1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
Karl Barth, Protestan teolojisinde 18. yüzyılda başlayan ve Schleiermacher tarafından güçlendirilen liberal eğilimlere karşı, söz konusu eğilimlerin imanla aklı uzlaştırma teşebbüslerinden dolayı, olumsuz bir tavır takınmış ve bu durumun bir sonucu olarak da, doğal din anlayışının her türünü ve teolojiyi metafizikle temellendirme çabalarını mahkûm etmiş çağdaş Protestan teologudur. İmanın, akılla olmadığı gibi, kültürel ve politik konularla da bir ilintisi bulunmadığını, on dokuzuncu yüzyılda giderek yerleşen ilerleme inancının tam bir yanılsama olduğunu öne süren Barth Incil'e köklü ve temelli bir dönüşün savunuculuğunu yapar. O, İncil'in yeniden ve hakikî öğretimiyle canlandırılmasını talep ederken, liberalizm, laiklik, hümanizm, tarihselcilik, sosyalizm gibi modem düşünce ve hareketleri de Incil'den sapmalar olarak değerlendirir. Kilisenin görevini kurtarıcı bir Kelamın hizmetinde olmak, Tanrı ile yepyeni bir ilişkinin hâkim olup, adaletin hüküm süreceği bir insan topluluğunun yaratılması için çalışmak olarak tanımlayan Barth, kilisenin söz konusu aslî ve tarihsel görevine sadık kalabilmesinin ancak ve ancak onun iktidar hırsı ve arzusundan vazgeçmesiyle mümkün olduğunu öne sürer.​
Hayatı
1886'da İsviçre Basel'de doğan, 82 yıl sonra 1968'de yine aynı yerde ölen ve modem bir kilise babası olarak adlandırılan Karl Barth, Reformist Kilise'de bir papaz ve Basel'deki Evangelik Vaiz Okul'unda bir öğretmen olan Fritz Barth'ın ilk oğludur.​
Barth'ın düşünsel kaynaklarının İsviçre Reformasyon'unun Reformist ve Calvinist ekolleriyle çevrili olması son derece önemlidir. Barth'ın kardeşlerinden biri olan Peter, Calvin'in eserlerinin kritik edisyonunu yapan editörlerden biri idi. Barth, 18 yaşında Bern Üniversitesi'nde okumaya başlar. Babasının düşüncelerinden etkilenen Barth, liberal gelenekte etkili bir teolog olan Herman Lüdemann'ın yanında sistematik teoloji çalışır. Onun Bern'deki entelektüel yolculuğunda en önemli olay dördüncü sömestrde Kant'ın felsefesi ve Schleiermacher'in teolojisiyle karşılaşmasıdır. O dönemde varolan entelektüel liberalizm, o günlerde Yeni Kantçı teolojinin önemli isimlerinden olan Marburg'lu Wilhelm Hermann ile teolojik eğitimini sürdürme konusunda onu çok istekli hale getirir. Babası ise onun, daha çok, Berlin Üniversitesi ile anlaşmasını sağlayacak muhafazakâr teologlarla çalışmasını istiyordu. Bu girişim, sadece Barth'ın kendisini teolojik liberalizmin hakim ekolüne açmasının başlangıcını göstermesi açısından değil, fakat aynı zamanda onun bu ekolün 20. yüzyıldaki en etkileyici savunucusu olan meşhur kilise tarihçisi Adolf von Harnack ile yakın bir temasa geçmesi bakımından da önemlidir.​
Fakat daha sonra babasının isteği hatırına 1907 yazında Bern'e geri döner. 1907 güzünde ise ünlü İsviçreli muhafazakâr Yeni Ahit teologu Adolph Schlatter ile bir sömestr okumak üzere Tübingen'e kaydolur. Barth, Schlatter'den fazla etkilenmemişti; bundan dolayı o, zamanının çoğunu sistematik teoloji alanında Theodor Hâring ile geçirdi.​
Düşüncesinin Evreleri
Son derece velut olan Barth düşüncesinin başlıca iki dönemi vardır;​
(1) Diyalektik Teolojiye Geçiş (1909-1922): 1909-1911 yılları arasında İsviçre'nin Cenevre kentinde Reformist Kilise'de müptedi bir papaz olarak görev alan, 1911-1921 arasında ise İsviçre'deki bir köy kilisesinde, Safenwil'deki Reformist Kilise'de papaz olarak görev yapan Barth, daha sonra Hıristiyan Sosyalist olmuş ve 1915 yılında Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştır. Bu, o günlerde bir papaz için duyulmamış bir olaydır.​
İlk büyük eseri olan Der Römerbriefin 1921 yılında revizyonunu tamamladıktan sonra 1925'e kadar Göttingen Üniversitesi'nde Reformist Teoloji profesörlüğü görevini sürdürür. Barth'ın bu eserde İlahî olanla İnsanî olanın karşı karşıya gelişini "paradoks", "karar", ve "buhran" kavramlarıyla betimlemesi Kierkegaard'ı hatırlatır. Barth, diğer bir önemli eseri Commentary on Romans (1919) ile yeni bir teolojik bir çığır açar. Burada o, Tanrı'nın bizim bütün dinsel ve kültürel düşünüşümüze yabancı olduğunu savunarak insanmerkezcilik düşüncesini bir kenara bırakmak arzusu gösterir.​
Esas ilgisi Aziz Paul'un yorumlanması olan Barth, Luther ve Calvin'den de bazı ifadeler almıştır. "Diyalektik teoloji" ya da "bunalım" teolojisi dediğimiz evresinde Barth diyalektik yöntemin kaynaklarını Reformistlere ve Paul'e kadar izler. Barth'ın Kierkegaardçı ilkeyi kabulü, onun düşüncesinin güçlü diyalektik özelliğini anlamamıza yardım eder. Onun erken dönem düşüncesine baktığımızda bu düşüncenin daha az diyalektik olduğunu görürüz. Bu evrede, onun insan-Tanrı, dünya-ahiret, içkin-aşkın arasında süreklilik ve tutarlılık olduğu düşüncesi üzerinde vurgu yaptığı görülür. Diyalektik evrede ise Tanrı-insan ve zaman-sonsuzluk arasında "sonsuz nitelik ayırımı" yöntemine sahiptir. Bulunduğu noktadan bakıldığında, Barth liberal teolojinin "dinsel bireycilik"inde ve "tarihsel relativizm"inde bir çıkmaz görmüştü.​
Diyalektik yöntem bütün teolojilerin Tanrı ve insan arasındaki bir diyalojiyi betimlediklerini gösterir. Teoloji gerçek bir şekilde kavrandığında, görülecektir ki bu diyaloji devam etmek zorundadır. Tanrı-insan arasındaki diyalojide sorulan soruya verilen her cevap, yeniden soru halini alır. Soru ve cevap, söz ve sözün karşılığı arasındaki bu hareket, daima iki kişiliği, Tanrı ve insanı, gerektirir. Gerçekten de Barth için diyalektik düşüncenin ana kaynağı Tanrı-insan, Hz. İsa'dır. Çünkü bu ad hem Tanrı'yı hem insanı içerir; eğer diyalektik bir teolog isek, bunu sadece bir kelime olarak ele alamayız. Ve bu yöntem sayesinde birçok doğal paradoksun üstesinden gelebiliriz.​
Barth'ın teoloji dünyasındaki etkileri, Der Römerbrief in önemli ölçüde revize edilmiş ikinci baskısıyla birlikte 1921 itibariyle (ilk baskısı 1919) güçlü bir biçimde hissedilmeye başlanır. Burada oz "Protestan teoloji"nin, Hıristiyan vahyini insan önyargılarının modeline uydurma diye yorumladığı hâkim "öznelcilik" anlayışına şiddetle karşı çıkar. Gerçi Barth o zamandan sonra birçok düşüncesini değiştirmiş olsa da, onun tüm yazılarında tek bir endişe her daim sezilir: Teoloji, insan kültürünün yaratımı olan bir ideoloji olmaktan nasıl korunabilir? Bu, onun örneğin Adolf von Hamack tarafından ileri sürülen ve o zamanlar hayli revaçta olan liberal teoloji hakkındaki erken dönem eleştirilerinin de nedenidir. Barth bu noktada, "akla uygun" bir Hıristiyanlık oluşturma girişimlerinin aklî, etik ve soteryolojik (Hz. İsa'ya inanarak kurtulma doktrini) açıdan tehlikeli olduğunu ifade eder. Her şeyden önce, insanın ulaştığı sonuçların Tanrı Kelam'ı ile özdeşleştirilmesi söz konusu olur; hal böyle olduğunda, vahiy kavramı geçerliliğini yitirir ve dolayısıyla, Tanrı'nın kendini açığa vurması olan, İnsanî girişimlere hiçbir şey borçlu olmayan vahyin kavramlarının geçerliliğinin ortadan kaldırılma tehlikesi söz konusu olur. İkinci olarak, kilise açıkça sosyal ve kültürel durumu yansıtır, sonuçta da eleştirel gücünü ve peygamberi işlevini kaybeder. Üçüncü olarak, kurtuluş tek başına Tanrı'dan gelir; onun nokta-i nazarından İnsanî bir dünya anlayışını (Weltatischauug) Tanrı Kelam'ı ile özdeşleştirme girişimi, kurtuluşun yalnızca tek İlâhî lütuf yoluyla olduğunun reddedilmesidir. Barth'a göre bizim kendimizi Tanrı ile özdeşleştirmemiz ondan soyutlanmamızı da beraberinde getirir.​
Teolojik yorumların -Kitabı Mukaddes'i anlamak için zorunlu olan tarihsel ve dilsel araştırmalar dışındaözde insânî spekülasyonlardan bağımsız olması gerektiğini dile getiren ilke, Barth'ın "Düşüş" ya da "Tanrı'nın Cennetinden Kovulma" yorumuyla desteklenir. İnsan irâdesi hem Düşüş hem de akıl tarafından etkisizleştirilmiştir; bundan dolayı, insanlar için Tanrı'yla ilgili hakikati kendi çabalarıyla keşfetmek imkânsızdır. Eğer Tanrı kendisini açığa vuracaksa, bu ancak vahiy yoluyla olur. Barth bu noktada bütün doğal teolojileri reddeder, özellikle de Aquinali Thomas'ın yaratılmışlarla Tanrı arasındaki kimi benzerliklere gönderme yapan varlık analojisi (analogia entis) doktrinine karşı çıkar. Bu nedenle Barth'ın teolojisindeki en temel motif, Tanrı'nın yaratılmışlardan farklılığını ortaya koyan, gök ve yer arasındaki büyük Calvinist ayırıma paralel olarakTanrı'nın aşkınlığıdır.​
Barth'ın bu dönemde yazılmış temel eseri olan Der Römerbiefin yapısal özelliğine bakıldığında, onun, yapıcı bir kitap olmaktan ziyade, eleştirel bir eser olduğu ve 1920'lerdeki Barth teolojisinin diyalektik özelliğine sahip bulunduğu hemen göze çarpar. Bu teoloji çoğu kez Tanrı'yla ilgili insânî önyargıları, onlara en keskin terimlerle itiraz etmek suretiyle, reddeder. Madem ki teoloji Tanrı vergisi olanı göstermek için düzenlenmiştir, o halde bu tür itirazların ötesine erişmek her zaman zorunludur. Lütuf ve insanın dini arasında sürekli bir diyalektik vardır. Dinin kendisinin İlâhî hüküm altında olduğu ve tam anlamıyla İlâhî fenomenden ziyade beşerî bir fenomen olduğu şeklindeki kavram büyük bir etkiye sahip olmuş ve zirvesini Dietrich Bonhoeffer'in "dinsiz Hıristiyanlık" düşüncesinde bulmuştur.​
Dogmatiklere Geçiş (1922-1932): Barth, 1925-1930 arasında Münster Üniversitesi'nde Dogmatik Teoloji ve Yeni Ahit Yorumu profesörü olarak görev alır. Bu dönemde yayınlanan Theology and Church, Christian Dogmatics in Outline, ve The Doctrine of the Word of God: Prolegomena to Christian Dogmatics adlı eserleri, onun iki yüzyıldan beri varolan Protestan teolojiden kesin olarak kopuşunu gösteren kitaplardır. Her ne kadar 1927 tarihli Ana Hatlarıyla Hıristiyan Dogmaları adlı bu eserin önsözünde, modern teolojide I. A. Domer, Kierkegaard, Julius Müler, Herman Friedrich Kahlbriigge, Hermann Kutter ve A. F. C. Vilmar'i kendine yakin bulduğunu söylese de, onun doğruluğunu tasdik edebileceği, ve dolayısıyla benimseyebileceği düşünce okulu yoktu. Onun teolojik liberalizme tarihsel olarak yakınlığı, teolojik liberalizme karşı polemiğinin açık ve kesin olmasını zorunlu kılmıştı. Bir kişinin kendini Reformist mirastan ziyade Yeni Protestanlığın teolojik ikileminde daha rahat hissedeceğini belirten Barth, liberalizmin devamında da ümit verici bir durum görmez.​
Dolayısıyla, Barth teolojisini, hem doğal teolojiye izin veren Roma Katolik teolojisine, hem de Schleiermacher'i izleyen liberal Protestanlığın dinsel öz-bilinç teolojisine karşıt bir doğrultuda kurup geliştirir. Teologa bir başlangıç noktası ya da yöntem dikte eden bir metafiziği ya da felsefeyi reddeden Barth, bundan dolayı, Tanrı Kelam'ına dayanan bir teoloji geliştirme çabasındadır. Gerçekten de bu eserin girişi, Tanrı Kelam'ı doktrininin açılımı olarak tasarlanmıştır. Liberalizmin özbilinci ile ilgilenmek yerine, onun ilgisi, insana hitap eden Tanrı Kelam'ı olur.​
Bu eserinde Barth Tanrı Kelamı'nı, bildirilmiş Kelam, yazılmış Kelam ve vahyedilmiş Kelam olarak üç açıdan ele alır. Bu üç modelden her birinde Tanrı Kelami, Tanrı'nın daima özne olduğu Tanrı sözü ya da Tanrı aktı olarak anlaşılmaktadır. Çünkü, Tanrı, kendi Kelam'ının Efendisidir, o, neo-Protestanların hevesli bir şekilde iddia ettikleri gibi asla insana ait olamaz.​
Barth'a göre, teoloji işe Tanrı Kelam'ı ile başlamalıdır. Teolojinin gerçek konusu onun bir zamanlar düşündüğü gibi, inananın imanı değil, bu Kelam'dır. Tanrı Kelam'ı liberalizmin iddia ettiği gibi, inananın imanını içermez; fakat iman Tanrı Kelam'ı tarafından hem desteklenir hem de onun dayanağı olur. Bu, Barth'ın iman ve Tanrı Kelam'ı arasındaki ilişkiyi reddettiği anlamına gelmez. Daha çok o bu ilişkiyi, Tanrı'nın ve onun Kelam'ının insanın imanı üzerine önceliğini vurgulayarak korumak ve yeniden kurmak ister.​
(2) "Church Dogmatics" Evresi (1932-1968): Dogmatik teolojiyle ilgili ilk teşebbüsü olan Chiristian Dogmatics in Outline (1927) adlı kitabmdan hoşnut olmayan Barth, daha sonra bu girişi revize eder ve onu The Doctrine of the Word of God adıyla 1932'de yeniden yayınlar. Bu revizyon, Barth'ın Church Dogmat i es' inin ilk cildinin yarısını oluşturuyordu. Bu eserle birlikte düşüncesindeki diyalektik teoloji evresi sona eren Barth'ın başlangıç noktası olan Tanrı Kelam'ı, onu liberalizmi fazlasıyla andıran bir perspektife sahip bulunan Bultman ve Gogarten ile ilgisini kesmeye götürür.​
Bu kitapla birlikte Barth 1932-1967 periyodunda otuz ciltlik, Almanca 9000 sayfayı aşkın Church Dogmatics'i yayınlar. Modern teolojide Hıristiyan imanının en geniş kapsamlı yorumu olan bu eserin Barth kilise hayatında teolojinin önemini yeniden tesis etmeye yardım edeceğine inanıyordu. Yüzyılın başlarında özellikle Amerika'da bir düşüş halinde olan sistematik teolojinin Barth akademik camia içinde bilimsel bir disiplin olarak yer almasına da önemli derecede katkı sağlamıştır.​
Bu eserde Aziz Anselmus'la ilgili 1931 tarihli Fides Quaerens Intellectual çalışmasından da yararlanan Barth'a göre ontolojik argümanın ana teması teolojinin herhangi bir metafizik temele ihtiyaç duymamasıdır. Teoloji özünde kendi rasyonalitesini içermekte olup, konular sistemli bir şekilde sunuldukları ve insan ilgilerinin tüm alanlarına ayrıntılı bir şekilde değinmeyi amaç edindiği için, dogmalar sistematik bir yapı sergilerler: "Dogmalar bir bilimdir ve konusu Hıristiyan Kilisesidir. Dogmalar Gökyüzünden yeryüzüne inen bir şey değildir. Eğer kişi kalkıp da, "dogmaların Gökyüzünden inmeleri mükemmel olurdu" deseydi, ona vereceğimiz en iyi cevap şu olurdu: 'Evet, eğer melek olsaydık.' Hıristiyan Kilisesi Gökyüzünde değildir, o yeryüzünde ve zamandadır."​
Barth'ın teolojisindeki yapı incelendiğinde onun düşüncesinin bir gelişim çizgisine sahip olduğu görülür. Bununla beraber bu düşüncenin ana çizgisi Hıristiyan merkezli olmasıdır. Tanrı'nın ortaya çıkışı İsa fenomeninde görülebilir; İsa Tanrı'nın kelimesidir. Tanrı üçlü bir tarzda ortaya çıkmıştır.​
Öte yandan Barth'a göre Kitabı Mukaddes bir kozmoloji sunmaz; fakat belli bir antropoloji ihtiva eder. Dolayısıyla Tanrı'nın doğal dünya ile ilişkisi ancak, onun insanlara göndermiş olduğu kurtarıcı vahiyle analoji kurarak anlaşılabilir. Kozmos'un varlığını açıklayan İlk Neden ve Zorunlu Varlık gibi kavramlar, Tanrı'ya atfedilmiş olan inayet ve kişilik kavramlarından faydalanmazlar. Tersine Kitabı Mukaddesteki yaratılış efsanesi Tanrı'nın İsrailoğulları ile yaptığı ahid ilişkisi ile sürekliliği sağlar.​
Felsefe ile teoloji arasındaki ilişki açısından bakıldığında, Barth, felsefenin Tanrı ya da bunun yerine Mutlak benzeri kavramları kullanmak anlamında, metafiziksel olduğu kadar teolojiyle çatıştığını da ileri sürer. Ona göre teologun tam olarak görevi metafiziğin meşru sınırların ötesine nasıl gittiğini göstermektir. Eserlerinde felsefî kavramların kullanılmasına, Tanrı Kelamı açısından tamamen ikincil düzeyde tutulduğu sürece izin veren Barth teologların seküler düşünceye ödün vermemeleri konusunda ısrarlıdır.​
Barth'ın tüm yaklaşımlarında öne çıkan iki konu çok önemlidir. İlk olarak, bir kişi İsa'nın ortaya çıkışının doğru olduğunu nasıl bilebilir? Ya da daha özel olarak, bir kişi Barth tarafından öne sürülen doktrinin tümünün doğru olduğunu nasıl bilebilir? İkinci olarak, Tanrı ile ilgili bu önermeler, Tanrı ile insan arasındaki analoji reddedilirse nasıl anlamlı olabilir? Barth için ilk soru hiç varit olmamış gibidir. Kitabı Mukaddes Tanrı'nın varlığını ya da sıfatlarını kanıtlamaya girişmez; tersine, teologun görevi vahyin doğruluğunu göstermektir. Teoloji ana konusuna Tanrının kendini kerimce ortaya koyuşunauygun bir tarzda, rasyonel bir araştırma olmalıdır. Bu ana konunun dışındaki temellere dayanarak doğru bir öğreti tesis etme girişimi hem konu dışı hem de tehlikeli olacaktır. Bundan dolayı, Hıristiyan mesajı rakip öğretiler arasında dinsel bir öğreti olarak görülmemelidir. Feuerbach etkisini açığa vuracak şekilde, bütün dinî ve metafiziksel sonuçların İnsanî arzuların bir yansıması olduğunu söyleyen Barth, dogmaların kilise ile devam eden bir süreç olduklarını ve dolayısıyla onların insan aklının eksikliklerine tâbi olan bir İnsanî etkinlik olduğunu ileri sürer. Bu yüzden dogmatik bir sisteme layık bir kriter düşünmek zorunludur. Bu ölçütün zorunlu olarak Tanrı'nın kendini ortaya koyuşundan çıkarılması gerektiğini söyleyen Barth'a göre, ilk olarak, teolojik düşünce iddiasız olmalıdır; bu onun sahip olduğu hakikat iddiasını tesis etmekten kaçınıp kaçınmayacağı -yani bir ideoloji olup olmayacağınoktasında pratik bir sınamadır. İkinci olarak, o tüm vahyi bakış açısının bir özeti niteliğinde olan kader doktrinini açıklamalıdır.​
Tanrı bilgisi O'nun lütfü ile Tanrı tarafından verilmiştir. Böylece analogia entis'in yerini analogia fidei almıştır; Allah vergisi olan iman bize Tanrı'nın doğasının kavrayışını verir. Bundan dolayı Tanrı doğru teolojik iddiaların dayanağı olduğu kadar nedenidir de. Barth'ın doğal teoloji eleştirisi, onun Romalı Katoliklerin ve diğerlerinin varlık analojisini kullanmalarına dönük eleştirisinin bir parçasıdır. Tanrı bilgisi doktrini, insanın ve Tanrı'nın benzer bir "varhk"ı paylaşmasından dolayı, insanın Tanrı'nın akdarından ayrı bile olsa Tanrı'nın "varlık"ına ilişkin bir miktar bilgiye ulaşabileceğini iddia eden analogia entis'e dayanır. Doğal teoloji böyle bir bakış açısından destek alır. Bu bakış açısı bazı açılardan eksiktir. İlk olarak, Yaratıcı olarak Tanrı bilgisi ile Kurtarıcı olarak Tanrı bilgisini ayırır. İkinci olarak, insanın kendi duygu ve düşüncelerini yansıttığı en yüce varlığı Kitabı Mukaddes'in Tanrı'sıyla eşitler. Üçüncü olarak, akdarından farklı bir şekilde bir Tanrı bilgisinden söz eder. Kısacası Barth için Tanrı'nın doğal bilgisi, vahyin doğasının ve Tanrı anlayışının eksikliğini gösteren bir kuramı ifade eden analogia entis'e dayanır. Bundan dolayı Barth vahiy doktrininde varlık analojisinin karşısına iman analojisini koyar. Tanrı bilgisi varlıktan çıkarsanabilecek argümanlara dayanarak elde edilemez; ancak iman vasıtasıyla bilinen Tanrı'nın lütfuna dayanarak elde edilir. İnsanın dili Tanrı'yı gösterebilir; fakat ancak iman ile o, Tanrı hakkında doğru bir dil olabilir. Bu durum daima Tanrı'nın lütfunun bir işaretidir; bu asla insanda ya da onun dilinde içerilen bir yeterlilikten dolayı değildir.​
Barth'ın yeni perspektifi, Tanrı Kelam'ı doktrinine sıkı sıkıya bağlıdır. Üstelik o bunu Kitabı Mukaddes'in 1800'lerden itibaren modern Protestanlıktaki itibarının tedricî olarak erozyona uğramış olmasına rağmen gerçekleştirmiştir. Kitabı Mukaddes eleştirelliği sebebiyle, Kitabı Mukaddes'in otoritesi hakkında yükselen sorulardan dolayı modern Protestan teologları teolojiyi belirli ve savunulabilir bir temel üzerine inşâ etmeye çalışmışlardı. Barth'ın varsayımına göre modern Protestanlıkta Kitabı Mukaddes'in otoritesinin sona erişi, şüphecilik ve vahyin realitesi ya da herhangi bir doğru Tanrı bilgisinin imkânına ilişkin belirsizlik ile beraber süregelmiştir. Barth ise teolojisini Kitab-ı Mukaddes'in otoritesinin önceliği üzerine kurmuştur. Onun teolojisi karmaşık bir şekilde Kitabı Mukaddes'in yorumlarına bağlıdır.​
Ölümünden kısa bir süre önce yaptığı bir radyo konuşmasında Barth, aslında tüm teolojisinin vaizler için bir teoloji olduğunu kaydeder. Bu teolojinin bir papaz olarak, papazlığa ait bir kaygı ile ruhlara vaaz etme ve onları eğitme isteğinden kaynaklandığını ekler.​
Onun Tanrı doktrinine baktığımızda bu alandaki katkılarının önemli olduğunu görürüz. Buna göre onun Tanrı doktrini, akılla, felsefî spekülasyonla ya da sezgi ile ulaşılabilen nihaî Varlık ya da Tanrı kavramını Kitabı Mukaddes'in yaşayan Tanrı'sıyla eşit gören Roma Katolik ve Protestan teolojinin Tanrı kavramından ayrılmaktadır. Kitabı Mukaddes'in Tanrısı statik değildir ve zamanla da sınırlanmamıştır; o kendini Baba, Oğul, Kutsal Ruh şeklinde üçlü olarak açığa vuran bir Tanrı'dır. Tanrı'nın doğasını statik Helenistik kavramlarla ilgili eksikliklerden kaçınarak yorumlayan çağdaş Katolik ve Protestan girişimler, Barth'ın dinamik Tanrı anlayışına çok şey borçludur. Barth Tanrı doktrinini, kendinde varolduğu şekilde Tanrı'nın varlığını tartışmaktan ziyade Tanrı'nın aktları ışığında yapılandırır. Tanrı, tüm dünya için bir lütuf olan, insan olarak görülen Oğlunu sunmuş olsa bile, dünya ya da insan ile özdeşleştirilemez. Burada Tanrı aşkınlığını korur, ezelî ve ebedî olan Tanrı, geçmişin, şimdinin ve geleceğin efendisidir.​
Barth'a göre Tanrı inancının bir temele dayanma ihtiyacı yoktur. Bu noktada o, Tanrı'ya inanan kişinin tümdengelimsel ya da tümevarımsal olarak yeterli teistik argümanlara sahip olmasa bile inancı, bakımından tamamen haklı olduğunu kabul etme noktasında Calvin ve Bavinck'e katılır. Yine Barth, Calvin, Kuyper ve Bavinck gibi Tanrı inancının tanı olarak temel olduğunu ileri sürer; yani bu inancı diğer önermeler ya da inançlar temelinde olmaksızın kabul etmek rasyoneldir. Dolayısıyla onlar bir Hıristiyanın Tanrı inancım bir argüman temeline dayanarak kabul etmemesi gerektiğini düşünürler. Reformistler, inanan bir kişinin, inancını temel ve diğer sonuç argümanları için öncül olarak kabul ettiği takdirde Tanrı inancı ile başlama noktasında tamamen rasyonel olduğunu ve epistemolojik olarak da haklı olduğunu ileri sürerler.​
Barth'ın olgunlaşmış teolojik metodu Ludwig Feuerbach'ın "bütün teolojilerin antropoloji olduğu" şeklindeki ironik deyişine bir cevap niteliği taşır. Tanrı ve İsa merkezli bir teoloji geliştiren Barth bu bakış açısıyla Protestan liberalizm arasındaki farkı şöyle ortaya koyar: "Biz Tanrı ile yüz yüze geldik, ilk ve son gerçek olan Kelam'ını işittik. Buradaki düşünce hareketi aşağıdan yukarıya değil, yukarıdan aşağıyadır." O işte bu noktadan hareketle, Bultman, Gogarten ve özellikle Brunner'i teolojinin temelini yalnızca İsabilimde aramak yerine antropolojik bir temele dönmekle suçlamıştır.​
Thurneysen ile birlikte, 1933'te Theologische Existenz heute adıyla bir teoloji dergisi kuran Barth burada kendisi gibi düşünen meslektaşlarıyla Hitler'e ve "Alman Hıristiyanlan"na şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlardır. "Alman Hıristiyanları" Alman Ulusal Sosyalizmi ile Incil'in bir sentezini savunuyordu ve Hitler tarafından resmî Alman Kilisesi olarak tanınıyordu. Barth'ın Almanya'daki Hıristiyan kilisesine Hz. İsa'dan başka Führer tanımama şeklindeki uyarıcı çağrısı dikkate alındı. Barth, Alman Hıristiyanları ve Hitler'e karşı olan, Alman Evangelik Kilisesi'nde Nasyonel Sosyalizm ruhuna karşıt olarak ortaya çıkan İtirafçı Kilisenin en önemli sözcüsü olan Barth'ın bu tavrını besleyen önemli nedenlerden biri, doğal teolojinin herhangi bir formunun Alman Hıristiyan Kilisesi'ni desteklemeye götürdüğünü ve böylece Tanrı'nın Hz. İsa'ya vahyinin değerini azalttığını fark etmesidir.​
Görevinden alınıp, Almanya dışına çıkarılan Barth daha sonra 1935'de Basel Üniversitesi'nde teoloji profesörü olmuş, 1946-1947de savaştan önce görev yaptığı Bonn'da misafir profesör olarak ders vermiş ve 1968'de, bir Evangelik Kilise Doktoru ve Evangelik Hıristiyanlığın Kilise Babası olarak ölmüştür​
K. BARTH, Dogmatics in Outline, Harper & Row Puplishers, New York, Evanston, and London. 1959; D. L. MUELLER, Karl Barth (ed. b. E. Patterson), Word Books, Waco, Texas, 1976; A. PLANTING A, “Reason and Belief in God”, Faith and Rationality, University of Notre Dame Press, Notre Dame, London, 1991; N. SMART,“Barth, Karl", The Encyclopedia of Philosophy(ed. Paul Edwads), Coller Macmillan Publishers, London, 1972.​
Felsefe Ansiklopedisi / Etik Yayınları​
Ayrıca bkz., BUBER, CALVIN, DİN FELSEFESİ, LUTHER, TEOLOJİ.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst