1000Fikir

Yönetici
Yönetici
Mesajlar
1,941
İnfaz hukuku özellikle ceza ve ceza muhakemesi hukukuyla ilişkisi bakımından çok önemli bir noktada bulunmasına rağmen ilişki içerisinde bulunduğu bu alanların bir alt başlığı gibi algılanmaktadır. Ancak infaz hukukuna bütüncül bakış açısıyla yaklaşıldığında, temel hak ve özgürlüklere müdahale boyutunda doğrudan göz önünde bulundurulması gereken ve sırf bu özelliğiyle bile kendine özgü bir öneme sahip bir disiplin olduğunu söylemek mümkündür.​

Bu önemi daha doğru bir şekilde ortaya koyabilmek adına ilk yapılması gereken şey infaz hukukunun hukuk sistemi içerisindeki yerini saptayabilmek ve diğer hukuk disiplinleriyle (özellikle ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukukuyla) ilişkisini değerlendirmek olmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki infaz hukuku diğer hukuk dalı gibi normatif bir yapıya sahip olsa bile, yine pek çok hukuk disiplininden farklı olarak çok köklü bir tarihsel gelişim sürecinin ürünüdür. Zira tarihin her aşamasında cezalandırma işlemi toplumsal bir düzen mekanizması olarak farklı şekillerde kullanılmıştır. Ancak bahsi geçen cezalandırma uygulamaları, özellikle bir değerler bütünü olarak insanın ve onun onurunun ön plana çıkmaya başladığı dönemlerde birtakım prensiplerle sınırlandırılması gereken uygulamalar olarak kabul görmüş, nihayet bunun sonucu olarak da infaz hukukunun temelleri atılmıştır. Dolayısıyla infaz hukukunun günümüzdeki normatif temelleri tartışılırken bu normatif temellere ulaşılması için tecrübe edilen tarihsel gelişimin de göz önünde bulundurulması şarttır.​

İşte infaz hukukunun anlamı, amacı ile sahip olduğu ve yöneldiği ilkeler ancak böyle bir bütünlük içerisinde doğru ve amaca uygun bir şekilde değerlendirilebilecektir.​

İNFAZ VE İNFAZ HUKUKU KAVRAMLARI
İnfazın sözlük anlamı “bir yargıyı yerine getirme, uygulama, yürütüm”dür. Bu yönüyle infaz, hukuki bir perspektifle mahkemelerce verilip kesinleşen ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi olarak tanımlanabilir. İnfaz hukuku ise ceza ve güvenlik tedbirlerine ilişkin kesinleşmiş kararların yerine getirilmesine yönelik esasları gösteren bağımsız bir hukuk dalıdır. Gerçekten infaz hukuku ceza hukuku yaptırımlarının infazı, yani yerine getirilmesi konusu ile ilgilenir ve buna ilişkin esasları, ilkeleri ve usulleri gösterir.​

Bu bakımdan infazın bir ceza davası ile ilgisi bulunmayıp ayrı bir hukuksal kurum, ayrı bir faaliyettir. Ancak infazın, hükmün bir devamı olduğu da ifade edilmelidir. Zira bir cezanın (ki bu ceza ileride de üzerinde durulacağı üzere hürriyeti bağlayıcı bir ceza olabileceği gibi para cezası da olabilir) infazı; suç teşkil eden bir eylemin, yani tipe uygun, hukuka aykırı ve kusurlu bir insan davranışının, varlığına, söz konusu eylem için soruşturma ve kovuşturmadan oluşan ceza muhakemesi sürecinin sonunda kanunda öngörülen bir yaptırıma hükmedilmesine ve nihayet bu hükmün kesinleşmesine bağlıdır. Görüldüğü üzere infaz hukuku, bu yapısı itibarıyle ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukukuyla sıkı ve organik bir ilişki içerisindedir. Ancak bu ilişki infaz hukukunu ceza hukuku ve ceza muhakemesinin bir kısmı haline dönüştürmez. İnfaz hukuku her iki hukuk disiplininden de ayrı bir kimliğe sahiptir.​

infaz-hukuku-sekil-1.jpg

Şekil 1.1

İNFAZIN TARİHSEL GELİŞİMİ
İnfazın tarihsel gelişimini, cezanın ve ceza hukukunun tarihsel gelişiminden ayırmak zordur. Nitekim suç teşkil eden eylemlere karşı bir yaptırımın -geniş anlamda cezanın- öngörülmesi tarihin her devrinde rastlanılan bir durum olmasına rağmen, “suç” ve “ceza” kavramları tarihsel süreç içinde, toplumlara, medeniyetlere göre farklı şekillerde anlamlandırılmıştır. Bu bağlamda infaz hukukuyla da ilişkilendirilmesi açısından özellikle “ceza” kavramının geçirdiği evrim üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. Zira infaz hukukunun tarihsel gelişiminde “ceza” kavramına yüklenilen anlamın ciddi önemi ve etkisi bulunmaktadır.​

DİKKAT: Teknik anlamda yaptırım sadece cezayı kapsamamaktadır. 5237 sayılı TCK’nın sistematiği göz önünde bulundurulacak olursa yaptırımdan kastedilen şey hem ceza hem de güvenlik tedbiridir. Bu anlamda “yaptırım” cezayı ve güvenlik tedbirini kapsayan bir kavramdır.

Tarihin ilk devirlerinde, suç kavramı, toplumsal olmaktan çok bireysel bir içeriğe sahipti ve bu nedenle suç teşkil eden eylemlerin toplumu değil, doğrudan bireyi ilgilendirdiği kabul edilmekteydi. Bu nedenle bir suç karşısında belirleyici olan, suç mağdurunun öç almasıydı. İlerleyen dönemlerde suç kavramına toplumsal bir içerik yüklenmeye başlanmasıyla suç işleyen bir kişi, toplumun düşmanı olarak kabul edilmeye başlandı. Bunun sonucu olarak da belli bazı cezaların ön plana çıktığı görülmektedir. Bu cezalara; ölüm cezası, sakat bırakma cezası, sürgün cezası, köle yapma cezası ve para cezası gibi cezalar örnek gösterilebilir.​

• Roma’ da ceza hukukunun niteliği Krallık Dönemi ve İmparatorluk Dönemi'nde farklılık arz etmektedir. Şöyle ki; Krallık Dönemi’nde ceza hukukunun kamusal niteliğinden çok özel hukuk yönü ağır basmaktaydı. Cumhuriyet Dönemi’nin sonlarına doğru bazı suçlar “kamu suçu” olarak tanımlanmaya başlamıştır. Örneğin konut dokunulmazlığını bozma, parada sahtecilik, tefecilik, şerefe ve genel adaba karşı suçlar gibi suçlar anılan dönemde ortaya çıkmıştır. İmparatorluk Dönemi’nde ise ceza hukukunun kamusal niteliği ön plana çıkmıştır (Kunter, 414).
• Asurlarda, Etilerde, Mısırlılarda ve Romalılar’da hidematı şakke denilen zorlu iş cezalarına rastlanmaktadır. Yol, köprü, maden ocakları gibi yerlerin tamir ve yapımında hidematı şakke mahkûmları çalıştırılırlardı. Kürek cezasına çarptırılanlar ise “galer” denilen gemilerde zincirlere bağlı olarak kürek çekmekte kullanılırdı.​

Orta Çağda ise toplumsal yapıların oluşturulmasında ve düzenlenmesinde din faktörü belirleyici olduğu için suç teşkil eden eylemlerin belirlenmesi ve bu eylemlere karşılık cezaların öngörülmesinde kilise baskısı ağırlığını hissettirmektedir. Bu dönemde özellikle cezaların, kilise gücünün toplumsal bilinçaltına kazınması amacıyla bedene yönelik şiddet içerikli cezalar olduğu ve infaz aşamalarının törensel bir özelliğinin bulunduğu söylenebilir. Orta Çağ’ın son dönemlerinde ise kilisenin gücünü yavaş yavaş yitirmeye başlaması ve buna paralel olarak monarşilerin ortaya çıkmasıyla yaşanan otorite değişikliğinin yarattığı veya yaratacağı mevcut ve muhtemel güvenlik zafiyetlerinin önüne geçmek için cezaların infazı, caydırıcılığı arttıracak şekilde halka açık gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda bedensel cezalar ve ölüm cezalarının yaygın bir şekilde kullanılması 18. yüzyıla kadar devam etmiştir.​

Orta Çağ Avrupa’sında suçlunun bedenine yönelik olarak uygulanan başlıca cezalandırma şekilleri şunlardır: “Vücudu ikiye veya dörde bölmek, kör etmek, suçlunun gözlerinin kapaklarını çıkartmak, burun, el, ayak, kulak veya cinsel organları kesmek, tavana dilden asmak, gözleri yakmak, deriyi yüzmek, vücudu parça parça testere ile kesmek, kadınları saçlarından asmak, suçluyu ızgara yapmak, devamlı su içirip vücudun bütün deliklerini kapatmak, elleri ezmek, dağlamak, aç bırakmak, ateşte yakmak, vücuda dinamit koyup patlatmak, pislik ve idrar ile dolu bir fıçıda boğdurmak, parmakları ve tırnakları sıkıştırmak, kazığa oturtmak, başı ezmek, canlı gömmek, yılan dolu kuyuya atmak ve çarmıha germek”.

18. yüzyıldan itibaren cezalandırmanın temel hedefinde bir eksen değişikliği yaşanmıştır. Başka bir deyişle cezalandırmada insan unsurunun esas alınması ve toplumsal savunma düşüncesinin öne geçmesi, cezalandırmanın ve infazın amacı olan fiziksel cezalandırmanın yerini ruhsal cezalandırmanın almasına neden olmuştur. Bu dönemde cezalandırma ve infaz alanına ideal ve şeffaf ceza, suçun çekiciliğinin azaltılması, sonu belirli olan ve suçluyu kamunun hizmetine sokan bir tür kölelik biçimindeki ders alınabilir ceza ve açık infaz ilkeleri kazandırılmıştır. Bu yaklaşım bir bakıma cezalandırma düşüncesinde de bir eksen değişikliğine sebebiyet vermiştir. Böylece artık öç alma odaklı bedensel ve şiddete dayalı cezalardan ziyade toplumsal yapıyı da gözeten, ıslah odaklı ve kişi hürriyetine yönelik cezalar ön plana çıkmıştır. Bu süreç şüphesiz ki hürriyeti bağlayıcı cezalarla birlikte bu cezaların infaz edileceği alanların, yani hapishanelerin ortaya çıkışı ve gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır.​

16.yy.ın ikinci yarısında cezalandırmada esas alınan amaç konusunda yaşanan değişimle birlikte, özgürlüğün belli bir süreyle sınırlandırıldığı cezalar yavaş yavaş bedene ve yaşama yönelik cezaların yerine geçmeye başladı. Modern özgürlüğü bağlayıcı cezanın temel amaçları, hükümlünün iyileştirilmesi ve bunun gibi topluma yeniden kazandırılması etrafındaki çabalar haline geldi.​

KİTAP: Hapishanelerin kuruluş süreci hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara 1992.

Bu çerçevede genel olarak cezaevlerinin gelişiminde üç dönemden söz edilir:​

  • Ödetme yanında, hükümlünün, iyileştirme ve yeniden topluma kavuşturulmasının benimsendiği Hollanda, Amsterdam hapishanelerinin ortaya çıktığı 16. yy.ın sonlarından Fransız ihtilali’ ne kadar süren dönem.​
  • Fransız İhtilali'nden Birinci Dünya Savaşı'na kadar devam eden dönem.​
  • Ceza infaz kurumlarının açılması ve 20. yy.ın ikinci yarısında hükümlülere muamelede asgari esasların hukuken gerçekleştirildiği dönem.​
Amsterdam Cezaevlerinin Doğuşu
Amsterdam cezaevlerinin doğuşu 1588 yılında Amsterdam Ceza Mahkemesinin genç bir hırsızı her zaman olduğu gibi idam cezasına değil, devlet tarafından eğitilip iyileştirilmesine karar vermesine dayanmaktadır. Amsterdam cezaevlerinde kalanlar gündüzleri tahta ve iplik işleri ile din dersleri almaktaydı. Disiplin aracı olarak ağır çalışma ve din eğitimi ile bu kişiler iyileştirilmeye ve sosyal yaşama alıştırılmaya çalışılmakta; böylece yeniden topluma yararlı bireyler hâline getirilmek istenmekteydi. Cezalandırmanın, hükümlünün toplumsal yaşama yeniden dönmesini zorlaştıran damgalayıcı sonuçları nedeniyle diğer cezaların aksine bu yerlerde tutulma lekeleyici bir etki yaratmıyordu. Hatta buralarda tutulan kişiler, çalışmalarının karşılığında aldıkları primlerle kısmen de olsa bırakıldıktan sonra bazı giderlerini karşılayabilme olanağına sahip olabilmekteydi.​

Amsterdam cezaevleri diğer ülkelere de örnek olmuştur. Bu cezaevlerinin model olarak kabul edildiği cezaevleri veya çalışma evlerinde infaz edilen özgürlüğü bağlayıcı cezalar 18.yy. sonuna kadar orta Çağ’dan gelen alışkanlığın bir sonucu olarak zincire vurma, kürek cezası gibi bedene yönelik cezalar ile birlikte uygulanmaktaydı.​

Özellikle 17. yy. ile birlikte Kıta Avrupa’sında yaşanan siyasi istikrarsızlık ve savaşların olumsuz etkileri bu kurumları da doğrudan etkilemiş ve oluşturulmalarındaki asıl amaç olan çalışma yoluyla iyileştirme düşüncesi yerini sadece ekonomik menfaatlere bırakmıştır. Söz konusu kurumlar özel müteşebbislere kiralanmış, bir “kazanç kapısı” hâline dönüşmüştür. Bu da hükümlünün sosyal entegrasyonuna yönelik uygulamalara son verilmesine, hijyenik koşullar başta olmak üzere diğer insani koşulların göz ardı edilmesine ve nihayet kitlesel ölümlere yol açmıştır.​

• Amsterdam’da kurulan bu ilk cezaevlerinde mahkûmlar gruplar hâlinde gece-gündüz birlikte bulunduruluyordu. Bu cezaevinde suç çeşidi, mükerrirlik veya suç süresi gibi herhangi bir ayırım söz konusu değildi.
• Amsterdam’daki cezaevleri örnek alınarak Almanya’nın Bremen (1609), Lübeck (1613), Bern (1614), Hamburg (1622), Zürih (1637), Danzig (1629) ve Berlin (1712) şehirlerinde çeşitli kurumlar oluşturuldu.​

• 1595 yılında Amsterdam cezaevinin ilk önce erkekler bölümü daha sonra 1597’de de kadınlar bölümü (Spinnhause) açılmıştır.​

Aydınlanma Çağı'ndan 20. Yüzyıla Kadarki Dönem
17.yy.’ın ikinci yarısından itibaren baş gösteren ve yukarıda işaret edilen sorunlar gittikçe çeşitlenmeye başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak cezaevlerindeki yetersiz beslenme ve barınma koşulları, infaz edilmekte olan esas cezanın yanında belki de tahammülü daha zor olan ikinci bir ceza niteliğine bürünmüştü. Cezaevlerindeki bu kötü durum Voltaire, Rousseau ve Beccaria gibi dönemin ünlü düşünürleri tarafından da şiddetle eleştirildi. 1764’te Beccaria “Suçlar ve Cezalar” isimli eserinde özgürlüğü bağlayıcı cezayı savunmasının yanında hükümlüye insani bir muamele için asgari kurallar getirilmesini de önerdi.​

• “Kim ömür boyu hapis cezasının acımasız olması yüzünden ölüm cezası kadar acı verici olduğunu söylerse onu şöyle yanıtlarım: Ömür boyu hapis cezası, bu cezanın yol açtığı bütün mutsuz anlar bir araya getirildiğinde büyük olasılıkla daha ağır bir cezadır. Zira, bu mutsuz anlar hükümlünün bütün yaşamı boyunca sürer. Oysa öbürü, yani ölüm cezası bütün gücünü ve etkisini bir çırpıda kullanıp tüketmektedir. Buna karşılık ömür boyu hapis cezası görüp gözleyeni, acısını çekenden daha çok korkutmaktadır. İşte, ömür boyu hapis cezasının yararı budur. Çünkü yaşayan birincisi, acıklı, mutsuz anların bütün toplamını düşünüp değerlendirir; ikincisi ise içinde bulunduğu anda yaşanılan mutsuzluğun/sefaletin ağır basması yüzünden esasen gelecekten kopmuştur.” (Beccaria, 140).
• Genel iradenin yansıması olan ve adam öldürmekten tiksinen ve onu cezalandıran yasaların bu suçlardan birini bizzat kendilerinin işle(t)meleri ve tasarlayarak adam öldürmek eyleminden yurttaşları uzaklaştırmak için herkese açık yerde tasarlayarak cinayet işlenmesini buyurmaları bana saçma görünmektedir (Beccaria, 142).​




Nihayet 1789 Fransız İhtilali, cezaevlerini de etkilemiş ve insanca infaz konusunda genel ilkelerin belirlenmesine öncülük etmiştir.​

FRANSIZ İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARI BİLDİRGESİ (3 Eylül 1791)
Ulusal Meclis hâlinde toplanan Fransız halkı temsilcileri, toplumların uğradıkları felaketlerin ve yönetimlerin bozulmasının yegane nedeninin; insan haklarının bilinmemesi, unutulmuş olması ya da hor görülüp kale alınmamasına bağlı olduğu görüşünden hareketle; insanın doğal, devredilemez ve kutsal haklarını resmi bir bildiri içinde açıklamaya karar vermişlerdir…​

Madde 1: İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir.​
Madde 2: Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zaman aşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir.​

Yirminci Yüzyıl
Cezanın özel önleme amacı yönündeki düşünce, 20.yy.da ceza infazında eğitim ve toplumsal yaşama yeniden kazandırma çabalarını öne çıkarmıştır. Ancak Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi en azından söz konusu ülke bakımından bu yöndeki gelişimi engellemiştir. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yürürlüğe giren infaz kanunları hükümlü haklarını, infaz makamlarının müdahale yetkilerini, tehlikeli suçluların infazını, tedavi ve yeniden topluma kazandırma düşüncelerini etkili bir şekilde düzenlemiştir. Bunda 1955’te Cenevre’de düzenlenen Suçların Önlenmesi ve Hükümlülere Muamele konulu kongrede alınan, “Hükümlülere Muamelede Asgari Esaslar” ve “İnfaz Kurumu Açma” tavsiye kararları ile BM’ce 1957’de kabul edilen "Hükümlülere Muamelede Uyulacak Asgari Esaslar"ın kabulü büyük rol oynamıştır. Nihayet 1973’te Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen “Hükümlülere Muamelede Asgari Esaslar” ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 1987’de kabul edilen “Avrupa Ceza İnfaz Esası”ndan da söz edilmelidir.​

Foucault, iyi bir cezaevinde bulunması gereken yedi temel ilkeyi şu şekilde sıralamaktadır: Islah ilkesi, sınıflandırma ilkesi, cezaların çeşitlendirilmesi ilkesi, zorunlu ve hak ilkesi olarak çalışma, cezaevi eğitimi ilkesi, tutukluluğun teknik denetimi ilkesi ve ek kurumlar ilkesi (Foucault, 314).

KİTAP: Cezaevlerine ilişkin uluslararası belgeler için bkz. Necati Nursal, Uluslararası Cezaevi Standartları ve Denetimli Serbestlik Kuralları, Ankara 2007.

Türk Hukukunda Hapishanelerin Doğuşu ve Gelişimi
Türk hukukuna uzun süre İslam hukukunun egemen olması, infaz hukukunun tarihsel gelişimi bakımından kısaca İslam hukukunun da incelenmesini zorunlu kılmaktadır.​

İslam hukukunda bedene yönelik cezaların esas olduğu ve hapis cezalarına hemen hiç yer verilmediği görülmektedir. Bu yönüyle hapis cezasının infaz edildiği yer anlamında hapishanelerden söz edilmesinin de mümkün olmadığı söylenebilir.​

Bununla birlikte, İslamiyetin ilk devirlerinde suçluların geçici olarak kapatıldığı yer olarak hapishanelerin bulunduğu da ileri sürülmektedir. Ancak bunları, özgürlüğü bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer anlamında hapishane olarak nitelendirmekten çok bir tutukevi, cezanın infaz edilmesine ya da borçlunun borcunu ödemesine dek içinde tutulduğu yerler olarak kabul etmek daha doğrudur.​

DİKKAT: Osmanlı hukukunda da İslam hukuku esas olduğundan, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, özgürlüğü bağlayıcı cezanın infaz edildiği yer anlamında cezaevlerinden söz etmek olası değildir. Bununla birlikte Osmanlı hukukunda taziren cezalandırılan suçlara karşılık olarak hapis cezasına da hükmedildiği söylenmelidir. Dolayısıyla tazir ve kanunnameler hapis cezasının başlıca kaynakları olarak nitelenmekteydi.

Osmanlı’da hapishane olarak genelde kale burçları kullanılmış olup bu yerler karanlık, havasız ve nemli olduklarından bu yerlere bu anlamı ifade eden zindan adı verilmiştir.​

Tanzimat’ın kabulüyle yürürlüğe giren 1840, 1851 ve 1858 tarihli Ceza Kanunları ile birlikte Osmanlı Devleti’nde de özgürlüğü bağlayıcı cezaların kabul edildiği söylenmelidir. Yine bu kanunlarla birlikte hapishanedeki ağır hasta olan hükümlülerin iyileşinceye kadar kefaletle salıverilmesi, yoksul olanların beslenme ve giyim giderlerinin devletçe karşılanması ilkeleri benimsenmiştir. 1858 Ceza Kanunu özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak suçlunun ayaklarında demir olduğu hâlde meşakkatli işlerde çalıştırılmak suretiyle icra olunan kürek cezası, bazı ağır suçlar için belli kalelerin birinde ömür boyu ya da süreli olarak tutulma anlamına gelen kalebentlik ve hapis cezasını kabul etti. Islahat Fermanı’nda, ceza ve tutukevlerindeki olumsuz koşulların düzeltilmesine ilişkin ilk hükümlere rastlanmaktadır.​

Cumhuriyet Dönemi’nde 1926 tarihinde 765 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte cezaevleri ve infaz sistemi yeniden ele alınmıştır. Öncelikle cezaevlerinin yönetimi İçişleri Bakanlığından alınarak Adalet Bakanlığına bağlanmış, bakanlık çabasını hükümlülerin çalıştırılması ve uslandırılması amacına yöneltmiştir. Bunun için iş esasına dayanan cezaevlerinin yapımına başlanmıştır. 1930 tarihli Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun’da cezaevlerinde iş yurtlarının oluşturulacağı belirtilmiş, Ceza Kanunu’ nun Yürürlük Kanunu’ na eklenen bir madde ile de belli şartlara sahip hükümlülerin geceleri hapishanede geçirmek şartıyla kamu yararına uygun işlerde çalıştırılabileceği esası kabul edilmiştir.​

1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ile modern infaz esasları getirilmeye çalışılmıştır. Nihayet infaz hukukunun yeni esasları, 2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da düzenlenmektedir. Söz konusu Kanun “ceza adalet sistemi çerçevesinde gerçekleştirilen yargılamalar sonucunda verilen kararların, her türlü yargı derecelerinden geçerek kesinleşmelerinden sonra, fiilen ve maddeten ceza ve tedbirlerin infazını kapsayan ve büyük kısmı itibarıyla, idarî nitelikte olan görev ve faaliyetleri içeren hükümlerden oluşmaktadır”.​


İNFAZIN AMACI
5275 sayılı CGTİHK'de, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen amaçlar;​

  • Öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak,​
  • Bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek,​
  • Toplumu suça karşı korumak,​
  • Hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek,​
  • Üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak​
olarak ifade edilmektedir (CGTİHK m.3).​

Görüldüğü üzere kanunun, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenen amaçlarını iki başlık altında toplamak mümkündür:​

  • Önleme amacı​
  • Yeniden topluma kazandırma (topluma kazandırma-resosyalizasyon) amacı.​
Gerçekten hüküm, infazın, “öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak” ifadeleriyle önleme amacını; “hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak” şeklindeki ifadesiyle de yeniden topluma kazandırmak amacını ortaya koymaktadır.​

Bu açıdan infazın, özellikle de hapis cezasının infazının amacının sadece belli bir yerde çekilmesi gereken cezanın sürekliliği için hükümlünün infaz kurumunda muhafaza edilmesi olmadığı anlaşılmaktadır. Hükümlü, büyük olasılıkla cezanın infazından sonra topluma yeniden döneceğine göre, modern infaz hukukunun gelişim süreci içinde giderek artan bir şekilde, infaz sırasında hükümlünün yeniden toplumun bir üyesi olmasını sağlamak ve suç işlemesini önlemek amacıyla iyileştirilmesi gerekliliği ön plana çıkmış bulunmaktadır.​

Aşağıda infazın önleme ve yeniden topluma kazandırma amaçları üzerinde durulacaktır.​

Önleme Amacı
Önleme amacı bakımından cezalandırma, geleceğe dönüktür. Zira suç, zaten işlenmiştir. O hâlde asıl olan suçlu olup, amaç onu uslandırarak yeniden suç işlemesine engel olmaktır. Ceza, tek başına bir amaç olamaz. Ceza, toplumu oluşturan bireyler üstündeki etkisiyle toplumu (genel önleme), suçlu üstündeki önleme etkisi ile de suçluyu (özel önleme) suç işlemekten alıkoyacaktır.​

Genel önleme bakımından cezanın amacı ne misilleme, ne de fail üzerinde etki sağlamaktır. Genel önlemenin amacı, ceza tehdidi ve cezanın infazı yoluyla yasadaki yasakları öğretmek ve onların çiğnenmesini engellemek, men etmektir. Kısacası, genel önleme düşüncesine göre fail, başka suçların işlenmesini engellemek için cezalandırılır. O hâlde cezanın kişiler üzerindeki genel önleme etkisi (amacı) iki şekilde gerçekleşir:​

  • Cezanın kanunda bulunması ve gerektiğinde uygulanması, böylece toplumun hukuk düzenine güveninin muhafazası ve artırılması (pozitif genel önleme),​
  • Cezanın infaz edilerek ileride suç işleyecekler için korkutucu bir etki yapması (negatif genel önleme).​
Buna karşın cezanın, suç işleyen kişinin toplum bakımından zararsız hale getirilmesini amaçlayan etkisine ise özel önleme etkisi denir. Bu itibarla özel önleme, kişinin işlemiş olduğu fiilin bir haksızlık oluşturduğu konusunda uyarıda bulunmaya yöneliktir. Ceza, suçluyu ıslah etmek suretiyle bir daha suç işlemesine engel olmalıdır. Cezanın özel önleme amacı da iki şekilde gerçekleşir:​

  • Faili iyileştirerek topluma yeniden kazandırma (pozitif özel önleme),​
  • Topluma kazandırılamayan ve/veya üstünde cezanın korkutma etkisinden etkilenmeyen failin, toplum dışına itilmesi ve böylece toplumun failden korunması, toplumun güvenlik altına alınması (negatif özel önleme).​
Bu yönüyle özel önleme ile yeniden topluma kazandırma amaçları iç içe geçmiştir.​

Ceza ya da güvenlik tedbirinin infaz edilebilmesi için kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunması gerekir. Ceza mahkemesinde bir özgürlüğü bağlayıcı cezaya ceza kanunu hükümlerine göre hükmedilir. Buna göre, bir özgürlüğü bağlayıcı cezaya hükmedilip hükmedilemeyeceğini ve bunun süresinin ne olacağını hukuki menfaatin ihlalinin ağırlığı ve kusurun şekli belirler. Kusurun çerçevesi bu şekilde belirlendikten sonra mahkeme tarafından cezanın belirlenmesi aşamasında da özel önleme içeriği etkili olacaktır. Bu içeriği belirleyen hususlar mahkûmiyetin fail için ortaya çıkaracağı sonuçlar, failin özgürlüğünün belli bir süre sınırlandırılmasıyla kamunun korunması ve cezalandırma ile umulan yeniden topluma kazandırma başarısıdır.​

Görüldüğü üzere bugün infaz hukukunda cezanın daha çok önleme, önleme amacı içinde de özel önleme amacı öne çıkmıştır: Failin yeniden topluma kazandırılması (pozitif özel önleme) ve toplumun suçtan korunması (negatif özel önleme). Gerçekten infaz hukukunun esaslı amacı failin yeniden suç işlemesini önlemek, hükümlünün gelecekte tekerrürden uzak kalabilmesi yeteneğini sağlamaktır. Nasıl ceza ve ceza muhakemesi hukukunda fail obje olarak değil, hakları ve yükümlülükleri bulunan bir muhakeme süjesi (kişisi) olarak kabul ediliyorsa infaz hukukunda da suçlu sadece suçlu olarak görülemez. İnfaz hukuku suçlunun insan yüzüyle de ilgilenmeli, onu öne çıkaracak kurumlar içermelidir. O hâlde suçlu ya da hükümlü de hakları ve yükümlülükleri olan bir hukuk süjesidir.​

DİKKAT: Genel önlemenin temelinde cezanın acı ve ızdırap verici olmasından dolayı korkutuculuğu vardır. Bu korkutuculuk, kanunda ceza yaptırımının açıkça belirtilmesi, işlenen suçlara kanunda belirtilen cezanın verilmesi ve verilen bu cezanın infaz edilmesi suretiyle kendini gösterir. Özel önlemede ise işlenen suçun faili başka suç işlemekten uzak tutulmaya çalışılır. Cezalandırılan bireyin caydırılması suretiyle başka suç işlemesi önlenmiş olur.

Yeniden Topluma Kazandırma Amacı
Sosyalleşme, insanların sosyal dünyalarının davranışlar, normlar, kurallar ve değerler standartlarıyla şekillenmesi süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç içinde sosyalleşme insanın içinde yaşadığı topluma uyum sağlaması, toplumla bütünleşmesi ya da özdeşleşmesi anlamını taşır. Sosyalleşme, esas itibarıyla çocuklukta başlayan insanın çevresine ve kendisine yönelmiş olan sosyal bir davranışın öğrenilmesidir.​

Bugün infazın amacının, haklı olarak iyileştirme yani hükümlünün eğitimi değil, onun yeniden sosyalleştirilmesi, diğer bir deyişle topluma kazandırılması olduğu ifade edilmektedir. O hâlde hükümlünün gelecekte sosyal sorumluluk anlayışı içinde suçtan uzak bir hayata yöneltilmesi ve suçtan uzak bir hayat sürdürebilme yeteneğinin kazandırılması amacı, infazın organizasyonu ve infaza katılan kişilerin yapısının oluşturulması bakımından zorunlu bir ölçü olarak kabul edilmelidir.​

Gerçekten, cezaevi kurumundaki yaşama uyma ve diğer hükümlülerle ilişkilerin oluşturduğu “alt-kültür”, sosyalleşme sürecini olumsuz olarak etkilemektedir. Yeniden topluma kazandırma insan kişiliğinin değiştirilmesi çabası olmayıp; burada amaç, hükümlünün yeniden özgürlüğüne kavuşması hâlinde üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak olmalıdır.​

Görüldüğü üzere, infazın amacı sadece genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek ve toplumu suça karşı korumak değil; hükümlünün yeniden sosyalleşmesini sağlamak, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır. Gerçekten bu alanda yapılan araştırmalar, cezaevlerinin hükümlüler ve ailelerinin kişisel ve toplumsal konumlarına zararlı etki yapan ve topluma yeniden uyum sağlamayı zorlaştıran kurumlar olduğunu göstermektedir. O hâlde özgürlüğü bağlayıcı cezaya ancak son çare olarak başvurulmalıdır.​

Sosyalleşmeyi veya yeniden topluma kazandırmayı bir infaz amacı olarak gören bir sistemde buna uygun koşulların da yaratılmış olması gerekmektedir. Bu çerçevede kurum içindeki yaşam şartları, mümkün olduğunca normal yaşam şartlarına uydurulmalıdır. İnfazın gevşetilmesi, açık cezaevleri, ziyaret, mektuplaşma, boş zamanın düzenlenmesi, hükümlünün odasında kişisel eşyalarına yer verilmesi, hükümlünün özel hayatına müdahalede takdir yetkisinin mümkün olduğunca az kullanılması ve insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesi çerçevesinde genel nezaket kurallarına uyulması hep bunu sağlamaya yöneliktir. Buradaki asıl amaç “cezaevilileşme” sürecinin hükümlü üzerindeki etkisini azaltmaktır. Zira cezaevinde bulunmak bireyin sadece hareket özgürlüğünün sınırlanması sonucunu değil, “cezaevilileşme” denilen cezaevinde bulunmanın zorlayıcı, aşağılanmış ve dışlanmış davranış hissini de ortaya çıkarır.​

DİKKAT: Yeniden topluma kazandırmanın tüm hükümlüler için geçerli olduğu söylenmelidir. Bu anlamda müebbet hapis cezası ile cezalandırılmış olan hükümlünün de infaz sonrası topluma yeniden döneceği unutulmamalı, infazın esasları buna göre düzenlenmelidir. Bu yönüyle müebbet hapis cezası alan hükümlünün bir gün özgür kalabilme şansı daima açık tutulmalıdır.

İyileştirmek Suretiyle Topluma Kazandırma
Yeniden topluma kazandırma amacı, idareye, infazın organizasyonunu topluma kazandırma amacına uygun olarak biçimlendirme yükümü getirmektedir. Personel ve teçhizat olarak infaz, hükümlünün yeniden suç işlemeksizin sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaya uygun ve elverişli bir şekilde biçimlendirilmelidir. Nitekim “İyileştirmede başarı ölçütü” başlığını taşıyan CGTİHK m.7 “(1) Hapis cezalarının infazında hükümlülerin iyileştirilmeleri amacını güden programların başarısı, elde ettikleri yeni tutum ve becerilerle orantılı olarak ölçülür. Bunun için iyileştirme çabalarına yönelik olarak hükümlünün istekli bulunması teşvik edilir. (2) Hapis cezasının, kendisinde var olan zararlı etki yapıcı niteliğini mümkün olduğu ölçüde azaltacak biçimde düzenlenecek programlar, usûller, araçlar ve zihniyet doğrultusunda yerine getirilmesi esasına uyulur. İyileştirme araçları hükümlünün sağlığını ve kişiliğine olan saygısını korumasını sağlayacak usûl ve esaslara göre uygulanır.” düzenlemesini getirmek suretiyle söz konusu amaçlara nasıl ulaşılabileceğini ifade etmektedir.​

Bir kavram olarak iyileştirmeden ne anlaşılması gerektiği CGTİHK'de tanımlanmamıştır. Bununla birlikte, iyileştirme, şu şekilde ifade edilebilir: İyileştirme, hem özel tedavi edici tedbirleri hem de hükümlüleri eğitim-öğretim yoluyla kişisel ve ekonomik sorunların çözümünde danışma ve infaz kurumunun sosyal ve ekonomik yaşama ilişkin müşterek ödevlerine katılımı içine alan genel usuldeki tedbirleri kapsamakta ve suç işleme eğiliminin kaldırılmasına hizmet etmektedir.​

Görüldüğü üzere iyileştirme kavramı içeriksel bir kesinliğe sahip değildir. Bu yönüyle iyileştirme sırasındaki tedbirlerin ve faaliyetlerin bütününü ifade etmektedir. Bu tedbir ve faaliyetler hükümlünün toplumla bütünleşmesini ve suç işlemeksizin sosyal açıdan sorumlu yaşama yeteneğini kazandırma amaçlarını yerine getirir niteliktedir. Yine cezanın infaz edilmesinden kaynaklanan zararlı etkileri ortadan kaldırmaya uygun görünen tüm çaba ve aktiviteler iyileştirme kavramı içinde yer alır.​


İNFAZ HUKUKU KURALLARININ ZAMAN BAKIMINDAN UYGULANMASI
Zaman bakımından uygulamaya ilişkin üç ilkenin bulunduğu söylenmelidir: Geriye yürüme, ileriye yürüme ve hemen uygulama.​

Hemen uygulama, aslında kuralın geriye yürümesini de sonuçlar. Gerçekten yürürlükteki yasanın uygulanması yani hemen uygulama, kendi yürürlüğünden önce işlenmiş ancak henüz yargılanmamış ve bir hükümle sonuçlanmamış fiiller bakımından esasen bir geçmişe yürüme sonucunu doğurur. Bu durumda sorun, olay anında yürürlükte olan kanunla sonradan yürürlüğe giren kanun arasında farklılık olması nedeniyle çıkmaktadır. Bu nedenle ceza hukukunda kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak aleyhe kanunun geçmişe yürümesi yasağı ve lehe kanunun geçmişe yürümesi ilkesi kabul edilmiştir. Böylece hemen uygulama ilkesinin kanunilik ilkesine aykırı sonuçları ortadan kaldırılmak istenmiştir.​

Buna karşılık infaz hukuku kuralları hemen uygulanır. Buna göre, kuralın aleyhe ya da lehe sonuç doğurması önemsizdir. Nitekim 5377 s.K.la değişik TCK m.7/3’e göre infaz rejimine ilişkin hükümler derhâl uygulanır. Bu, yeni kanunun getirdiği düzenlemenin cezanın amaçlarına daha iyi hizmet edebileceği düşüncesine dayanır. Gerçekten infaz kanunlarının derhâl uygulanmasındaki amaç; yeni kanunun, hükümlünün ıslahı ve topluma kazandırılmasında daha etkin yöntemlere, ceza infaz kurumunun daha sağlıklı şartlara kavuşturulmasına, ceza infaz kurumunun disiplin ve düzeninin daha iyi bir hâle getirilmesi ve buna göre hükümlüler için daha yaşanılır şartların meydana gelmesine ilişkin kurallara yer veriyor olmasıdır. Bu nedenle hükümlülerin ceza infaz kurumunda daha fazla kalmasını gerektiren ve koşullu salıverilme sürelerini uzatan hükümlerin derhâl uygulanmasından bahsedilemez.​

İşte, yeni kuralın infaz rejimini ağırlaştırmış olabileceği düşüncesi, bu kurala istisna getirilmesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim 5377 sayılı Kanun’ la yapılan değişiklikle TCK m.7’ye “Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç” ibaresi eklenmiştir. Bu durumda 5237 sayılı TCK'nin erteleme, koşullu salıverme ve tekerrüre ilişkin düzenlemeleri bakımından lehe kanun hükümleri esas alınacaktır.​

KİTAP: Ceza hukuku kurallarının zaman bakımından uygulanması ile ilgili bkz. Tuğrul Katoğlu, Ceza Kanunlarının Zaman Yönünden Uygulanması, Ankara, 2008.

Burada ortaya çıkan ilk sorun, “infaz rejimine ilişkin hüküm”den ne anlaşılması gerektiğidir. Bir hükmün maddi ceza hukukuna mı, infaz hukukuna mı dahil olduğu hususunda hükmün niteliğine bakılmalı; hüküm, sanığa verilecek ceza ile ilgili bir konu hakkında ise, yani ceza verme düşüncesi içinde görülüyorsa maddi ceza hukukuna ait olduğu kabul edilmelidir. Bir başka ifadeyle hükmün, cezanın gerçekleştirilmek istenen amaçları için konulmuşsa maddi ceza hukukuna, salt infazın sağlanması ve infazın şekli için konulmuşsa infaz hukukuna dahil olduğu kabul edilmelidir. Bu açıdan bakıldığında, kısa süreli hapis cezasının tedbirlerden birine çevrilmesi, cezaların ertelenmesi ve tekerrür gibi kurumların maddi ceza hukukuna; koşullu salıverme kurumunun ise infaz hukukuna dahil olduğu söylenmelidir.​

Buna karşılık cezaların ertelenmesi, kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaların tedbire çevrilmesi gibi müesseseler daha önce İnfaz Kanunu’nda yer almaktayken bu kez 5237 sayılı TCK’da düzenlenmiş; eski TCK’da tekerrür cezayı arttıran bir neden olarak yer almışken yeni TCK’da yeni infaz kanunu ile bağlantı kurularak mükerrirlerin ceza infaz kurumunda kalma süreleri arttırılmış olduğuna dikkat çekilmelidir.​

Bu çerçevede ortaya çıkan diğer bir sorun, önceden 647 sayılı İnfaz Kanunu'nda düzenlenen kısa süreli hapis cezasının tedbirlerden birine çevrilmesi ve cezaların ertelenmesi kurumlarının artık 5237 sayılı TCK’da düzenleniyor olmasıdır. Bu durumda lehe kanunun belirlenmesi bakımından ne şekilde hareket edileceği önemli bir sorundur.​

Konuyla ilgili bir sonuca varmak bakımından TCK m.7/3 hükmü, 5252 sayılı TCK’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m.9/3 ile birlikte değerlendirilmelidir. 5252 sayılı Kanun m.9/3’e göre “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir”. O hâlde 765 sayılı TCK ve 647 sayılı CİK ile 5237 sayılı TCK ve 5275 sayılı CGTİHK’nın bütün hükümleri olaya ayrı ayrı uygulanmalı, lehe olan hüküm ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmelidir. Buna göre 5237 sayılı TCK, 647 sayılı CİK ya da 765 sayılı TCK 5275 sayılı CGTİHK karma olarak uygulanmamalıdır.​

Bu durumda “Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler derhal uygulanır” hükmünü getiren TCK m.7/3 ile Yürürlük Kanunu m.9/3’ü nasıl telif etmek gerekir? Zira söz konusu düzenleme gereği erteleme, koşullu salıverme ve tekerrür bakımından lehe kanun uygulanacaktır. Kanımızca bu durumda iki aşamalı bir uygulama yapılmalıdır: Önce Yürürlük Kanunu m.9/3 gereği lehe kanun belirlenmeli, daha sonra olay, erteleme, koşullu salıverme ve tekerrür açısından olay bakımından hangisi uygulama alanı bulacak ise tekrar incelenerek bu kurumlar bakımından hangi kanunun lehe olduğu tespit edilmelidir. Lehe kanunun uygulanması düşüncesi erteleme ve tekerrürün bir ceza hukuku kurumu olması niteliği ile de bağdaşmaktadır. Öte yandan, koşullu salıverme bir infaz kurumu olmakla birlikte yeni kuralın infaz rejimini ağırlaştırmış olabileceği düşüncesi bu kurala istisna getirilmesi sonucunu doğurmuştur.​

İNFAZ HUKUKUNUN TEMEL İLKELERİ VE UYGULAMA
İnfaz hukukunun temel ilkelerini açıklamak​

İnfaz Hukukunun Temel İlkeleri
1. Hukuk Devleti İlkesi
2. İnsan Onurunun Dokunulmazlığı İlkesi
3. Eşitlik İlkesi
4. Sosyal Devlet İlkesi


Hukuk Devleti İlkesi
Hukuk devleti, amacı hukukun üstünlüğünü sağlamak olan devlet demektir. Hukukun üstünlüğü ise iki ana fikir üstüne kurulmuştur:​

  1. Devletin sahip olduğu iktidar, hukuktan gelir ve ona uygun kullanılır.​
  2. Hukuk, insan kişiliğine saygıya dayanır.​
Anayasa Mahkemesi de hukuk devleti kavramını verdiği bir kararında şöyle tanımlamıştır:
“Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan ve faaliyetlerinde hukuka ve anayasaya uygun, bütün işlemleri yargı denetimine bağlı olan, yasaların üstünde yasa koyucunun bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlettir (Anayasa Mahkemesi, 11.06.2003, E: 2001/375–K: 2003/ 61).”​




Özgürlük ve insan kişiliği, hukuk devletinin esasıdır. Hukuk devleti, insan haklarına saygılı devlettir. O hâlde hukukun üstünlüğü anlayışında temel değer insan kişiliğinin haysiyetidir. Hukukun üstünlüğü, insan haysiyetinin en üstün değer olduğunun benimsenmesi veya kabulü demektir.​

Bu bağlamda hukuk devleti, insan haklarını gerçekleştirecek, adaleti sağlayacak ve hukuki güvenliği temin edecek olan devlettir.​

Görüldüğü üzere hukuk devleti ilkesi infaz hukukunun da temel ilkesi olma özelliği göstermektedir. İnfaz hukuku kuralları insan haklarına uygun ve adil olmalıdır.​

Burada hukuk devleti ilkesinin alt ilkelerini ifade eden oranlılık, amaca uygunluk ve gereklilik ilkelerinden de söz edilmelidir. Gerçekten bir infaz işlemine başvurulması ile elde edilmek istenen menfaat ve verilmesi imkân dâhilinde bulunan zarar arasında makul bir oranın bulunmasını, oran bulunmaması durumunda bu işleme başvurulmamasını ifade eden ilkeye oranlılık ilkesi denir. Yine infaz hukuku kuralları amaca uygun olmalıdır. Nihayet söz konusu kurallar iyi bir infaz rejiminin sağlanması bakımından gerekli de bulunmalıdır.​

İnsan Onurunun Dokunulmazlığı İlkesi
İnsan bir nesne haline getirilemez. O, hakları ve yükümlülükleri olan bir hukuk öznesidir. ‘İnsan devlet içindir’ şeklindeki totaliter bir düşünce şekli insanı ruhsuz, içi boş bir şey, sanki bir yaratık haline getirir. Ancak belli hak ve özgürlüklere sahip olan kişi çevresini şekillendirebilir; bir kişilik kazanabilir. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam özellikle bir ruh ve düşünce özgürlüğünü zorunlu kılar. İşte bu nedenle insan onuru, özgürlükçü demokrasilerin, hukuk devletinin işlevini sağlayabilmesi için vazgeçilmez bir koşuldur. Fakat bu bağlamda insan onurundan da ancak bir hukuk devletinde söz edilebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle hukuk devletinin insan onurunun koruyucusu olduğu söylenmektedir.​

İnsanın hem maddi hem de manevi açıdan kendine özgü bir değer taşıması ve taşıdığı bu değerden vazgeçmenin mümkün olmaması, her türlü toplumsal, hukuksal ve siyasal müdahaleye karşı mutlak olarak öne sürülebilmesi insan onurunun temel özelliklerini oluşturmaktadır. Onur kavramı sadece insanın özgürlüğünü ve eşitliğini değil bağımsız kişiliğini de ifade eder. Hukuk düzeninde bireye sadece kendisinin egemen olacağı, dışarıdan müdahalelerde bulunulamayacak özgür bir alan sağlanmadıkça insan onurunun gerçekleştirilemeyeceği söylenebilir.​

“Her tutuklu, alınan tedbirlerin infaz edilme usul ve yöntemlerinin kendisini, tutukluluğun doğasında varolan kaçınılmaz ıstırap düzeyini aşacak şiddette bir sıkıntı veya zorluğa maruz bırakmamasını temin edecek şekilde, insan onuruyla bağdaşır tutukluluk koşullarına tabi olma hakkına sahip olduğundan, hapsetmenin uygulamaya ilişkin gereklilikleri göz önünde bulundurulduğunda, tutuklunun sağlığının yanı sıra esenliği de yeterli bir şekilde sağlanmalıdır (Gencay/Türkiye Kararı, AİHM)”.

Bu yönüyle devlet insan onuruna dokunmamak biçiminde sadece pasif bir davranışla yetinemez; onu aktif bir şekilde korumalıdır. Devlet, insan onuruna yönelik tehditleri hemen orada önlemeli, bunun için gerekli olan tedbirleri almalıdır. Bu önleme, güncel tehditler yanında, geleceğe yönelik potansiyel tehditleri de içerir.​

1982 Anayasası, Başlangıç bölümünün 6. paragrafında, “her Türk vatandaşının (...) onurlu bir hayat sürdürme hak ve yetkisinin bulunduğunu” belirtmiştir. Yine Anayasa devletin temel amaç ve görevleri arasında, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmayı ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmayı da saymıştır (Anayasa m.5). Öte yandan, kimsenin insan onuruyla bağdaşmayan bir ceza ve muameleye de tabi tutulamayacağını (Anayasa m.17/3) belirterek, bir yandan insan onuruna verdiği önemi ifade etmiş, diğer yandan onun hukuk devleti ile olan ilişkisini de ortaya koymuştur. Yine CMK m.148/3’te insan onuruna aykırı bir işleme ve böylece elde edilecek delillerin muhakemede kullanılmasına gösterilecek rıza kabul edilmemekte; TCK’da de insan onurunu ihlal eden işkence (m.94) ve hakaret (m.125) bir suç olarak düzenlenmektedir. Bu nedenle ilk bakışta ahlaki bir değer gibi görünen insan haysiyetinin hukuki bir değere de sahip olduğu söylenmelidir.​

İnsan onuru sınırsız değildir; bu sınır hukuk devletidir. Hukuk devletinde yaşayan birey kanunla getirilmiş yükümlülüklere uyacaktır.​

CGTİHK m.2/2’de “ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz” denmek suretiyle ilke ifade edilmiştir. Böylece infaz hukukunun amaçlarından, hükümlünün yeniden topluma kazandırılması da sağlanmış olacaktır. Gerçekten diğer hükümlüler tarafından şiddete maruz bırakılma, cinsel sömürü ve saldırıya uğrama, sağlık durumunun giderek kötüleşmesi, personel tarafından uygulanan keyfi ya da insanlık dışı davranışlar hapsetme işleminden kaynaklanan ve insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesi bakımından da önem taşıyan risklerdendir. Bu yönüyle infaz kurumu içinde hükümlü ve infaz personeli arasında düzenli ve güvenli bir birlikte yaşam ile hükümlülerin fiziksel ve psikolojik rahatlığı temin edilmeli; adil muamele yapılarak, keyfi davranışlar önlenmeli, etkin şikâyet olanakları verilerek, personel tarafından verilen ve uygulanan kararların gerekçelendirilmesi sağlanmalıdır.​

• Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Madde 10:
Özgürlüğü elinden alınmış bütün kimselere insani bir şekilde ve insan olarak sahip oldukları saygıdeğerlik göz önüne alınarak muamele edilecektir.​

• Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Temel İlkeler, İlke 1:​
Bütün mahkumlara insan olarak sahip oldukları saygıdeğerlik ve değer göz önüne alınarak muamele edilecektir.​

• Herhangi Bir Şekilde Tutuklu ya da Hapiste Olan Bütün Kimselerin Korunmasına İlişkin İlkeler Demeti, İlke 1:​
Herhangi bir şekilde tutuklu ya da hapiste olan bütün kimselere insani bir şekilde ve insani olarak sahip oldukları saygıdeğerlik göz önüne alınarak muamele edilecektir.​




Eşitlik İlkesi
Ceza hukuku çerçevesinde özgürlüğü kısıtlanan hiç kimse bundan dolayı ayrımcılığa tabi tutulamaz.​

Eşitliğin sağlanması adaletin bir gereğidir. Gerçekten ceza adaleti değişik türdeki adalet kavramlarının bir bileşkesi şeklinde ortaya çıkmalıdır. Herkese eşit olanın verilmesi denkleştirici adaleti ifade etmektedir ki burada hiçbir ayrım gözetilmeksizin herkes eşit işleme tabi tutulur. Buna göre genç-yaşlı, zengin-fakir, zenci-beyaz, Türk-Alman herkes aynı ceza hukuku kuralına tabidir; bu objektif adalettir.​

Anayasa m.10’da “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir... Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denmek suretiyle bu husus dile getirilmiştir.​

CGTİHK m.2/1’de eşitlik ilkesi, “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır” şeklinde ifade edilmiştir.​

Bununla birlikte hükme esas suç tipine dayalı bir infaz rejiminin benimsenmiş olmasının eşitlik ilkesiyle bağdaşabilirliği tartışmalıdır. Getirilen farklılık yaratan hükümler geçici olmalı, ceza ile iç içe olan üzüntü ve kederin etkisini artırmamalıdır.​

Öte yandan CGTİHK m.110’un bazı özel infaz şekillerini yetişkin olmakla birlikte sadece kadın ve yaşlı hükümlüler bakımından kabul etmiş bulunmasının eşitlik ilkesine uygun olup olmadığı tartışılabilir.​

• Mahpusların İyileştirilmesi İçin Birleşmiş Milletler Minimum Standart Kurallar, Bölüm 1/Temel İlke-6.1:
Aşağıdaki kurallar tarafsız olarak uygulanır. Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir düşünce ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka statü gerekçesiyle ayrım gözetilemez.​

• Avrupa Konseyi Ömür Boyu Hapis ve Diğer Uzun Süreli Cezalara Mahkum Olanların Cezaevi İdaresince Yönetimi Hakkında R (2003) 23 Sayılı Tavsiye Kararı, Madde 7:​
Ömür boyu hapis ve uzun süreli mahkûmlar arasında yalnıza cezaları nedeniyle ayrım yapılmamalıdır.​




Sosyal Devlet İlkesi
1982 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti'nin “sosyal bir devlet” olduğunu ifade etmektedir.Sosyal devlet olmak, devlete görev ve ödevler verir. Bu da sosyal adalet ve sosyal güvenliğin sağlanması olarak karşımıza çıkar. Sosyal adalet, kişiler arasında sosyal eşitliğin sağlanması iken sosyal güvenlik, herkesi sosyal ve ekonomik baskılardan korumak ve/veya kurtarmak şeklinde karşımıza çıkar. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre; sosyal adalet, “insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesi”, “insanca yaşama”dır. Bu bağlamda, sosyal devlet özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi ve manevi olanakları kendi güvencesine alan devlettir. Anayasa'nın deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin “temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” (Anayasa m.5). Öte yandan, yine Anayasa, sosyal devlet olmanın diğer bir gereğini düzenlemektedir: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak tedbirleri alır...” (Anayasa m.60).​

Toplumsal düzenin sağlanması için devlet otoritesinin (gücünün) kullanımı, sosyal adalet anlamında mümkün olabilir. Sosyal adalet, toplumun tüm bireyleri için ihtilaf halindeki menfaatlerin ortadan kaldırılması ve katlanılır yaşam koşullarının sağlanması vasıtasıyla gerçekleştirilir. Bu ise, sosyal hukuk devleti içinde devletin alacağı tedbirlerle özelikle yasa koyucu, yani aynı zamanda ceza kanun koyucusu tarafından gerçekleştirilmelidir. Bu bağlamda, devlete ait ceza vermek yetkisinin kullanılması nedeniyle hükümlünün infaz sırasında yasal taleplerinin yerine getirilmesi esnasında karşılaşabileceği olası engelleri kaldırmak, hiçbir engelle karşılaşmaması için gereken hukuksal koşulları yaratmak ve garanti altına almak yasa koyucuya ait bir görev olmalıdır. Yine bu anlamda, eşitlik ilkesi, hükümlünün talepleri bakımından da geçerlidir.​

Ceza hukukunun amaçlarının, devletin yönetim şekline de paralel olduğu unutulmamalıdır. Bir hukuk devletinde, öç alma amacından söz edilemez. Devlet anlayışı, otoriter olmaktan ne denli uzaklaşmışsa devletin cezalandırma anlayışı da o derece insancıl olmuştur. Anayasamızda da belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti sadece bir hukuk devleti, sadece sosyal hukuk devleti değil demokratik sosyal hukuk devletidir. İşte demokrasi, devletleşme kademesindeki son aşamayı belirtir. Bu demokrasi, özgürlükçü demokrasidir. Böyle bir devlette, devlet otorite ve ağırlık merkezi olma özelliğini yitirmiş, özgürlük ve güvenlik arasında arabulucu olmuştur. Bu devletin infaz hukuku için de böyledir.​

Nihayet sosyal devlet, cezaevindeki hükümlüye kendi özel bakımını mümkün kılacak yardımı, sosyal bakım ve özeni garanti etmelidir. Bu anlamda sosyal hukuk devleti gücü ölçüsünde hükümlüye insan onuruna yaraşır olanakları sağlamalıdır.​


İnfaza İlişkin İlkeler
1. İnfazın Yasallığı İlkesi​
2. İnfazın Kesintisizliği İlkesi​
3. Gizlilikten kaçınma ilkesi​
4. İnsanca İnfaz İlkesi​
5. İnfazın Bireyselleştirilmesi İlkesi​

şeklinde sıralanabilir.​

İnfazın Kanuniliği İlkesi
Anayasa m.38/1’e göre “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” . Görüldüğü üzere hüküm kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini düzenlemektedir.​

Anayasa m.38/2’de yer alan “... ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.”hükmü karşısında suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ve söz konusu ilkenin sonuçlarının infaz hukuku bakımından da geçerli olduğu ifade edilmelidir. Zira infaz, kesinleşmiş mahkûmiyet kararının yerine getirilmesi olarak tanımlandığına göre infaz işleminin de ceza mahkûmiyetinin bir sonucu olduğu söylenebilir. O hâlde kanunsuz infaz olmaz. Bu durumda infaza ilişkin hususların da kanunda düzenlenmesi zorunludur. Diğer bir deyişle infaza ilişkin düzenlemeler temel hak ve özgürlüklere yönelik bulunduğuna göre idarenin düzenleyici işlemleriyle düzenlenmesi mümkün olmamalıdır. İfade edilmelidir ki infaza ilişkin yasal hükümlerin kısmen veya tamamen değişmesi ya da farklı yorumlanması sonucunu doğuracak hiçbir düzenleyici işlem yapılmamalıdır.​

5275 sayılı CGTİHK m.4 “Mahkumiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz olunamaz” düzenlemesini getirmek suretiyle infazın kanuniliğini de ifade etmiş olmaktadır. Gerçekten mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe infaz edilemez; infaz edilirse bu yasal olmaz. Böylece kanun yolu sonucunda hükmün bozulması, hükümlünün beraat etmesi ya da daha az ceza alması olasılıkları karşısında telafisi imkânsız sonuçların ortaya çıkması önlenmektedir.​

İnfazın kanuniliği ilkesinin diğer bir sonucu da hükümlüye hükümde yazılı olandan başka bir cezanın çektirilememesidir. Örneğin, kasten yaralama suçundan mahkûm olan kişiye kasten öldürme suçunun cezası çektirilemez. Zira her iki suça ilişkin cezaların infazının şekil ve sonuçları birbirinden farklıdır.​

İnfazın Kesintisizliği İlkesi
5275 sayılı CGTİHK m.5’e göre “Mahkeme, kesinleşen ve yerine getirilmesini onayladığı cezaya ilişkin hükmü Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Bu hükme göre cezanın infazı Cumhuriyet savcısı tarafından izlenir ve denetlenir.” Söz konusu düzenleme esasen infazın derhâl yapılmasını ve kesintisizliği ilkesini de dile getirmiş olmaktadır. Kesinleşmiş mahkûmiyet hükmünde yer alan cezanın infazına başlandıktan sonra, kanunlardaki düzenlemeler uyarınca ceza çekilinceye kadar infaza ara verilmemesi zorunludur.​

Ancak ilkenin istisnaları da bulunmaktadır. Erteleme, gece ve hafta sonu infaz buna örnek verilebilir. Konuya ilişkin olarak “Cezanın İnfazına Ara Verilmesi” başlığı altındaki açıklamalara bakılmalıdır.​

Gizlilikten Kaçınma İlkesi
Bu ilkenin anlamı cezanın infazının bilinmeyen bir yerde ve bilinmeyen bir yöntemle yapılamamasıdır. Cezanın infazına ilişkin kurallar örneğin, infaz yeri, zamanı, şekli, yöntemi vb. gibi açıkça düzenlenmeli ve herkes tarafından bilinebilir olmalıdır. Cezaların infazına ilişkin hükümler 5275 sayılı CGTİHK’da düzenlenmektedir.​

Belirtilmelidir ki ilke hiçbir şekilde cezanın alenen infaz edilebileceği anlamına gelmemelidir.​

Tutuklama veya Hapsetmenin Herhangi Bir Şekline Tabi Tutulan Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü, Ek Prensip 4:
Her türlü tutuklama veya hapsetme kararı ile tutuklanan veya hapsedilen bir kimsenin insan haklarını herhangi bir şekilde etkileyen bütün tedbirlere yargısal veya diğer bir makam tarafından karar verilir veya bu makamların etkili denetimine tabi tutulur.​




İnsanca İnfaz İlkesi
Cezanın infaz edilmesi bazı hak ve özgürlüklerden yoksun bırakılmayı gerektiriyor ise de hükümlünün hiçbir hakkı bulunmadığı anlamına gelmez. Gerçekten hükümlü de bir insandır ve mahkûm olduğu süre içinde insanca ve adil bir muamele görmelidir. Nitekim Anayasa m.17’de düzenlenen yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağı esasen bu ilkeyi ifade etmektedir. Bu, haysiyetli yaşam hakkının da bir uzantısıdır. Hükümlü ile özgür bir insan arasında insanlık haysiyetini rencide eden farklar yaratılamaz. Hükümlü tüm haklarından yoksun bırakılmış bir kişi sayılamaz. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.3’e göre de hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya onur kırıcı ceza ya da işleme tabi tutulamaz. O hâlde infazın her aşamasında istisnasız insanca infaz ilkesine uyulmalıdır.​

Elbette hükümlüye infaz sırasında cezasıyla bağdaşacak şekilde bazı hak ve özgürlüklerden yararlanmasına yönelik olarak kısıtlamalar getirilebilir. Ancak hiçbir zaman eziyet ve işkence yapılamaz ya da söz konusu kısıtlamalar eziyet veya işkence boyutuna ulaşamaz. Disiplin ile ilgili konularda bile insan haysiyetiyle bağdaşmayan işlemler uygulanamaz. Hükümlünün hak ve özgürlüklerine getirilecek kısıtlamalar cezanın amaçları ile orantılı olmalıdır.​

Cezaların insanca infazı ile ilgili olarak ortaya konulan ana ilkeler şu şekilde sıralanmaktadır:​

  • Tutuklu ve hükümlüye, sahip oldukları haklar yazılı olarak derhâl bildirilmelidir. Bu kişiler okur-yazar olmasa dahi söz konusu haklar sözlü olarak bildirilmelidir.​
  • Hakların kullanımında işlenen suçun niteliği ve türü dikkate alınmaz. Tutuklu veya hükümlü olmak yeterlidir.​
  • Eşitlik ilkesinin bir sonucu olarak hakların kullanımında ırk, dil, din, cinsiyet, siyasal veya diğer görüşler, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler ayrım nedeni olamaz.​
  • Hakların çiğnenmesi durumunda yargı yolu açık olmalıdır (Anayasa m.125/1).​
“AİHS’nin özgürlükten yoksun bırakılan ya da a fortiori hasta kimselerin durumuna ilişkin özel bir hüküm içermediği doğrudur. Ancak, Devlet’in, gerekli tıbbi tedavinin sağlanmasıyla, tutukluların fiziksel bütünlüğünü koruma yükümlülüğünden bağımsız olarak, doğal yollardan ortaya çıkan gerek bedensel gerekse ruhsal bir hastalıktan kaynaklanan ıstırap, yetkili mercilerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşulları nedeniyle daha da şiddetlenir veya şiddetlenme riski taşırsa, tek başına AİHS’nin 3. maddesi kapsamına girebileceğini hatırlatmak gerekir (Gencay/Türkiye Kararı, AİHM)”

İnfazın Bireyselleştirilmesi İlkesi
Söz konusu ilke hükümlüyle birlikte, hakkında cezasının infazına ilişkin bir iyileştirme planı hazırlanmasını ifade eder. Bu planda meslek eğitimi, infazın hafifletilme yöntemi, salıverilme koşulları gibi konular yer alır. Yine hükümlüye hakları ve yükümlülükleri bildirilmeli, anlamıyorsa yazılı olarak açıklanmalıdır. Öte yandan, söz konusu açıklamaların hükümlünün anladığı dilden yapılması da gerekmektedir.​

İnfazın bireyselleştirilmesine ilişkin bir başka düzenleme yine aynı kanunun “gözlem ve sınıflandırma” başlığını taşıyan m.23’te yer almaktadır. Konuya ilişkin olarak aşağıdaki açıklamalara bakılmalıdır.​

Avrupa Konseyi Ömür Boyu Hapis ve Diğer Uzun Süreli Cezalara Mahkûm Olanların Cezaevi İdaresince Yönetimi Hakkında R (2003) 23 Sayılı Tavsiye Kararı, Madde 3:
Ömür boyu hapis ve uzun süreli mahkûmların farklı kişisel özellikleri dikkate alınmalı ve cezalar uygulanırken kişisel planlar yapılmasına dikkat edilmelidir.​





Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna Göre Hapis Cezalarının İnfazında Gözetilecek İlkeler
CGTİHK m.6 ve 7 “Hapis Cezaları ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazında Gözetilecek İlkeler” başlığını taşımaktadır. Bununla birlikte her iki hüküm de yakından incelendiğinde sadece hapis cezalarına yönelik bir düzenleme getirildiği ve fakat güvenlik tedbirlerinin ele alınmadığı görülmektedir. Bu yönüyle bölüm başlığı ile içeriğinin birbiriyle uyumlu olmadığı söylenmelidir.​

Hapis cezalarının infaz rejimi şu temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir (CGTİHK m.6):

a. Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.​

b. Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.​

c. Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.​

d. İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.​

e. Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.​

f. Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.​

g. Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur.​

h. Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlal edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karşı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır.​

Görüldüğü üzere yasa hapis cezalarının infazında;​

  • düzeni​
  • güvenliği​
  • disiplini​
  • adaleti​
esas almıştır. Bunlar aynı zamanda infazın görevleri olarak da nitelenebilir. Bu dört görev arasında makul bir denge yaratılmalıdır.​

Bu anlamda hükümlüler infaz kurumunda güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak tutulur. Kurum içinde hükümlü ve personel arasında güvenli ve düzenli bir yaşam garanti edilmeli; hükümlülerin fiziki ve psikolojik sağlıkları sağlanmalıdır. Nihayet dürüst işlem ilkesine uygun, keyfilikten uzak bir tutum sergilenmeli ve etkin şikâyet olanağı sağlanmalıdır.​

Öte yandan hükümlü infaz kurumunda belli yükümlülüklere tabi tutulmuştur. Bunlara aykırı davranması hâlinde disiplin yaptırımı ile cezalandırılır. Ancak hükümlü olmak hiçbir hakkı bulunmamak anlamına gelmez. İnsan onuruna saygı, hükümlü için de geçerlidir.​

CGTİHK MADDE GEREKÇELERİNDEN
Madde 6. - Hapis cezalarının infazında, mutlaka uyulması gerekli ilkeler, başta hükümlünün kurumda muhafazası ve kaçmasının önlenmesi, kurumda mutlaka düzenin korunması, kurumdaki yaşamın hükümlünün iyileştirilmesi hedefi ile bağımlı olması ve her hâlde kurum yaşamında adaletin egemen kılınmasıdır. İşte madde bu dört ilkenin hayata geçirilmesi yönünden infaz rejiminde izlenmesi gerekli amaçları ve uyulması zorunlu ilkeleri yedi bent hâlinde belirtmektedir. Bu bentlerde belirtilen infaz amaç ve ilkeleri özetle infazda keyfîliğe kaçılmaması, insan onuruna saygılı maddi ve manevi koşullarda infaz, infaz ve iyileştirme işlemlerinde kanunilik ve hukuka uygunluk ilkelerine uyulması, infaz rejiminin bireyselleştirilmesi, kurumların denetlenmesi ve hükümlülerin yaşam hakları ile bedensel ve ruhsal bütünlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerdir. Hapis cezalarının infazında gözetilecek amaçlar doğrultusunda, hükümlülerin bazı haklarının kısıtlanabileceği, kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini bozanlar hakkında bu Kanunda belirtilen disiplin cezalarının uygulanacağı belirtilmiştir. Ayrıca kanun, tüzük ve yönetmeliklerde belirlenen kurallara hükümlülerin uymalarının bir zorunluluk olduğu belirtilmekte böylece hükümlünün hak ve yükümlülükleri bulunduğuna işaret edilmiş olmaktadır.​

Madde 7. -Maddede, hapis cezasının insan onuruna saygının korunmasını sağlayan koşullar altında çektirilmesi ilkesinin yaşama geçirilebilmesi ve hükümlünün yeniden toplumla bütünleşmesini, toplumun üretken, kanunlara saygılı, sorumluluk taşıyan bir birey niteliğini kazanmasını gerçekleştirme amacına ulaşılabilmesi için gerekli başarı ölçütü gösterilmiştir. Burada hapis cezalarının infazında iyileştirmenin ölçütünün, hükümlünün gösterdiği pişmanlık ve bu süreçte uygulanan programlara uyum hususundaki gayret ve başarısı olduğu belirtilmiştir.​




İNFAZ HUKUKUNUN HUKUK DÜZENİ İÇİNDEKİ YERİ VE DİĞER HUKUK DALLARI İLE İLİŞKİSİ

İnfaz Hukukunun Hukuk Düzeni İçindeki Yeri

İnfaz hukuku, kamu hukukunun bir dalıdır. Kamu hukukunun niteliği, hukuki ilişkilerde kuralları ast-üst ayrımı, yani hiyerarşik bir ayrım içinde ortaya koymasıdır. İnfaz hukukunda, devlet ile fail arasında doğan, devlete ait cezalandırma yetkisinin kullanılması söz konusudur. Böyle olunca infaz hukuku eşit iki taraf arasındaki değil, hiyerarşik olarak hukuk düzeninin üst kısmında bulunan devlet ile birey arasındaki sorunların çözümlenmesi ile ilgilenmektedir. Mağdur, kural olarak devletin cezalandırma yetkisinden; devlet de artık bir görev niteliğinde olan cezalandırma yetkisinden vazgeçemez.​

İnfaz Hukukunun Diğer Hukuk Dalları ile İlişkisi

Anayasa Hukuku ve İnfaz Hukuku

1982 Anayasası m.17/3’te “... kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” düzenlemesi ile Anayasa ve infaz hukuku arasındaki ilişki açıkça ifade edilmektedir. Böylece ceza ve güvenlik tedbirlerinin ve bunların infazının insan haysiyetine uygun olması gerektiği ortaya konmaktadır. Gerçekten kişiyi özgürlükten yoksun bırakan yaptırımlar insan haysiyetini tehlikeye sokma potansiyeli taşımaktadır. Bu yönüyle Anayasadaki bu düzenleme infaz hukuku bakımından önemli bir garanti sağlamaktadır. Bu aynı zamanda devlet için bir yükümlülüktür: Devlet cezanın infazı aşamasında da insan onurunu korumalı ve saygı duymalıdır.​

İdare Hukuku ve İnfaz Hukuku
Cezanın infazı, bu anlamda cezaevinin idaresi ve uygulamaları, daha çok idari tasarruf niteliği taşıdığından, bundan zarar gören hükümlü ve tutukluların idari yargı yoluna başvurabilmeleri gerekir. Bununla birlikte İnfaz Hâkimliği Kanunu’ndan sonra infaz uygulamalarına ilişkin konularda infaz hâkimine başvurulması mümkün olduğundan artık idari yargı yolunun öneminin azaldığı haklı olarak vurgulanmaktadır. Ancak yine de idarenin bazı tasarruflarına örneğin, nakil talebine ilişkin kararlara karşı idari yargı yoluna başvurulabileceği söylenmelidir.​

İNTERNET: İdare hukuku hakkında ayrıntılı bilgi almak için bkz. http://www.idare.gen.tr/ , web sitesi ziyaret edilebilir.

Maddi Ceza Hukuku ve İnfaz Hukuku
Suç adı verilen insan davranışının yapısını inceleyen ve buna özgü yaptırımlar öngören hukuk dalına ceza hukuku denir. Ceza İnfaz Hukuku, ceza muhakemesi sonucu hükmedilen yaptırımların infazına ilişkin esasları gösteren hukuk dalıdır. Bu yönüyle kendine özgü koşul ve kuralların varlığı onun bağımsız bir hukuk dalı olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Ancak infaz hukuku ceza hukuku, ile tümüyle ayrı değildir. Çünkü infaz hukuku, ceza hukuku yaptırımlarının infazını düzenler. İnfaz hukuku sayesinde cezalar amaçlarına uygun bir şekilde uygulanır. Bu yönüyle cezanın amacına ulaşabilmesi infaz rejiminin başarısına bağlıdır. İyi bir infaz rejimi yoksa iyi bir ceza ve ceza muhakemesinin de anlamı kalmaz.​

Türk hukukunda maddi ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler 5237 sayılı TCK’da bulunmaktadır. Daha önce yürürlükte bulunan 647 sayılı CİHK içinde ceza yaptırımlarına ve erteleme gibi ceza hukuku kurumlarına ve yine 765 sayılı TCK’da da infaz hukukuna ilişkin hükümlere yer verilmesi eleştirilmekteydi. Yaptırımların, kısa süreli hapis cezalarına seçenek yaptırımların ve erteleme kurumunun TCK’da düzenlenmesi ve 5275 sayılı CGTİHK’da sadece infaza ilişkin hükümlere yer verilmesi son derece isabetli olmuştur.​

Ceza Muhakemesi Hukuku ve İnfaz Hukuku
Suç adı verilen bir fiilin işlenip işlenmediği; işlenmişse kimin tarafından işlendiği ve yaptırımının ne olacağı sorununa çözüm bulmak amacıyla iddia, savunma ve yargılama şeklinde yapılan bir dizi faaliyete ceza muhakemesi hukuku denir. Ceza muhakemesinin amacı hukuk devleti ve insan haysiyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlükler ile muhakeme hukukunun ilkelerine uygun bir şekilde maddi gerçeğe ulaşabilmektir. Daha önce CMUK’de bulunan cezaların infazına ilişkin m.395-405’deki düzenlemelerin artık 5237 s. CGTİHK’da yer alması ceza muhakemesi hukuku ve infaz hukuku arasındaki ilişkiyi önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bununla birlikte geniş anlamda ceza hukukunun maddi ceza hukuku yanında ceza muhakemesi hukuku ve infaz hukukunu da bünyesinde barındırdığı düşünüldüğünde, infaz hukukunun amacına ulaşabilmesi bakımından iyi bir ceza muhakemesine olan gereksinim varlığını korumaktadır. Gerçekten temel hak ve özgürlüklere ve muhakeme hukukunun ilkelerine aykırı olarak yapılmış bir ceza muhakemesi sonunda hükmedilmiş olan cezanın infazında, ondan beklenen amaca ulaşabilmek de mümkün olmayacaktır.​


Uluslararası Hukuk
Burada öncelikle 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden söz edilmelidir. Söz konusu bildirgenin 5.m.sine göre “hiç kimse işkenceye veya zalimane veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele tarzlarına veya cezaya tabi tutulamaz.” Yine 1966 tarihli Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’de de insan onurunun korunması kabul edilmiş, her türlü kötü muamele ve işkence yasaklanmıştır. O hâlde cezalar; zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı olamaz.​

Yine Çocuk Hakları Sözleşmesi çocuk suçlular için özel bazı haklar sağlamakta, çocukların ölüm cezası ve ömür boyu hapse mahkûm edilmelerini yasaklamaktadır. Çocukların hapsedilmesi en son çare olmalı, uygulanması durumunda en kısa süreyi kapsamalıdır.​

İnfaz hukuku alanındaki gelişimin büyük ölçüde gerilediği İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra infazın insanileştirilmesi düşüncesi önem kazanmış, bu alanda uluslararası hukuk alanında önemli reform adımları atılmıştır. 1955 tarihinde Cenevre’de düzenlenen kongrede alınan “Hükümlülere Muamelede Asgari Esaslar” ve “İnfaz Kurumu Açma” konulu tavsiye kararları infaz hukukunu önemli ölçüde etkilemiştir. Bunun bir sonucu olarak “Hükümlülere Muamelede Uyulacak Asgari Standart Kurallar” 1957 tarihinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu kuralların, temel ve mutlak niteliği sebebiyle her zaman ve her yerde uygulanması gerektiği söylenmektedir. Bu kurallara örnek olarak şunlar verilebilir:​

  • Cezaevleri kişilerin yaşamına bedeni ve ruhi sağlıklarına yönelik bir tehdit içermeyen ve iyi örgütlenmiş kurumlar olmalıdır.​
  • Cezaevleri tutuklu ve hükümlülere karşı hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın davranıldığı yerler olmalıdır.​
  • Bir suçlunun mahkeme tarafından hapis cezasına mahkûm edilmesi, yoğun bir üzüntü ve acının var olduğu bir cezanın uygulanması demek olduğundan; cezaevi koşulları, cezanın niteliğinde bulunan bu üzüntü ve acıyı artıracak şekilde oluşturulamaz.​
  • Cezaevindeki faaliyetler, mümkün olduğunca cezanın çekilmesinden sonra hükümlünün toplum içindeki yerini tekrar almasını yardım etmeye yönelmelidir. Bu yüzden, cezaevi kuralları ve uygulanan rejim, hükümlünün kişisel özgürlüklerini, dışarıyla kurduğu toplumsal ilişkileri ve kişisel gelişimine yönelik imkânları kesinlikle gereğinden fazla kısıtlamamalıdır. Cezaevi kuralları ve uygulanan rejim, normal toplum yaşamına, bütünleşmeye ve uyum sağlamaya yardımcı olmalıdır.​
Yine BM Genel Kurulu 1988’de “Herhangi bir Şekilde Gözaltında Tutulan ya da Hapse Konulan Kişilerin Korunmasına Dair İlkeler Bütünü”nü, 1990’da da “Mahpuslara Muamelenin Temel İlkeler”ini kabul ederek güvenceleri tamamlamıştır.​

İnfaz hukuku alanında Avrupa Konseyi’nin de önemli çabalarının bulunduğu görülmektedir. Burada 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği yaşama hakkı (m.2), işkence ve diğer insanlık dışı veya aşağılayıcı ceza davranış yasağı (m.3), kölelik ve zorlayıcı çalışma yasağı (m.4), özgürlük ve güvenlik hakkı (m.5), adil yargılanma hakkı (m.6), cezaların yasallığı (m.7), özel hayata saygı (m.8), düşünce, vicdan ve din özgürlüğü (m.9), ifade özgürlüğü (m.10), etkili başvuru hakkı (m.13), ayrımcılık yasağı (m.14), hakların kötüye kullanılması yasağı (m.17) önemi sebebiyle ifade edilmelidir.​

Öte yandan infaz hukukunu Avrupalılaştırma çabasının bir sonucu olarak infaz politikasının genel esaslarının da çizilmesi üye ülkelerin kanunlarını değiştirme ve yakınlaştırmak amacıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 19.1.1973 tarihinde “Hükümlülere Muamelede Asgari Kurallar” belirlemiş ve hürriyeti bağlayıcı cezaların infazı konusunda 1987 tarihli “Avrupa Ceza İnfaz Kuralları” kabul edilmiştir. Bağlayıcı bir niteliği bulunmayan “Avrupa İnfaz Kuralları” uluslararası alanda geçerli olan temel ilkeleri kapsamaktadır. Bu yönüyle ülkenin uluslararası saygınlığını, o ülke hukuk sisteminde bu kurallara gösterilen özen ve saygı belirler. Aksi bir tutum İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 3.m.sini ihlal edebilir.​

Avrupa Konseyi 1984 tarihinde yabancı hükümlülerin dil ve kültür güçlükleri, çok az ziyaret imkânı ve sınır dışı edilme zamanındaki belirsizlik nedenlerinin özel bir yük getirdiği düşüncesiyle “Yabancı Hükümlülere Muameleye Dair Tavsiye Kararı” almıştır. Böylece dil engellerinin kaldırılması, dini ve kültürel özelliklerin korunması, yürürlükteki hukuk kurallarının konsolosluk yardımıyla özenli bir şekilde açıklanması sağlanmaya çalışılmaktadır.​

Nihayet Avrupa Konseyi tarafından “İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Alçaltıcı Ceza ve Muamelelerin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi” kabul edilmiştir. Sözleşmenin amacı kişileri özgürlüklerinden yoksun kaldıklarında bu muamelelere karşı, mahkeme dışı önleyici koruma sunmasıdır. Sözleşme çerçevesinde cezaevi, tutukevi, nezarethane gibi yerlere yapılan ziyaretler ile işkence, kötü muamele, insanlık dışı ve alçaltıcı koşulların varlığı ortaya çıkarılmalı ve Komitenin önerilerine göre ortadan kaldırılmalıdır.​

Özet
İnfaz hukuku ceza ve güvenlik tedbirlerine ilişkin kesinleşmiş kararların yerine getirilmesine yönelik esasları gösteren bağımsız bir hukuk dalıdır. İnfaz hukuku, ceza hukuku yaptırımlarının infazı, yani yerine getirilmesi konusu ile ilgilenir ve buna ilişkin esasları, ilkeleri ve usulleri gösterir. Görüldüğü üzere infaz hukuku, bu yapısı itibarıyla ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukukuyla sıkı ve organik bir ilişki içerisindedir. Ancak bu ilişki infaz hukukunu ceza ve ceza muhakemesi hukukunun bir kısmı hâline dönüştürmez. İnfaz hukuku her iki hukuk disiplininden de ayrı bir kimliğe sahiptir.​

İnfazın tarihsel gelişimini, cezanın ve ceza hukukunun tarihsel gelişiminden ayırmak zordur. Tarihin ilk devirlerinde suç kavramı toplumsal olmaktan çok bireysel bir içeriğe sahipti ve bu nedenle suç teşkil eden eylemlerin toplumu değil doğrudan bireyi ilgilendirdiği kabul edilmekteydi. Orta Çağ’ da özellikle cezaların, kilise gücünün toplumsal bilinçaltına kazınması amacıyla bedene yönelik şiddet içerikli cezalar olduğu ve infaz aşamalarının törensel bir özelliğinin olduğu söylenebilir. 18. yüzyılda cezalandırmada insan unsurunun esas alınması ve toplumsal savunma düşüncesinin öne geçmesi, cezalandırmanın ve infazın amacı olan fiziksel cezalandırmanın yerini ruhsal cezalandırmanın almasına neden olmuştur. Hürriyeti bağlayıcı cezalarla birlikte bu cezaların infaz edileceği alanların, yani hapishanelerin ortaya çıkışı ve gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır. Cezaevlerinin gelişiminde üç dönemden söz edilir:​

  • Ödetme yanında hükümlünün iyileştirme ve yeniden topluma kavuşturulmasının benimsendiği Hollanda, Amsterdam hapishanelerinin ortaya çıktığı 16. yy.ın sonlarından Fransız ihtilali’ ne kadar süren dönem.​
  • Fransız ihtilali’ nden Birinci Dünya Savaşı’ na kadar devam eden dönem.​
  • Ceza infaz kurumlarının açılması ve 20. yy.ın ikinci yarısında hükümlülere muamelede asgari esasların hukuken gerçekleştirildiği dönem.​

5275 sayılı CGTİHK, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenen amaçları iki başlık altında toplamaktadır:​
  • Önleme amacı.​
  • Yeniden topluma kazandırma (topluma kazandırma - resosyalizasyon) amacı.​
Gerçekten söz konusu kanunun üçüncü maddesi, infazın “öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak” ifadeleriyle önleme amacını; “hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak” şeklindeki ifadesiyle de yeniden topluma kazandırmak amacını ortaya koymaktadır.​

İnfaz hukukuna ilişkin ilkeleri dört başlık altında sınıflandırmak mümkündür. İnfaz hukukunun temel ilkeleri; hukuk devleti, insan onurunun dokunulmazlığı, eşitlik ilkesi ve sosyal devlet ilkesidir. Bunun dışında infaza ilişkin diğer ilkeler olarak da infaz hukukunun kanuniliği, infazın kesintisizliği, gizlilikten kaçınma, insanca infaz ve infazın bireyselleştirilmesi ilkesi ifade edilebilir.​

Hukuk düzeni içindeki yerine gelinecek olursa infaz hukukunun kamu hukukunun bir dalı olduğu söylenebilir. Bu açıdan infaz hukuku; anayasa hukuku, idare hukuku, ceza ve ceza muhakemesi hukuku gibi kamu hukukunun diğer dallarıyla yakından ilişkilidir. Uluslararası hukuk açısından ise; infaz hukuku alanındaki gelişimin büyük ölçüde gerilediği İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra infazın insanileştirilmesi düşüncesi önem kazanmış ve bu alanda önemli reform adımları atılmıştır.​



Kendimizi Sınayalım

1. İnfaz hukukunun kapsamı ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?


a. İnfaz hukuku yalnızca hapis cezalarını kapsar.​

b. İnfaz hukuku yalnızca para cezalarını kapsar.​

c. Koşullu salıverme infaz hukukunun kapsamında yer almaz.​

d. Emniyet tedbirleri infaz hukukunun kapsamında yer almaz.​

e. İnfaz hukuku hapis cezaları, para cezaları, emniyet tedbirleri, koşullu salıverme ve infazla ilgili bütün kararları kapsayan bir hukuk dalıdır.​


2. 16. yüzyılın ilk yarısına kadar olan tarihsel dönemin infaz anlayışıyla ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. Cezayı veren kurum ile infazı üstlenen kurum aynıydı.​

b. İnfazda ıslah amacından çok, ödetme ön plandaydı.​

c. Suçlu, insan onuruna sahip bir varlık olarak kabul ediliyor; infaz ile yeniden topluma kazandırma amaçlanıyordu.​

d. Suçlu, kamunun düşmanı olarak algılanıyor; ona karşı tüm araçlarla mücadele edilebileceği kabul ediliyordu.​

e. Suçlunun durumu dikkate alınmaksızın uygulanan cezaların, suçlunun yok edilmesi veya mağdurun zararının giderilmesi dışında başka bir amacı bulunmuyordu.​


3. Osmanlı Devletinde hürriyeti bağlayıcı cezalar aşağıdaki dönemlerden hangisinde kabul edilmeye başlanmıştır?

a. Kuruluş döneminde​

b. Yükselme döneminde​

c. Tanzimat döneminde​

d. Fatih Sultan Mehmet döneminde​

e. Yıldırım Beyazıt döneminde​


4. Aşağıdakilerden hangisi 5275 sayılı CGTİHK’nin, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen amaçlar arasında saydığı unsurlardan biri değildir?

a. Genel ve özel önlemeyi sağlamak​

b. Hükümlüden işlediği suçun öcünü almak​

c. Hükümlünün üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak​

d. Hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek​

e. Toplumu suça karşı korumak​


5. Aşağıdaki ifadelerden hangisi özel önlemenin tanımıdır?

a. Cezanın toplum üzerindeki caydırıcı etkisi ile toplumu oluşturan bireyleri suç işlemekten alıkoyma amacıdır.​

b. Çocukları küçük yaşta ceza ile korkutarak büyüyünce suç işlemekten sakınmalarını sağlamaktır.​

c. Suçu, daha suç işlenmeden yapılacak polis operasyonuyla durdurmaktır.​

d. Suç ve suçlarla mücadelede özel güvenlik şirketlerini kullanmaktır.​

e. Cezanın suçlu üstündeki caydırıcı etkisi ile onu suç işlemekten alıkoyma amacıdır.​


6. 5275 sayılı CGTİHK’nin “Mahkeme, kesinleşen ve yerine getirilmesini onayladığı cezaya ilişkin hükmü Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderir. Bu hükme göre cezanın infazı Cumhuriyet savcısı tarafından izlenir ve denetlenir” hükmünü sevk eden beşinci maddesi, aşağıdaki infaz ilkelerinden hangisinin gereğidir?

a. İnfazın kanuniliği​

b. İnsanca infaz​

c. Gizlilikten kaçınma​

d. İnfazın bireyselliği​

e. İnfazın kesintisizliği​


7. Aşağıdakilerden hangisi eşitlik ilkesinin kapsamında yer almaz?

a. Adalet​

b. Ayrımcılık yasağı​

c. Yasa önünde eşitlik​

d. Eşit işleme tabi tutulma​

e. Dışlanma​


8. Aşağıdakilerden hangisi infazın bireyselleştirilmesi ilkesinin tanımıdır?

a. Hükümlüyle birlikte, hakkında cezasının infazına ilişkin bir iyileştirme planı hazırlanmasıdır​

b. Hükümlü hakkında, onun katılımı olmaksızın cezasının infazına ilişkin bir iyileştirme planı hazırlanmasıdır.​

c. Hükümlünün kullanacağı ilaçların listesidir. Hükümlünün haftalık beden eğitimi programıdır.​

e. Hükümlünün katılacağı açık görüşe ne zaman çıkacağına ilişkin cezaevi yönetiminin programıdır.​


9. Aşağıdakilerden hangisi 5275 sayılı CGTİHK’ne göre hapis cezalarının infazında gözetilmesi gereken ilkelerden biri değildir?

a. Düzen​

b. Güvenlik​

c. Disiplin​

d. Adalet​

e. Rahatlık​


10. Aşağıdakilerden hangisi infaz rejimine temel olan sosyal devlet ilkesinin zorunlu sonuçlarından biridir?

a. Hükümlüye kendi özel bakımını mümkün kılacak yardımın, sosyal bakım ve özenin garanti edilmesi​

b. Hükümlüye maaş bağlanması​

c. Hükümlüden sosyal güvenlik primi kesilmesi​

d. Hükümlüye iş yeri açılması​

e. Hükümlüye görüş hakkı tanınması​


Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. e Yanıtınız yanlış ise “İnfaz ve İnfaz Hukuku Kavramları” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

2. c Yanıtınız yanlış ise “İnfazın Tarihsel Gelişimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

3. c Yanıtınız yanlış ise “Türk Hukukunda Hapishanelerin Doğuşu ve Gelişimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

4. b Yanıtınız yanlış ise “İnfazın Amacı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

5. e Yanıtınız yanlış ise “İnfazın Amacı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

6. e Yanıtınız yanlış ise “İnfaza İlişkin İlkeler” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

7. e Yanıtınız yanlış ise “İnfaza İlişkin İlkeler” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

8. a Yanıtınız yanlış ise “İnfaza İlişkin İlkeler” konusunuyeniden gözden geçiriniz.​

9. e Yanıtınız yanlış ise “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanuna Göre Hapis Cezalarının İnfazında Gözetilecek İlkeler” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

10. a Yanıtınız yanlış ise “Uluslararası Hukuk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.​

Yararlanılan Kaynaklar
Demirbaş, T. (2008), İnfaz Hukuku, Ankara.​

Beccaria, C. (2004), Suçlar ve Cezalar Hakkında( Çev: Sami Selçuk), Ankara.​

Foucault, M. (1992), Hapishanenin Doğuşu(Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara.​

Kurt, M. (2006), Türkiye’de Ceza İnfaz Kurumlarının Sorunları, Ankara.​

Özbek, V. Ö. (2014), İnfaz Hukuku, Ankara.​

Tezcan, D. Erdem, M.R. Sancakdar, O. Önok, R.M. (2011), İnsan Hakları El Kitabı, Ankara.​
 

Çevrimiçi Üyeler

Şu anda çevrimiçi üye yok.

Forum İstatistikleri

Konular
1,554
Mesajlar
2,334
Üyeler
24
Son Üye
Tabu
Üst