incelemesini 1963'te yayınlar. Fransız üniversitelerinde egemen olan "psikolojik" yaklaşım bu çözümleme sırasında kıyasıya eleştirilir. Barthes artık, Freud'un kavramlarını da göstergebilime getirmiştir. O sıralarda Lacan "gösterenin" sadece dilbilim açısından değil, aynı zamanda "başkasıyla" ilişkileri sırasında çocuğun gelişmesini belirleyen bir etmen olarak maddî varlığını da ele alıyordu. Barthes da , Racine'in kahramanlarını bir takım temel ilişkiler açısından irdeler. Kendisini eleştirecek olanları da önceden sezip, "üniversitenin kendisinin de psikanalizden geçmesi" gerektiğini yazar.​
Picard adlı bir üniversite hocasının kendisine hücum etmesi sonucu, Barthes tavırlarını daha da kesinlikle saptayacak, Fransız toplumu, burjuvazi, yanılsama konularına açıklık getirecek, bu kavramları da durmadan yenileyecektir. Eleştirel Denemeler'de bu açıdan kendini savunurken, Göstergebilim Ögeleri'nde de bilimsel açıdan öneriler geliştirecek, özetler verecek, Saussure sisteminin bağlı olduğu ikilikleri (dil/sözgösteren-gösterilen, düzanlam-yananlam), karşı olduğu sistemin tek yanlılığını eleştirmek amacıyla daha da açacaktır. İkilik, farkı ve tek yanlılıktan uzaklaşmayı getirerek sistemleri karmaşıklaştırmaktadır.​
Eleştiri ve Hakikat adlı eserinde, Barthes Picard'a yanıtlamayı sürdürürken, Moda Sistemi'nde ise, Batı uygarlığındaki sürekli değişir gibi görünen giyim modalarının gizli dilini ortaya dökme çabasını, dilbilim, göstergebilim, antropoloji ve psikanalizi üst üste biribirine ekleyerek çözümlemeye kalkışır. Giysiler birer gösteren, onların gönderme yaptığı karmaşık anlamlar, birer gösterilendir. İnsan, giysi yoluyla da dilin yerine bedenini kullanmakta, başkalarına birer "mesaj" ileterek kendini farklı kılmaya çalışmakta, bunu yaparken yabancılaşmadan hava atmaya kadar bütün sosyolojik aşamalardan da geçmektedir. "Modanın kadını, okuyucusunun aynı zamanda olduğu aynı zamanda da olmak istediği, düşlediği kadındır." Bu moda kadının bir özelliği de "hiçbir düzeyde kötülüğü tanımamasıdır." Ayrıca moda, yirminci yüzyılda, gitgide yazılı bir basın geliştirerek, bir tür özerklik kazanmıştır. Bu özerklik, Barthes'a göre, modanın gitgide bir "anlatı"ya dönüşmesini, anlatı verilerinin doğrultusunda kendini ortaya koymasını sağlamıştır.​
Görece olarak sade, hatta kaba bir sistem olan modadan sonra Barthes, artık anlatının karmaşıklığına yönelir. Dilbilimde en çok "cümle" incelenebilir. Birtakım cümlelerin yan yana gelmesi sonucu "söylem", "anlatı", "tarihsel saptama" ve "ideoloji" gibi değişik birimler nasıl oluşmaktadır? Bu oluşumlar sırasında dillerde ayrışmalar gözlemlenebilir mi? Bu ayrışımlar nasıl bir değerlendirme içerisinde ele alınmalıdır?​
Bu sorulara yanıt bulabilmek için Barthes, yine en önemli mesleğe, yazarlığa dönecektir. Ona göre, yazma eylemi iki türlü gerçekleşir: "Yazanlık" ve "yazarlık". Yazanlar dili sorgulamadan, kendilerine doğru diye belletilenleri yineleyerek, pek derinleşmeden yazar. Oysa yazar için yazmak, konuşmak, yaşamak, başlı başma birer sorundur. Bunların nedenini niçinini araştırır ve bu araştırmasını, ancak dilde gerçekleştirilen bir çaba sonucu, başkalarına sunar. Yazmak öyle bir etkinliktir ki, Kafka örneğinde görüldüğü gibi, yazarın gitgide dil içerisinde bir yolculuğa çıkmasını, başkalarından farklı bir dil uygulamasını, kendine ilke edinmesini ve her türlü yabancılaşma pahasına bu yazma serüvenini sonuna kadar götürmesini gerektirir.​
Fransız edebiyatında bu iki tür yazı tarzı arasında kalan, önceleri sadece "yazan" biri olarak edebiyata atılıp gitgide yazarlığın çekiciliği sonucu değişim geçirerek büyük bir yazara dönüşen bir örnek vardır: Balzac. 1970 yılında Barthes, Balzac'a kendini adar ve o zamana kadar gerçekleştirdiği incelemelerin en derinini okuyuculara sunar. Balzac'ın Sarrasine adlı bir metninin satır satır çözümlenmesine başlayan Barthes, bu araştırmasında bir takım yenilikler getirmekte ve "yapısalcılık" akımının bazı kati ilkelerini de aşmayı denemektedir. Bu özellikleri şöyle özetleyebiliriz:​
(a) Metni, Roland Barthes artık kendi içine kapalı bir bütün olarak değil de, kendi deyimiyle "yıldızlı"olarak ele almaktadır. Yani metin "tüketilemez" boyutları olan, göndermeleri ve tarihsel boyutuyla sürekli patlamaya ve başka alanlara geçmeyi sağlayan bir açık yapıya bağlıdır.​
(b) Metin 500 okuma birimine bölünür (Leksi). Sadece metin değil, fakat kodlar da çoğuldur. Barthes 5 ayrı kod gündeme getirir.​
(1) Yoruma dayalı kod (hermeneutik);​
(2) anlama dayalı kod (semantik);
(3) sembolik kod (çokanlamlılığın ve tersine dönüşlerin kodu);​
(4) Önden seçimleri sağlayan kod (proairetik);
(5) Kültürel kod.​
Böylece birbirleri içine geçmiş birçok kodun düğümlenme noktalarının peşinden giden Barthes en sonunda anlamın toza dönüşmesinden, bulutlanmasından söz açar. Bir metinde önemli olan anlam değil, metinde birbirinden ayrı dil birimlerinin bir araya gelmesidir. Buradan Barthes, artık anlamın ağırlığını temel alamayan bir göstergebilim anlayışına yönelecektir.​
(a) Balzac'ın metninin konusu psikanalitik açıdan önemlidir. Bu küçük romanda Balzac hadım edilen bir sanatçıyı anlatmaktadır. "Hadım" kompleksi de psikanalizin her şeyden önce Lacan'm en önem verdiği kavramdır. Öznenin gelişimi sırasında cinselliğinin bir tehdit unsuruyla birlikte ele alınması gereklidir. Bu da cinselliğini sağlayan biyolojik organa sembolik bir anlam yüklemesi ve onu kaybedebileceği korkusunun onu yönetmeye başlamasıdır. Fransızca'da s harfi iki sesli harf arasında z okunur. Romanın kahramanının, adı Sarasine'dir. Ama bu s harfinin z'ye dönüşmesini Roland Barthes hadım kompleksi sembolü olarak alır. Bu yüzden bu Balzac incelemesinin adı S/Z'dir. Bu özellik gösterenlere özgü bir sembolizmin de belirtisidir.​
(b) O zamana kadar metalangaj, yani bir üstdil, dil üzerine bir dil kavramına inanmış olan Barthes artık bundan vazgeçmektedir. Dillerin çoğalması bir hiyerarşi değil, bir katmanlar çoğalmasıdır. Yazar silinmekte, neredeyse anonim bir varlığa bürünmektedir,​
(c) Böylece Roland Barthes Fransız edebiyatında Flaubert'le başlayan yazarın silinmesi, dilin dağıtılması, göndermelerin çoğalması, yananlamların düzanlamı görünmez kılması gibi birtakım özelliklerin, artık uluorta benimsenmesi, olgunlaşması sürecinin altını çizmiş olur.​
Edebiyat incelemesinden sonra Roland Barthes, bu sefer Japonya üzerine bir inceleme kaleme alır. Bu incelemede de etik bir amaç vardır: Japonların ve genel olarak da Doğuluların "göstergeleri" kullanmaktaki incelik ve ustalıkları. Sanki Barthes'ın düşlediği ideal bir gösterge kullanım tarzı vardır ve bu da Japonlar tarafından uygulanmamaktadır. Bu araştırmanın adı Göstergeler İmparator tuğu'dur. Japonya, herhangi bir Doğunun özünü değil, sadece göstergelerini yazarın önüne sermektedir. Barthes da bunları okumakla yetinmektedir. Bu okumada anlamın zorbalığı ön planda değildir. Hatta Roland Barthes ilginç bir benzetmeyle anlamın "rüşvetçiliği"nden söz açar. Ona göre, Japonların şiiri olan haiku anlaşılmayı değil, gösterilirken belirli bir keyfi gündeme getirmekte ve sadece böyle bir tüketimi beklemektedir. "Kavramak gereken hiçbir şey yoktur," bu incelemenin son sözüdür.​
Peki Batı edebiyatında anlamın değil de, böyle bir takıntının peşinde koşup onun tüketilmesine kendini adayan yazarlar yok mudur? Vardır. 1971 yılında Roland Barthes, Sade, Fourier, Loyola'yl yayınlar. Biri ahlakdışı, öbürü ütopyacı, sonuncusu da dinci olan bu yazarların ortak bir noktası vardır. Barthes bunu, "aynı sınıflandırma keyfi, aynı bölme tutkusu (biri İsa'nın, diğeri kurbanın, en sonuncusu insan ruhunun), aynı sıralama, rakamlar verme takıntısı, (günahları, işkenceleri, tutkuları, ve hatta sayma yanlışlarını bile rakamlara dökme) aynı hayal gücü anlayışı (taklit, tablo, seans), aynı tarzda toplumsal erotik, fantasmatik dikiş arzusu" diyerek, açıklar.​
Bu yazarlar, dili bir şeyleri iletmek için, değil başka amaçlarla kullanmaktadır. Yazarların işlemleri birbirlerine benzemektedir. Onlar, ilk önce kendilerini toplumdan soyutlamışlar, sonra bölmeler ve eklemelerle uğraşmışlar (söz gelişi, Fourier 1620 sabit tutku saymıştır), en sonunda da bir düzen yaratarak, bunu üst düzeyde bir başka düzene bağlamışlardır. Loyola'da kapanmayı sağlayan yönetici, Sade'da bir baştan çıkarıcı, Fourier'de bir patron vardır. Bu yazarlar, dolayısıyla bir tür sunî dilin kurucularıdır.​
Doğal dilden uzaklaşmışlar, ama uzaklaşırken, bu ikinci dili birincisine eklemlemeye çalışmışlardır. Barthes onları incelerken kendi çelişkisini de aşmaya çalışır. Bilim olması için incelemelerimizde "doğa" kavramından o kadar kolay vazgeçemeyiz. kadar kolay vazgeçemeyiz. Sunî bir dil nedir? Dillerin birbirlerine eklemlenmesi nasıl olmalıdır?​
20. yüzyılda ortaya çıkan diğer akımları da dışlamadığını söyleyen Barthes, artık sadece yapısalcı olarak anılmak istememektedir. Tutarlı bir göstergebilimin kurulmasına katkılarını sürdürürken, bir yandan da 1972'de, Yeni Eleştiri Denemeleri'nde Flaubert'den Jules Veme'e kadar, sekiz değişik yazarı ve konuyu inceler. Bazen sadece küçük bir ayrıntıdan, bazen bir iki genel yazı ilkesinden yola çıkarak saptamalarda bulunmakta, sadece bilimsel bir amaç gütmemektedir. Sadece zevk peşinde koşmakla suçlandığı bir sırada, inadına Metnin Verdiği Zevk adlı çalışmasını yayınlar. 20. yüzyılda "dekadan" olmakla suçlanan Mallarme'nin "dişim ağrıyor dekadanlıktan" diye şiirler yazması gibi, şimdi de yine psikanalitik bir bakış açısıyla zevk almanın yok sayılmaması için uğraş vermekte, Batının ağırbaşlı ciddî havasını eleştirmektedir. "Sosyo-ideolojik çözümlemeler edebiyatın hayal kırıklığıyla ilişkisinin üzerinde durur. ... Bu tutum anlam aramalarından kaynaklanır" ama unuttukları şudur: Yazının bir de tersi vardır: "Keyif".​
İki yıl sonra Barthes kendisi üzerine bir kitap yayınlar. "Seuil (Eşik) yayınlarının" edebiyat dizisinde, ölmüş yazarlar üzerine yapılan incelemelerin gündeme getirildiği bir seri vardı. Bir iki kuraldışı durum dışında (Andre Malraux, Martin Heidegger, Julien Green) ölmüş yazarları, bir uzman irdelerdi. Bu koleksiyonda şimdi Barthes, kendi adına yazarlık serüvenini anlatmaya başlamıştır. Ne varoluşçuluğu, ne Bachelard tarzı bilimsellik arayışını, ne yapısalcılığı, ne de bir tür fenomenolojiyi dışlamaktadır. Bütün bu değişik bakış açıları, onun kendisinin başvurduğu yöntem düzeyinde ele aldığı düşüncelerdir.​
Roland Barthes, artık sistemli araştırmalardan uzaklaşmış, gitgide parça halinde, konusunu dağıtarak yazmaya başlamıştır. Bu dönemin en önemli denemesi Bir Aşk Söyleminden Parçalar olacaktır. Gerek bu metninde gerek de ölümünden sonra fotoğraf üzerine yayınlanacak ve daha çok bellek sorunlarıyla uğraşacak son metinlerinde, ele aldığı konuyu bir yandan "tükenmez" boyutuyla, öte yandan üzerine söylenenlerin kısıtladığı alıntılarla veren Barthes, belki de hedeflediğine kavuşmuştur. Bu metinlerin kimin tarafından yazıldığı önemli değildir. Sanki gaipten gelen bir ses, onlarla birlikte kendini bize yazdırmaktadır. Barthes'ın görevi bu bilgi dağarcığını havalı, sürekli, keyifli kılmaktır.​
Barthes üzerine genel bir yargı vermek gerekirse, Fransız romancısı Michel Butor'un bir sözünü anımsayabiliriz. Butor, Barthes'ın en çok Montaigne'e benzediğini belirtmiştir. Gerçekten de deneme aracılığıyla kendini bir yandan gizleyen, bir yandan gerçekleştiren, çelişkilerin odağına yerleşen bu yazar Rönesanstan bu yana Avrupa kültüründeki en önemli bir çabayı, benlik çabasını bilgece çözümlemektedir. Barthes'da tıpkı Montaigne'de olduğu gibi, ne Descartes'ın sürekli düşünerek kendini belirleyen benliği, ne Pascal'ın uçurumlardaki günah tadını almış sorunlu benliği söz konusudur. Kül yutmaz ama yaralı, bilge ama keyfinin peşinde doruklara çıkan, hatta kendinden geçen bir benliktir, bu. Bir başka Fransız yazarı Philippe Sollers -Barthes'ın bu yazar üzerine Yazar Sollers adlı bir incelemesi vardır-Barthes'ı "Fransız eğitiminin en çekilmez yönü olan kendini Üstben olarak benimsettirme dayatmasından" uzaklaşan bir düşünür olarak över. Ona göre Barthes, "ayırım (sekans)-yazıyı, esnek montajı, akışkan düzyazı parçasını, müzikal sınıflandırmayı, ayrıntının titreşimli ütopyasını" bulmuştur. İç Başkaldırı adlı araştırmasında bir dil yapıcısı olarak Barthes'a uzun bir yer ayıran Juha Kristeva ise, Bir Aşk Söyleminden Parçalar'da Barthes'ın "ister yaralasın isterse beni mutlu etsin, aşkta beni çeken şey, aşkın beni kendimden geçirmesidir" sözünün üzerinde durarak, onun Descartesçı kendinden emin benliği parçalamak suretiyle, kitabın sonunda yer alan "kavramama isteği"ne yönelişini Batının kati akılcılığından uzaklaşıp tutkuları benimsediği bir süreç olarak değerlendirir. Barthes aşığı suçluluk duygusundan arındırmak istemektedir.​
Bu değişiklikler Barthes'ın yazı tarzına da yansımıştır. Japon şiirinde Hai-ku denilen kısa şiirleri de, özdeyişleri, parça parça yazmayı gitgide benimseyen Barthes, bir takım noktalama işaretlerini de çoğaltmıştır. İki nokta, çizgi, parantez, yan çizgi (/(.-) onun yazısında gitgide çoğalmıştır. Bu özelliklerin üzerinde duran Philippe Dulac kuramsal araştırmalarla, rahat etme , keyif alma peşinde koşan bir yazı türüne yönelmesinin Barthes'da bir ikilik, bir tedirginlik bir rahatsızlık yarattığını, bu ikiye bölünmenin oluşturduğu bir çelişkinin Barthes'a bir heyecan, bir canlılık, bir sürekli atılma duygusu verdiğini belirtir. 1987'de Küçük Olaylar adıyla yayınlanan, son zamanlarda tuttuğu bir tür günlükte de, bu ikiliği gözlemek mümkündür.​
Aslında bütün büyük yazarlarda olduğu gibi, Barthes'da da bu ikilik sonradan oluşmuş bir durum değildir. Yirminci yüzyılın Kafka, Proust, Joyce gibi yazarları nasıl iç çatışmalarını sanata dönüştürmeyi becerebildilerse, Barthes'da nesnellik ve öznellik arasında gidip gelişlerinin tutanağını tutmuş, bu ikiliği kendisinin ya da bu çelişkinin yok oluşu pahasına irdelemiştir.​
R. BARTHES, S/Z, Paris, Seuil, 1970; R. BarthesL'Empire des signes, Geneva, Skira, 1970; R. BARTHES, La Plaisirdu texte, Paris, Seuil. 1973; R. BARTHES, Yazı Nedir?(çev. E. Batur), İstanbul, 1987; R. BARTHES, Yazının Sıfır Derecesi(çev. T. Yücel), İstanbul, 1989; R. BARTHES. Göstergebilimsel Serüven (çev. M. S. Rıfat), 3. baskı, İstanbul, 1997; J. CULLER, Barthes. 1983; A. LAVERS, Roland Barthes: Structuralism and After, London, Methuen, 1982; M. RİFAT, 20. yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları, İstanbul, 1998.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca, bkz., BACHELARD, ÇAĞDAŞ FRANSIZ DÜŞÜNCESİ, EDEBİYAT VE FELSEFE, ELEŞTİRİ, MARX, SAUSSURE, YAPISALCILIK.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst